Selami Türker Adlı Üyenin Nedir Yazıları - An ...

  • bediüzzaman said nursi

    29.04.2005 - 09:43

    Aziz Üstadım vaad ettiğin gibi oldu. Sen kışta geldin işin cefasını çektin bizler ise Cennet asa bir baharda geldik sefasını çektik.
    Ektiğin tohumlar şimdi neşv-ü nema buldu. Öyle yayıldıki her tarafa, eserlerin okunuyor. İnsanlar bataklıktan çıkıp, kurtuluyor. Sen hala içimizdesin. Allah senden ebeden razı olsun.

  • bediüzzaman said nursi

    11.04.2005 - 10:45

    Allah, Bediüzzaman HZ. lerinden razı olsun. Onun eserleriyle binlerce insanın imanı terakki etti. Allah'ı gerçek manada nasıl sevmemizi, Efendimize nasıl ümmet olacağımızı gösterdi. Mevcudattaki herşeyin insanlara nasıl musahhar kılındığını öğretti. Allah'ın arz ve semadaki nimetlerini tanıttırdı. Kamil insan olmanın metodlarını gösterdi. Kur'anın asra uygun en güzel şekilde tevilini yaptı. Felsefe diyenlerin kulakları çınlasın. Onlara tavsiyem Allah rızası için şu güzide eserlere bir göz gezdirsinler. Eserlerdeki uslup ve belagata baksınlar. Hangi eserinde devlet ve millet karşıtı fikri var. Milleti için cehennem alevlerine girmeye razı olan bir insan onların kötülüğünü istermi. Bence bunlar Ebu Cehil ruhlu insanlardır. Çünkü oda Efendimizin sayısız mucizelerini gördüğü halde gururu yüzünden biat etmedi. Şeytanda aynı akıbete uğramadımı. Şimdi ise esfeli safilindeler. Gururunuzu bırakıp aczinizi anlayıp, malikinizi tanıyınız.

  • fethullah gülen

    07.12.2004 - 13:09

    Mevlam ondan razı olduktan sonra bütün dünya ona sırtını dönsede hiçbir ehemmiyeti yoktur.

    Evet gündüz gözünü kapayan yalnız kendine gece yapar.

  • allah (c.c)

    04.12.2004 - 11:39

    O Vâhid'dir, Ehad'dir, her şey'e kâdirdir. Hiçbir şey ona ağır gelmez. Bir baharı halketmek bir çiçek kadar ona kolaydır. Cennet'i halk etmek, bir bahar kadar ona rahattır. Her günde, her senede, her asırda, yeniden yeniye icad ettiği hadsiz masnuatı, nihayetsiz kudretine nihayetsiz lisanlarla şehadet ederler. İşte şu kelime dahi şöyle müjde eder. Der ki: Ey insan! Yaptığın hizmet, ettiğin ubudiyet boşuboşuna gitmez. Bir dâr-ı mükâfat, bir mahall-i saadet senin için ihzar edilmiştir. Senin şu fâni dünyana bedel, bâki bir Cennet seni bekler. İbadet ettiğin ve tanıdığın Hâlık-ı Zülcelâl'in va'dine îman ve itimad et. Ona va'dinde hulfetmek muhaldir. Kudretinde hiçbir cihetle noksaniyet yoktur. İşlerine, acz müdahale edemez. Senin küçük bahçeni halk ettiği gibi, Cennet'i dahi senin için halk edebilir ve halk etmiş ve sana va'd etmiş. Ve va'dettiği için, elbette seni onun içine alacak.

    Risale-i Nur

  • allah (c.c)

    04.12.2004 - 11:37

    Ey bîçareler! Mezaristana göçtüğünüz zaman, 'Eyvah! Malımız harab olup, sa'yimiz heba oldu; şu güzel ve geniş dünyadan gidip, dar bir toprağa girdik.' demeyiniz, feryad edip me'yus olmayınız... Çünki sizin herşey'iniz muhafaza ediliyor. Her ameliniz yazılmıştır. Her hizmetiniz kaydedilmiştir. Hizmetinizin mükâfatını verecek ve her hayır elinde ve her hayrı yapabilecek bir Zât-ı Zülcelâl, sizi celb edip, yer altında muvakkaten durdurur. Sonra huzuruna aldırır. Ne mutlu sizlere ki; hizmetinizi ve vazifenizi bitirdiniz. Zahmetiniz bitti, rahata ve rahmete gidiyorsunuz. Hizmet, meşakkat bitti; ücret almağa gidiyorsunuz.

    Evet geçen baharın defter-i a'mâlinin sahifeleri ve hidemâtının sandukçaları olan tohumları, çekirdekleri muhafaza eden.. ve ikinci baharda gayet şaşaalı, belki yüz derece aslından daha bereketli bir tarzda muhafaza eden, neşreden Kadîr-i Zülcelâl, elbette sizin de netâic-i hayatınızı öyle muhafaza ediyor ve hizmetinize pek kesretli bir surette mükâfat verecektir.

