turna katarları geçer her kandilde içimden,
ve yutkunarak akar içime kanat sesleri,
göç mevsimi...,
ah;
uzatsam elim sanki dokunacak
öteler yakınımdayken hep, lakin
her bağım koptuğunda dağılıyorum senden
ve yokluğunda yaşaması tuhaf kaçıyor hayatı,
nicedir özlediğim hekimim…,
allahın şarkılarından bir buhur sonrası,
döşeği topraktan tahta bir sedire kıvrılıp,
dualarla üstünü örtmüşken insanlar,
hayatla aralarındaki paravan aralanır...,
ve herkes kendi kadar özlediğiyle kalır,
ah kalbimizi kussak bedenimizden,
safrası hayattır ve,
sarı bir gül gibi uzanır aramıza,
ötelerle…,
benliğimizde ötelediğimiz ayrılık;
kavuşturur bizi esasında sevdiklerimize
unutmayalım ve çıplak bir tebessümün asıldığı,
kefen altındaki yüz kadar bizdedir ki…,
zahirle çevrelenmiş gözlerimin,
en kuytu yerindeki gözyaşı kadar gönlümde,
ve bana aitsin ayrılık,
aşk belki de sadece imkansıza meyyaldir,
ah sevgili hocam, sonbaharım...;
kuru yaprakların uçuştuğu göğün harasında,
ak yeleli bir burak koşturur...,
yorgunmuş, gözlerine sis çökmüşmüş,
ne münasebet,
ve yüzümün kan çanağına,
durgun aksin yansıyor…,
pür dikkat ve halka halka gözlerin ve,
harf harf, hece hece, tane tane ama karmaşık
tam üç dilde hatırıma gelen sözlerinle,
aklımın bulanık suyu çekilirken,
kalbimin bypa/ss izleri kıyıya vurur,
buruk bir tebessümün,
umur görmüş omuzlarından kayan;
parka misali…,
susması rahmet,
konuşması zahmet lisanımın;
eflatun bir gülüşün
gözleri yumulu olur,
ve kenarında bir kardelen uyurmuş,
mukaddes sonbaharım...,
solgun bir söğüt,
dallarını yüzüme eğmiş
ve yapraklarının;
yanık bir şiir dizesi gibi,
yürek patikasına düştüğü bu demde,
akıp giden zaman şırıl şırıl,
gözlerimin kenarına,
sensiz çizikler atar…,
ah üstadım,
gözlerinden inciler dökülse,
sağnak sağnak nola kalbimin kuytusuna,
ağlamaklı bir susuş kadar
üşümezdim belki o dem,
son yaprağı da düşen dalın
gün batımı gölgesinde...,
güzel kardeşim,
sevdayı bilir misin…,
var mıdır çekmişliğin…,
o halde ağlamayı da bilirsin...,
hayat, sunulmuş bir armağan mıdır
kullara tamamen acaba,
ve acaba kalbimdeki dönme dolap durdu da,
başladı mı dönmeye atlıkarınca,
bak dostum,
ömrüne vurduğun kilit kadar özgürsün
ve aşkın kadar prangalısın gerçek hayata
unutma, ki tutsaklığınca yudumluyorsun
sevdayı…,
ki üstadım; ciğerimin köşesi,
sana bağlaya bağlaya umutlarımı
tutunuyorum hayata...
/unutma bunu/
parantezli ve hicaplı bir iç ses daha işte,
ah;
Gel ey gurbet diyârında esir olup kalan insan,
Gel ey Dünya harâbında yatıp gâfil olan insan.
Gözün aç perdeyi kaldır duracak yer mi gör Dünya,
Kati mecnun durur buna gönül verip duran insan.
Kafeste tutiye sükker verirler hiç karar etmez,
Aceb niçün karar eder bu zindâna giren insan.
Ne müşkül hâl olur gaflette yatup hiç uyanmayıp,
Ölüm vaktinde Azrâil gelince uyanan insan.
Gayril mağdubi aleyhim ne demek?
“Sırâtallezîne en'amte aleyhim”: O da, peygamberlerin, sıddıkinlerin, şehitlerin ve sâlihlerin yoludur. “Gayri'l-mağdûbi aleyhim”: Gazaba uğrattığın Yahûdîlerin yoluna değil... “Veleddâllîn”: Senin doğru yolundan sapmış Hıristiyanların yoluna da değil...
86. Târık Sûresi
Mekke döneminde nâzil olmuştur. 17 âyettir. Geceleyin ortaya çıkan her şeye “târık” denilir. Ünlü kişiye de mecâzî olarak bu ifade kullanılır. Karanlık câhiliye dönemini aydınlatan, sabahı müjdeleyen kişi olarak Peygamber Efendimiz de buna benzetilmiştir. Yıldızlar da geceleyin doğduklarından bu ismi almıştır. Adını ilk âyetteki aynı kelimeden almaktadır.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1-2-3. Andolsun, göğe ve Târık’a. Târık’ın ne olduğunu nereden bileceksin? (Bilemezsin. O, parlak ışığıyla karanlığı) delen yıldızdır.
viraj viraj üstüne geçtiğim yollarda,
etraflıca seyrederken dört yanı,
içinden geçtiğim bu plato
ve şu çam yaprakları üstünde gözümü alan
o kar kristallerinin ışıltısı,
ağırbaşlı adımlarını andırıyor ve
anadolu kadar gurbet çeken bakışlarını…;
ki her vaktin cehd içre,
sevgili can yoldaşım senin…,
daha bir depreşiyor hasretin içimde,
kendimi vurduğum kavuşma bilmez yollarda,
ve sonra, zifirî karanlığın ortasında
denize sığamayıp kayalıklara çarpan dalgaların
köpük köpük sükûnete erişini seyrederken,
ölüm geldi hatırıma ve,
ecel geldiğinde de böyle yanımda
olacak mısın ki telkinlerinle…,
ağır soru,
ah;
beyzade enderûnu halkalayan kapıların,
ve zarif mavi camiinin,
derin ayasofyanın,
kubbeleri, kilit taşları, revakları geçiyorken
gözlerimin önünden;
filika kılıklı bir teknede,
çağın mahyasına dizilmiş dört kandili düşünüyor
ve geleceğe bakıyordum…,
bahar gibiydi hava ama,
dijital devrin kuzuları ne de olsa,
martı kanadının yeliyle bile üşüyordular;
ayaz görmüş,
bağrı yufka bir babanın yüreğindeki,
sızıdır aşk…,
ah,
karma karışık artık bizim mahalle,
kördüğüm,
ortaya tepside şöyle karışık yaptırıyoruz malum…,
ve çok kutuplu/kalp kaçağı,
elektrik akımından cereyan alan ocaklarda,
çingene sarmaşığı ve sırnaşık
pişkin yüzsüzlükler…,
yanık kozada erdemler
ve mecalsiz kelebek olmaya,
tırtıldan iyi niyetler…,
kabahatler olmuş birer piç ki sorma desen,
kim bana diyor, diyor güzel kardeşim…,
ve kimse haliyle nüfusuna almıyor;
sittin senedir bitmeyen bakla takla devranı,
yere bat e mi…,
örülmüş ağına düştük cümleten zehirli örümceğin,
ki panzehir ne mi,
ah ayol o da sorulur mu,
aşk olsun; aşk elbet,
kimimiz var kendimizden başka diyerek…,
öfkelerimiz en çok kendimize olmalı,
bunu bilseydik hiç değilse keşke,
ah neredesin,
korkuyla ümit arasında durmaya muktedir,
muvazene/denge,
neredesin irade ve
karar kılmışlık
ve kıyam mukavemeti,
öz disiplin,
ah;
ki azizim,
kıtlıktan çıkmışçasına,
kalbinin kemiklerini sıyırıyorum gıyabında,
sırdaşlığın manasına söyle,
açsın yüzünün peçesini ki,
onu,
öz/lü/yo/rum,
sekerât halindeyken,
hayatı yeniden sevdiren,
ölümsüzlüğe öykündüren dost…,
sefil bir divâne gibi,
