Vasfi Okur Şiirleri - Şair Vasfi Okur

Vasfi Okur

KALDIRIMLAR

Geçenlerde kaldırımları gezmekteydim. Sararmış çınar yapraklarıyla doluydu etraf. Ben gezerken Necip Fazılın mısraları da dilimdeydi. “Kaldırımlar, çilekeş yalnızların annesi.”
Yalnız mıydım? Aslında değildim. Bir ben, bir de hayallerim vardı. O zaman neden bu mısralar aklıma geliyordu? Her halde sararmış çınar yapraklarının bana vermiş olduğu ruh halindendi.
Çoktandır kaldırımlarla haşır neşir olmamıştım. Neredeyse yabancı hissediyorum kendimi. Gözden ırak olan gönülden de ırak oluyormuş.
Yapraklar ıslak, bulutların gözlerinde yaş. Çıplak kalmış çınarlar. Çamları sorarsan “yar ağladı ben ağladım” şarkısını söylüyorlar sanki. İğnelerinde minik şebnemler asılı kalmış. Etrafta hazan. Aylardan kasım. Ömrüme kış mı ne geldi. Heyhat! Benim gönlüm ilkbaharda kalmış!

Devamını Oku
Vasfi Okur

Havalarda gittikçe soğuyor. Bu sene kış erken mi gelecek ne. Geçenlerde bir takvim yaprağında okumuştum. Orta güz başlangıcı diyordu. Demek ki son güz de var.
Son güz, ardından kış. Nedense Atilla İlhanın mısraları aklıma geldi. “Oysa ben akşam olmuşum. Yapraklarım dökülüyor. Usul usul. Adım sonbahar.”
Zaman ne kadar hızlı geçiyor. Sanki dünya yel değirmenine dönmüş.
Hani güz demiştik ya, geçenlerde Tokat’a gitmiştim. Yüksek dağların arasında bir doğa harikası. Yeşilin her tonunu bulmak mümkün bu dağlarda. Bir de sarının renkleri vardı. Bu arada kızaranları da unutmamak gerek. Tepeden tırnağa kızarıp kırmızı bir meşaleye dönenleri bir kenara not ediyorum. Gazel düşmüştü dağlara. Kayınlar, gürgenler, yabani kavaklar, meşe palamutları. Hepsi sarı gelinlik giymişlerdi. Yeşil kalan bir çam vardı. O da herhalde ortama itiraz etmişti. Canik Dağlarının zirveleri orta güzü yaşıyordu. Usul usul son güze hazırlanmaktaydılar. Her yerde hazan, her yerde sonbahar. Yüksek yaylarda çobanlar, koyun sürüleri ve kangal köpekleri. Ne kadar sadık bir hayvan bu kangallar. Biri bizi takip ederken bir diğeri koyunların başından ayrılmıyordu. Sadakat ne güzel bir şey. Hele de insanda sadakat, ne büyük bir erdemdir.
Bağlarda güz bozgunu vardı. Kala kala bir tek göbekli, lahanalar kalmıştı. Elmalar sararmış, güz soğuklarını beklemekteydiler. Çalı böğürtlenleri kararmış tam kıvamına gelmişlerdi. Kuşburnular toplanmış çoktan reçel olmuştular bile. Yazdan kalma biçilmiş ekin sapları, Allah kadir-i mutlaktır, hele bir yaz gelsin de görüşürüz diyorlardı sanki.
Sanırım dağ laleleri biraz erken başlarını uzatmıştılar toprak altından. Mor renkleriyle yaylaları doldurmuş, yağmur duasını beklemekteydiler. Kuraklık oraları da vurmuştu. Bu saatten sonra yağsan ne olur yağmasan ne, der gibiydiler. İlkbaharda halimi hatırımı sormadın da, artık güz gelmiş bu saatten sonra sorsan ne yazar diyen halleri vardı. Esasında çok yağmur duası etmişlerdi ama nedense bu sene yağmur bulutları bu tarafa küsmüş bir türlü barışmamıştılar. Aralarında ki sevgi bağı kopmak üzereydi. Neyse ki dağ laleleri alıngan değildiler.

Devamını Oku
Vasfi Okur

TERKEDENLER


Hacali zili çal!
Bu sert emir karşısında;
Hacı Ali; koşa koşa okulun merdivenlerinden çıkar, tahta saplı, sarı dökümden, iri tokmaklı, kocaman; okulun zilini eline alır, hafif ileri doğru kaykılarak merdivenlerin başında zili çalmaya başlardı.

Devamını Oku
Vasfi Okur

Öyle zırt pırt öğrencilerden gelen şikâyetlere kulak asmaz, kendi işimizi kendimizin yapmasını beklerdi.
Dersleri zayıf öğrencilere anlayışlı davranır; gururlarını rencide etmezdi. Anlattığı dersi anlamayanlar için usanmadan, bir daha bir daha anlatırdı.
Nurten öğretmen, Çiğdem öğretmen gibi bize elbebek gülbebek davranmadı. Herhalde yaşımız bir az ilerlemişti. Artık uçmaya hazırlana yavru kuşlar gibi davranıyordu. Nede olsa bunlarda yuvadan uçacak, şimdiden başlarının çaresine baksınlar!
Kış demiştik:
O zamanlar kış daha karlı daha soğuk geçerdi. Ya da bizler çocuktuk ta bize mi öyle gelirdi? Bilinmez.
Okul hadememiz; arada bir gelir elinde kahverengi emayeden, ince tel saplı, uzun kömür kovasıyla sobalara kömür doldurur, kapağı açık sobadan “Pof” diye yarı alev, yarı siyah bir duman sobanın ağzından çıkar, sınıfın ahşap tavanını yaladıktan sonra, tavan tahtaları arasında kaybolurdu. Elindeki uzun ucu sivri demirle sobanın kapağını “Küt” diye örter, geldiği gibi sesizce giderdi.

