Gazete...
okuyuvusun düşünen, ona haber be yorumalrı en tarafsız şekilde sunmaya çalışan, bilgi akışın elinden geldiiğince özenle yapan....
bu bize ne kadar yabancı bir gazate tanımı dimi; ama böyle bir gazatemiz var, adı da zaman, sadece şu yorum zaten herşeyi açıklmaya yetecektir:
Hıncal Uluç (Sabah Gazetesi) :
Zaman diye bir gazete..
'Dinci gazeteleri okumuyorum, Yeni Şafak hariç' diye yazdığımda bir iki e-mail aldım.. 'Hıncal ağbi Zaman'ı gördünüz mü' diye..
Gençler bana gazete tavsiye ediyorlardı. Merak ettim.. İstettim..
Önüme gelen gazeteyi görünce gözlerime inanamadım..
Türkiye'nin en çağdaş, en ileri görünümlü gazetesiydi bana bakan.. Benim bu işe başladığım günden beri özlemini çektiğim sayfa düzeni ile..
Bakılmak değil, okunmak için yapılmış, ama az resim bol yazıya rağmen olağanüstü güzel ve çarpıcı bir sayfa düzeni ile hazırlanmıştı.
Geçen gün Ahmet Tezcan'ı okurken işin iç yüzünü öğrendim.
Ekrem Dumanlı iki yıl önce Amerika'dan gelip işin başına geçmiş. Adı bile duyulmayan Zaman'da devrim yapmak için önce kadrosunu içerde eğitmiş.
Sonra kolları sıvamış..
Zaman'ın görünümünde devrim yapmış. Gazete tam çağdaş görünüme bürünmüş.
Sonra içerik devrimine girişmiş. Haberler ve yorumlar ayrılmış. Başlık ve spotlarda yorumu yasaklamış. Haber başlıkları sadece haberi veriyor. Aslında bu ülkemizde hiç uygulanmayan en büyük gazetecilik ilkesi..
Ve en güzeli..
Dünyanın 1 numaralı gazete ve dergi dizaynı derneği Society for News Design ile Syracuse Üniversitesi'nin ortak düzenlediği yarışmada 37 ülkeden 351 gazete arasında 'Mükemmellik Ödülü' kazanmış, geçen ay. 'En Mükemmel Sayfa Düzeni..'
Bu arada Spor eki dahil, üç ayrı ödül daha çıkarmış yarışmadan..
Spor sayfaları hem de nasıl doyurucu inanmazsınız.. London Times'da rastladığım türde uzun analizler sadece Zaman'da var.
Zaman 'Aman uzun yazma' diye yazarı ezen editörlerin değil, yazıya inananların yönettiği bir gazete..
İçeriği mi? ..
Orası için yorum yapmak için erken.. Ben görünüş nasıl olağanüstü onu anlattım.
Cumhuriyet'in 40 yıldır cesaret edemediği devrimleri, aslında 'Tutucu' olması gereken bir gazetenin başardığını söyledim.
Dilerim Ekrem'in cesareti ve devrimciliği hepimize cesaret verir.
Teslim bayrağı çektiler, yaşamak için
ama
iki üç kurşun onların
Allah a teslim olmlarına neden oldu...
Beyaz bayrakların teslim bayrağı demek ki ingiliz ve amerikan askerlerine öğretilmemiş...
beyaz bayrak kırmızı oldu...
Herkes ölüme yürüyemez ve herkes onlar gibi ölemez...
Mermiye, topa tüfeğe karşı vücutla yapılan bir muharebedir o...
Her vucut mukavemet edemez o mermilere, o toplara tüfeklere..
...
Onların da bir annesi, babası, sevdikleri, sevenleri vardı...
Onların da bizim gibi kolları, bacakları, gözleri, burunları, gövdeleri vardı;
Onların da bizler gibi bir bayrağı, vatan sevgileri, dinleri, imanları vardı...
Onlar bunların hepsini bir bir döktüler cephede: kolunu-kanadını, gözünü, başını; sevdiğini, anasını...
Kanla buladılar, alladılar alın yazılarını, sevdiklerini, duygularını, isteklerini, özlemlerini...
Vatan için, bayrak için, kutsal olan tüm değerler için feda ettiler, üzerlerine emanet olanı...
Emaneti layıkıyla teslim ettiler, Aziz ve Baki sahibine...
...
Onlar kahramandı, onlar ulustu, onlar orduydu, onlar bizdi, onlar bizim atalarımız, bizim çocuklarımızdı, onlar bizim şehit ve gazilerimizdi, onlar feda etmek denilen şeyi en iyi uygulayanlardı, onlar kanlarıyla çizgi çekenlerdi, onlar uğurda ölenlerdi, onlar...
...
Yağmur yerini demir parçalarına bıraktığı zaman; düşman düşmanının gözlerinin içinde küçük bir gedik aradığı zaman, ölüm siperlerr arasında tırıs gezdiği zaman, ruhla maddi olan yer değiştirdiği zaman, beyindeki albümler bir bir gözönünden geçtiği zaman, toplar tüfekler patladığı zaman, omuzdaşın yanıbaşında can verdiği zaman, keşmekeş tüm muharebeye hakim olduğu zaman, toprak keşke toprak olmasaydım diye haykırdığı zaman, yağmur ağlamak için sebep aramadığı zaman, güneş olanları görmemek için kaçacak delik aradığı zaman, ay kanla bulananı gecenin içinde kaybetmek isteyip her zamankinden daha az aydınlandığı zaman, ağaçlar topraktaki kanı içmemek için ölmek pahasına da olsa köklerini yerden çektiği zaman, çiçeklerin renkleri kırmızıya çaldığı zaman, arı herzaman yaptığı balı yapamadığı zaman, karınca karınca oluşundan iğrendiği zaman, kuşlar cıvıldamamak için ağaçlardan yere düştükleri zaman..
.İşte o zaman geldiğinde kanlar bir derya olup akar...
Çanakkale muharebesi Tarihle yapılan bir akiittir ve yazılan herşey kanla yazılmıştır...
Sanat....
Doğmak bir sanattır, aynı yaşamak ve ölmek gibi...
Sanat bir Tolstoy un elinde bir de bir fakirin elinde...
Sanat a deger katan eller ve ona verilen ehemmiyet ve mana ve derinliktir...
Bir Peyami, bir Mehmet Akif yapar sanatı bir de bir fukara...