kıymetsizliğime katık edip
sözlerini;
bir bakır tastaki meyin son damlasına varıncaya kadar,
içer gibi yudumluyorum…,
kömür gözlü,
yoksul gecelere söyle,
ölümün karanlığından artık
kork/mu/yo/rum…,
hekimim;
raylarıyla halvette yalnız bir tren gibi,
boşalmış bir garın saatlerini
temizliyorum gözlerimden,
ki zamana söyle
bilirsin,
nurlu bir sabah için ballı bir uykuya
da/lı/yo/rum;
ah hiçliğim,
bir mülevves yol arkadaşın olarak,
kıpçak süvarileri gibi,
at sürüyorum keşifsizce,
darda olmak nedir bilen ve
gün görmüşlük pîri yüreğimle…;
hızır/ilyas tepesi şahittir bilirsin,
bozuk bir gramafonun kırık iğnesi gibi,
çiziyor zamanın plağını
celâlli sözlerin,
kestiğin raconlar ve verdiğin ayarla…,
ve ayrılığa söyle,
birlikte dinlediğimiz insanlığa ağıtlarla,
gökyüzünde hâlâ yıldızlar
ya/nı/yor;
kadim zamanlar kervanı buhurum;
ömründe bir türlü dikiş tutturamamış
zayıf bir iplik gibi sabırsızım,
orta mescid öğlesinde
bir pazar gününde daha,
sade kahvelerimizi yudumlamaya…,
ve söylesin şimdi toroslar,
avare sakarya ovasına,
sohbetini daha nasıl,
a/ra/ya/bi/li/rim;
ki vefaya inançsızlığımı yıkan,
son çare tabîbim,
ah;
turna katarları geçer her kandilde içimden,
ve yutkunarak akar içime kanat sesleri,
göç mevsimi...,
ah;
uzatsam elim sanki dokunacak
öteler yakınımdayken hep, lakin
her bağım koptuğunda dağılıyorum senden
ve yokluğunda yaşaması tuhaf kaçıyor hayatı,
nicedir özlediğim hekimim…,
allahın şarkılarından bir buhur sonrası,
döşeği topraktan tahta bir sedire kıvrılıp,
dualarla üstünü örtmüşken insanlar,
hayatla aralarındaki paravan aralanır...,
ve herkes kendi kadar özlediğiyle kalır,
ah kalbimizi kussak bedenimizden,
safrası hayattır ve,
sarı bir gül gibi uzanır aramıza,
ötelerle…,
benliğimizde ötelediğimiz ayrılık;
kavuşturur bizi esasında sevdiklerimize
unutmayalım ve çıplak bir tebessümün asıldığı,
kefen altındaki yüz kadar bizdedir ki…,
zahirle çevrelenmiş gözlerimin,
en kuytu yerindeki gözyaşı kadar gönlümde,
ve bana aitsin ayrılık,
aşk belki de sadece imkansıza meyyaldir,
iki bilemedin üç günlük,
güzel ve nurlu ve derin olan bir hayatı sürmek için,
ömrümdeki iki kandilin sönmesinden yana mı teklifin
bana ey aşk…,
bunca hazin,
bunca garip olmasaydı duruşun keşke,
ve kapıların bu kadar sürgülü…,
ah…;
hayata yan bakan bir çocuğum ben,
ve sen huzur esende yanıma geldiğinde,
yine yan bakıyordum hayata ki
sen, yanımdaydın…,
naapsaydım;
seni,
düzene intifadanı,
ahir zamana isyan tufanı kopan yüzünü,
görmese miydim…,
hay bin kunduz ya hû,
ki aman,
aman gittiğin yerin konumundan,
bırakma ipucu aman ha aman…;
bulutların koltuk altlarından
koyu lacivert terler damlıyor,
sol gözümün kirpiğine,
ki ceset kalp…;
gözbebeğinin kapısında
ölü bulundu,
ayrılık…;
yavaş adımlarla,
hızlı bir aşkın fren izlerini
takip etmekte…,
oysa yaşam,
parmak izi bırakmadan
eldivenlerini çıkarıyor
maktulüne tepeden bakarak,
ve zaman durdu al işte…;
bıktık artık, usandı millet, tiksindi insanlık,
bu altı ok\a hainlik eden kemalistlerden,
ruhu sömürgecilerde rehin mütedeyyinlerden ve
genleri ipotekli devrimcilerden,
tiyanşan kaçkınlarından,
ve
bilumum kurtarıcılık konforperestlerinden…,
ki her sevda bir veda bilirsin,
affet beni,
yine yalnızlığa veda zamanı…,
yazarken bu şiirimsi şeyleri,
kelimelerim tek tek canıma batıyor,
harflerim içimin kuyusunda ağlıyor,
kalbimde bir serseri mayın patlıyor,
içimin labirentinde yüzün beliriyor,
ve beynimin kıvrımlarında,
çapalı lisanının azarları dolanıyor…,
ah;
soluk tebessümlü meczup sardunyalar
kollarını sarkıtmış,
pencerenden…,
mahcûp ve yeniden doğuş umutlu nazarım,
arka bahçede güllere ikindi suyu veren
muştulu ve desturlu haline ilişirken,
balkonuna asıyorum utangaç gülümsemeler,
evet sana bakıyorum;
görmüyor gibisin,
ve bana bakıyorsun görmüyorum
ki gözlerim âmâ,
öyle demirden bir tül var ki aramızda,
yetmiyor gücüm,
bertarafa…,
şehirler bir film şeridi gibi geçiyor,
kilometrelerce aramızdan ve,
alnımızın ortasındaki yol çizgilerini saklıyoruz
birbirimizden güya…,
suskunluk çizgileri/çizikleri,
sakınılmış muhabbet mesafeleri…,
ve tırnakları kesiliyor yollara
uzuyor saçları zamanın,
boşluğa;
ve uyku,
telaşla fırlıyor yatağından,
geç kalınmış ömürler gibi…,
takâtsiz tebessümler yüzümüzde
ve bu kendimizden çektiğimiz,
yok bir yokturluk sanatı o/nun zahir,
hek/
hekim/
hekimim/
yine de...;
yoksunluklarımıza inat
sevgili hüzünbazım,
adın yankılanır tekrar tekrar içimde,
çağırırım seni,
sensiz yetimliğime,
ki bilirim,
olmayacaksan da ne bugün ne de yarın,
yeni hatıralarımda,
o kaçırdığın bakışlarının peşinde koşmak
ve utangaç yüzüne bir daha bakmak
istiyorum,
ah;
madem yoksun ve yoksunum artık,
ki hani yine mayısın bu son haftası takvim yaprağında,
kapatıyorum gözlerimi…,
bir düş daha;
camdan bir doğum günü tabutu içinde,
sensiz kokular burnumda tüterken,
gardenya bahçesinde
yedi cüceler,
on dört gözbebeği ile,
türlü renkte yaşlar içinde,
ormanın derinliklerinden gelen,
kaval sesini
ve beni beklerken;
yedi tepeli istanbul dahi utanıyor,
yönsüzlüğümün şahitliğine
ah;
ki içimden yedi kez tekrarlayamadan
seni sevdiğimi,
ellerimden kayıp
gidiverdi şahitsiz hatıralarımız;
at kendini raylarıma,
sahipsiz şiirler taşırım sana,
dizelere devrilen keder yüklü vagonlarla…,
ve seç göğün intihar meyilli
bulutlarından birini,
bileklerinden kırmızı yağmurlar yağsın;
bizden uzak constantineye,
mezar olsun bu kadim ah/
düş…,
göğsümün kafesinin,
klostrofobik yüreği,
içerdesin…; bir başına ve yalnız,
sıkışıyor kapakçıkların havasız,
ya çok hızlı ya da çok yavaş atıyorsun
ve canımı acıtıyorsun zaman zaman;
kızıl gölün hep mi dalgalı senin…,
üstelik dengesizsin,
her daim yeni hastalıklar seçiyorsun
blumia kalbim,
ah benim bir deri, bir kemiğim…;
kustur kendini,
ve korundaki kuşları kızıl nehrinde,
kanınla yıka…,
