.
...
.
kum saatinin bir yanı sen/bir yanı ben,
akarken zaman ince taneleriyle,
yörüngemizdeydi dünya da sanki…,
gel gör ki neyleyim,
o demle eş zamanlı,
şu yağmalanmış dünyanın sahipsiz caddelerinde,
önce adanmış, sonra ihaleci ve
en sonunda da her şeye müsa/it olan
haramzade kahpelerce,
henüz tomurcuklanmış
turuncu ve kızıl güllerin dalları
ve hayatın baharındaki gençliğin yarınlara umutları
kırılıyordu,
ki şimdi,
umutsuz terkide,
nasıl düşürmem yüzümü,
mazlumları çığ gibi artan bu çağın,
yürek dağlayan,
kan merkezi kapılarında,
ah;
.
...
.
.
...
.
ah;
aşk…,
yüreklerimizin buzulunda,
kızakla kayan bir çocuğun,
hırkasına sakladığı çekiç ile kırmasıydı buzu…,
ve kulaç attık farklı iklimlerin soğuğuna ve,
şimdi titriyoruz tir\tir, ayrılık deyince...,
ki ayrılık,
yüzümün atlasına sinen,
çam kokusu ile,
kar tebessümleriydi…,
.
...
.
.
...
.
yakınına düşen sevdaya iyi bak…,
/canbaz/
ki bu canınla kumar oynamaya benzemez,
çift kutuplu bir ip gibi,
sonuna vardığın an,
başladığın yer
uzağında kalıyor…,
ki bakma aşağıya,
uçurumdur ayaklarının altında
seni çağıran…,
biliyorum eski bir korkuyum ben;
gün/ah/kâr, siyah muska...,
ah;
ellerini göğe her açışında
çatlıyor yüreğim duana…,
aklının çeperlerine çarpıp duran
bu kanayan imgeler,
hep o şiir/de son buluyor canbaz,
çöz gözlerinin düğümünü
yürüdün ve bitti yol…,
her ayrılığın vardır elbet,
sarmaş dolaş kavuşması,
sarıl/sarıl/sarıl...;
.
...
.
ve şimdi küskün küskün çöreklenir
bağrıma hüzün, ki... yoksun…,
yağmur kuşlarının kanatları altında koşan
nefes nefese kuzuların eve dönüşünde,
anne sevgisiyle öpülen ıslak başlarınca
okşasın o gün görmüş saçlarını, nice
bahar müjdecisi kabayel rüzgarı...,
zamanın aramıza çektiği perdeler,
belki uçuşur güneyden esen kıbleyle
ve duyulur huzur esen avlusunda
ayak seslerimiz yine...,
ki bak gözlerime, gözlerim
kandil kandil kan çanağı,
ah;
.
...
.
.
...
.
ki sırdaşlar, iç hukukta sadece
bu dünyaya ait değildir bilirsin
ve ölümü öldürmeye meyyaldirler,
sürekli eksik bir yanımız ve hep,
az bir derin uykuya hasretiz…,
bir o/nda olmakta gözümüz
ve günübirlik çilelerle avunup durmak da,
ötelerden uzaklara dalan bakışlarımıza,
teselli olmuyor,
nadasa bırakıldığıma aldırmadan işledin,
işledin bu kaskatı kesilmiş çorak toprağı,
bir beyaz meşe ya da paulownianın dahi,
kök salamayacağı kadar en derine doğru…,
kum kum ellerinde süzülebilen
bir toprak oldum hekimim,
ben/liğimi alt üst ettiğin için,
teşekkür ederim;
bütün kutupların birleştiği yere
gelir misin benimle desem,
mesela orta mescid çayhanesinde
bir sade türk kahvesi içmeye;
aklın arkada kalmadan,
kaygılanmadan hiç,
hiç tasasız, kanatsız, uçan halısız,
kanayan bir yıldız gibi beyaz izli ışıklarla,
gelir misin…,
.
...
.
.
...
.
yeryüzüne indi aşk,
bozulmasın bu akid…,
ki şimdi aşk sen;
piç misin…,
yetimhane avlusuna,
iri taneli yağmurlar yağıyor…
mavi gözlü kızıl saçlı çilli çocuk,
yastığından boncuklar topluyor,
ah aşk,
küçümsediler acımı,
ölümler var, savaşlar, açlık ve...,
nasıl üşüdüm bir bilsen, nasıl;
yokluğunda...,
baktığın kalp içlerimde,
dağ gölleri buz tutuyor,
mevsim bir günde değişti ve,
hangi göç,
kanatsız bir göğe yükselir…,
.
...
.
.
...
.
çok geçmedi ki,
küstü bütün kuşlar kendi cıvıltılarına
ve kustular içime sessizliklerini,
sonra,
çöktü üstüme bir rehavet musallatı,
kendi lisanım türkçeye sarıldım sımsıkı,
ve alfabeden bir harf koştu imdadıma,
piyanonun onuncu tuşu misal…;
sevdim işte…,
sevdim bile bile bu teatral sonu,
kadife bordo perdeler açılır ve kapanır;
yara gibi…,
sonra,
hep aynı köpüren şelalenin sesi,
sürekli o termal nehir yakıcılığı ve,
kalbimin aşka köleliğine işaret
keder küpesi parıldar,
söylesene kalemim;
sahibine ulaşır mı sesim…,
beni daha ne kadar,
ne kadar daha üzebilir,
içimde köpüren çağlayan ah,
durmaksızın ağlayan...,
.
...
.
.
...
.
elleri boğum boğum bir çocuk uçurtma uçurur,
ve mavi uçurtma, pamuk bir buluta aşık olur,
yüzü kırış kırış bir adam erik toplar,
bir nine eriği tuza banar,
kalbi;
yamamaktan yorulmuş bir iffetli dul,
kabristan ziyaretinden çıkar…,
düş buya,
bir ormanın içindeki mezarını bul dediğin,
anacığım şiir yazar,
ki garipsenmesin;
böylesi özlemek ve
böylesi sevmek…,
bir dağ ardındaki cevizin,
en erişilmez dalına,
as uykunu kalplerin tabîbi,
tatlı bir rüya dolsun gözkapaklarına…,
ey aşk;
soylu sevdalara yakışmaz
yalandan kefen giymeler,
varsın ipil ipil yağsın üstümüze firak,
nasısa gezinirsin sen bu sakar taşranın,
gül bahçelerinde sağnak sağnak,
ah;
.