    MEKTUBAT

  • deniz gezmiş

    04.12.2004 - 11:32

    Ey sarhoş hamiyetfuruşlar! Bir asır evvel milliyet asrı olabilirdi. Şu asır, unsuriyet asrı değil. Bolşevizm, sosyalizm meseleleri istilâ ediyor, unsuriyet fikrini kırıyor, unsuriyet asrı geçiyor. Ebedî ve daimî olan İslâmiyet milliyeti, muvakkat, dağdağalı unsuriyetle bağlanmaz ve aşılanmaz. Ve aşılamak olsa da, İslâm milletini ifsad ettiği gibi, unsuriyet milliyetini dahi ıslah edemez, ibka edemez.

  • allah (c.c)

    04.12.2004 - 11:29

    Hazret-i Hızır'ın meşhur ve mühim bir virdi, mebde ve esas olarak marifetullahta ve tevhidin meratibinde altmış üç mertebeye işaret ediyor. O altmış üç mertebenin herbirisi iki cümledir.

    Lâ ilâhe illâllah vahdaniyeti ispat ettiği gibi, Hüve ile başlayan isimler vücud-u Vâcibi ispat ediyor. Adeta birinci cümle vahdaniyeti gösterdiği zaman, bir sual-i mukadder hatıra geliyor. 'O Vâhid kimdir, nasıl bileceğiz? ' diye vaki olan suale, meselâ Hüve'r-Rahmânü'r-Rahîm ile cevap veriyor. Yani, kâinatı dolduran âsâr-ı şefkat ve merhamet Onundur, o Rahmân'ı tanıttırıyor. Ve hâkezâ, kıyas et.

    Said Nursi

    Bismillâhirrahmânirrahîm

    Allahım,

    Bütün mevcudatta ve zerrât-ı mevcudatta müşahede olunan herbir nimet ve rahmet ve hikmet ve inayetin önünde, herbir hayat ve memat ve hayvan ve nebatın önünde, herbir çiçek ve meyve ve çekirdek ve tohum önünde, herbir san'at ve sıbgat ve nizam ve mizan önünde, herbir tanzim ve tevzin ve temyiz önünde, işte bu şehadeti Sana takdim ediyorum:

    Şahidiz ki Allah'tan başka ilâh yok; Odur Hayy ve Kayyûm.
    Allah'tan başka ilâh yok; Odur Bâkî ve Deymûm.
    Allah'tan başka ilâh yok; birdir O, şeriki yok.
    Allah'tan başka ilâh yok; Odur Aziz ve Cebbâr.
    Allah'tan başka ilâh yok; Odur Hakîm ve Gaffâr.
    Allah'tan başka ilâh yok; Odur Evvel ve Âhir.
    Allah'tan başka ilâh yok; Odur Zâhir ve Bâtın.
    Allah'tan başka ilâh yok; Odur Semî ve Basîr.
    Allah'tan başka ilâh yok; Odur Lâtîf ve Habîr.
    Allah'tan başka ilâh yok; Odur Gafûr ve Şekûr.
    Allah'tan başka ilâh yok; Odur Hallâk-ı Kadîr.
    Allah'tan başka ilâh yok; Odur Musavvir ve Basîr.
    Allah'tan başka ilâh yok; Odur Cevvâd-ı Kerîm.

  • türban

    04.12.2004 - 11:22

    TESETTÜR

    BİRİNCİ HİKMET

    Tesettür, kadınlar için fıtrîdir ve fıtratları iktiza ediyor. Çünkü kadınlar hilkaten zayıf ve nazik olduklarından, kendilerini ve hayatından ziyade sevdiği yavrularını himaye edecek bir erkeğin himaye ve yardımına muhtaç bulunduğundan, kendini sevdirmek ve nefret ettirmemek ve istiskale mâruz kalmamak için fıtrî bir meyli var.

    Hem kadınların on adetten altı yedisi, ya ihtiyardır, ya çirkindir ki, ihtiyarlığını ve çirkinliğini herkese göstermek istemezler. Ya kıskançtır, kendinden daha güzellere nisbeten çirkin düşmemek veya tecavüzden ve ittihamdan korkar; taarruza mâruz kalmamak ve kocası nazarında hıyanetle müttehem olmamak için, fıtraten tesettür isterler. Hattâ dikkat edilse, en ziyade kendini saklayan, ihtiyarlardır. Ve on adetten ancak iki üç tanesi bulunabilir ki, hem genç olsun, hem güzel olsun, hem kendini göstermekten sıkılmasın.