Sonuçta hepsi sanat yapıyordur; ama acaba aynı değerde mi?
...
Çanankkalede şehit olanlar, gözlerini cephedeki arkadaşlarının, omuzdaşlarının kanlarıyla yıkayanlar sanatın en dokunaklısını ve en içe işleyenini yapmıştır..
Bir insanın ölümü bir sanattır, o şehitlerin de ölümü bir sanattır; ama aynı değerde midir?
....
Kanlar akar, beyaz kırmızı, siyah kırmızı, yeşil kırmızı, mavi kırmızı olur...Yer, gök, iyilik ve kötülük yalnız kırmızı olur ve tarih onları kırmızı mürekkebiyle bir nakkaş gibi işler...
O kırmızı mürekkep kandır ve kan tarih için bir kanıt, bir belge; bizim içinse bayrağımızdaki anlamdır...
ve her zaman kediler köpeklerin kendilerini kovalamasını ister...çünkü bilirler ke onlara değer katan köpeklerdir..ve yine bilirler ki köpekler kovalamasa onları kimse kovalamaz...
eğer güneş parlaklığını kaybederse ve etrafındaki ağaçlar
ölmeye başlarsa, yine de ümitle dolu olacaksın.
Eğer rüzgarlar artık yaşlanmışsa ve denizler kurumaya yüz
tutmuşsa, yine de sevgiyle dolu olacaksın. Sorma bana
Neden? ÇÜNKÜ; ALLAHA İNANIYORUM.
Yusuf islam (Cat Stevens)
eger ki bu Tumevarimsa....
Ben Allah a inaniyorum...
Ve bunun icin... ruzgarlar yaslansa da ve denizler kurumaya yüz tutsa da ben sevgi dolu olcagim...
Gunes parlikligini kaybetse de etrafindaki agaclar kurusu da ben yine umit dolu olacagim..
Cunku ben Allah a inaniyorum..
Buna da tumdengelim dersek...ortaya Tek birsey cikar...
tumevaran da tumdengelen de Tek birsey bulur....
O da Allah tir...
Bunu buraya yazmak benim fikrim deildir, bir arkadaşın tavsiyesi üzerine yazılmıştır..Ona teşekkür ediyorum..
serbest kürsünün faydaları ve zararları:
1-insan deşarj olabiliyor
2-yavaş da olsa kendinin keşfediyo
3-düşünen ya da düşünmeye çalışan beyinlerin olduunu görüyor,
4- zamanını geçiriyor ya da israf ediyor :)
5-farklı uslupların tadına bakıyor
6-farklı insanları ve onların düşüncelerinin tanıma fırsatı buluyor
7-hata yaptığını görüyor ve bunun sonuçlarına katlanmasını öğreniyor
8-elindekileri fark ediyor; oyunda ya blöf yapıyor, yada eli gerçekten kötü ya da iyi..
9-reklam yapabiliyor
10-hayal etmeyi öğreniyor, ya da tatbik ediyor
11-klavyede biraz daha hızlanıyor
12-okuyor, yazıyor; yani ilkokulda ilk öğretilen şeyleri uyguluyor...
13-düşüncelerini sölüor ve bunları savunmak için çaba sarfediyor
14-neden, niçin, kim, ne, sorularını daha fazla sorar hala geliyor
15-serbest kürsü için uğramışken bilgi testine de giriveriyor
16-bilgisini arttıyor, farklı bakış açıları kazanıyor
17-insanların hislerini koklama, onlara yakın olma durumunu hissediyor
18-tartışma ve savunma gücünün kuvvetlendiriyor..
19-savaşa hayır ları ve evet leri daha yakından görebiliyor..
20-bir de yazarken çay içmenin ne kadar tat verici olduunu keşfediyor.....
....
21-zararları mı: bilmem..yoruıldum..onun da eger biri isterse o yazsın...
22- bi de özür dileme gibi erdemleri faaliyete geçiriyor...
..
yuh be bu kadar fayda mı olurmuş..deeee..eeee..bence palavra...
bir halt faydası yok...he he he he :)))
değer...
insan ilk önce değeri bulmuştur..
sonra ona deger vermiştir,
ve sonra değer bilmiştir,
ve sonra değerlenmiştir...
değer'...kadir kıymet bilmek...hakkını vermek, , alaka göstermek, dikkate almak, gözönünde bulundurmak, değerlendirmek...değer ne güzel bir kelimedir ki bu ona deger verdiğiniz zaman o da size verir...
değer gerçekten değerli midir; yoksa sizin içinizdeki ihlas ve samimiyet mi ona bu kokuyu katıyodur?
deger sizsinizdir, o sizin için vardır, kendisine değer verilmesi için yaşıodur, ona deger verdikçe o da size değerli olanların kara kaplı kitabından paragraflar okumaya başlar, o okur siz ona daha fazla değer verirsiniz ve siz ona daha fazla deger verdikçe o da daha fazla okumaya başlar...
kendi mana ağırlığını taşıyabilen çok nadir kelimlerinden biridir o..çünkü o kendi varlığıyla var olma savaşı vermez, o insanlrın ona verdikleri varklıkla varolur...
...
deger deki anlam bu kadar yoğun ve içlidir; o halde onun önüne eklenen her kelime onun içinde hayat bulur ve o da bir dalga gibi her küçük dalga da daha büyür...serin sularını kıyıya bırakır ve önüne daha nice dalgalar katmak için denize geri döner..
deniz biz insanlardır ve onun önüne katılanlar da o payeyi hakedenlerdir...
ve nice değerli insan bizi kıyıda beklmektedir hem de kollarını açmış bir şekilde...
Öz, benlik, kendin, öznellik gibi sıfatlarını bir kenara koyup, tarafsızca, incelemektir önüne konanı; ama bunu yapmak nerdeyse imkansızdır..çünkü kendini soyutlamak mümkün olmadığı gibi, her an özünü sınırlar içinde tutumak da olası deildir.mutlaka koyduğun sınırı aştığın bir yer olacaktır.bu sebeple tarafsız eleştiri yapmak mümkün deildir; yalnız ona yakın bişeyler yapabilirsiniz..