...
.
.
...
.
evet biliyorum,
yaşam kızgın bir tavuskuşu aramızda,
tüylerindeki gökkuşağını başımıza kakan,
ve öyleyse sizlerde duyun ulan,
müstafiyim artık bu,
hayata pantolonun paçasından bakan magandaların,
ve akşam sofrasına bir arada oturamayan
aileliği kütükte kalmışların ve
aşkını vatanı bilmeyen,
gözdelik ve ikbal peşindeki
dilberlerin davasından,
ah;
.
...
.
.
...
.
dünyanın;
çizgili pijamasının
beli sıkmıştı ki,
gevşek bir don lastiği ile değiştirip,
ayırmıştı gövdesini ikiye;
/kuzey,
güney,
savaş,
sıcak,
soğuk,
erkek,
kadın,
aşk/
dünya öyle kurallı ve tertipliydi ki,
yoktu tahammülü hiç dağınıklığa,
her şeyi planladı, kurguladı;
ölçtü/biçti/tarttı ve;
/denizlerin,
ülkelerin,
göğün,
toprağın,
aşkların,
insanların,
hayatın/
kenarlarına makine çekti
ve kesti sarkan iplikleri,
dünyanın öyle usta elleri vardı ki,
ve öyle güzel dikmişti ki
herkesin göğünü kendine;
/kimseye,
bir başkasının göğündeki
turnayı sevmek,
hakkını tanımıyordu…,
oysa meşk,
dudaklarındaki
esrarlı cigarayla,
özerkti dünyadan/
başına buyruk ihtilâl adımlarıyla,
yürüdü;
onun gök kubbesine,
ve ama evet,
dünyanın öyle usta elleri vardı ki,
ve öyle güzel dikmişti ki
herkesin göğünü kendine/
kimseye,
bir başkasının göğündeki
turnayı sevmek,
hakkını tanımıyordu…;
oysa mey,
dudaklarındaki
esrarlı cigarayla
özerkti dünyadan
ve başına buyruk ihtilâl adımlarıyla;
yürüdü,
onun gök kubbesine,
bir izmariti çiğner gibi,
bir leşi tepeler gibi,
bastı başına,
kutupları ve ekvatoruna kadar,
kirli postalarının izini bırakarak,
had bildirdi atmosferine,
ah;
.
...
.
(Böyle iken) onlar, bir ticaret yahut bir eğlence gördükleri zaman, ona (doğru) dağılıp gittiler, seni de (hutbede) ayakta bıraktılar. De ki: “Allah katında olanlar, eğlenceden de, ticaretten de hayırlıdır. Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır.”
(Şiddetli bir kıtlık sırasında Hz. Peygamber, farzdan sonra hutbede iken yiyecek yüklü bir ticaret kervanı gelmiş ve âdet gereğince def veya davul ile karşılanmıştı ki mescidde bunu duyanlar ona doğru akın etmiş, yalnız 12 kişi kalmıştı. İşte bu âyet bir ihtar olarak bunun üzerine nâzil olmuştur. Bundan böyle hutbeler farzdan önce okunmuştur.)[4]
gerçek üstülük üzerinden uyduruk kurgularla ve incil eleştirisi maskesi altındaki asıl tek din projesinin figüranı, üstüne de nobel ödüllü bir şeytan kuklası...
ki yaralı retinam,
işte böyleyken;
bir martı kanadını bile bile,
gözlerime batırmışken,
yaralı retinam,
refakatçi balıklar başucumda ağlarken,
şaşkın sözcükler
ellerimde yapış yapış
ve uğultusunda yalnızlığın
acemi hüznü
tıka basa dolmuşken içime,
dökülmez mısralara inci taneleri, yâr;
yâr balların balı,
kırıldı içimde bir dal,
bir ağıttır ücra suskunluğum,
değişen her gün ile
gömülüyorum ey en sana…,
ah;
tut ki daha çok seviyorum seni,
burkulan içimin süreyya sürgünlerinde,
acılarınla acılanmak istiyorum…,
hangi yeryüzü, gökyüzüne bakmaz…
ve sanılıyor mu ki,
gökyüzü de yeryüzüne meftun değildir,
ah;
sırdaş yol arkadaşlarını ayıramaz
zahirin bozulmuş raconları…,
ve ey semavatın oyun kurucusu;
cesaret ve sekînet veren bir düş yolla,
bu mülevves kuluna…,
ki bak saatler eşzamanlı,
onbirden üçe;
üçten onbire,
mütemadiyen,
ah;
I
heyhat,
bu bir girdap;
kalbimin kuytusundan beni kendine çeken,
kederli dağın, gönül uçurumu…
ah
eyv/ah,
avcıdan habersiz
ırmağa inişi karacanın
ve eğilip berrak suya,
kana kana içmesi kendi kanını,
vurulunca kalbinden…;
ki büyü/d/l/ü suda
kana bulanık halkalar iç içe,
iç içe,
halka ve girdap...