    Malûmdur ki, insan sevmediği ve istiskal ettiği adamların nazarından sıkılır, müteessir olur. Elbette açık saçıklık kıyafetine giren güzel bir kadın, bakmasına hoşlandığı nâmahrem erkeklerden onda iki üçü varsa, yedi sekizinden istiskal eder. Hem tefahhuş ve tefessüh etmeyen bir güzel kadın, nazik ve serîütteessür olduğundan, maddeten tesiri tecrübe edilen, belki semlendiren pis nazarlardan elbette sıkılır. Hattâ işitiyoruz, açık saçıklık yeri olan Avrupa'da çok kadınlar, bu dikkat-i nazardan sıkılarak, 'Bu alçaklar bizi göz hapsine alıp sıkıyorlar' diye polislere şekvâ ediyorlar. Demek, medeniyetin ref-i tesettürü hilâf-ı fıtrattır. Kur'ân'ın tesettür emri fıtrî olmakla beraber, o maden-i şefkat ve kıymettar birer refika-i ebediye olabilen kadınları, tesettür ile sukuttan, zilletten ve mânevî esaretten ve sefaletten kurtarıyor.

    Hem kadınlarda ecnebî erkeklere karşı, fıtraten korkaklık, tahavvüf var. Tahavvüf ise, fıtraten, tesettürü iktiza ediyor. Çünkü, sekiz dokuz dakika bir zevki cidden acılaştıracak sekiz dokuz ay ağır bir veled yükünü zahmetle çekmekle beraber, hâmisiz bir veledin terbiyesiyle, sekiz dokuz sene, o sekiz dokuz dakika gayr-ı meşru zevkin belâsını çekmek ihtimali var. Ve kesretle vâki olduğundan, cidden şiddetle nâmahremlerden fıtratı korkar ve cibilliyeti sakınmak ister. Ve tesettürle, nâmahremin iştahını açmamak ve tecavüzüne meydan vermemek, zayıf hilkati emreder ve kuvvetli ihtar eder. Ve bir siperi ve kalesi, çarşafı olduğunu gösteriyor. Mesmûâtıma göre, merkez ve payitaht-ı hükûmette, çarşı içinde, gündüzde, ahalinin gözleri önünde, gayet âdi bir kundura boyacısı, dünyaca rütbeten büyük bir adamın açık bacaklı karısına bilfiil sarkıntılık etmesi, tesettür aleyhinde olanların hayâsız yüzlerine bir şamar vuruyor!

    İKİNCİ HİKMET

    Kadın ve erkek ortasında gayet esaslı ve şiddetli münasebet, muhabbet ve alâka, yalnız dünyevî hayatın ihtiyacından ileri gelmiyor. Evet, bir kadın, kocasına yalnız hayat-ı dünyeviyeye mahsus bir refika-i hayat değildir. Belki hayat-ı ebediyede dahi bir refika-i hayattır.

    Madem hayat-ı ebediyede dahi kocasına refika-i hayattır; elbette, ebedî arkadaşı ve dostu olan kocasının nazarından gayrı, başkasının nazarını kendi mehâsinine celb etmemek ve onu darıltmamak ve kıskandırmamak lâzım gelir. Madem mü'min olan kocası, sırr-ı imana binaen, onunla alâkası hayat-ı dünyeviyeye münhasır ve yalnız

  • deniz gezmiş

    04.12.2004 - 10:56

    'Dünya öyle bir metâ değil ki nizâa değsin.' Çünkü, fâni ve geçici olduğundan kıymetsizdir. Koca dünya böyle ise, dünyanın cüz'î işleri ne kadar ehemmiyetsiz olduğunu anlarsın.

    (Risale-i Nur)

  • deniz gezmiş

    04.12.2004 - 10:49

    boş emeller uğruna hem dünyasını hem ahiretini mahveden abes bir insan

  • allah (c.c)

    02.12.2004 - 12:52

    Nur-u iman ile bilinir ki, Allah'ın varlığı bütün nimetlerin fevkinde öyle büyük bir nimettir ki, sonsuz nimetlerin envâını, nihayetsiz ihsanların cinslerini, sayısız atiyyelerin sınıflarını hâvi bir menba, bir kaynaktır. Binaenaleyh, zerrât-ı âlemin adedince iman nimetlerine hamd ü senâ etmek bir borçtur. (Risale-i Nur)

  • allah (c.c)

    02.12.2004 - 12:46

    Öyle bir Allah'a hamd, medih ve senâlar ederiz ki, şu âlem-i kebir Onun icadıdır. Ve insan denilen şu küçük âlem de Onun ibdâıdır. Biri inşâsı, diğeri binâsıdır. Biri san'atı, diğeri sıbgasıdır. Biri nakşı, diğeri ziynetidir. Biri rahmeti, diğeri nimetidir. Biri kudreti, diğeri hikmetidir. Biri azameti, diğeri rububiyetidir. Biri mahlûku, diğeri masnûudur. Biri mülkü, diğeri memlûküdür. Biri mescidi, diğeri abdidir. Evet, bütün bu şeyler, eczasıyla beraber Allah'ın mülkü ve malı olduğu, i'câzvâri sikke ve mühürleriyle sâbittir.