çoğu bilim dalında olduğu gibi, buna fiziği örnek verecek olursak...fizik kabuller sanatıdır ve eleştiri de bir sanattır ve o da bir kabullerdir dizisidir..neyi mi kabul edersiniz? tarafsız olacağınızı; ama bu yalnız bir ide dir, asla gerçek olmayacak bir soygazdır..
bu sebebe binaen eleştiri zor zanattır; ama yalnız ide ye yaklaşmak isteyenler için...
küçük yaştaki çocukları korkutmak için 'öcü' kelimesi kullanılır ve küçükler bu kelimeyi duyduklarında gerçekten korkarlar ya da pür dikkat kesilirler..
işte bu bizim kelimemizde de bolca -ö, -ü, -c, harfleri bulunur..bu da bir nevi öcü dür ve öcü ler belki de çok korkunçturlar...
mühendislikte bir malzeme imal edildiği zaman, imalat esnasında dayanım ömrünü ölçerler.'yorulma dayanamı' adı altında bir terim vardır..anlamı da malzemenin sürekli bir yük altında ne kadar süre boyunca asli işlevini yerine getirebileeğini ölçmektir...bu işlem malzemedeki parçalardan birinin ya da bir kaçının kopmasıyla; yani malzemenin bozulmasıyla son bulur..malzemedeki bu kopmaların sebebi de, içteki çatlaklar ya da hassas noktalardır...
bu hassas noktalara yük bindiği zaman malzeme burdan boyun vermeye(incelmek) başlar ve sonuçta kopma hadisesi gerçekleşir..
eger imalattan sorumlu mühendisler bu hassas noktalara bir çare bulmazlarsa malzeme kolayca deforme olur...bu yuzden eldeki malzemenin selameti için hassas noktalar dikkate alınmalı ve takviye edilmelidir.
unutmayın bir zincir tüm halkalar işlevini yerine getirdiği sürece zincirdir; yoksa halkalardan birinde gelen küçük bir kopma tüm zincirin ölümü demektir.
o yuzden birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için prensibi geçerlidir...
ve hassas noktalarda gösterilen dikkatli tavır ve hareketlere hassasiyet denir...
hassasiyeti doğuran hassas bölgelerin olması ve bu hassas bölgeleri dikkate alan birinin meşruiyet kazanmış olmasıdır...
ve yine insanı dünyaya bağlayan hassas noktalardır, güçlü olanların aksine..
insan olmak birşeylere vakıf olmayı getirir beraberinde; vakıf olmak vakfetmeyi getirir yan cebinde; vakfetmek ise fedakarlıkla özdeşleşir...ve fedakarlık her babayiğiddin harcı değildir..zaten hayat da her zaman babayiğit yetiştirmez, yetiştirdikleri de kendilerini vakfetmeyi görev addederler...
canlı kalkan olma vakıf oldukları canı ıraklı masum kardeşleri için vakfetmek isteyen fedakarlar; belki de babayiğitlerdir...
...
kalkan: savaşı ilk karşılayan yerdir ve ne kadar canlıysa o kadar acı çeker...
kalkan olmak zordur, hele ki canlı kalkan olmak her babayiğidin harcı değildir...
Hayat bir yap-boz dur lafı ne güzelde söylenmiş.Kim mi söylemiş, tabi ki, sadece bir parça olduğunu farkeden herkes.
Hani eskiden trt tek kanalken bir çizgifilm vardı: Voltran, Voltran, Voltran!
İşte aynı onun oluşumunda görev alan renkli aslanlar gibi biz de bu hayatın renkli parçalarıyız.
Kimimiz nereye ait olduğunu bilememenin verdiği sıkıntıyla orda burda dolanıp duruyor.Bazısı da başkalarının yerlerine göz dikiyor.Fakat yap- boz da yapılan bir yanlışlık sadece orayla sınırlı kalmaz, hertarafa yayılır.Çünkü yap-boz doğru parçaların doğru yere konmasıyla gerçek anlamını kazanır.
Eğer birgün doğru yerinizi bulursanız...İşte o zaman siz en mutlululardan olursunuz.Çünkü hayatın muhtevası içinde ona farklı tat ve lezzet katarsınız.Sizin yerinizi bulmanızla farklı bir çiçek açar, farklı bir ağaç biter bu koca kainatta, ya da bu küçük yap-boz da.
Zaten tüm insanlar bunu için uğraşmıyor mu? Ait olduğu yeri bulmak!
Soğuk adam, gülümsemesine rağmen, ufacık bir sevgi karşısında eriyp giden yalancı bir adam.
Sanki size sizi hiç bırakmayacak gibi bakar; ama sonra kaçıp, kaybolup gider.
Belki de ilk acılarınızı onunla tadarsınız, belki de sevinçle karışık gözyaşlarınızı...
O sıcaklığın düşmanı mıdır; yoksa dostu mudur bilinmez.Çünkü sıcaklık onu iilk haline döndürür.
Kardan adamlar hep gitmek zorundadır, aynı bizim gibi.
Birgün bizim yanımızdayken, birgün başka birinin yanında ortaya çıkarlar ve gülümsemeleriyle daha nicelerinin içini ısıtırlar.
Ben kardan adamları seviyorum.Çünkü onlar gerçek olabilecek kadar gerçekolan adamlar
Hayat sel suları gibi üzerinize akmaya başladığı zaman, bu baskından, bu kıyımdan korunmak için bir sığınak ararsınız.Bu sığınağı bulursunuz ya da bulamazsınız.Bizim kelimemiz bulanlar içindir.Zaten bulamayanların akibeti bellidir.
Sel sularına karşı bir sığınak buluduğunuz zaman, artık kendinizin güvende olduğunu düşünürsünüz.Buna inanırsınız, çünkü o kudurmuş sulardan kurtulmuşsunuzdur.Kendinizle gurur duyarsınız, çünkü bu sel suları karşısınadaki küçüklüğünüze bakıp, bunu ortaya koyduğunuz başarıyla kıyaslayınca, ortaya zevkle duyumsanacak bir haz çıkar.
Bir ağacın üzerinden altınızdan geçen sulara bakarsınız ve memnuniyetin verdiği hazla gülümsersiniz.Bu ağaç sizin kendininize güveninizdir.Artık hiçbirşey size zarar veremez diye düşünürsünüz.Savaşı bir kalkanla kazanmışsınızdır.İşte bu tipik bir Katı Güven halidir.