ah,
avcının sağ manipülasyonu,
karacanın gözlerinin nemli tortusu,
büyülü su, fakat;
düşe kalka katedilen yolların,
hangisine pay düşmemiştir,
o en yakın vuslattan…,
bir zahter tanesi kadar külfet olsaydı keşke;
kara kışta buza kesen dipsizlikten çıkış,
siy/ah doruklarını aşmak kaf dağının,
ve hazza kölelikten azad oluş,
ah;
ah ki çöllerin avareliğinde körebelik…,
dalı yaprağı budanık kalmanın hicâbı ve,
bini bir para etmeyecek
ömür yangını pişmanlıklar
gel/geç/likteyken,
bütün bildiklerini bir okyanus nazarda unutmak
mümkünlü;
bir yadigâr kutsalı
ve vaktin emaneti olaydı bu nazar…,
nolaydı,
her yönün çıkmazı bir secdede nihayet bulaydı;
ah;
kundak kokulu bebek masumluğuyla bulmak yokluğu,
ve gözyaşlarıyla yürek katranını yıkamak dem be dem;
zamanın sarkacında umut tohumları çatlasa,
tufan sonrası durulan umman;
kalpte bir ab/ı hayat katresi olsa…,
ve konma/göçme aleminin ayrılıkları,
için için,
içine akan bir ırmak,
ah kardeş payı edilen saatlerde,
ömür biriktirmek,
mümkünlü olaydı;
ah nolaydı...,
ilahi, kulağı kesik ve yetmişlik
boyacı derviş mustafa dede;
ayakkabılar parlıyor amma ne parlıyor,
şu çilekeş takunyaları bile boyayacaksın belki lakin,
her hevesin peşinden koşulmuyor,
koşulmuyor;
bilirsin…,
turuncu ve kızıl gül yapraklarını
ebeden soldurmayacak rahmet;
ıslak kaldırımlara
yüzükoyun serilmiş ölüleri dahi
diriltebilse mesela…,
ve kendinden gayrısını bilmez kibrin,
mülevves göz pınarlarını kurutup,
nâdim bir nefesten buğu olaydı,
isli,
kasvetli kodes camlarında,
nolaydı…,
ah;
.
...
.
haftanın her günü, şehrin banliyösünden
bulvarlarına inen bir işçinin yüreği gibi,
kan revan içindedir garipliğim…,
kalan ömründe gözü olmadan,
varlığına gönülden muhiban bu ıssız insan,
bir daha meşkimizin mümkünlü
olmayacağının idrakiyle,
ağır başlıca yasını tutar dururken,
yine de sen hekimim iyi olmalısın,
hiç olmadığın kadar diye, duacınım;
bilirsin, teslimiyetti evet
her ambulans sireni duyulduğunda okunan
ayet/el kürsînin; kifayetsiz nefesler ve
mecalsiz dudaklara kaldığı bir biteviyelikte,
yazgıya boyun eğmek, asıl teslimiyet burada…,
ve bu okumanın yapılması telkininiz,
o desturlu tespitlerdendi,
ve hülasa velev ki yoksam,
taburculuk sonrasında günlerdir
yanında yörende ve bugün de,
üzülme e mi üzülme,
zaten nicedir sadece çile çektirip,
çağrına mütereddit halimle,
vicdanını işgal altında tutuyordum…,
kafesinden salıverilmiş bir güvercinin
hürriyeti kadar ellerinde artık
sana tahmil ettiklerimden azadlığın,
\ah, gidemedin bizden
ve gidemedik senden bu sefer de,
ki biz senin esirin sanırdık kendimizi,
oysa asıl tutsak senmişsin bize, aşk…;
uzun senelerin umuduyla vadeye bağlanmış
ve bozulma sebebi ölüm dahi olmayan bir vaadle,
sabâ makamında bir sabaha daha çıktık,
çok şükür,
ah;
bir uçuk turunç güle benzer o yüzün,
yakışır mı o gece gözlere hiç hüzün,
eğme öyle başını yetimce ve küskün,
bir nilüfer gibi açsın durgunluğuma gülüşün,
ki sen bildiğim tek elbistan türküsüsün…,
.
...
.
şapkadan çıkan tavşanlar,
zamansız koştular havuç şekerlemesine,
illüzyon çabuk bitti ve
çocuk yürek,
doyamadan gösteriye,
kapandı kalın bordo perdeler…,
tıkanıp kaldı,
beklenmedik gidişin boğazımda,
ki yutmaya kıyamıyorum...,
ah;
dünyanın işini mahşere bırakmadan,
ve ölüm gelmeden yaşamak gerek hayatı,
güzellikler, iyilikler, sevgiler ve,
ve aşk ile…,
.
...
.
.
...
.
ki özleyiş yaz öncesinde,
baharın orta ertesi gemini deminde,
farklı şehirlerin/ayrı kıtaların/zıt kutupların,
ayrı gayrı evlerinde de olsalar,
muhipler,
aslında birliktedir her daim…,
tuhaf olan şudur ki;
bu düş ikizleri,
göz kapaklarının üstüne,
perdeler çeker uyumadan önce;
tam üç kat ve,
her gece,
hiç bıkmadan,
ve perdeler çekilir çekilmez
en nihayetinde,
hep aynı düşü görürler…,
düş düşü doğurur,
artık sığmaz olur uykulara,
ve ayrı gayrı şehirlerde azizim,
göz kapaklarımız açılır kapanır;
mevsim yaza döner…,
elleri boğum boğum bir çocuk uçurtma uçurur,
ve mavi uçurtma, pamuk bir buluta aşık olur,
yüzü kırış kırış bir adam erik toplar,
bir nine eriği tuza banar,
kalbi;
yamamaktan yorulmuş bir iffetli dul,
kabristan ziyaretinden çıkar…,
düş buya,
bir ormanın içindeki mezarını bul dediğin,
anacığım şiir yazar,
ki garipsenmesin;
böylesi özlemek ve
böylesi sevmek…,
bir dağ ardındaki cevizin,
en erişilmez dalına,
as uykunu kalplerin tabîbi,
tatlı bir rüya dolsun gözkapaklarına…,
ey aşk;
soylu sevdalara yakışmaz
yalandan kefen giymeler,
varsın ipil ipil yağsın üstümüze firak,
nasısa gezinirsin sen bu sakar taşranın,
gül bahçelerinde sağnak sağnak,
ah;
.
...
.
.
...