  • hz.muhammed

    01.12.2004 - 18:54

    Mister Carlyle diyor:

    'En evvel kulak verilecek sözlerin en lâyıkı Muhammed'in aleyhissalâtü vesselâm sözüdür. Çünkü, hakikî söz, onun sözleridir.'

    Hem yine diyor ki:

    'Eğer hakikat-i İslâmiyette şüphe etsen, bedihiyat ve zaruriyat-ı kat'iyede iştibah edersin. Çünkü, en bedihî ve zarurî bir hakikat ise İslâmiyettir.'

    İşte bu meşhur filozof, İslâmiyet hakkında bu şehadetini, eserinde müteferrik yerde yazmış.

    İkinci misal: Avrupa'nın asr-ı âhirde en meşhur bir filozofu Prens Bismark diyor ki:

    'Ben bütün kütüb-ü semaviyeyi tetkik ettim. Tahrif olmalarına binaen, beşerin saadeti için aradığım hakikî hikmeti bulamadım. Fakat Muhammed'in (aleyhissalâtü vesselâm) Kur'ân'ını umum kütüplerin fevkinde gördüm. Her kelimesinde bir hikmet buldum. Bunun gbi beşerin saadetine hizmet edecek bir eser yoktur. Böyle bir eser, beşerin sözü olamaz. Bunu Muhammed'in (aleyhissalâtü vesselâm) sözüdür diyenler, ilmin zaruriyatını inkâr etmiş olurlar. Yani, Kur'ân Allah kelâmı olduğu bedihidir.'

  • hz.muhammed

    01.12.2004 - 18:44

    İZİNDEYİZ EFENDİM.

    SADECE BİZ DEĞİL ALEM SANA HAYRANDIR EFENDİM.

    HABEŞ KRALI NECAŞİ DERKİ:
    KEŞKE ŞU SALTANATIMA BEDEL SANA HİZMETÇİ OLSAYDIM HZ. MUHAMMET (SAV)

    PRENS BİSMARK: SANA MUASSIR OLAMADIĞIMINDAN DOLAYI MÜTEESSİRİM YA MUHAMMED.

    BEŞER SENİN GİBİ MÜMTAZ BİR ŞAHSİYETİ BİR DEFA GÖRDÜ, BİR DAHA GÖREMEYECEKTİR.

  • dinsizlik

    19.10.2004 - 10:41

    ruhu tefessüh etmiş, kalben ölmüş, aklını kuma gömmüş tabiat bataklığına girip çıkamayan talihsizlerin bikarıdır.

  • kuran-ı kerim

    18.10.2004 - 11:40

    BİR ZEYL

    İstikbalin Hakim-i Mutlakı Kur'andır.

    Sual: Gayet müdakkik birkaç zat dediler ki: Bu feylesoflar gibi yüzer tane mütefekkir feylesofların kat'i kanaatla tasdiklerinin verdiği kuvvet ve kanaat binler gavur feylesofların inkârları bir zarar vermiyor mu? Bir şüphe getirmiyor mu?

    Elcevap Ayet-ül Kübra Risalesinin başında mukaddemedeki izaha havale edip burada kısaca cevap veriyoruz..

    'Müsbet mes'elede isbat edici iki adam menfice inkâr yoluna sapan binlere tereccüh eder' diye bir kaide-i mukarreredir. Meselâ: Ramazanın başındaki hilâli gören iki şahit ispat cihetinde görmeyen ve nefyeden binler adamın inkârını hükümden iskat ettiği gibi Karlayl ve Bismark'ın Kur'anı ve Risalet-i Muhammediyeyi isbat suretinde tasdrikleri yüzbin nefyeden münkir feylesofların inkârı değil bir şüphe, belki bir vesvese vermemek gerektir. Hem meselâ bir iki adam ispat suretinde deseler: 'Pek hârika ve semavata yol açan bir maden dünyada var.' Yerini veya nümunesini görtermekle kolayca davasını ispat ettikleri ve onu inkâr edenler bütün dünyayı aramak taramakla hiçbir yerinde bulunmadığını göstermekle ve binler müşkilâtla o menfî davalarını ancak ispat edebilirler.

    Aynen bu misâl gibi, Bismark ve Karlayl ve emsâllerinin hakaik-i Kur'aniye ve risalet-i Muhammediyeyi ispatları gayet derecede kanaat verir. Ve o hakaik-i müsbeteyi nefyeden binler münkirlerin davalarını hiçe indirir. O münkirler âlem-i gayb ve şehadeti aramak taramakla, bin müşkilâtla o menfi davayı ancak ispat edebilmeleri için onların inkârları hiç bir ehl-i îmana hiçbir vesvese ve vehim vermemek lâzım gelir. Hem ispat ediciler birbirine kuvvet verdikleri için Karlayl ve Bismark gibi gayrimüslimler milyonlarla ehl-i îman feylesofların ispatına dayanıp kuvvet alıyorlar. Nefyedici münkir ise birbirine kuvvet veremez.