Katı Güven, yanlış bir seçimdir.Çünkü bu hayat kendinden sert olanların yaşamasına izin vermez.Ancak yumuşak ve esnek olanlar hayatta kalabilirler.Fakat siz sert olanı, katı olanı seçmişsinizdir ve sonunuz çok yakındır; ama bundan habersiz olan siz hayat ve kazanadığınız zafere gülücükler yollamakla meşgulsunuzdur.
Beklenen son çok yakın olmasına rağmen siz bunu görmekten acizsinizdir ve acziyetinizin bedelini belki de ölerek ödeyeceksinizdir.
Sular sessiz ve derinde çaılşamlarını sürdürürler, ta ki katı güveniniz sallanıncaya dek.Ağacınızın kökleri tutamz olur, tutamamazlık beraberinde çöküşü getirir.O çok güvendiğiniz ağacınızla beraber karışıverrirsiniz suların içine.
İnsanın yaşaması için bir Katı Güven duvarı yetmez, çünkü hayat suları daima duvarın zayıf bir noktasını aramaktadır.Buyuzden yaşayan bizler mutlaka tetikte olmalı ve zayıflayan yerlere takviyede bulunmalıyız; yoksa düşüşümüz kaçınılmaz olur :))
Ah şu insanlar! Bari 'insanları' kullanalım da terimi açıklamaya çalıştığımız sanılsın.
(!) ben de bu işareti çok severim; ama kullanılması gerektiği yerde kullanıldığı zman.
Bazı isimler semboldur, çünkü savunduklrı dava için birer vazgeçilemez olmuştur.Senin dediğin gibi bunlar necipler de nazımlar da fettullahlar da olabilir.
Onlar davanın önde gidenerindendir.Ve bu davaya gönül verenler önce onlarla gözlerini açarlar ve bilmeyerek de olsa onalrın da savunucusu olurlar.Çünkü onlar için ide ya da fikir ya da dava neyse, bu adamlar da o dur.
Örneğin siz vatanınız, milletiniz için savaşıyorsunuz, ama bunu herhangi bir cephede yapıyorsunuz.Diyebilirler mi ki siz yalnız bu cephe ile sınırlı olan topraklrı savunup, sadece bu yer için kanınınızı döküyorsunuz? Elbette ki: Hayır. Siz bir savaşın içindesiniz ve savaşın her anında yaşamak zorundasınız.
Savaşta erlerin moral seviyelerini yükseltmek için onlara bazı isimler altında yapılan kahramanlıklar anlatılır Böylece onlar davaları içinde bu isimlere de saygı duymaya başlarlar, çünkü aynı uğurda onlar da kanlarını dökmüştür, hem de bunu destanlara yakışır bir şekilde yapmışlardır.
Kimin Ulubatlıları, Hasan Tahsinleri, Kemalleri, Osmanları duyunca tüyleri diken diken olmaz!
Dava onu en önde savunulanlarla neşredilir.
Düşünün ki, Çanakkale Harbi'nde Türk erlerinin yaptığına sadece kendileri değil, karşı tarafatakiler bile hayrandı.Yani farklı düşünceden dahi olsalar, ya da farklı amaçlar için de yaşısalar yine de karşıt taraftan takdir kazanmışlardı.
O yüzden insan farklı görüşten dahi olsa, yapılan, ortaya konan; kısacı takdir-eşayan bir durum varsa bunu yapmalıdır.
Ve sana göre de kardeşim sen komünist olmasan bile nazım ı seviyorsun, bu da onun ortaya bişeyler koyduğunu gösterir.
İnsanlar...
Kendini işe yaramaz, ümitsiz ve aşağılık gören bir adam.Yazdıklarının o kadar değersiz olduğunu düşünüyodu ki, en yakın arkadaşına, kendisinin ölümünden sonra onlar yakmasını söyledi.Fakat arkadaşı onlaın yakılamayacak kadar değerli olduğunu düşünüyordu.Bunun sonucunda da yakmadı ve onları düzenleyip bastırdı.Sonuçta ortaya Franz Kafka diye bir adam çıktı.
İnsanın bir güç sevdası vardır ki, yüzyıllardan beri süregelmektedir..Bu sevda için kendisine hangi sıfatları uygun görmemiştir ki! İşte bu sıfatlardan biri de yaratıcılık, bu eylemin ismi de: Yaratmak tır.İnsan hiçbir zaman yaratamaz.Fakat insan şunu oluşturdum, bunu yaptım demek yerine; kendine özgü olanı yaptığı zaman yarattım demektedir.Eğer yaratma fiili kullanabiliyorsanız, ister istemez yaratıcı konumuna geçmektesiniz.Yani yaratıcı olan insan...Fakat Tek bir Yaratıcı vardır: Allah. O yüzden bu kelimeyi kullanmak son derece sakıncalıdır.Onun yerine oluşturmak fiili bizim için daha makuldur.Bu eylemi gerçekleştiren oluşturucudur.Yani elindekini kullanıp, onda kendisini ifade edip, ortaya bir ürün çıkarmak.Bu ürün de oluşan dır.
Burda yaptığımız sadece yorum kaynaklı bir oluşturmadır.Benim ve sizin yaptığımız sadece var olana yeni bir anlam yüklemektir.Halbu ki, Yaratmak: Olmayandan, yani yokluktan var olanı meydana getirmektir.
İşte oluşturculuk insan için yaratmak fiilinin yerine geçer.
gazete
23.03.2003 - 13:06Gazete...
okuyuvusun düşünen, ona haber be yorumalrı en tarafsız şekilde sunmaya çalışan, bilgi akışın elinden geldiiğince özenle yapan....
bu bize ne kadar yabancı bir gazate tanımı dimi; ama böyle bir gazatemiz var, adı da zaman, sadece şu yorum zaten herşeyi açıklmaya yetecektir:
Hıncal Uluç (Sabah Gazetesi) :
Zaman diye bir gazete..
'Dinci gazeteleri okumuyorum, Yeni Şafak hariç' diye yazdığımda bir iki e-mail aldım.. 'Hıncal ağbi Zaman'ı gördünüz mü' diye..
Gençler bana gazete tavsiye ediyorlardı. Merak ettim.. İstettim..
Önüme gelen gazeteyi görünce gözlerime inanamadım..
Türkiye'nin en çağdaş, en ileri görünümlü gazetesiydi bana bakan.. Benim bu işe başladığım günden beri özlemini çektiğim sayfa düzeni ile..