hevesi kursağında kalmış sevdan mı var,
penguenler nasıl saklıyorsa bağrında,
dört aylık açlığa tahammülle,
yavrularına mama…,
elbet sen de bilirsin saklamasını
vuslat açlığını,
hem insansın ya,
ah aşk bir heves midir…;
ve madem,
rengi en kırmızıya çalan kuşu sevdinse sen kalbim,
ol şimdi pinokyo…,
ve işte gıcırdıyor tahta kalp/
yalancının çatısında…,
ey aşk…;
kalbinde sakladığın pinokyonun,
uzayan burnu,
verdiğin sözlere kızarıyor,
ağlıyor tahta bir kalp
yalandan sevicilik masallarına,
ve
bir çocuk gün/ah/sızlığı sığıyor
su sızmaz aramıza,
talan, dolan ve takladan,
var git ve bir daha hiçlikle dahi gelme huzura,
ve sayfamızı arala...,
anla;
ki bilirsin,
masal bu ya…;
rapunzelin saçlarını kestiler mülevvesler,
ah evet bir donquichetteyi sevdiyse gönül,
suç deli dumrulun muydu ey korkut dede,
yüreğimin yel değirmenleri,
rüzgâr çalmakta,
esintisiz bir gökten…;
ve ah seni seviyorum masalı,
sevgili ve güzel kardeşim,
aziz dostum;
ah o gün bende,
ben de demeseydim,
bezm/i elest/de;
sana yemin olsun ki,
yitirmezdim aklımı hüdanın yollarında hiç...,
belki ben de,
ah deli savaşçı;
kaybetti/n\k/ şimdi, ki;
hafızasız bir yürek belle beni de,
ve rapunzel,
hadi kes artık o uzun saçlarını,
karıştırıp masalı tam da şimdi…,
yanlış kahramanı sevdin zira,
mavi gözlü dev,
tutunup saçlarına,
çıkamaz ki pencerene...,
devden akrobat olmaz ki,
masal anlatma bize,
dünyanın;
çizgili pijamasının
beli sıkmıştı ki,
gevşek bir don lastiği ile değiştirip,
ayırmıştı gövdesini ikiye;
/kuzey,
güney,
savaş,
sıcak,
soğuk,
erkek,
kadın,
aşk/
dünya öyle kurallı ve tertipliydi ki,
yoktu tahammülü hiç dağınıklığa,
her şeyi planladı, kurguladı;
ölçtü/biçti/tarttı ve;
/denizlerin,
ülkelerin,
göğün,
toprağın,
aşkların,
insanların,
hayatın/
kenarlarına makine çekti
ve kesti sarkan iplikleri,
dünyanın öyle usta elleri vardı ki,
ve öyle güzel dikmişti ki
herkesin göğünü kendine;
/kimseye,
bir başkasının göğündeki
turnayı sevmek,
hakkını tanımıyordu…,
oysa meşk,
dudaklarındaki
esrarlı cigarayla,
özerkti dünyadan/
başına buyruk ihtilâl adımlarıyla,
yürüdü;
onun gök kubbesine,
ve ama evet,
dünyanın öyle usta elleri vardı ki,
ve öyle güzel dikmişti ki
herkesin göğünü kendine/
kimseye,
bir başkasının göğündeki
turnayı sevmek,
hakkını tanımıyordu…;
oysa mey,
dudaklarındaki
esrarlı cigarayla
özerkti dünyadan
ve başına buyruk ihtilâl adımlarıyla;
yürüdü,
onun gök kubbesine,
bir izmariti çiğner gibi,
bir leşi tepeler gibi,
bastı başına,
kutupları ve ekvatoruna kadar,
kirli postalarının izini bırakarak,
had bildirdi atmosferine,
ah;
öyle çok seviyorum ki seni,
öyle çok,
sensin benim gökyüzüm
ve süreyya yıldızım,
yön duygum,
iç görüm…,
ne diyordum;
/ve,
çaldı dünyanın makasını
/ve,
kesti sevdalı parmaklarıyla
/ve,
söktü iplikleri…;
öyle çok seviyorum ki seni,
öyle çok;
sensin benim güzel ve zarif turnam,
ve yoktu,
zahirin ne çizgisi,
/ne sınırı,
ne de minimal bir raconu,
ah;
kanarız ki biz birbirine yeryüzü ve gökyüzü,
akarız ki birbirine…,
ve kanarsın;
sen, bende bakan okyanus gözlerime,
ve bir hekim tebessümüne
ben de…;
bir şehirden başka bir şehre geçerken,
bir şiir; yoğun bir şiir bulantısı,
içimde dövünürken engellenmenin yasına,
ve kalbimin dik merdivenlerinde,
tökezleyip düşerken bir yumak olup
zihnimin labirentlerinden, konardı
kuş sesleri duaya duran parmaklarıma…,
çok geçmedi ki,
küstü bütün kuşlar kendi cıvıltılarına
ve kustular içime sessizliklerini,
sonra,
çöktü üstüme bir rehavet musallatı,
kendi lisanım türkçeye sarıldım sımsıkı,
ve alfabeden bir harf koştu imdadıma,
piyanonun onuncu tuşu misal…;
sevdim işte…,
sevdim bile bile bu teatral sonu,
kadife bordo perdeler açılır ve kapanır;
yara gibi…,
sonra,
hep aynı köpüren şelalenin sesi,
sürekli o termal nehir yakıcılığı ve,
kalbimin aşka köleliğine işaret
keder küpesi parıldar,
söylesene kalemim;
sahibine ulaşır mı sesim…,
beni daha ne kadar,
ne kadar daha üzebilir,
içimde köpüren çağlayan ah,
durmaksızın ağlayan...,
ve kendinden kaçan bir soysuzun,
ne çocuğu olduğunun,
nasıl ve ne önemi olabilir…,
ki düştükleri hendekte,
baktım, baktım;
göremedim yüzlerini,
eğildim, yaklaştım, anlamaya çalıştım,
yüzümü kıbleye döndüm,
sordum mütemadi terbiyecim olan rabbime,
nasıl bir körüm ben…,
gözlerimden bir halat attım sonra,
sözlerine mevlanın...,
kıldan ince sırat köprüsü,
ve ağladıkça gözyaşlarıyla,
göz kamaştırıcı olur insan…,
ellerimi gezdirdim kim bilir
kaç mushafta…,
tutundum divaneliğin sarhoşluğuna
aklıma bir daha kavuşmamacasına,
baktım, baktım;
göremedim yüzünü cemiyetin,
ve dokundum boşluğa,
nafile;
yoktu gözlerim yüzümde,
meğer çift hendekliydi hendese,
şimdi dedim ağlasam,
gözyaşlarım olur mu acep,
bir harabât tekkesinin,
ayak yolu eşiğine mermer...,
ah;
amor;
m
o
r,
diye bir olgu var batının lisanında,
ve karartma altında asırlardır,
yine batının kendi kancıklığında…,
peki o halde,
artık söndürün ışıkları doğuda da madem,
ki içimden geçen radyasyon,
kalbimi röntgenliyor...,
ve yahuda ağacı astım,
kalbimin yedi stent takılmış kollarına,
/bir kelebeğin ömrü kadardı;
sabırsız ve güzel erguvanın baharda,
yapraklanmadan çiçeklenmesi
ve sığdırabilirdi esrarlı demleri
o kısa ve büyülü zamana/
bir parantezli iç ses daha işte,
ve o erguvan ağacının,
mor salkımları kadar,
koyuydu göz halkalarım
yokluğunda…,
o halde;
asıyorum kalbimi
ben de zamansız,
a/mor/a çalan dallarına
ve erguvan tebessümüne,
aşkta üstadım senin…,
ki kısa,
çabuk ve hareketli,
aceleci, sabrı kıt,
fakat görkemli ve heybetli,
ve ahir zaman baharı gibi,
hemen geçmek üzre
bilirsin erguvan zamanı…,
ah;
sözün sahibini de yazmaya elin varmadı zahir bay çiftçi... mesleksiz şair ismet emmi evet... korkma sönmez bu şafaklarda yüzen alsancak derneği başkanımız doğru :)
Yaşlı bir adam genç bir adamla tanışır ve şöyle sorar:
“-Beni hatırlıyor musun? “
Ve yaşlı adam hayır dedi.