    'Gözünü kapayan yalnız kendine gece yapar.'

    Onun için hadsiz ehl-i inkâr değil, bu hadsiz ehl-i ispata karşı belki, iki ehl-i ispata karşı gelemez. Bu hakikati Risale-i Nur çok yerlerde ispat ettiği için kısa kesiyoruz.

    Said Nursî (r.a)

  • allah (c.c)

    18.10.2004 - 11:35

    Meyve Risalesinden
    Altıncı Mes’ele

    Risale-i Nur'un çok yerlerinde îzahı ve kat'î hadsiz hüccetleri bulunan İman-ı billâh rüknünün binler külli bürhanlarından bir tek bürhana kısaca bir işarettir.

    Kastamonu'da lise talebelerinden bir kısmı yanıma geldiler:

    - 'Bize Hâlıkımızı tanıttır. Muallimlerimiz Allah'tan bahsetmiyorlar.'dediler.

    Ben dedim:

    -Sizin okuduğunuz fenlerden her fen, kendi lisan-ı mahsusiyle mütemadiyen Allahtan bahsedip Hâlıkı tanıttırıyorlar. Muallimleri değil, onları dinleyiniz.

    Meselâ: Nasıl ki mükemmel bir eczahâne ki, her kavanozunda hârika ve hassas mizanlarla alınmış hayattar macunlar ve tiryaklar var; şüphesiz gayet maharetli ve kimyager ve hakim bir eczacıyı gösterir. Öyle de, Küre-i Arz eczahânesinde bulunan dörtyüz bin çeşit nebatat ve hayvanat kavanozlarındaki zihayat macunlar ve tiryaklar cihetiyle, bu çarşıdaki eczahaneden ne derece ziyâde mükemmel ve büyük olması nisbetinde-okuduğunuz fenn-i tıb mikyasiyle-Küre-i Arz eczahâne-i kübrasının eczacısı olan Hakîm-i Zülcelâli hattâ kör gözlere de gösterir, tanıttırır.

    Hem Meselâ: Nasıl bir hârika fabrika ki, binler çeşit çeşit kumaşları basit bir maddeden dokuyor; şeksiz, bir fabrikatörü ve meharetli bir makinisti tanıttırır. Öyle de, Küre-i Arz denilen yüzbinler başlı, her başında yüzbinler mükemmel fabrika bulunan bu seyyar makine-i Rabbaniye ne derece bu insan fabrikasından büyükse, mükemmelse, o derecede-okuduğunuz fenn-i makine mikyasiyle- Küre-i Arzın ustasını ve sahibini bildirir ve tanıttırır.

    Hem Meselâ: Nasılki gayet mükemmel binbir çeşit erzak etrafından celbedip, içinde muntazaman istif ve ihzar edilmiş depo ve iâşe anbarı ve dükkân, şeksiz bir fevkalâde iâşe ve erzak mâlikini ve sahibini ve memurunu bildirir. Öyle de, bir senede yirmidört bin senelik bir dâirede muntazaman seyahat eden ve yüz binler ve ayrı ayrı erzak isteyen tâifeleri içine alan ve seyahatiyle mevsimlere uğrayıp, baharı bir büyük vagon gibi, binler ayrı ayrı taamlarla doldurarak, kışta erzakı tükenen bîçâre zîhayatlara getiren ve Küre-i Arz denilen bu Rahmâni iâşe anbarı ve bu sefine-i Sübhaniye ve binbir çeşit cihazatı ve malları ve konserve paketleri taşıyan bu depo ve dükkan-ı Rabbâni, ne derece o fabrikadan büyük mükemmel ise, -okuduğunuz veya okuyacağınız fenn-i iâşe mikyasiyle- o kat'iyyette ve o derecede Küre-i Arz deposunun sahibini, mutasarrıfını, müdebbirini bildirir, tanıttırır, sevdirir.

    Hem Nasıl ki: Dörtyüz bin millet içinde bulunan ve her milletin istediği erzakı ayrı ve istimâl ettiği silâhı ayrı ve giydiği elbisesi ayrı ve tâlimatı ayrı ve terhisatı ayrı olan bir ordunun mu'cizekâr bir kumandanı; tek başiyle bütün o ayrı ayrı milletlerin ayrı ayrı erzaklarını ve çeşit çeşit eslihalarını ve elbiselerini ve cihazatlarını, hiçbirini unutmıyarak ve şaşırmıyarak verdiği acip ordu ve ordugâh, şüphesiz bedahetle ve hârika kumandanı gösterir, takdirkârane sevdirir. Aynen öyle de, zemin yüzünün ordugâhında ve her baharda yeniden silâh altına alınmış bir yeni ordu-yu Sübhânide nebatat ve hayvanat milletlerinden dörtyüz bin nev'i çeşit çeşit elbise, erzak, esliha, tâlim, terhisleri gayet mükemmel ve muntazam ve hiç birini unutmıyarak ve şaşırmıyarak bir tek kumandan-ı âzam tarafından verilen Küre-i Arzın bahar oldugâhı, ne derece mezkûr insan ordu ve ordugâhından büyük ve mükemmel ise, -sizin okuyacağınız fenn-i askeri mikyasiyle-dikkatli ve aklı başında olanlara o derece Küre-i Arzın Hâkimini ve Rabbini ve Müdebbirini ve Kumandan-ı Akdesini hayretler ve takdislerle bildirir. Ve tahmid ve tesbihle sevdirir.