Devamını Oku
Vasfi Okur

GİRLEVİK ŞELALESİ



Erzincan ilimizin 30 km Güneydoğusuna düşen Çağlayan kasabasındadır. Aslına bakarsanız, Çağlayan kasabasına girdiğiniz vakit, Girlevik Şelalesi 2 km yazan levhayı görürseniz aldanmayın. Hal bu ise şelale tepede, karşınızdadır.
Yol boyu tarlaların, bağların, bahçelerin içerisinde kâh bir dereden geçer kâh bir bükten fırlanır kâh bir köyün içinden geçersiniz. Her defasında ayrı bir manzara karşısında adeta göz zafiyetine uğrarsınız. Kavak ağaçlarının yol boyu gölgesinde ilerlemek adeta bir orman içerisinde olmak hissi veriyor insana.

Devamını Oku
Vasfi Okur

Bu günlerde sürekli mazimle yaşıyorum. Maziyi kurcaladıkça da aklıma iz bırakanlar geliyor. Ve o kadar çok ki o iz bırakanlar. Yakında, uzakta. Kimileri yanı başımızda. Kimileri gönül tahtımızda. Kimileri ise mazinin tozlu raflarında. Kurcaladıkça hala taptaze, hala dipdiri ve her an yaşanmakta.
Düşüncelerim beni öyle böyle kırk sene ötesine götürmüştü ve bu memleketten bir Şefik abi gelip geçmişti.
Onu gören; çok yüksek tahsil görmüş biri sanırdı. Kırlaşmış saçları, bıyıksız dudağı ve koltuğunun altından hiç ayırmadığı kahverengi el çantası ona kalantor bir kisve verirdi. Halkın dilindeki adı: “Şefik Beydi.” Küçük bir dairede yalnız yaşardı. Sanırım hiç evlenmemişti.
Gençler arada bir Şefik abiyi kızdırırdılar ama o genellikle sükûnetini bozmazdı. Bazen ileri gittiklerinde de gençlere kızar sonra sakinleşirdi. Bu halinde bile ciddiyeti hiç bozulmazdı. Bir keresinde caddede bir hâkimle tartıştığına şahit olmuştum. Öyle kelimler söylüyordu ki, gören sanki onu hukuk fakültesi mezunu sanırdı. Hatta o zamanlar memleketimizin avukatlarından birisi ona “sen bizden daha iyi hukukçusun Şefik Bey” sözü, o günlerde Şefik Bey için darbımesel olmuştu.
Aslında öğretmen okulu mezunu olup kısa bir süre Anadolu’da öğretmenlik yaptığını da sonradan öğrenmiştim. Daha sonra kader onun yolunu tekrar memlekete çevirmişti. Öğretmen evi ilk yapıldığında da, Şefik Bey öğretmen evinin en kıdemli müdavimlerindendi. Dönemin yöneticilerinden Talat Beyde, eğitim enstitüsü mezunu olduğu için kendisini kabul etmiş, hatta fahri olarak öğretmen evi müdür yardımcısı bile ilan etmiştiler. Emsali olan Musa hoca, Nazir hoca, İlhami hoca ise Şefik Beyin oradaki en samimi arkadaşlarıydı.
Kimseden yardım kabul etmez, kendi elinde bir şeyler satardı. Galiba geçimini de sadece oradan kazandıklarıyla temin ederdi. Bıyıksız halinin ona çok yakıştığını hatırlıyorum. Neşeli olduğu zamanlarda üst dudağını hafif kıvırarak tebessüm etmesi kendisine has bir özelliğiydi. Hele birde sigara içişi vardı ki; ona çok kibar ve asil bir görüntü verirdi. Kapısının önündeki minik bir kediye, küçük bir tasın içinde süt verdiğine rastladığım zaman onun sert ve soğuk görünümünün altında çok müşfik bir kalbinin olduğunu anlamıştım. Şefik abiyi kaybedeli uzun zaman olmuştu ama hatırası silinmemişti hafızalarımızdan.

Devamını Oku
Vasfi Okur

KAR

Lahuti bir sessizlik için de yağan Kar.
Kimi zaman ince ince, kimi zaman lapa lapa, kimi zaman da ince taneler halinde tipiyle, boranla tozu dumana katıp yağan kar.
Erzurum’lu Emrah diyor ya
“İncecikten bir kar yağar

Devamını Oku
Vasfi Okur

KEMER


İsmine bakıp ta sakın Antalya ilinin Kemer ilçesi sanmayın veya eskilerden kalma bir köprünün kemeri. Belimize taktığımız kemerle de hiç alakası yok. Yahut ta bir diğer ismini kemer bildiğimiz sebzenin.
Bizim “Kemer”:
Kırmızı ince uzun tüyleriyle orta boy “Tazı Kırması” Şakir Amcanın evinin önünde sürekli “Kulakları Kirişte”, patileri önde, kafasını patilerinin üstünde uyuklar dururdu.

Devamını Oku