Sonra genç adam öğrencim olduğunu söyler, ve öğretmen sorar:
“-Hayatta ne iş yaparsın, ne iş yaparsın? “
Genç adam cevap verir:
“-Şey, öğretmen oldum. “
“Ah, ne kadar iyi, benim gibi mi? ”
Yaşlı adama sorar.
“Şey, evet.
Aslında öğretmen oldum çünkü bana kendin gibi olmam için ilham verdin... “
Meraklı yaşlı adam genç adama saat kaçta öğretmen olmaya karar verdiğini soruyor.
Ve genç adam ona şu hikayeyi anlattı:
“Bir gün, bir arkadaşım, aynı zamanda bir öğrenci, güzel bir saatle geldi, ben de onu istediğime karar verdim.
Çaldım, cebinden çıkardım.
Kısa bir süre sonra arkadaşım saatinin kaybolduğunu fark etti ve hemen sen olan öğretmenimize şikayet etti.
Sonra sınıfa hitaben
‘Bu öğrencinin saati bugün ders sırasında çalındı.
Kim çaldıysa geri versin lütfen... ‘
Geri vermedim çünkü vermek istemedim.
Kapıyı kapattın ve hepimize ayağa kalkıp bir daire oluşturmamızı söyledin.
Saat bulunana kadar ceplerimizi teker teker arayacaktınız.
Oysaki sen bize göz yum dedin, çünkü sadece gözlerimiz kapalı olsa saatini ararsın.
Biz talimatları yerine getirdik.
Cepten cebe gittin, cebimi karıştırdığında saati buldun ve aldın. Herkesin cebini karıştırıp durdun, işin bitince de aç gözlerini dedin.
Saat bizde... ‘
Beni ispiyonlamadın ve bu bölümden hiç bahsetmedin.
Saati kimin çaldığını da hiç söylemedin.
O gün onurumu sonsuza kadar kurtardın.
Hayatımın en utanç verici günüydü.
Ama bugün aynı zamanda hırsız, kötü insan vs olmamaya karar verdiğim gün. Bana ahlak dersi vermek için ne bir şey söyledin, ne de beni azarladın, ne de bir kenara aldın.
Mesajını açıkça aldım.
Sayenizde gerçek bir eğitmenin ne yapması gerektiğini anladım.
Bu bölümü hatırlıyor musunuz, Profesör?
Yaşlı profösör demiş, ‘Evet herkesin cebinde aradığım çalıntı saatin durumu hatırlıyorum’ Ben seni hatırlamadım, çünkü ben de bakarken gözlerimi yumdum... ‘
ötelemek
31.08.2024 - 07:15turna katarları geçer her kandilde içimden,
ve yutkunarak akar içime kanat sesleri,
göç mevsimi...,
ah;
uzatsam elim sanki dokunacak
öteler yakınımdayken hep, lakin
her bağım koptuğunda dağılıyorum senden
ve yokluğunda yaşaması tuhaf kaçıyor hayatı,
nicedir özlediğim hekimim…,
allahın şarkılarından bir buhur sonrası,
döşeği topraktan tahta bir sedire kıvrılıp,
dualarla üstünü örtmüşken insanlar,
hayatla aralarındaki paravan aralanır...,
ve herkes kendi kadar özlediğiyle kalır,
ah kalbimizi kussak bedenimizden,
safrası hayattır ve,
sarı bir gül gibi uzanır aramıza,
ötelerle…,
benliğimizde ötelediğimiz ayrılık;
kavuşturur bizi esasında sevdiklerimize
unutmayalım ve çıplak bir tebessümün asıldığı,
kefen altındaki yüz kadar bizdedir ki…,
zahirle çevrelenmiş gözlerimin,
en kuytu yerindeki gözyaşı kadar gönlümde,
ve bana aitsin ayrılık,
aşk belki de sadece imkansıza meyyaldir,
sonbahar ekinoksu
31.08.2024 - 05:05ah üstad;
bu sonbahar resmindeki,
ruhuma dökülen ıslak, sarı, kızıl yapraklar,
örtmüyor sevdalı çınarımın üstünü,
kanadı kırık kollarımı talan ediyor hüzün...,
ah sevgili hocam, sonbaharım...;
kuru yaprakların uçuştuğu göğün harasında,
ak yeleli bir burak koşturur...,
yorgunmuş, gözlerine sis çökmüşmüş,
ne münasebet,
ve yüzümün kan çanağına,
durgun aksin yansıyor…,
pür dikkat ve halka halka gözlerin ve,
harf harf, hece hece, tane tane ama karmaşık
tam üç dilde hatırıma gelen sözlerinle,
aklımın bulanık suyu çekilirken,
kalbimin bypa/ss izleri kıyıya vurur,
buruk bir tebessümün,
umur görmüş omuzlarından kayan;
parka misali…,
susması rahmet,
konuşması zahmet lisanımın;
eflatun bir gülüşün
gözleri yumulu olur,
ve kenarında bir kardelen uyurmuş,
mukaddes sonbaharım...,
solgun bir söğüt,
dallarını yüzüme eğmiş
ve yapraklarının;
yanık bir şiir dizesi gibi,
yürek patikasına düştüğü bu demde,
akıp giden zaman şırıl şırıl,
gözlerimin kenarına,
sensiz çizikler atar…,
ah üstadım,
gözlerinden inciler dökülse,
sağnak sağnak nola kalbimin kuytusuna,
ağlamaklı bir susuş kadar
üşümezdim belki o dem,
son yaprağı da düşen dalın
gün batımı gölgesinde...,
güzel kardeşim,
sevdayı bilir misin…,
var mıdır çekmişliğin…,
o halde ağlamayı da bilirsin...,
hayat, sunulmuş bir armağan mıdır
kullara tamamen acaba,
ve acaba kalbimdeki dönme dolap durdu da,
başladı mı dönmeye atlıkarınca,
bak dostum,
ömrüne vurduğun kilit kadar özgürsün
ve aşkın kadar prangalısın gerçek hayata
unutma, ki tutsaklığınca yudumluyorsun
sevdayı…,
ki üstadım; ciğerimin köşesi,
sana bağlaya bağlaya umutlarımı
tutunuyorum hayata...