    Hem Nasıl ki: Bir hârika şehirde milyonlar elektrik lâmbaları hareket ederek heryeri gezerler, yanmak maddeleri tükenmiyor bir tarzdaki elektrik lâmbaları ve fabrikası, şeksiz bedahetle elektriği idare eden ve seyyar lâmbaları yapan fabrikayı kuran ve iştiâl maddelerini getiren bir mu'cizekâr ustayı ve fevkalâde kudretli bir elektrikçiyi hayretle ve tebriklerle tanıttırır; yaşasınlar ile sevdirir. Aynen öyle de, bu âlem şehrinde, dünya sarayının damındaki yıldız lâmbaları, bir kısmı kozmoğrafyanın dediğine bakılsa, Küre-i Arzdan bin defa büyük ve top güllesinden yetmiş defa sür'atli hareket ettikleri halde; intizamını bozmuyor, birbirine çarpmıyor, sönmüyor, yanmak maddeleri tükenmiyor. Okuduğunuz kozmoğrafyanın dediğine göre, Küre-i Arz'dan bir milyon defadan ziyad‏ ‏ ‏ ‏ ‏ ‏ ‏ ‏ ‎ ‎ e büyük ve bir milyon seneden ziyâde yaşıyan ve bir misafirhane-i Rahmaniyyede bir lâmba ve soba olan güneşimizin yanmasının devamı için, her gün Küre-i Arzın denizleri kadar gazyağı ve dağları kadar kömür veya bin Arz kadar odun yığınları lâzımdır ki sönmesin. Ve onu ve onun gibi ulvî yıldızları gazyağsız, odunsuz, kömürsüz yandıran ve söndürmeyen ve beraber ve çabuk gezdiren ve birbirine çarptırmayan bir nihayetsiz kudreti ve saltanatı ışık parmaklariyle gösteren bu kâinat şehr-i muhteşemindeki dünya sarayının elektrik lâmbaları ve idareleri ne derece o misâlden daha büyük, daha mükemmeldir. O derecede-sizin okuduğunuz veya okuyacağınız fenn-i elektrik mikyasiyle-bu meşher-i âzam-ı kâinatın Sultanını, Münevvirini, Müdebbirini, Sâniini o nurâni yıldızları şâhid göstererek tanıttırır. Tesbihatla, takdisatla sevdirir. Perestiş ettirir.

    Hem Meselâ: Nasıl ki bir kitap bulunsa ki: Bir satırında bir kitap ince yazılmış ve herbir kelimesinde ince kalemle bir sûre-i Kur'aniye yazılmış, gayet mânidar ve bütün mes'eleleri birbirini te'yid eder ve kâtibini ve müellifini fevkalâde meharetli ve iktidarlı gösteren bir acip mecmua; şeksiz, gündüz gibi, kâtip ve musannifini kemalâtiyle, hünerleriyle bildirir, tanıttırır. 'Maşâllah... Barekâllah' cümleleriyle takdir ettirir. Aynen öyle de: Bu kâinat kitab-ı kebiri ki, bir tek sahifesi olan zemin yüzünde ve bir tek forması olan baharda; üçyüz bin ayrı ayrı kitaplar hükmündeki üçyüz bin nebati ve hayvani tâifeleri beraber, birbiri içinde, yanlışsız hatasız, karıştırmıyarak, şaşırmıyarak, mükemmel, muntazam ve bazen ağaç gibi bir kelimede, bir kasideyi; ve çekirdek gibi bir noktada bir kitabın tamam ve fihristesini yazan bir kalem işlediğini gözümüzle gördüğümüz ve nihayetsiz mânidar ve her kelimesinde çok hikmetler bulunan şu mecmua-i kâinat ve bu mücessem Kur'an-ı Ekber-i Âlem, mezkûr misâldeki kitaptan ne derece büyük ve mükemmel ve mânidar ise, o derecede - sizin okuduğunuz fenn-i hikmetül-eşya ve mektebte bilfiil mübaşeret ettiğiniz fenn-i kıraat ve fenn-i kitabet, geniş mikyasiyle ve dürbin gözleriyle-bu kitab-ı kâinatın Nakkaşını, Kâtibini hadsiz kemalâtiyle tanıttırır. 'Allahu ekber'cümlesiyle bildirir. 'Sübhanallah' takdisiyle târif eder. 'Elhamdülillah' senâlarıyla sevdirir.