Bakılmak değil, okunmak için yapılmış, ama az resim bol yazıya rağmen olağanüstü güzel ve çarpıcı bir sayfa düzeni ile hazırlanmıştı.
Geçen gün Ahmet Tezcan'ı okurken işin iç yüzünü öğrendim.
Ekrem Dumanlı iki yıl önce Amerika'dan gelip işin başına geçmiş. Adı bile duyulmayan Zaman'da devrim yapmak için önce kadrosunu içerde eğitmiş.
Sonra kolları sıvamış..
Zaman'ın görünümünde devrim yapmış. Gazete tam çağdaş görünüme bürünmüş.
Sonra içerik devrimine girişmiş. Haberler ve yorumlar ayrılmış. Başlık ve spotlarda yorumu yasaklamış. Haber başlıkları sadece haberi veriyor. Aslında bu ülkemizde hiç uygulanmayan en büyük gazetecilik ilkesi..
Ve en güzeli..
Dünyanın 1 numaralı gazete ve dergi dizaynı derneği Society for News Design ile Syracuse Üniversitesi'nin ortak düzenlediği yarışmada 37 ülkeden 351 gazete arasında 'Mükemmellik Ödülü' kazanmış, geçen ay. 'En Mükemmel Sayfa Düzeni..'
Bu arada Spor eki dahil, üç ayrı ödül daha çıkarmış yarışmadan..
Spor sayfaları hem de nasıl doyurucu inanmazsınız.. London Times'da rastladığım türde uzun analizler sadece Zaman'da var.
Zaman 'Aman uzun yazma' diye yazarı ezen editörlerin değil, yazıya inananların yönettiği bir gazete..
İçeriği mi? ..
Orası için yorum yapmak için erken.. Ben görünüş nasıl olağanüstü onu anlattım.
Cumhuriyet'in 40 yıldır cesaret edemediği devrimleri, aslında 'Tutucu' olması gereken bir gazetenin başardığını söyledim.
Dilerim Ekrem'in cesareti ve devrimciliği hepimize cesaret verir.
teslim bayrağı
23.03.2003 - 13:01Teslim bayrağı çektiler, yaşamak için
ama
iki üç kurşun onların
Allah a teslim olmlarına neden oldu...
Beyaz bayrakların teslim bayrağı demek ki ingiliz ve amerikan askerlerine öğretilmemiş...
beyaz bayrak kırmızı oldu...
buymak
18.03.2003 - 17:09Anne! Anne! Anne! ... Ben buydum...
Oğlum sana dışarı çıkarken üzerine süveter al demedim mi! Bak işte böyle buyarsın...
biraz garip kullanımı; ama hoş..
aşık veysel
18.03.2003 - 12:40benim toprağım! !
çanakkale şehitleri
18.03.2003 - 11:49Herkes ölüme yürüyemez ve herkes onlar gibi ölemez...
Mermiye, topa tüfeğe karşı vücutla yapılan bir muharebedir o...
Her vucut mukavemet edemez o mermilere, o toplara tüfeklere..
...
Onların da bir annesi, babası, sevdikleri, sevenleri vardı...
Onların da bizim gibi kolları, bacakları, gözleri, burunları, gövdeleri vardı;
Onların da bizler gibi bir bayrağı, vatan sevgileri, dinleri, imanları vardı...
Onlar bunların hepsini bir bir döktüler cephede: kolunu-kanadını, gözünü, başını; sevdiğini, anasını...
Kanla buladılar, alladılar alın yazılarını, sevdiklerini, duygularını, isteklerini, özlemlerini...
Vatan için, bayrak için, kutsal olan tüm değerler için feda ettiler, üzerlerine emanet olanı...
Emaneti layıkıyla teslim ettiler, Aziz ve Baki sahibine...
...
Onlar kahramandı, onlar ulustu, onlar orduydu, onlar bizdi, onlar bizim atalarımız, bizim çocuklarımızdı, onlar bizim şehit ve gazilerimizdi, onlar feda etmek denilen şeyi en iyi uygulayanlardı, onlar kanlarıyla çizgi çekenlerdi, onlar uğurda ölenlerdi, onlar...
...
Yağmur yerini demir parçalarına bıraktığı zaman; düşman düşmanının gözlerinin içinde küçük bir gedik aradığı zaman, ölüm siperlerr arasında tırıs gezdiği zaman, ruhla maddi olan yer değiştirdiği zaman, beyindeki albümler bir bir gözönünden geçtiği zaman, toplar tüfekler patladığı zaman, omuzdaşın yanıbaşında can verdiği zaman, keşmekeş tüm muharebeye hakim olduğu zaman, toprak keşke toprak olmasaydım diye haykırdığı zaman, yağmur ağlamak için sebep aramadığı zaman, güneş olanları görmemek için kaçacak delik aradığı zaman, ay kanla bulananı gecenin içinde kaybetmek isteyip her zamankinden daha az aydınlandığı zaman, ağaçlar topraktaki kanı içmemek için ölmek pahasına da olsa köklerini yerden çektiği zaman, çiçeklerin renkleri kırmızıya çaldığı zaman, arı herzaman yaptığı balı yapamadığı zaman, karınca karınca oluşundan iğrendiği zaman, kuşlar cıvıldamamak için ağaçlardan yere düştükleri zaman..
.İşte o zaman geldiğinde kanlar bir derya olup akar...
Çanakkale muharebesi Tarihle yapılan bir akiittir ve yazılan herşey kanla yazılmıştır...
O kanla imzalanan bir Bağımsızık Akti dir
çanakkale 18 mart
18.03.2003 - 11:04Sanat....
Doğmak bir sanattır, aynı yaşamak ve ölmek gibi...
Sanat bir Tolstoy un elinde bir de bir fakirin elinde...
Sanat a deger katan eller ve ona verilen ehemmiyet ve mana ve derinliktir...
Bir Peyami, bir Mehmet Akif yapar sanatı bir de bir fukara...
Sonuçta hepsi sanat yapıyordur; ama acaba aynı değerde mi?
...
Çanankkalede şehit olanlar, gözlerini cephedeki arkadaşlarının, omuzdaşlarının kanlarıyla yıkayanlar sanatın en dokunaklısını ve en içe işleyenini yapmıştır..
Bir insanın ölümü bir sanattır, o şehitlerin de ölümü bir sanattır; ama aynı değerde midir?
....