/unutma bunu/
parantezli ve hicaplı bir iç ses daha işte,
ah;
yunus
26.08.2024 - 00:04Ne zaman anarsam Seni
Kararım kalmaz Allahım
Senden gayrı gözüm yaşın
Kimseler silmez Allahım
Sensin ismi bâki olan
Sensin dillerde okunan
Senin aşkına dokunan
Kendini bilmez Allahım
Sen yarattın cism-ü canı
Sen yarattın bu cihanı
Mülk Senindir kerem kânı
Kimsenin olmaz Allahım
Okunur dilde, destanın
Açılır bağ-ü bostanın
Sen baktığın gülistanın
Gülleri solmaz Allahım
Aşkın bahrına dalmayan
Canını feda kılmayan
Senin cemalin görmeyen
Meydana gelmez Allahım
Zar olur aşıkın işi
Durmaz akar gözü yaşı
Senden ayrı düşen kişi
Didarın görmez Allahım
Aşık Yunus seni ister
Lûtf eyle cemalin göster
Cemalin gören aşıklar
Ebedi ölmez Allahım
kaside
25.08.2024 - 23:34nutuk - odabaşı dergahı şeyhi kelamî mustafa efendi
Ey Gönül bakma cihâna gün gelir seyran gider
Durma ağla gözlerim gel bu kafesten can gider
Sağlığı sen bil ganîmet gönlünü ezkâre ver
Çağrılır kabre girersin sonra bu meydan gider
Sıdk ile Allâh'a kul ol mâl ü dünyâ fitnedir
Bir kefen giyip gidersin servet ü sâman gider
Uyma gel ehl-i zamâna çokca sohbet eyleme
Çünkü onlar ehl-i Hakk'a her cihette yan gider
Cümle halk ehl-i seferdir devr-i Âdem'den beri
Pençe-i mevte takılmış günde bin kervan gider
Hâzır ol mevte Kelâmî gâfil olma bir nefes
Dost gider, düşman gider, ağyar gider, ihvan gider
ve insan
22.08.2024 - 07:22Gel ey gurbet diyârında esir olup kalan insan,
Gel ey Dünya harâbında yatıp gâfil olan insan.
Gözün aç perdeyi kaldır duracak yer mi gör Dünya,
Kati mecnun durur buna gönül verip duran insan.
Kafeste tutiye sükker verirler hiç karar etmez,
Aceb niçün karar eder bu zindâna giren insan.
Ne müşkül hâl olur gaflette yatup hiç uyanmayıp,
Ölüm vaktinde Azrâil gelince uyanan insan.
Kararmış kalbin ey gâfil nasihat neylesin sana,
Hacerden katıdır kalbi öğüt kâr etmeyen insan.
Bu derdin çâresin bul sen elinde var iken fırsat,
Ne ıssı sonra âh u zâr edüp hayfâ diyen insan.
Niyâzî bu öğüdü sen ver evvel kendi nefsine,
Değil gayriye andan kim tuta her işiten insân.
ğayril mağdubi aleyhim
21.08.2024 - 04:14Gayril mağdubi aleyhim ne demek?
“Sırâtallezîne en'amte aleyhim”: O da, peygamberlerin, sıddıkinlerin, şehitlerin ve sâlihlerin yoludur. “Gayri'l-mağdûbi aleyhim”: Gazaba uğrattığın Yahûdîlerin yoluna değil... “Veleddâllîn”: Senin doğru yolundan sapmış Hıristiyanların yoluna da değil...
Hz. Muhammed Mustafa (s.a.s.)
13.08.2024 - 07:4086. Târık Sûresi
Mekke döneminde nâzil olmuştur. 17 âyettir. Geceleyin ortaya çıkan her şeye “târık” denilir. Ünlü kişiye de mecâzî olarak bu ifade kullanılır. Karanlık câhiliye dönemini aydınlatan, sabahı müjdeleyen kişi olarak Peygamber Efendimiz de buna benzetilmiştir. Yıldızlar da geceleyin doğduklarından bu ismi almıştır. Adını ilk âyetteki aynı kelimeden almaktadır.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1-2-3. Andolsun, göğe ve Târık’a. Târık’ın ne olduğunu nereden bileceksin? (Bilemezsin. O, parlak ışığıyla karanlığı) delen yıldızdır.
yufka yüreklerle yalçın dağlar aşılmaz
12.08.2024 - 13:47viraj viraj üstüne geçtiğim yollarda,
etraflıca seyrederken dört yanı,
içinden geçtiğim bu plato
ve şu çam yaprakları üstünde gözümü alan
o kar kristallerinin ışıltısı,
ağırbaşlı adımlarını andırıyor ve
anadolu kadar gurbet çeken bakışlarını…;
ki her vaktin cehd içre,
sevgili can yoldaşım senin…,
daha bir depreşiyor hasretin içimde,
kendimi vurduğum kavuşma bilmez yollarda,
ve sonra, zifirî karanlığın ortasında
denize sığamayıp kayalıklara çarpan dalgaların
köpük köpük sükûnete erişini seyrederken,
ölüm geldi hatırıma ve,
ecel geldiğinde de böyle yanımda
olacak mısın ki telkinlerinle…,
ağır soru,
ah;
beyzade enderûnu halkalayan kapıların,
ve zarif mavi camiinin,
derin ayasofyanın,
kubbeleri, kilit taşları, revakları geçiyorken
gözlerimin önünden;
filika kılıklı bir teknede,
çağın mahyasına dizilmiş dört kandili düşünüyor
ve geleceğe bakıyordum…,
bahar gibiydi hava ama,
dijital devrin kuzuları ne de olsa,
martı kanadının yeliyle bile üşüyordular;
ayaz görmüş,
bağrı yufka bir babanın yüreğindeki,
sızıdır aşk…,
ah,
istikametlendirmek
12.08.2024 - 13:29karma karışık artık bizim mahalle,
kördüğüm,
ortaya tepside şöyle karışık yaptırıyoruz malum…,
ve çok kutuplu/kalp kaçağı,
elektrik akımından cereyan alan ocaklarda,
çingene sarmaşığı ve sırnaşık
pişkin yüzsüzlükler…,
yanık kozada erdemler
ve mecalsiz kelebek olmaya,
tırtıldan iyi niyetler…,
kabahatler olmuş birer piç ki sorma desen,
kim bana diyor, diyor güzel kardeşim…,
ve kimse haliyle nüfusuna almıyor;
sittin senedir bitmeyen bakla takla devranı,
yere bat e mi…,
örülmüş ağına düştük cümleten zehirli örümceğin,
ki panzehir ne mi,
ah ayol o da sorulur mu,
aşk olsun; aşk elbet,
kimimiz var kendimizden başka diyerek…,
öfkelerimiz en çok kendimize olmalı,
bunu bilseydik hiç değilse keşke,
ah neredesin,
korkuyla ümit arasında durmaya muktedir,
muvazene/denge,
neredesin irade ve
karar kılmışlık
ve kıyam mukavemeti,
öz disiplin,
ah;
din kültürü ve ahlak bilgisi dersleri
09.08.2024 - 02:20dini kültür bilip, ahlaka da bilgi diyenin cibilliyetini rahmetli neyzen tevfike havale ediyorum...