    İşte, bu fenlere kıyasen, yüzer fünundan herbir fen, geniş mikyasiyle ve hususi aynasiyle ve durbinli gözüyle ve ibretli nazariyle bu kâinatın Hâlik-ı Zülcelâlini Esmasiyle bildirir. Sıfatını, kemalâtını tanıttırır.

    İşte, bu muhteşem ve parlak bir bürhan-ı Vahdaniyet olan mezkûr hücceti ders vermek içindir ki: Kur'an-ı Mu'ciz-ül-Beyan çok tekrar ile en ziyâde خ َ ل َ ق َ ا ل س ّ َ م َ و َ ا ت ِ و َ ا ل ا َ ر ْ ض ِ ve ر َ ب ّ ُ ا ل س ّ َ م َ و َ ا ت ِ و َ ا ل ا َ ر ْ ض ِ âyetleriyle Hâlıkımızı bize tanıttırıyor diye o mektepli gençlere dedim. Onlar dahi tamamiyle kabûl edip tasdik ederek 'Hadsiz şükür olsun Rabbimize ki, tam kudsi ve ayn-ı hakikat bir ders aldık Allah senden razı olsun'dediler.

    Ben de dedim. İnsan, binler çeşit elemler ile müteellim ve binler nevi lezzetler ile mütelezziz olacak bir zihayat makine ve gayet derece acziyle beraber, hadsiz maddi mânevi düşmanları ve nihayetsiz fakriyle beraber, hadsiz zahiri ve batıni ihtiyaçları bulunan ve mütemadiyen zevâl ve firak tokatlarını yiyen bir bîçâre mahlûk iken, birden iman ve ubûdiyetle böyle bir Padişah-ı Zülcelâle intisab edip bütün düşmanlarına karşı bir nokta-i istinad ve bütün hâcatına medar bir nokta-i istimdad bularak, herkes mensup olduğu efendisinin şerefiyle makamıyla iftihar ettiği gibi; o da böyle nihayetsiz Kadir ve Rahim bir Padişâha iman ile intisab etse ve ubûdiyetle hizmetine girse ve ecelin idam ilânını kendi hakkında terhis tezkeresine çevirse ne kadar memnun ve minnettar ve ne kadar müteşekkirane iftihar edebilir kıyas ediniz.

    O mektepli gençlere dediğim gibi musibetzede mahpu‏ slara da tekrar ile derim.'Onu tanıyan ve itaat eden zindanda dahi olsa bahtiyardır. Onu unutan

    Saraylarda da olsa zindandadır. bedbahttır'Hatta bir ihtiyar mazlum idam olunurken bedbaht zalimlere demiş: 'Ben idam olmuy‏ o‎ ‎ rum; belki terhis ile saadete gidiyorum.Fakat ben de sizi idam-ı ebedi ile mahkûm gördüğümden, sizden tam intikamımı alıyorum.' ل آ ا ِ ل َ ه َ ا ِ ل ا ّ َ ا ل ل ّ َ ه ُ (Lâ İlâhe İLLAHLAH) diyerek sürur ile teslim-i ruh eder.

  • allah (c.c)

    18.10.2004 - 11:32

    'İnsan öyle bir nüsha-i câmiadır ki: Cenab-ı Hak, bütün esmasını, insanın nefsi ile insana ihsas ediyor.' Tafsilâtını başka sözlere havale edip yalnız üç noktayı göstereceğiz.

    BİRİNCİ NOKTA: İnsan, üç cihetle Esmâ-i İlâhiyeye bir ayinedir.

    Birinci Vecih: Gecede zulümat, nasıl nuru gösterir. Öyle de insan, zaaf ve acziyle, fakr ve hacatiyla, naks ve kusuru ile, bir Kadir-i Zülcelâlin kudretini kuvvetini, gınasını,. rahmetini bildiriyor. Ve hâkeza...Pek çok evsaf-ı İlâhiyeye bu suretle âyinedarlık ediyor. Hattâ hadsiz aczinde ve nihayetsiz za'fında hadsiz a'dâsına karşı bir nokta-i istinad aramakla, vicdan daima Vacib- ûl vücuda bakar hem nihayetsiz farkında nihayetsiz hâcât-ı içinde, nihayetsiz maksadlara karşı bir nokta-i istimdat aramağa mecbur olduğundan, vicdan daima o noktadan bir Ganiyy-i Rahimin dergâhına dayanır; dua ile el açar. Demek her vicdanda şu nokta-i istinad ve nokta-i istimdat cihetinde iki küçük pencere, Kadir-i Rahimin bârigâh-ı Rahmetine açılır, her vakit onunla bakabilir.