.
halsizim;
yollarında büyülü bir uykuya meyyalim,
yalnızlığın en korkak deminde...,
merdivenler dayadım,
ellerinin köprüsüne ah ki ah;
yeşil damarlı nehirler öptüm,
büktüm ruhunun haritasını,
peşine düştüğüm hazine;
sensiz kayıbım...,
sıyırdım yüreğimin zarını,
kızıl denizin tuzu gözlerimde/
halsizim...,
yüreğini kuytuya seren,
sümbül yüzlü,
yanık buğday tebessümlü lokmanım,
o aydı,
doğru mevsim doğru kış/doğru yazdı/,
doğru güz/doğru ba/har/dı…,
…yazgıydı…,
gün doğru gündü,
soluğu tütün kokan perşembe,
cuma vaktinin müjdecisiydi,
takvimler yalan söylemez…,
ki evet,
korkuyorsun ey insan,
cesur çalımlar satarken bile;
ayaklarının son adımı,
muhabbetin sana gelen ayaklarına tökezlenecek,
biliyorsun ve bilirsin…,
o halde bu tereddüt neden;
düş gölgesine…,
git peşinden…,
takıl sevdanın takunyalarının
gümbür gümbür sesine;
tak tak tak tak, kaç/ma…,
üst üste devrilen,
kavuş/veda, veda/kavuş/veda…,
kemirir aşk sandığını,
sevdalı güve…,
ve bozuluyor kalbimin örgüsü,
ağyârın mâsiva lügati anlamazdı,
yo/l/k/ ıraktı, sapaydı; dardı,
/sen korkarsın dardan/,
ki ah evet,
iç sesler daima parantezlidir;
karanlıktı…,
/sen korkarsın karanlık dardan/
yârdı,
ve
ardı;
seni senden ayrı koyan,
ah;
.
...
.
.
...
.
solgun bir söğüt,
dallarını yüzüme eğmiş
ve yapraklarının;
yanık bir şiir dizesi gibi,
yürek patikasına düştüğü bu demde,
akıp giden zaman şırıl şırıl,
gözlerimin kenarına,
sensiz çizikler atar…,
ah üstadım,
gözlerinden inciler dökülse,
sağnak sağnak nola kalbimin kuytusuna,
ağlamaklı bir susuş kadar
üşümezdim belki o dem,
son yaprağı da düşen dalın
gün batımı gölgesinde...,
güzel kardeşim,
sevdayı bilir misin…,
var mıdır çekmişliğin…,
o halde ağlamayı da bilirsin...,
hayat, sunulmuş bir armağan mıdır
kullara tamamen acaba,
ve acaba kalbimdeki dönme dolap durdu da,
başladı mı dönmeye atlıkarınca,
bak dostum,
ömrüne vurduğun kilit kadar özgürsün
ve aşkın kadar prangalısın gerçek hayata
unutma, ki tutsaklığınca yudumluyorsun
sevdayı…,
ki üstadım; ciğerimin köşesi,
sana bağlaya bağlaya umutlarımı
tutunuyorum hayata...
/unutma bunu/
parantezli ve hicaplı bir iç ses daha işte,
ah;
.
...
.
.
...
.
bir şehirden başka bir şehre geçerken,
bir şiir; yoğun bir şiir bulantısı,
içimde dövünürken engellenmenin yasına,
ve kalbimin dik merdivenlerinde,
tökezleyip düşerken bir yumak olup
zihnimin labirentlerinden, konardı
kuş sesleri duaya duran parmaklarıma…,
çok geçmedi ki,
küstü bütün kuşlar kendi cıvıltılarına
ve kustular içime sessizliklerini,
sonra,
çöktü üstüme bir rehavet musallatı,
kendi lisanım türkçeye sarıldım sımsıkı,
ve alfabeden bir harf koştu imdadıma,
piyanonun onuncu tuşu misal…;
sevdim işte…,
sevdim bile bile bu teatral sonu,
kadife bordo perdeler açılır ve kapanır;
yara gibi…,
sonra,
hep aynı köpüren şelalenin sesi,
sürekli o termal nehir yakıcılığı ve,
kalbimin aşka köleliğine işaret
keder küpesi parıldar,
söylesene kalemim;
sahibine ulaşır mı sesim…,
beni daha ne kadar,
ne kadar daha üzebilir,
içimde köpüren çağlayan ah,
durmaksızın ağlayan...,
.
...
.
.
...
.
sol yanım liğme liğme,
alıp bir morg masasının üstüne attım
öylece attım solumu; soluğumu,
rayından fırlamış bir tren kadar
şaşkındım,
etrafa saçılan eşyalar gibi,
anlamsızdım,
içimin çatlağından sızan korku,
aklımın tavanından yüreğime damlıyor;
küfff kokusu,
nem kokusu,
ölülü masada sol yanım,
zuhûratın tâbisi tel örgümüzdeki,
parçalarımı topluyorum…,
bir martının gözlerini oyup,
çıkmış gözlerinin yuvalarına,
iki okyanus bilye yerleştiriyorum,
öylece…;
bir kardan adama havuçtan burun yapar gibi,
musafahasız,
böyle hazin, noksan ve tamamlanmamış,
tek kelime edemezken sükûtuna,
ve o buz gibi masada,
sol yanım ezik bir gül gibi ağlarken,
böylece,
böylece son bulmalı,
zincirlikuyunun asrî kokusu…,
karacaahmetin derviş gülüşü,
ah;
.
...
.
Arabellek aşımı ya da arabellek taşkını (İngilizce: Buffer overflow), iki yazılım arasında veri iletişimi için ayrılmış olan bir arabelleğe boyutundan daha fazla veri konulması ile ortaya çıkan durumdur.
Niyâzî Mısrî hazretleri
29.10.2024 - 10:51Tende canım canda cananımdır Allah Hû diyen
Dilde sırrım sırda sübhanımdır Allah Hû diyen
Dest-i Kudretle yazılmış yüzüne ayât-ı Hâk
Gönlümün tahtında sultanımdır Allah Hû diyen
Cümle azadan gelir zikr-i "Ene'l Hak" nâresi
Cism içinde zâr ü efganımdır Allah Hû diyen
Yere göğe sığmayan bir mü'minin kalbindedir
Katrenin içinde ummanımdır Allah Hû diyen
Kisve-i tenden muarrâ seyreder bu gökleri
Çark uran Abdâl-ı uryânımdır Allah Hû diyen
Her kişiye kendinden akreb olan dost zâtıdır
Ey Niyazi dilde mihmanımdır Allah Hû diyen
asaf halet çelebi
29.10.2024 - 09:02HE
vurma kazmayı
ferhaaat
he'nin iki gözü iki çeşme
aaahhh
dağın içinde ne var ki
güm güm öter
ya senin içinde ne var
ferhat
ejderha bakışlı he'nin
iki gözü iki çeşme
ve ayaklar altında yamyassı
kasrında şirin de böyle ağlıyor
ferhaaat
müsait
26.10.2024 - 00:51.
...