ne çare ki
06.08.2024 - 18:20ki azizim,
kıtlıktan çıkmışçasına,
kalbinin kemiklerini sıyırıyorum gıyabında,
sırdaşlığın manasına söyle,
açsın yüzünün peçesini ki,
onu,
öz/lü/yo/rum,
sekerât halindeyken,
hayatı yeniden sevdiren,
ölümsüzlüğe öykündüren dost…,
sefil bir divâne gibi,
kıymetsizliğime katık edip
sözlerini;
bir bakır tastaki meyin son damlasına varıncaya kadar,
içer gibi yudumluyorum…,
kömür gözlü,
yoksul gecelere söyle,
ölümün karanlığından artık
kork/mu/yo/rum…,
hekimim;
raylarıyla halvette yalnız bir tren gibi,
boşalmış bir garın saatlerini
temizliyorum gözlerimden,
ki zamana söyle
bilirsin,
nurlu bir sabah için ballı bir uykuya
da/lı/yo/rum;
ah hiçliğim,
bir mülevves yol arkadaşın olarak,
kıpçak süvarileri gibi,
at sürüyorum keşifsizce,
darda olmak nedir bilen ve
gün görmüşlük pîri yüreğimle…;
yağmura söyle,
yokluğunda,
duaların akmakta hastane
cam/la/rın/dan…,
hızır/ilyas tepesi şahittir bilirsin,
bozuk bir gramafonun kırık iğnesi gibi,
çiziyor zamanın plağını
celâlli sözlerin,
kestiğin raconlar ve verdiğin ayarla…,
ve ayrılığa söyle,
birlikte dinlediğimiz insanlığa ağıtlarla,
gökyüzünde hâlâ yıldızlar
ya/nı/yor;
kadim zamanlar kervanı buhurum;
ömründe bir türlü dikiş tutturamamış
zayıf bir iplik gibi sabırsızım,
orta mescid öğlesinde
bir pazar gününde daha,
sade kahvelerimizi yudumlamaya…,
ve söylesin şimdi toroslar,
avare sakarya ovasına,
sohbetini daha nasıl,
a/ra/ya/bi/li/rim;
ki vefaya inançsızlığımı yıkan,
son çare tabîbim,
ah;
uykuya meyilli olmak
06.08.2024 - 17:55turna katarları geçer her kandilde içimden,
ve yutkunarak akar içime kanat sesleri,
göç mevsimi...,
ah;
uzatsam elim sanki dokunacak
öteler yakınımdayken hep, lakin
her bağım koptuğunda dağılıyorum senden
ve yokluğunda yaşaması tuhaf kaçıyor hayatı,
nicedir özlediğim hekimim…,
allahın şarkılarından bir buhur sonrası,
döşeği topraktan tahta bir sedire kıvrılıp,
dualarla üstünü örtmüşken insanlar,
hayatla aralarındaki paravan aralanır...,
ve herkes kendi kadar özlediğiyle kalır,
ah kalbimizi kussak bedenimizden,
safrası hayattır ve,
sarı bir gül gibi uzanır aramıza,
ötelerle…,
benliğimizde ötelediğimiz ayrılık;
kavuşturur bizi esasında sevdiklerimize
unutmayalım ve çıplak bir tebessümün asıldığı,
kefen altındaki yüz kadar bizdedir ki…,
zahirle çevrelenmiş gözlerimin,
en kuytu yerindeki gözyaşı kadar gönlümde,
ve bana aitsin ayrılık,
aşk belki de sadece imkansıza meyyaldir,
Çapa
06.08.2024 - 17:44iki bilemedin üç günlük,
güzel ve nurlu ve derin olan bir hayatı sürmek için,
ömrümdeki iki kandilin sönmesinden yana mı teklifin
bana ey aşk…,
bunca hazin,
bunca garip olmasaydı duruşun keşke,
ve kapıların bu kadar sürgülü…,
ah…;
hayata yan bakan bir çocuğum ben,
ve sen huzur esende yanıma geldiğinde,
yine yan bakıyordum hayata ki
sen, yanımdaydın…,
naapsaydım;
seni,
düzene intifadanı,
ahir zamana isyan tufanı kopan yüzünü,
görmese miydim…,
hay bin kunduz ya hû,
ki aman,
aman gittiğin yerin konumundan,
bırakma ipucu aman ha aman…;
bulutların koltuk altlarından
koyu lacivert terler damlıyor,
sol gözümün kirpiğine,
ki ceset kalp…;
gözbebeğinin kapısında
ölü bulundu,
ayrılık…;
yavaş adımlarla,
hızlı bir aşkın fren izlerini
takip etmekte…,
oysa yaşam,
parmak izi bırakmadan
eldivenlerini çıkarıyor
maktulüne tepeden bakarak,
ve zaman durdu al işte…;
bıktık artık, usandı millet, tiksindi insanlık,
bu altı ok\a hainlik eden kemalistlerden,
ruhu sömürgecilerde rehin mütedeyyinlerden ve
genleri ipotekli devrimcilerden,
tiyanşan kaçkınlarından,
ve
bilumum kurtarıcılık konforperestlerinden…,
ki her sevda bir veda bilirsin,
affet beni,
yine yalnızlığa veda zamanı…,
yazarken bu şiirimsi şeyleri,
kelimelerim tek tek canıma batıyor,
harflerim içimin kuyusunda ağlıyor,
kalbimde bir serseri mayın patlıyor,
içimin labirentinde yüzün beliriyor,
ve beynimin kıvrımlarında,
çapalı lisanının azarları dolanıyor…,
ah;
mürşid
06.08.2024 - 17:22soluk tebessümlü meczup sardunyalar
kollarını sarkıtmış,
pencerenden…,
mahcûp ve yeniden doğuş umutlu nazarım,
arka bahçede güllere ikindi suyu veren
muştulu ve desturlu haline ilişirken,
balkonuna asıyorum utangaç gülümsemeler,
evet sana bakıyorum;
görmüyor gibisin,
ve bana bakıyorsun görmüyorum
ki gözlerim âmâ,
öyle demirden bir tül var ki aramızda,
yetmiyor gücüm,
bertarafa…,
şehirler bir film şeridi gibi geçiyor,
kilometrelerce aramızdan ve,
alnımızın ortasındaki yol çizgilerini saklıyoruz
birbirimizden güya…,
suskunluk çizgileri/çizikleri,
sakınılmış muhabbet mesafeleri…,
ve tırnakları kesiliyor yollara
uzuyor saçları zamanın,
boşluğa;
ve uyku,
telaşla fırlıyor yatağından,
geç kalınmış ömürler gibi…,
takâtsiz tebessümler yüzümüzde
ve bu kendimizden çektiğimiz,
yok bir yokturluk sanatı o/nun zahir,
hek/
hekim/
hekimim/
yine de...;
yoksunluklarımıza inat
sevgili hüzünbazım,
adın yankılanır tekrar tekrar içimde,
çağırırım seni,
sensiz yetimliğime,
ki bilirim,
olmayacaksan da ne bugün ne de yarın,
yeni hatıralarımda,
o kaçırdığın bakışlarının peşinde koşmak
ve utangaç yüzüne bir daha bakmak
istiyorum,
ah;
düşerge
06.08.2024 - 16:24madem yoksun ve yoksunum artık,
ki hani yine mayısın bu son haftası takvim yaprağında,
kapatıyorum gözlerimi…,
bir düş daha;
camdan bir doğum günü tabutu içinde,
sensiz kokular burnumda tüterken,
gardenya bahçesinde
yedi cüceler,
on dört gözbebeği ile,
türlü renkte yaşlar içinde,
ormanın derinliklerinden gelen,
kaval sesini
ve beni beklerken;
yedi tepeli istanbul dahi utanıyor,
yönsüzlüğümün şahitliğine
ah;
ki içimden yedi kez tekrarlayamadan
seni sevdiğimi,
ellerimden kayıp
gidiverdi şahitsiz hatıralarımız;
at kendini raylarıma,
sahipsiz şiirler taşırım sana,