Kanlar akar, beyaz kırmızı, siyah kırmızı, yeşil kırmızı, mavi kırmızı olur...Yer, gök, iyilik ve kötülük yalnız kırmızı olur ve tarih onları kırmızı mürekkebiyle bir nakkaş gibi işler...
O kırmızı mürekkep kandır ve kan tarih için bir kanıt, bir belge; bizim içinse bayrağımızdaki anlamdır...
18 Mart Çanakkale Şehitlerini Anma Günü...
kedi köpek farkı
13.03.2003 - 03:40ve her zaman kediler köpeklerin kendilerini kovalamasını ister...çünkü bilirler ke onlara değer katan köpeklerdir..ve yine bilirler ki köpekler kovalamasa onları kimse kovalamaz...
tesadüf
12.03.2003 - 23:19o halde iki başkanın da oldurulmesinden ayni süikast şirketi sorumlu...bu da bir tesadüftür belki...demek ki tesadüfler öldürücü olabiliyor :)
inanmak
12.03.2003 - 23:15eğer güneş parlaklığını kaybederse ve etrafındaki ağaçlar
ölmeye başlarsa, yine de ümitle dolu olacaksın.
Eğer rüzgarlar artık yaşlanmışsa ve denizler kurumaya yüz
tutmuşsa, yine de sevgiyle dolu olacaksın. Sorma bana
Neden? ÇÜNKÜ; ALLAHA İNANIYORUM.
Yusuf islam (Cat Stevens)
eger ki bu Tumevarimsa....
Ben Allah a inaniyorum...
Ve bunun icin... ruzgarlar yaslansa da ve denizler kurumaya yüz tutsa da ben sevgi dolu olcagim...
Gunes parlikligini kaybetse de etrafindaki agaclar kurusu da ben yine umit dolu olacagim..
Cunku ben Allah a inaniyorum..
Buna da tumdengelim dersek...ortaya Tek birsey cikar...
tumevaran da tumdengelen de Tek birsey bulur....
O da Allah tir...
serbest kürsü
12.03.2003 - 13:28Bunu buraya yazmak benim fikrim deildir, bir arkadaşın tavsiyesi üzerine yazılmıştır..Ona teşekkür ediyorum..
serbest kürsünün faydaları ve zararları:
1-insan deşarj olabiliyor
2-yavaş da olsa kendinin keşfediyo
3-düşünen ya da düşünmeye çalışan beyinlerin olduunu görüyor,
4- zamanını geçiriyor ya da israf ediyor :)
5-farklı uslupların tadına bakıyor
6-farklı insanları ve onların düşüncelerinin tanıma fırsatı buluyor
7-hata yaptığını görüyor ve bunun sonuçlarına katlanmasını öğreniyor
8-elindekileri fark ediyor; oyunda ya blöf yapıyor, yada eli gerçekten kötü ya da iyi..
9-reklam yapabiliyor
10-hayal etmeyi öğreniyor, ya da tatbik ediyor
11-klavyede biraz daha hızlanıyor
12-okuyor, yazıyor; yani ilkokulda ilk öğretilen şeyleri uyguluyor...
13-düşüncelerini sölüor ve bunları savunmak için çaba sarfediyor
14-neden, niçin, kim, ne, sorularını daha fazla sorar hala geliyor
15-serbest kürsü için uğramışken bilgi testine de giriveriyor
16-bilgisini arttıyor, farklı bakış açıları kazanıyor
17-insanların hislerini koklama, onlara yakın olma durumunu hissediyor
18-tartışma ve savunma gücünün kuvvetlendiriyor..
19-savaşa hayır ları ve evet leri daha yakından görebiliyor..
20-bir de yazarken çay içmenin ne kadar tat verici olduunu keşfediyor.....
....
21-zararları mı: bilmem..yoruıldum..onun da eger biri isterse o yazsın...
22- bi de özür dileme gibi erdemleri faaliyete geçiriyor...
..
yuh be bu kadar fayda mı olurmuş..deeee..eeee..bence palavra...
bir halt faydası yok...he he he he :)))
değerli insanlar
11.03.2003 - 19:26değer...
insan ilk önce değeri bulmuştur..
sonra ona deger vermiştir,
ve sonra değer bilmiştir,
ve sonra değerlenmiştir...
değer'...kadir kıymet bilmek...hakkını vermek, , alaka göstermek, dikkate almak, gözönünde bulundurmak, değerlendirmek...değer ne güzel bir kelimedir ki bu ona deger verdiğiniz zaman o da size verir...
değer gerçekten değerli midir; yoksa sizin içinizdeki ihlas ve samimiyet mi ona bu kokuyu katıyodur?
deger sizsinizdir, o sizin için vardır, kendisine değer verilmesi için yaşıodur, ona deger verdikçe o da size değerli olanların kara kaplı kitabından paragraflar okumaya başlar, o okur siz ona daha fazla değer verirsiniz ve siz ona daha fazla deger verdikçe o da daha fazla okumaya başlar...
kendi mana ağırlığını taşıyabilen çok nadir kelimlerinden biridir o..çünkü o kendi varlığıyla var olma savaşı vermez, o insanlrın ona verdikleri varklıkla varolur...
...
deger deki anlam bu kadar yoğun ve içlidir; o halde onun önüne eklenen her kelime onun içinde hayat bulur ve o da bir dalga gibi her küçük dalga da daha büyür...serin sularını kıyıya bırakır ve önüne daha nice dalgalar katmak için denize geri döner..
deniz biz insanlardır ve onun önüne katılanlar da o payeyi hakedenlerdir...
ve nice değerli insan bizi kıyıda beklmektedir hem de kollarını açmış bir şekilde...
eleştiri
11.03.2003 - 19:14Öz, benlik, kendin, öznellik gibi sıfatlarını bir kenara koyup, tarafsızca, incelemektir önüne konanı; ama bunu yapmak nerdeyse imkansızdır..çünkü kendini soyutlamak mümkün olmadığı gibi, her an özünü sınırlar içinde tutumak da olası deildir.mutlaka koyduğun sınırı aştığın bir yer olacaktır.bu sebeple tarafsız eleştiri yapmak mümkün deildir; yalnız ona yakın bişeyler yapabilirsiniz..