.
kum saatinin bir yanı sen/bir yanı ben,
akarken zaman ince taneleriyle,
yörüngemizdeydi dünya da sanki…,
gel gör ki neyleyim,
o demle eş zamanlı,
şu yağmalanmış dünyanın sahipsiz caddelerinde,
önce adanmış, sonra ihaleci ve
en sonunda da her şeye müsa/it olan
haramzade kahpelerce,
henüz tomurcuklanmış
turuncu ve kızıl güllerin dalları
ve hayatın baharındaki gençliğin yarınlara umutları
kırılıyordu,
ki şimdi,
umutsuz terkide,
nasıl düşürmem yüzümü,
mazlumları çığ gibi artan bu çağın,
yürek dağlayan,
kan merkezi kapılarında,
ah;
.
...
.
KULAÇ
25.10.2024 - 23:24.
...
.
ah;
aşk…,
yüreklerimizin buzulunda,
kızakla kayan bir çocuğun,
hırkasına sakladığı çekiç ile kırmasıydı buzu…,
ve kulaç attık farklı iklimlerin soğuğuna ve,
şimdi titriyoruz tir\tir, ayrılık deyince...,
ki ayrılık,
yüzümün atlasına sinen,
çam kokusu ile,
kar tebessümleriydi…,
.
...
.
ikinci cambazı istememek
25.10.2024 - 23:16.
...
.
yakınına düşen sevdaya iyi bak…,
/canbaz/
ki bu canınla kumar oynamaya benzemez,
çift kutuplu bir ip gibi,
sonuna vardığın an,
başladığın yer
uzağında kalıyor…,
ki bakma aşağıya,
uçurumdur ayaklarının altında
seni çağıran…,
biliyorum eski bir korkuyum ben;
gün/ah/kâr, siyah muska...,
ah;
ellerini göğe her açışında
çatlıyor yüreğim duana…,
aklının çeperlerine çarpıp duran
bu kanayan imgeler,
hep o şiir/de son buluyor canbaz,
çöz gözlerinin düğümünü
yürüdün ve bitti yol…,
her ayrılığın vardır elbet,
sarmaş dolaş kavuşması,
sarıl/sarıl/sarıl...;
görmüyor musun,
gözkapaklarına ektiğim
gül tohumları,
ser/inde tomurcuklanıyor...,
ah,
.
...
.
Tamam yavrum meteliğimiz yok ama yağmurumuz var
25.10.2024 - 23:14.
...
.
ve şimdi küskün küskün çöreklenir
bağrıma hüzün, ki... yoksun…,
yağmur kuşlarının kanatları altında koşan
nefes nefese kuzuların eve dönüşünde,
anne sevgisiyle öpülen ıslak başlarınca
okşasın o gün görmüş saçlarını, nice
bahar müjdecisi kabayel rüzgarı...,
zamanın aramıza çektiği perdeler,
belki uçuşur güneyden esen kıbleyle
ve duyulur huzur esen avlusunda
ayak seslerimiz yine...,
ki bak gözlerime, gözlerim
kandil kandil kan çanağı,
ah;
.
...
.
uçan halı
25.10.2024 - 23:08.
...
.
ki sırdaşlar, iç hukukta sadece
bu dünyaya ait değildir bilirsin
ve ölümü öldürmeye meyyaldirler,
sürekli eksik bir yanımız ve hep,
az bir derin uykuya hasretiz…,
bir o/nda olmakta gözümüz
ve günübirlik çilelerle avunup durmak da,
ötelerden uzaklara dalan bakışlarımıza,
teselli olmuyor,
nadasa bırakıldığıma aldırmadan işledin,
işledin bu kaskatı kesilmiş çorak toprağı,
bir beyaz meşe ya da paulownianın dahi,
kök salamayacağı kadar en derine doğru…,
kum kum ellerinde süzülebilen
bir toprak oldum hekimim,
ben/liğimi alt üst ettiğin için,
teşekkür ederim;
bütün kutupların birleştiği yere
gelir misin benimle desem,
mesela orta mescid çayhanesinde
bir sade türk kahvesi içmeye;
aklın arkada kalmadan,
kaygılanmadan hiç,
hiç tasasız, kanatsız, uçan halısız,
kanayan bir yıldız gibi beyaz izli ışıklarla,
gelir misin…,
.
...
.
Piç etmek
25.10.2024 - 23:06.
...
.
yeryüzüne indi aşk,
bozulmasın bu akid…,
ki şimdi aşk sen;
piç misin…,
yetimhane avlusuna,
iri taneli yağmurlar yağıyor…
mavi gözlü kızıl saçlı çilli çocuk,
yastığından boncuklar topluyor,
ah aşk,
küçümsediler acımı,
ölümler var, savaşlar, açlık ve...,
nasıl üşüdüm bir bilsen, nasıl;
yokluğunda...,
baktığın kalp içlerimde,
dağ gölleri buz tutuyor,
mevsim bir günde değişti ve,
hangi göç,
kanatsız bir göğe yükselir…,
.
...
.
parıltı
25.10.2024 - 23:04.
...
.
çok geçmedi ki,
küstü bütün kuşlar kendi cıvıltılarına
ve kustular içime sessizliklerini,
sonra,
çöktü üstüme bir rehavet musallatı,
kendi lisanım türkçeye sarıldım sımsıkı,
ve alfabeden bir harf koştu imdadıma,
piyanonun onuncu tuşu misal…;
sevdim işte…,
sevdim bile bile bu teatral sonu,
kadife bordo perdeler açılır ve kapanır;
yara gibi…,
sonra,
hep aynı köpüren şelalenin sesi,
sürekli o termal nehir yakıcılığı ve,
kalbimin aşka köleliğine işaret
keder küpesi parıldar,
söylesene kalemim;
sahibine ulaşır mı sesim…,
beni daha ne kadar,
ne kadar daha üzebilir,
içimde köpüren çağlayan ah,
durmaksızın ağlayan...,
.
...
.
soylu
25.10.2024 - 23:02.
...