dizelere devrilen keder yüklü vagonlarla…,
ve seç göğün intihar meyilli
bulutlarından birini,
bileklerinden kırmızı yağmurlar yağsın;
bizden uzak constantineye,
mezar olsun bu kadim ah/
meseleyi uzatmamak
05.08.2024 - 16:07düş…,
göğsümün kafesinin,
klostrofobik yüreği,
içerdesin…; bir başına ve yalnız,
sıkışıyor kapakçıkların havasız,
ya çok hızlı ya da çok yavaş atıyorsun
ve canımı acıtıyorsun zaman zaman;
kızıl gölün hep mi dalgalı senin…,
üstelik dengesizsin,
her daim yeni hastalıklar seçiyorsun
blumia kalbim,
ah benim bir deri, bir kemiğim…;
kustur kendini,
ve korundaki kuşları kızıl nehrinde,
kanınla yıka…,
hevesi kursağında kalmış sevdan mı var,
penguenler nasıl saklıyorsa bağrında,
dört aylık açlığa tahammülle,
yavrularına mama…,
elbet sen de bilirsin saklamasını
vuslat açlığını,
hem insansın ya,
ah aşk bir heves midir…;
ve madem,
rengi en kırmızıya çalan kuşu sevdinse sen kalbim,
ol şimdi pinokyo…,
ve işte gıcırdıyor tahta kalp/
yalancının çatısında…,
ey aşk…;
kalbinde sakladığın pinokyonun,
uzayan burnu,
verdiğin sözlere kızarıyor,
ağlıyor tahta bir kalp
yalandan sevicilik masallarına,
ve
bir çocuk gün/ah/sızlığı sığıyor
su sızmaz aramıza,
talan, dolan ve takladan,
var git ve bir daha hiçlikle dahi gelme huzura,
ve sayfamızı arala...,
anla;
ki bilirsin,
masal bu ya…;
rapunzelin saçlarını kestiler mülevvesler,
ah evet bir donquichetteyi sevdiyse gönül,
suç deli dumrulun muydu ey korkut dede,
yüreğimin yel değirmenleri,
rüzgâr çalmakta,
esintisiz bir gökten…;
ve ah seni seviyorum masalı,
sevgili ve güzel kardeşim,
aziz dostum;
ah o gün bende,
ben de demeseydim,
bezm/i elest/de;
sana yemin olsun ki,
yitirmezdim aklımı hüdanın yollarında hiç...,
belki ben de,
ah deli savaşçı;
kaybetti/n\k/ şimdi, ki;
hafızasız bir yürek belle beni de,
ve rapunzel,
hadi kes artık o uzun saçlarını,
karıştırıp masalı tam da şimdi…,
yanlış kahramanı sevdin zira,
mavi gözlü dev,
tutunup saçlarına,
çıkamaz ki pencerene...,
devden akrobat olmaz ki,
masal anlatma bize,
Demir atmak
05.08.2024 - 15:11/ve dikişleri yeni alınmıştı,
gökyüzünün/
dünyanın;
çizgili pijamasının
beli sıkmıştı ki,
gevşek bir don lastiği ile değiştirip,
ayırmıştı gövdesini ikiye;
/kuzey,
güney,
savaş,
sıcak,
soğuk,
erkek,
kadın,
aşk/
dünya öyle kurallı ve tertipliydi ki,
yoktu tahammülü hiç dağınıklığa,
her şeyi planladı, kurguladı;
ölçtü/biçti/tarttı ve;
/denizlerin,
ülkelerin,
göğün,
toprağın,
aşkların,
insanların,
hayatın/
kenarlarına makine çekti
ve kesti sarkan iplikleri,
dünyanın öyle usta elleri vardı ki,
ve öyle güzel dikmişti ki
herkesin göğünü kendine;
/kimseye,
bir başkasının göğündeki
turnayı sevmek,
hakkını tanımıyordu…,
oysa meşk,
dudaklarındaki
esrarlı cigarayla,
özerkti dünyadan/
başına buyruk ihtilâl adımlarıyla,
yürüdü;
onun gök kubbesine,
ve ama evet,
dünyanın öyle usta elleri vardı ki,
ve öyle güzel dikmişti ki
herkesin göğünü kendine/
kimseye,
bir başkasının göğündeki
turnayı sevmek,
hakkını tanımıyordu…;
oysa mey,
dudaklarındaki
esrarlı cigarayla
özerkti dünyadan
ve başına buyruk ihtilâl adımlarıyla;
yürüdü,
onun gök kubbesine,
bir izmariti çiğner gibi,
bir leşi tepeler gibi,
bastı başına,
kutupları ve ekvatoruna kadar,
kirli postalarının izini bırakarak,
had bildirdi atmosferine,
ah;
öyle çok seviyorum ki seni,
öyle çok,
sensin benim gökyüzüm
ve süreyya yıldızım,
yön duygum,
iç görüm…,
ne diyordum;
/ve,
çaldı dünyanın makasını
/ve,
kesti sevdalı parmaklarıyla
/ve,
söktü iplikleri…;
öyle çok seviyorum ki seni,
öyle çok;
sensin benim güzel ve zarif turnam,
ve yoktu,
zahirin ne çizgisi,
/ne sınırı,
ne de minimal bir raconu,
ah;
kanarız ki biz birbirine yeryüzü ve gökyüzü,
akarız ki birbirine…,
ve kanarsın;
sen, bende bakan okyanus gözlerime,
ve bir hekim tebessümüne
ben de…;
ah sevgili marjinalim,
boğuluyo/rum,
ki rotasız gemi,
ma/ss/mavi ummanına
atıyor demir…,
ah;
tekke
05.08.2024 - 15:07bir şehirden başka bir şehre geçerken,
bir şiir; yoğun bir şiir bulantısı,
içimde dövünürken engellenmenin yasına,
ve kalbimin dik merdivenlerinde,
tökezleyip düşerken bir yumak olup
zihnimin labirentlerinden, konardı
kuş sesleri duaya duran parmaklarıma…,
çok geçmedi ki,
küstü bütün kuşlar kendi cıvıltılarına
ve kustular içime sessizliklerini,
sonra,
çöktü üstüme bir rehavet musallatı,
kendi lisanım türkçeye sarıldım sımsıkı,
ve alfabeden bir harf koştu imdadıma,
piyanonun onuncu tuşu misal…;
sevdim işte…,
sevdim bile bile bu teatral sonu,
kadife bordo perdeler açılır ve kapanır;
yara gibi…,
sonra,
hep aynı köpüren şelalenin sesi,
sürekli o termal nehir yakıcılığı ve,
kalbimin aşka köleliğine işaret
keder küpesi parıldar,
söylesene kalemim;
sahibine ulaşır mı sesim…,
beni daha ne kadar,
ne kadar daha üzebilir,
içimde köpüren çağlayan ah,
durmaksızın ağlayan...,
ve kendinden kaçan bir soysuzun,
ne çocuğu olduğunun,
nasıl ve ne önemi olabilir…,
ki düştükleri hendekte,
baktım, baktım;
göremedim yüzlerini,
eğildim, yaklaştım, anlamaya çalıştım,
yüzümü kıbleye döndüm,
sordum mütemadi terbiyecim olan rabbime,
nasıl bir körüm ben…,
gözlerimden bir halat attım sonra,
sözlerine mevlanın...,
kıldan ince sırat köprüsü,
ve ağladıkça gözyaşlarıyla,
göz kamaştırıcı olur insan…,
ellerimi gezdirdim kim bilir
kaç mushafta…,
tutundum divaneliğin sarhoşluğuna
aklıma bir daha kavuşmamacasına,
baktım, baktım;
göremedim yüzünü cemiyetin,
ve dokundum boşluğa,
nafile;
yoktu gözlerim yüzümde,
meğer çift hendekliydi hendese,
şimdi dedim ağlasam,
gözyaşlarım olur mu acep,
bir harabât tekkesinin,
ayak yolu eşiğine mermer...,
ah;
mahrum
05.08.2024 - 13:05İlâhi Cennet evine,
Girenlerden eyle bizi,
Varub anda Cemâlini,
Görenlerden eyle bizi.
