Ardından yine bir tenhalık çöker yüzüne. Oğlunu savaşta kaybetmiş bir babanın gözlerine çöken hüzün gibi kederini yalnızca kendinin hissettiği, kimseye söyleyemediği, o ketum yalnızlık hissi... Bu alışıldık döngü yüzlerce yıldır böyle cereyan eder bu kentin bedeninde. Her baharda biraz daha gençleştirip her kışta biraz daha yaşlandırır.
O vakit hoyrat bir nara yankılanır ovalarda. Sivas boydan boya yeşil bir libas giyer. Bütün coğrafyası yeşile keser ki keyfine değme gitsin. Kızılırmak kan değil merhem niyetine akar baharda Sivas’ın yaralarından. Derken oğulları ve kızları çıkagelir gurbet ellerden, akın akın, gürül gürül çağıldayarak. Sivas onların sesini duyar da bir düğün evine döner telli duvaklı.
Kış, kolay kolay da terk etmez Sivas’ın hanesini. “Koç karı, karakış, zemheri, gücük, kocakarı soğukları, mart dokuzu, abrul beşi” derken bakarsın uzamış gitmiş. Uzamış gitmiş de bir mevsimin içinde bir ömür geçmiş.
Dört bir yandan bastıran kara bulutların kuşatmasında kalır ansızın. Onların içinden bu şehrin kadim dostu ‘kış’ çıkagelir puslar içinde. Sivas, paltosunun yakasını kaldırıp ağzında sönmeye yüz tutmuş sigarası, elleri ceplerinde karşılar onu. Sonra gidip oturur bir dağ başına ve bu kadim dostun kendinde hüküm sürmesini izler. Karın dansı başlar Sivas’ın gözlerinde. Sessiz sessiz, usulca yağar günlerce kar; sessiz sessiz usulca izler günlerce onu.
kara tren uzakta kaybolurken gözden, sonbahar mevsimi en güzel yüzünü gösterir. Olabildiğine mavi, olabildiğine berraktır gökyüzü. Uçurtmalar kaplar Sivas semalarını o vakit. Şahin yuvasından kalkar gibi. Havada başıboş uçuşan pamuklar gibi gezinirler keyfince. Kimi zaman çocuk çığlıkları doldurur sokak aralarını kimi zaman geçmişe duyulan özleme münhasır iç çekmeler, yanık memleket türküleri...
Sonbaharda saçları üç numara traş edilmiş köylü çocukları gibidir. Yüzü çatlamış, tırnak araları kirli, masum bakışlı, rengi ayaz yanığıdır. Sarıdan koyuya çalan kavruk bir tendir, nasırlı ellerindeki.
..Yol bir yere gitmiş, yoksa burada olurdu, dedim. Güldün o vakit. Ve hatırladın en son çıktığımız yolculuğu. Önce bir patikadan, sağa sola yalpalamış sonra sokaklara dalmış, kaybolmuştuk...
hemen sonrasında
28.11.2016 - 09:55Çoğaldı, çoğaldı anılar
sivas
21.11.2016 - 08:27Ardından yine bir tenhalık çöker yüzüne. Oğlunu savaşta kaybetmiş bir babanın gözlerine çöken hüzün gibi kederini yalnızca kendinin hissettiği, kimseye söyleyemediği, o ketum yalnızlık hissi... Bu alışıldık döngü yüzlerce yıldır böyle cereyan eder bu kentin bedeninde. Her baharda biraz daha gençleştirip her kışta biraz daha yaşlandırır.
sivas
20.11.2016 - 20:28O vakit hoyrat bir nara yankılanır ovalarda. Sivas boydan boya yeşil bir libas giyer. Bütün coğrafyası yeşile keser ki keyfine değme gitsin. Kızılırmak kan değil merhem niyetine akar baharda Sivas’ın yaralarından. Derken oğulları ve kızları çıkagelir gurbet ellerden, akın akın, gürül gürül çağıldayarak. Sivas onların sesini duyar da bir düğün evine döner telli duvaklı.