.
elleri boğum boğum bir çocuk uçurtma uçurur,
ve mavi uçurtma, pamuk bir buluta aşık olur,
yüzü kırış kırış bir adam erik toplar,
bir nine eriği tuza banar,
kalbi;
yamamaktan yorulmuş bir iffetli dul,
kabristan ziyaretinden çıkar…,
düş buya,
bir ormanın içindeki mezarını bul dediğin,
anacığım şiir yazar,
ki garipsenmesin;
böylesi özlemek ve
böylesi sevmek…,
bir dağ ardındaki cevizin,
en erişilmez dalına,
as uykunu kalplerin tabîbi,
tatlı bir rüya dolsun gözkapaklarına…,
ey aşk;
soylu sevdalara yakışmaz
yalandan kefen giymeler,
varsın ipil ipil yağsın üstümüze firak,
nasısa gezinirsin sen bu sakar taşranın,
gül bahçelerinde sağnak sağnak,
ah;
.
...
.
dava adamı
25.10.2024 - 22:56.
...
.
evet biliyorum,
yaşam kızgın bir tavuskuşu aramızda,
tüylerindeki gökkuşağını başımıza kakan,
ve öyleyse sizlerde duyun ulan,
müstafiyim artık bu,
hayata pantolonun paçasından bakan magandaların,
ve akşam sofrasına bir arada oturamayan
aileliği kütükte kalmışların ve
aşkını vatanı bilmeyen,
gözdelik ve ikbal peşindeki
dilberlerin davasından,
ah;
.
...
.
çizgili pijama
25.10.2024 - 12:14.
...
.
dünyanın;
çizgili pijamasının
beli sıkmıştı ki,
gevşek bir don lastiği ile değiştirip,
ayırmıştı gövdesini ikiye;
/kuzey,
güney,
savaş,
sıcak,
soğuk,
erkek,
kadın,
aşk/
dünya öyle kurallı ve tertipliydi ki,
yoktu tahammülü hiç dağınıklığa,
her şeyi planladı, kurguladı;
ölçtü/biçti/tarttı ve;
/denizlerin,
ülkelerin,
göğün,
toprağın,
aşkların,
insanların,
hayatın/
kenarlarına makine çekti
ve kesti sarkan iplikleri,
dünyanın öyle usta elleri vardı ki,
ve öyle güzel dikmişti ki
herkesin göğünü kendine;
/kimseye,
bir başkasının göğündeki
turnayı sevmek,
hakkını tanımıyordu…,
oysa meşk,
dudaklarındaki
esrarlı cigarayla,
özerkti dünyadan/
başına buyruk ihtilâl adımlarıyla,
yürüdü;
onun gök kubbesine,
ve ama evet,
dünyanın öyle usta elleri vardı ki,
ve öyle güzel dikmişti ki
herkesin göğünü kendine/
kimseye,
bir başkasının göğündeki
turnayı sevmek,
hakkını tanımıyordu…;
oysa mey,
dudaklarındaki
esrarlı cigarayla
özerkti dünyadan
ve başına buyruk ihtilâl adımlarıyla;
yürüdü,
onun gök kubbesine,
bir izmariti çiğner gibi,
bir leşi tepeler gibi,
bastı başına,
kutupları ve ekvatoruna kadar,
kirli postalarının izini bırakarak,
had bildirdi atmosferine,
ah;
.
...
.
cuma
25.10.2024 - 07:47cuma suresi 11. ayet
(Böyle iken) onlar, bir ticaret yahut bir eğlence gördükleri zaman, ona (doğru) dağılıp gittiler, seni de (hutbede) ayakta bıraktılar. De ki: “Allah katında olanlar, eğlenceden de, ticaretten de hayırlıdır. Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır.”
(Şiddetli bir kıtlık sırasında Hz. Peygamber, farzdan sonra hutbede iken yiyecek yüklü bir ticaret kervanı gelmiş ve âdet gereğince def veya davul ile karşılanmıştı ki mescidde bunu duyanlar ona doğru akın etmiş, yalnız 12 kişi kalmıştı. İşte bu âyet bir ihtar olarak bunun üzerine nâzil olmuştur. Bundan böyle hutbeler farzdan önce okunmuştur.)[4]
jose saramago
20.10.2024 - 22:05gerçek üstülük üzerinden uyduruk kurgularla ve incil eleştirisi maskesi altındaki asıl tek din projesinin figüranı, üstüne de nobel ödüllü bir şeytan kuklası...
yolların başlangıcı
20.10.2024 - 09:59ki yaralı retinam,
işte böyleyken;
bir martı kanadını bile bile,
gözlerime batırmışken,
yaralı retinam,
refakatçi balıklar başucumda ağlarken,
şaşkın sözcükler
ellerimde yapış yapış
ve uğultusunda yalnızlığın
acemi hüznü
tıka basa dolmuşken içime,
dökülmez mısralara inci taneleri, yâr;
yâr balların balı,
kırıldı içimde bir dal,
bir ağıttır ücra suskunluğum,
değişen her gün ile
gömülüyorum ey en sana…,
ah;
tut ki daha çok seviyorum seni,
burkulan içimin süreyya sürgünlerinde,
acılarınla acılanmak istiyorum…,
hangi yeryüzü, gökyüzüne bakmaz…
ve sanılıyor mu ki,
gökyüzü de yeryüzüne meftun değildir,
ah;
sırdaş yol arkadaşlarını ayıramaz
zahirin bozulmuş raconları…,
ve ey semavatın oyun kurucusu;
cesaret ve sekînet veren bir düş yolla,
bu mülevves kuluna…,
ki bak saatler eşzamanlı,
onbirden üçe;
üçten onbire,
mütemadiyen,
ah;
yeni başlangıçların sabahı
20.10.2024 - 09:58I
heyhat,
bu bir girdap;
kalbimin kuytusundan beni kendine çeken,
kederli dağın, gönül uçurumu…
ah
eyv/ah,
avcıdan habersiz
ırmağa inişi karacanın
ve eğilip berrak suya,
kana kana içmesi kendi kanını,
vurulunca kalbinden…;
ki büyü/d/l/ü suda
kana bulanık halkalar iç içe,
iç içe,
halka ve girdap...