çoğu bilim dalında olduğu gibi, buna fiziği örnek verecek olursak...fizik kabuller sanatıdır ve eleştiri de bir sanattır ve o da bir kabullerdir dizisidir..neyi mi kabul edersiniz? tarafsız olacağınızı; ama bu yalnız bir ide dir, asla gerçek olmayacak bir soygazdır..
bu sebebe binaen eleştiri zor zanattır; ama yalnız ide ye yaklaşmak isteyenler için...
bölücülük
05.03.2003 - 16:01küçük yaştaki çocukları korkutmak için 'öcü' kelimesi kullanılır ve küçükler bu kelimeyi duyduklarında gerçekten korkarlar ya da pür dikkat kesilirler..
işte bu bizim kelimemizde de bolca -ö, -ü, -c, harfleri bulunur..bu da bir nevi öcü dür ve öcü ler belki de çok korkunçturlar...
hassasiyet
05.03.2003 - 15:59mühendislikte bir malzeme imal edildiği zaman, imalat esnasında dayanım ömrünü ölçerler.'yorulma dayanamı' adı altında bir terim vardır..anlamı da malzemenin sürekli bir yük altında ne kadar süre boyunca asli işlevini yerine getirebileeğini ölçmektir...bu işlem malzemedeki parçalardan birinin ya da bir kaçının kopmasıyla; yani malzemenin bozulmasıyla son bulur..malzemedeki bu kopmaların sebebi de, içteki çatlaklar ya da hassas noktalardır...
bu hassas noktalara yük bindiği zaman malzeme burdan boyun vermeye(incelmek) başlar ve sonuçta kopma hadisesi gerçekleşir..
eger imalattan sorumlu mühendisler bu hassas noktalara bir çare bulmazlarsa malzeme kolayca deforme olur...bu yuzden eldeki malzemenin selameti için hassas noktalar dikkate alınmalı ve takviye edilmelidir.
unutmayın bir zincir tüm halkalar işlevini yerine getirdiği sürece zincirdir; yoksa halkalardan birinde gelen küçük bir kopma tüm zincirin ölümü demektir.
o yuzden birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için prensibi geçerlidir...
ve hassas noktalarda gösterilen dikkatli tavır ve hareketlere hassasiyet denir...
hassasiyeti doğuran hassas bölgelerin olması ve bu hassas bölgeleri dikkate alan birinin meşruiyet kazanmış olmasıdır...
ve yine insanı dünyaya bağlayan hassas noktalardır, güçlü olanların aksine..
canlı kalkanlar
27.02.2003 - 05:39insan olmak birşeylere vakıf olmayı getirir beraberinde; vakıf olmak vakfetmeyi getirir yan cebinde; vakfetmek ise fedakarlıkla özdeşleşir...ve fedakarlık her babayiğiddin harcı değildir..zaten hayat da her zaman babayiğit yetiştirmez, yetiştirdikleri de kendilerini vakfetmeyi görev addederler...
canlı kalkan olma vakıf oldukları canı ıraklı masum kardeşleri için vakfetmek isteyen fedakarlar; belki de babayiğitlerdir...
...
kalkan: savaşı ilk karşılayan yerdir ve ne kadar canlıysa o kadar acı çeker...
kalkan olmak zordur, hele ki canlı kalkan olmak her babayiğidin harcı değildir...
yap-boz
21.02.2003 - 14:42Hayat bir yap-boz dur lafı ne güzelde söylenmiş.Kim mi söylemiş, tabi ki, sadece bir parça olduğunu farkeden herkes.
Hani eskiden trt tek kanalken bir çizgifilm vardı: Voltran, Voltran, Voltran!
İşte aynı onun oluşumunda görev alan renkli aslanlar gibi biz de bu hayatın renkli parçalarıyız.
Kimimiz nereye ait olduğunu bilememenin verdiği sıkıntıyla orda burda dolanıp duruyor.Bazısı da başkalarının yerlerine göz dikiyor.Fakat yap- boz da yapılan bir yanlışlık sadece orayla sınırlı kalmaz, hertarafa yayılır.Çünkü yap-boz doğru parçaların doğru yere konmasıyla gerçek anlamını kazanır.
Eğer birgün doğru yerinizi bulursanız...İşte o zaman siz en mutlululardan olursunuz.Çünkü hayatın muhtevası içinde ona farklı tat ve lezzet katarsınız.Sizin yerinizi bulmanızla farklı bir çiçek açar, farklı bir ağaç biter bu koca kainatta, ya da bu küçük yap-boz da.
Zaten tüm insanlar bunu için uğraşmıyor mu? Ait olduğu yeri bulmak!
kardan adam
20.02.2003 - 15:05Soğuk adam, gülümsemesine rağmen, ufacık bir sevgi karşısında eriyp giden yalancı bir adam.
Sanki size sizi hiç bırakmayacak gibi bakar; ama sonra kaçıp, kaybolup gider.
Belki de ilk acılarınızı onunla tadarsınız, belki de sevinçle karışık gözyaşlarınızı...
O sıcaklığın düşmanı mıdır; yoksa dostu mudur bilinmez.Çünkü sıcaklık onu iilk haline döndürür.
Kardan adamlar hep gitmek zorundadır, aynı bizim gibi.
Birgün bizim yanımızdayken, birgün başka birinin yanında ortaya çıkarlar ve gülümsemeleriyle daha nicelerinin içini ısıtırlar.
Ben kardan adamları seviyorum.Çünkü onlar gerçek olabilecek kadar gerçekolan adamlar
katı güven
20.02.2003 - 14:35Hayat sel suları gibi üzerinize akmaya başladığı zaman, bu baskından, bu kıyımdan korunmak için bir sığınak ararsınız.Bu sığınağı bulursunuz ya da bulamazsınız.Bizim kelimemiz bulanlar içindir.Zaten bulamayanların akibeti bellidir.
Sel sularına karşı bir sığınak buluduğunuz zaman, artık kendinizin güvende olduğunu düşünürsünüz.Buna inanırsınız, çünkü o kudurmuş sulardan kurtulmuşsunuzdur.Kendinizle gurur duyarsınız, çünkü bu sel suları karşısınadaki küçüklüğünüze bakıp, bunu ortaya koyduğunuz başarıyla kıyaslayınca, ortaya zevkle duyumsanacak bir haz çıkar.
Bir ağacın üzerinden altınızdan geçen sulara bakarsınız ve memnuniyetin verdiği hazla gülümsersiniz.Bu ağaç sizin kendininize güveninizdir.Artık hiçbirşey size zarar veremez diye düşünürsünüz.Savaşı bir kalkanla kazanmışsınızdır.İşte bu tipik bir Katı Güven halidir.