Mahşerde halk ola hayran
Çok yürekler ola püryan
Arşın gölgesinde seyrân
Edenlerden eyle bizi
Ya Hâyy-u Ya Kayyum Sâmed
İhsânına yoktur aded,
Firdevs Cenneti'nde ebed,
Kalanlardan eyle bizi
Şu dünyanın cefâsı çok,
Kimi aç gezer, kimi tok,
Ol Mizânda sevâbı çok,
Gelenlerden eyle bizi
Bakma Dünyâ'nın vârına,
Düşüb dâim Hak yoluna,
Ber'âtını sağ eline,
Alanlardan eyle bizi
Mü'minlere rahmet ola
Münafıklar mahrum kala
Yunus eder doğru yola
Gidenlerden eyle bizi
erguvani
05.08.2024 - 12:51amor;
m
o
r,
diye bir olgu var batının lisanında,
ve karartma altında asırlardır,
yine batının kendi kancıklığında…,
peki o halde,
artık söndürün ışıkları doğuda da madem,
ki içimden geçen radyasyon,
kalbimi röntgenliyor...,
ve yahuda ağacı astım,
kalbimin yedi stent takılmış kollarına,
/bir kelebeğin ömrü kadardı;
sabırsız ve güzel erguvanın baharda,
yapraklanmadan çiçeklenmesi
ve sığdırabilirdi esrarlı demleri
o kısa ve büyülü zamana/
bir parantezli iç ses daha işte,
ve o erguvan ağacının,
mor salkımları kadar,
koyuydu göz halkalarım
yokluğunda…,
o halde;
asıyorum kalbimi
ben de zamansız,
a/mor/a çalan dallarına
ve erguvan tebessümüne,
aşkta üstadım senin…,
ki kısa,
çabuk ve hareketli,
aceleci, sabrı kıt,
fakat görkemli ve heybetli,
ve ahir zaman baharı gibi,
hemen geçmek üzre
bilirsin erguvan zamanı…,
ah;
Gül Güncesi
05.08.2024 - 12:37aşan bilir karlı dağın ardını,
çeken bilir ayrılığın derdini,
bülbül kaça aldın aman;
gülün narhını...
gül alıp satmanın aman,
zamanı değil...
sivas yöresi
serbest kürsü
05.08.2024 - 01:41sözün sahibini de yazmaya elin varmadı zahir bay çiftçi... mesleksiz şair ismet emmi evet... korkma sönmez bu şafaklarda yüzen alsancak derneği başkanımız doğru :)
bir doğruyu söyleyip, bir yanlışın üstünü örtmek
04.08.2024 - 15:44Yaşlı bir adam genç bir adamla tanışır ve şöyle sorar:
“-Beni hatırlıyor musun? “
Ve yaşlı adam hayır dedi.
Sonra genç adam öğrencim olduğunu söyler, ve öğretmen sorar:
“-Hayatta ne iş yaparsın, ne iş yaparsın? “
Genç adam cevap verir:
“-Şey, öğretmen oldum. “
“Ah, ne kadar iyi, benim gibi mi? ”
Yaşlı adama sorar.
“Şey, evet.
Aslında öğretmen oldum çünkü bana kendin gibi olmam için ilham verdin... “
Meraklı yaşlı adam genç adama saat kaçta öğretmen olmaya karar verdiğini soruyor.
Ve genç adam ona şu hikayeyi anlattı:
“Bir gün, bir arkadaşım, aynı zamanda bir öğrenci, güzel bir saatle geldi, ben de onu istediğime karar verdim.
Çaldım, cebinden çıkardım.
Kısa bir süre sonra arkadaşım saatinin kaybolduğunu fark etti ve hemen sen olan öğretmenimize şikayet etti.
Sonra sınıfa hitaben
‘Bu öğrencinin saati bugün ders sırasında çalındı.
Kim çaldıysa geri versin lütfen... ‘
Geri vermedim çünkü vermek istemedim.
Kapıyı kapattın ve hepimize ayağa kalkıp bir daire oluşturmamızı söyledin.
Saat bulunana kadar ceplerimizi teker teker arayacaktınız.
Oysaki sen bize göz yum dedin, çünkü sadece gözlerimiz kapalı olsa saatini ararsın.
Biz talimatları yerine getirdik.
Cepten cebe gittin, cebimi karıştırdığında saati buldun ve aldın. Herkesin cebini karıştırıp durdun, işin bitince de aç gözlerini dedin.
Saat bizde... ‘
Beni ispiyonlamadın ve bu bölümden hiç bahsetmedin.
Saati kimin çaldığını da hiç söylemedin.
O gün onurumu sonsuza kadar kurtardın.
Hayatımın en utanç verici günüydü.
Ama bugün aynı zamanda hırsız, kötü insan vs olmamaya karar verdiğim gün. Bana ahlak dersi vermek için ne bir şey söyledin, ne de beni azarladın, ne de bir kenara aldın.
Mesajını açıkça aldım.
Sayenizde gerçek bir eğitmenin ne yapması gerektiğini anladım.
Bu bölümü hatırlıyor musunuz, Profesör?
Yaşlı profösör demiş, ‘Evet herkesin cebinde aradığım çalıntı saatin durumu hatırlıyorum’ Ben seni hatırlamadım, çünkü ben de bakarken gözlerimi yumdum... ‘
nefret ettiklerim
04.08.2024 - 15:30iki şeyden nefret ediyorum; dindar cahilden ve, imasız alimden... aliya izzetbegoviç
Toplam 748 mesaj bulundu