ah,
avcının sağ manipülasyonu,
karacanın gözlerinin nemli tortusu,
büyülü su, fakat;
düşe kalka katedilen yolların,
hangisine pay düşmemiştir,
o en yakın vuslattan…,
bir zahter tanesi kadar külfet olsaydı keşke;
kara kışta buza kesen dipsizlikten çıkış,
siy/ah doruklarını aşmak kaf dağının,
ve hazza kölelikten azad oluş,
ah;
ah ki çöllerin avareliğinde körebelik…,
dalı yaprağı budanık kalmanın hicâbı ve,
bini bir para etmeyecek
ömür yangını pişmanlıklar
gel/geç/likteyken,
bütün bildiklerini bir okyanus nazarda unutmak
mümkünlü;
bir yadigâr kutsalı
ve vaktin emaneti olaydı bu nazar…,
nolaydı,
her yönün çıkmazı bir secdede nihayet bulaydı;
ah;
kundak kokulu bebek masumluğuyla bulmak yokluğu,
ve gözyaşlarıyla yürek katranını yıkamak dem be dem;
zamanın sarkacında umut tohumları çatlasa,
tufan sonrası durulan umman;
kalpte bir ab/ı hayat katresi olsa…,
ve konma/göçme aleminin ayrılıkları,
için için,
içine akan bir ırmak,
ah kardeş payı edilen saatlerde,
ömür biriktirmek,
mümkünlü olaydı;
ah nolaydı...,
ilahi, kulağı kesik ve yetmişlik
boyacı derviş mustafa dede;
ayakkabılar parlıyor amma ne parlıyor,
şu çilekeş takunyaları bile boyayacaksın belki lakin,
her hevesin peşinden koşulmuyor,
koşulmuyor;
bilirsin…,
turuncu ve kızıl gül yapraklarını
ebeden soldurmayacak rahmet;
ıslak kaldırımlara
yüzükoyun serilmiş ölüleri dahi
diriltebilse mesela…,
ve kendinden gayrısını bilmez kibrin,
mülevves göz pınarlarını kurutup,
nâdim bir nefesten buğu olaydı,
isli,
kasvetli kodes camlarında,
nolaydı…,
ah;
turunç
12.10.2024 - 12:19.
...
.
haftanın her günü, şehrin banliyösünden
bulvarlarına inen bir işçinin yüreği gibi,
kan revan içindedir garipliğim…,
kalan ömründe gözü olmadan,
varlığına gönülden muhiban bu ıssız insan,
bir daha meşkimizin mümkünlü
olmayacağının idrakiyle,
ağır başlıca yasını tutar dururken,
yine de sen hekimim iyi olmalısın,
hiç olmadığın kadar diye, duacınım;
bilirsin, teslimiyetti evet
her ambulans sireni duyulduğunda okunan
ayet/el kürsînin; kifayetsiz nefesler ve
mecalsiz dudaklara kaldığı bir biteviyelikte,
yazgıya boyun eğmek, asıl teslimiyet burada…,
ve bu okumanın yapılması telkininiz,
o desturlu tespitlerdendi,
ve hülasa velev ki yoksam,
taburculuk sonrasında günlerdir
yanında yörende ve bugün de,
üzülme e mi üzülme,
zaten nicedir sadece çile çektirip,
çağrına mütereddit halimle,
vicdanını işgal altında tutuyordum…,
kafesinden salıverilmiş bir güvercinin
hürriyeti kadar ellerinde artık
sana tahmil ettiklerimden azadlığın,
\ah, gidemedin bizden
ve gidemedik senden bu sefer de,
ki biz senin esirin sanırdık kendimizi,
oysa asıl tutsak senmişsin bize, aşk…;
uzun senelerin umuduyla vadeye bağlanmış
ve bozulma sebebi ölüm dahi olmayan bir vaadle,
sabâ makamında bir sabaha daha çıktık,
çok şükür,
ah;
bir uçuk turunç güle benzer o yüzün,
yakışır mı o gece gözlere hiç hüzün,
eğme öyle başını yetimce ve küskün,
bir nilüfer gibi açsın durgunluğuma gülüşün,
ki sen bildiğim tek elbistan türküsüsün…,
.
...
.
sihirli ayna
12.10.2024 - 12:07.
...
.
ki hokus pokus aşk,
öyle mi;
şapkadan çıkan tavşanlar,
zamansız koştular havuç şekerlemesine,
illüzyon çabuk bitti ve
çocuk yürek,
doyamadan gösteriye,
kapandı kalın bordo perdeler…,
tıkanıp kaldı,
beklenmedik gidişin boğazımda,
ki yutmaya kıyamıyorum...,
ah;
dünyanın işini mahşere bırakmadan,
ve ölüm gelmeden yaşamak gerek hayatı,
güzellikler, iyilikler, sevgiler ve,
ve aşk ile…,
.
...
.
Ölü mevsim
12.10.2024 - 11:50.
...
.
ki özleyiş yaz öncesinde,
baharın orta ertesi gemini deminde,
farklı şehirlerin/ayrı kıtaların/zıt kutupların,
ayrı gayrı evlerinde de olsalar,
muhipler,
aslında birliktedir her daim…,
tuhaf olan şudur ki;
bu düş ikizleri,
göz kapaklarının üstüne,
perdeler çeker uyumadan önce;
tam üç kat ve,
her gece,
hiç bıkmadan,
ve perdeler çekilir çekilmez
en nihayetinde,
hep aynı düşü görürler…,
düş düşü doğurur,
artık sığmaz olur uykulara,
ve ayrı gayrı şehirlerde azizim,
göz kapaklarımız açılır kapanır;
mevsim yaza döner…,
elleri boğum boğum bir çocuk uçurtma uçurur,
ve mavi uçurtma, pamuk bir buluta aşık olur,
yüzü kırış kırış bir adam erik toplar,
bir nine eriği tuza banar,
kalbi;
yamamaktan yorulmuş bir iffetli dul,
kabristan ziyaretinden çıkar…,
düş buya,
bir ormanın içindeki mezarını bul dediğin,
anacığım şiir yazar,
ki garipsenmesin;
böylesi özlemek ve
böylesi sevmek…,
bir dağ ardındaki cevizin,
en erişilmez dalına,
as uykunu kalplerin tabîbi,
tatlı bir rüya dolsun gözkapaklarına…,
ey aşk;
soylu sevdalara yakışmaz
yalandan kefen giymeler,
varsın ipil ipil yağsın üstümüze firak,
nasısa gezinirsin sen bu sakar taşranın,
gül bahçelerinde sağnak sağnak,
ah;
.