Katı Güven, yanlış bir seçimdir.Çünkü bu hayat kendinden sert olanların yaşamasına izin vermez.Ancak yumuşak ve esnek olanlar hayatta kalabilirler.Fakat siz sert olanı, katı olanı seçmişsinizdir ve sonunuz çok yakındır; ama bundan habersiz olan siz hayat ve kazanadığınız zafere gülücükler yollamakla meşgulsunuzdur.
Beklenen son çok yakın olmasına rağmen siz bunu görmekten acizsinizdir ve acziyetinizin bedelini belki de ölerek ödeyeceksinizdir.
Sular sessiz ve derinde çaılşamlarını sürdürürler, ta ki katı güveniniz sallanıncaya dek.Ağacınızın kökleri tutamz olur, tutamamazlık beraberinde çöküşü getirir.O çok güvendiğiniz ağacınızla beraber karışıverrirsiniz suların içine.
İnsanın yaşaması için bir Katı Güven duvarı yetmez, çünkü hayat suları daima duvarın zayıf bir noktasını aramaktadır.Buyuzden yaşayan bizler mutlaka tetikte olmalı ve zayıflayan yerlere takviyede bulunmalıyız; yoksa düşüşümüz kaçınılmaz olur :))
insanlar
20.02.2003 - 14:20Ah şu insanlar! Bari 'insanları' kullanalım da terimi açıklamaya çalıştığımız sanılsın.
(!) ben de bu işareti çok severim; ama kullanılması gerektiği yerde kullanıldığı zman.
Bazı isimler semboldur, çünkü savunduklrı dava için birer vazgeçilemez olmuştur.Senin dediğin gibi bunlar necipler de nazımlar da fettullahlar da olabilir.
Onlar davanın önde gidenerindendir.Ve bu davaya gönül verenler önce onlarla gözlerini açarlar ve bilmeyerek de olsa onalrın da savunucusu olurlar.Çünkü onlar için ide ya da fikir ya da dava neyse, bu adamlar da o dur.
Örneğin siz vatanınız, milletiniz için savaşıyorsunuz, ama bunu herhangi bir cephede yapıyorsunuz.Diyebilirler mi ki siz yalnız bu cephe ile sınırlı olan topraklrı savunup, sadece bu yer için kanınınızı döküyorsunuz? Elbette ki: Hayır. Siz bir savaşın içindesiniz ve savaşın her anında yaşamak zorundasınız.
Savaşta erlerin moral seviyelerini yükseltmek için onlara bazı isimler altında yapılan kahramanlıklar anlatılır Böylece onlar davaları içinde bu isimlere de saygı duymaya başlarlar, çünkü aynı uğurda onlar da kanlarını dökmüştür, hem de bunu destanlara yakışır bir şekilde yapmışlardır.
Kimin Ulubatlıları, Hasan Tahsinleri, Kemalleri, Osmanları duyunca tüyleri diken diken olmaz!
Dava onu en önde savunulanlarla neşredilir.
Düşünün ki, Çanakkale Harbi'nde Türk erlerinin yaptığına sadece kendileri değil, karşı tarafatakiler bile hayrandı.Yani farklı düşünceden dahi olsalar, ya da farklı amaçlar için de yaşısalar yine de karşıt taraftan takdir kazanmışlardı.
O yüzden insan farklı görüşten dahi olsa, yapılan, ortaya konan; kısacı takdir-eşayan bir durum varsa bunu yapmalıdır.
Ve sana göre de kardeşim sen komünist olmasan bile nazım ı seviyorsun, bu da onun ortaya bişeyler koyduğunu gösterir.
İnsanlar...
franz kafka
05.02.2003 - 18:24Kendini işe yaramaz, ümitsiz ve aşağılık gören bir adam.Yazdıklarının o kadar değersiz olduğunu düşünüyodu ki, en yakın arkadaşına, kendisinin ölümünden sonra onlar yakmasını söyledi.Fakat arkadaşı onlaın yakılamayacak kadar değerli olduğunu düşünüyordu.Bunun sonucunda da yakmadı ve onları düzenleyip bastırdı.Sonuçta ortaya Franz Kafka diye bir adam çıktı.
şey
05.02.2003 - 18:20Şey... Bişey söyleyeceğim; ama... Neydi o şeyin tanımı? Şey, şey, ya bu şeyi bir türlü hatırlayamadım. :))
antolog
04.02.2003 - 16:36Bir arkadaş bugün benim bu siteye girdiğimi görünce bu kelimeyi kullandı, Antolog
Benim de hoşuma gitti, sanırım biz antologlarız :))
ekmek teknesi
04.02.2003 - 14:23Dizilerin seyri pek bana göre olmasa da, bu dizi beni kendine bağladı.
'Cengiiiiiiiiiiiiiz bu bizi bozmasın? '
Oy oy oy...
Heredot
...
oluşturmak
03.02.2003 - 19:29İnsanın bir güç sevdası vardır ki, yüzyıllardan beri süregelmektedir..Bu sevda için kendisine hangi sıfatları uygun görmemiştir ki! İşte bu sıfatlardan biri de yaratıcılık, bu eylemin ismi de: Yaratmak tır.İnsan hiçbir zaman yaratamaz.Fakat insan şunu oluşturdum, bunu yaptım demek yerine; kendine özgü olanı yaptığı zaman yarattım demektedir.Eğer yaratma fiili kullanabiliyorsanız, ister istemez yaratıcı konumuna geçmektesiniz.Yani yaratıcı olan insan...Fakat Tek bir Yaratıcı vardır: Allah. O yüzden bu kelimeyi kullanmak son derece sakıncalıdır.Onun yerine oluşturmak fiili bizim için daha makuldur.Bu eylemi gerçekleştiren oluşturucudur.Yani elindekini kullanıp, onda kendisini ifade edip, ortaya bir ürün çıkarmak.Bu ürün de oluşan dır.
Burda yaptığımız sadece yorum kaynaklı bir oluşturmadır.Benim ve sizin yaptığımız sadece var olana yeni bir anlam yüklemektir.Halbu ki, Yaratmak: Olmayandan, yani yokluktan var olanı meydana getirmektir.
İşte oluşturculuk insan için yaratmak fiilinin yerine geçer.
Toplam 1546 mesaj bulundu