sivas
20.11.2016 - 12:10Kış, kolay kolay da terk etmez Sivas’ın hanesini. “Koç karı, karakış, zemheri, gücük, kocakarı soğukları, mart dokuzu, abrul beşi” derken bakarsın uzamış gitmiş. Uzamış gitmiş de bir mevsimin içinde bir ömür geçmiş.
sivas
18.11.2016 - 13:16Dört bir yandan bastıran kara bulutların kuşatmasında kalır ansızın. Onların içinden bu şehrin kadim dostu ‘kış’ çıkagelir puslar içinde. Sivas, paltosunun yakasını kaldırıp ağzında sönmeye yüz tutmuş sigarası, elleri ceplerinde karşılar onu. Sonra gidip oturur bir dağ başına ve bu kadim dostun kendinde hüküm sürmesini izler. Karın dansı başlar Sivas’ın gözlerinde. Sessiz sessiz, usulca yağar günlerce kar; sessiz sessiz usulca izler günlerce onu.
sivas
17.11.2016 - 16:49kara tren uzakta kaybolurken gözden, sonbahar mevsimi en güzel yüzünü gösterir. Olabildiğine mavi, olabildiğine berraktır gökyüzü. Uçurtmalar kaplar Sivas semalarını o vakit. Şahin yuvasından kalkar gibi. Havada başıboş uçuşan pamuklar gibi gezinirler keyfince. Kimi zaman çocuk çığlıkları doldurur sokak aralarını kimi zaman geçmişe duyulan özleme münhasır iç çekmeler, yanık memleket türküleri...
sivas
17.11.2016 - 08:38Sonbaharda saçları üç numara traş edilmiş köylü çocukları gibidir. Yüzü çatlamış, tırnak araları kirli, masum bakışlı, rengi ayaz yanığıdır. Sarıdan koyuya çalan kavruk bir tendir, nasırlı ellerindeki.
Sonra dedi ki
22.10.2016 - 19:04yaşamak hep böyledir
su biter seller durmaz...
ne çâre
20.10.2016 - 22:46Vazoda kurumuş çiçek gibisin, sudan medet umuyorsun.
kendi başına
20.10.2016 - 22:28uyan artık uyan
uyan dostum uyan
uyan artık uyan karanlık uykundan...
iyi ki
20.10.2016 - 22:26sadece renkler vardı, sonra kayboldu onlar da.
sigara
19.10.2016 - 21:38Daha içelim hey, daha içelim hey hey...
leylak
19.10.2016 - 21:36Karanlıklar içinde bir ışık var....
sorun
15.10.2016 - 16:19Ellerin benimle canım ne davası var?
yalancı ayrılık
15.10.2016 - 15:54Gidiyor yüzer gibi, ruhumun bir köşesi...
vazgeçmek
13.10.2016 - 12:51çoktan...
fayton
12.10.2016 - 09:52Şapkası sünnet gözleri cennet hocam.
Göç Mevsimi
10.10.2016 - 12:56Bir turna olsam, yollara vursam, uçabilsem kendi semalarıma
Sonra dedi ki
08.10.2016 - 21:32Ah bu şarkıların gözü kör olsun...
Sonra dedim ki
08.10.2016 - 21:31Ah bu şarkıların gözü kör olsun...
su testisi su yolunda kırılır
07.10.2016 - 16:48Biraz da hıçkırık tadı
şen olasın ürgüp
06.10.2016 - 13:29..Yol bir yere gitmiş, yoksa burada olurdu, dedim. Güldün o vakit. Ve hatırladın en son çıktığımız yolculuğu. Önce bir patikadan, sağa sola yalpalamış sonra sokaklara dalmış, kaybolmuştuk...
Modası geçmek
06.10.2016 - 13:12Bağrı taşlarla dolu bir toprak parçasıyım.
Bir uçtan bir uca kurumuşum.
Karınca yuvaları ve ayak izleriyle süslüdür tenim…
aralık
04.10.2016 - 13:18aç pencereyi ve dışarıya bak
son gecemizde kar altında kuğular
Toplam 982 mesaj bulundu