...
.
Sapak
12.10.2024 - 11:40.
...
.
halsizim;
yollarında büyülü bir uykuya meyyalim,
yalnızlığın en korkak deminde...,
merdivenler dayadım,
ellerinin köprüsüne ah ki ah;
yeşil damarlı nehirler öptüm,
büktüm ruhunun haritasını,
peşine düştüğüm hazine;
sensiz kayıbım...,
sıyırdım yüreğimin zarını,
kızıl denizin tuzu gözlerimde/
halsizim...,
yüreğini kuytuya seren,
sümbül yüzlü,
yanık buğday tebessümlü lokmanım,
o aydı,
doğru mevsim doğru kış/doğru yazdı/,
doğru güz/doğru ba/har/dı…,
…yazgıydı…,
gün doğru gündü,
soluğu tütün kokan perşembe,
cuma vaktinin müjdecisiydi,
takvimler yalan söylemez…,
ki evet,
korkuyorsun ey insan,
cesur çalımlar satarken bile;
ayaklarının son adımı,
muhabbetin sana gelen ayaklarına tökezlenecek,
biliyorsun ve bilirsin…,
o halde bu tereddüt neden;
düş gölgesine…,
git peşinden…,
takıl sevdanın takunyalarının
gümbür gümbür sesine;
tak tak tak tak, kaç/ma…,
üst üste devrilen,
kavuş/veda, veda/kavuş/veda…,
kemirir aşk sandığını,
sevdalı güve…,
ve bozuluyor kalbimin örgüsü,
ağyârın mâsiva lügati anlamazdı,
yo/l/k/ ıraktı, sapaydı; dardı,
/sen korkarsın dardan/,
ki ah evet,
iç sesler daima parantezlidir;
karanlıktı…,
/sen korkarsın karanlık dardan/
yârdı,
ve
ardı;
seni senden ayrı koyan,
ah;
.
...
.
Eziz dostum menden küsüp incidi
12.10.2024 - 11:31.
...
.
solgun bir söğüt,
dallarını yüzüme eğmiş
ve yapraklarının;
yanık bir şiir dizesi gibi,
yürek patikasına düştüğü bu demde,
akıp giden zaman şırıl şırıl,
gözlerimin kenarına,
sensiz çizikler atar…,
ah üstadım,
gözlerinden inciler dökülse,
sağnak sağnak nola kalbimin kuytusuna,
ağlamaklı bir susuş kadar
üşümezdim belki o dem,
son yaprağı da düşen dalın
gün batımı gölgesinde...,
güzel kardeşim,
sevdayı bilir misin…,
var mıdır çekmişliğin…,
o halde ağlamayı da bilirsin...,
hayat, sunulmuş bir armağan mıdır
kullara tamamen acaba,
ve acaba kalbimdeki dönme dolap durdu da,
başladı mı dönmeye atlıkarınca,
bak dostum,
ömrüne vurduğun kilit kadar özgürsün
ve aşkın kadar prangalısın gerçek hayata
unutma, ki tutsaklığınca yudumluyorsun
sevdayı…,
ki üstadım; ciğerimin köşesi,
sana bağlaya bağlaya umutlarımı
tutunuyorum hayata...
/unutma bunu/
parantezli ve hicaplı bir iç ses daha işte,
ah;
.
...
.
kusmak
12.10.2024 - 11:21.
...
.
bir şehirden başka bir şehre geçerken,
bir şiir; yoğun bir şiir bulantısı,
içimde dövünürken engellenmenin yasına,
ve kalbimin dik merdivenlerinde,
tökezleyip düşerken bir yumak olup
zihnimin labirentlerinden, konardı
kuş sesleri duaya duran parmaklarıma…,
çok geçmedi ki,
küstü bütün kuşlar kendi cıvıltılarına
ve kustular içime sessizliklerini,
sonra,
çöktü üstüme bir rehavet musallatı,
kendi lisanım türkçeye sarıldım sımsıkı,
ve alfabeden bir harf koştu imdadıma,
piyanonun onuncu tuşu misal…;
sevdim işte…,
sevdim bile bile bu teatral sonu,
kadife bordo perdeler açılır ve kapanır;
yara gibi…,
sonra,
hep aynı köpüren şelalenin sesi,
sürekli o termal nehir yakıcılığı ve,
kalbimin aşka köleliğine işaret
keder küpesi parıldar,
söylesene kalemim;
sahibine ulaşır mı sesim…,
beni daha ne kadar,
ne kadar daha üzebilir,
içimde köpüren çağlayan ah,
durmaksızın ağlayan...,
.
...
.
sol yanım
12.10.2024 - 11:13.
...
.
sol yanım liğme liğme,
alıp bir morg masasının üstüne attım
öylece attım solumu; soluğumu,
rayından fırlamış bir tren kadar
şaşkındım,
etrafa saçılan eşyalar gibi,
anlamsızdım,
içimin çatlağından sızan korku,
aklımın tavanından yüreğime damlıyor;
küfff kokusu,
nem kokusu,
ölülü masada sol yanım,
zuhûratın tâbisi tel örgümüzdeki,
parçalarımı topluyorum…,
bir martının gözlerini oyup,
çıkmış gözlerinin yuvalarına,
iki okyanus bilye yerleştiriyorum,
öylece…;
bir kardan adama havuçtan burun yapar gibi,
musafahasız,
böyle hazin, noksan ve tamamlanmamış,
tek kelime edemezken sükûtuna,
ve o buz gibi masada,
sol yanım ezik bir gül gibi ağlarken,
böylece,
böylece son bulmalı,
zincirlikuyunun asrî kokusu…,
karacaahmetin derviş gülüşü,
ah;
.
...
.
Kota Aşımı
12.10.2024 - 08:23Arabellek aşımı ya da arabellek taşkını (İngilizce: Buffer overflow), iki yazılım arasında veri iletişimi için ayrılmış olan bir arabelleğe boyutundan daha fazla veri konulması ile ortaya çıkan durumdur.
Toplam 820 mesaj bulundu