    İkinci Vecih: Âyinedarlık ise: insana verilen nümuneler nevinden cüz'i ilim, kudret, basar, sem', mâlikiyyet, hakimiyyet gibi cüz'iyyat ile, Kâinat mâlikinin ilmine ve kudretine, basarına, sem'ine, Hâkimiyet-i Rububiyetine âyinedarlık eder. Onları anlar, bildirir. Meselâ: 'Ben nasıl bu evi yaptım ve yapmasını biliyorum ve görüyorum ve onun mâlikiyim ve idare ediyorum, öyle de: Şu koca kâinat sarayının bir ustası var. O usta onu bilir, görür, yapar, idare eder. Ve Hâkeza....

    Üçüncü Vecih Âyinedarlık ise: İnsan, üstünde nakışları görünen Esmâ-i İlâhiyyeye âyinedarlık eder. Otuzikinci Sözün Üçüncü Mevkıfının başında bir nebze izah edilen insanın mahiyet-i câmiasında nakışları zâhir olan yetmişten ziyade esmâ vardır. Meselâ: Yaradılışından Sâni',Hâlık ismini; ve hüsn-ü takviminden Rahman ve Rahim isimlerini ve hüsn-ü terbiyesinden Kerim, Lâtif isimlerini ve hâkeza.... Bütün âzâ ve âlâtı ile, cihazat ve cevârihi ile letâif ve mâneviyatı ile, havas ve hissiyatı ile ayrı ayrı esmânın ayrı ayrı nakışlarını gösteriyor. Demek nasıl esmada bir ism-i âzam var, öyle de: O esmânın nukuşunda dahi bir nakş-ı azam var ki: O da insandır.

    Ey kendini insan bilen insan! Kendini oku. Yoksa hayvan ve câmid hükmünde insan olmak ihtimali var!

    pencereler Risalesinden

  • fethullah gülen

    14.10.2004 - 11:21

    Fethullah Gülen bir sivil toplum önderi. Önceleri toplumun farklı kesimlerini buluşturan diyalog ve hoşgörü çabaları ile dikkat çekti. Sonra eğitim alanındaki faaliyetleriyle, özellikle de yurtdışındaki “Türk okulları” ile ilgi odağı oldu. Milyonlarca seveni var. “Büyük Türkiye” sevdası insanımızı heyecanlandırıyor, umutlandırıyor. Sayın Gülen bir gönül insanı. Yürekten konuşuyor ve gönüllere hitap ediyor. Kendisiyle birlikte yürüyenlerin hizmetlerine “gönüllüler hareketi” diyor.

    Sadece insanımızı değil, bütün insanlığı kucaklıyor. Bir hülyası var. Önümüzdeki yılların, insanlığın yeni bir baharı olmasını düşlüyor. Kalp ve kafa bütünlüğü diyor.. sevgi diyor.. hoşgörü diyor.. herkesin konumuna saygılı olma diyor.

    Medeniyetler çatışmasının, terörün gündemde olduğu günümüzde Fethullah Gülen fikirleriyle, değerlendirmeleriyle, üslûbuyla dikkat çekiyor. Ne düşündüğü, ne söylediği en çok merak edilen insanlardan biri o.

  • bediüzzaman said nursi

    13.10.2004 - 13:39

    Bediüzzaman HZ. leri hiçbir zaman kürt propagandası yapmamıştır. Kendi ifadesiyle 'ben kürdüm ama en çok Türklere hizmet ettim ve en sebatkar kardeşlerimde Türklerden çıktı. Ömrünü iman hizmetine adayan bir insana, ar damarını aşarak yalan yanlış ithamlarda bulunmak, insan olmanın ötesinde bir şey olsa gerek.

    ' GÖZÜMDE NE CENNET SEVDASI NE CEHENNEM KORKUSU MİLLETİMİN İMANINI SELAMETTE GÖRÜRSEM, CEHENNEM ALEVLERİ İÇİNDE YANMAYA RAZIYIM. VÜCUDUM YANARKEN, GÖNLÜM GÜL GÜLİSTAN OLUR.

  • hz.muhammed

    18.09.2004 - 09:54

    Kalp O’nu tanımaya görsün. “Birisi kalbe Resulullah’ı (S.A.V) hatırlamaya
    görsün ve yürek O’nun Kokusunu almaya görsün kendinden geçer” diyor
    büyüklerimiz… ve kendine gelmez o hep Allah Teala ile olur. O’na
    ulaşır, Rıza-i ilahi dairesi içinde bulacağını bulmuştur artık o…
    Bir insanın yürek coğrafyasına bir cemre gibi düşüşünü seyretmek
    O’nun… Ve bir hatırlatma yolunda buna sebep olmak, olmak ve O’na
    yaraşır ümmet şuuruyla emaneti teslim etmek Allah’a… ne büyük bir
    bahtiyarlıktır Allah’a…Ne büyük bir bahtiyarlıktır.
    İşte hatırlatma yolunda, Sevgili Efendimizi anma yolunda bir kutlu
    yolcu, bizi Sultanlar Sultanı’nın (S.A.V.) otağına götürüyor.
    Sevdalıları Ona ilan-ı aşk ediyor, “Ya Resulallah” diyor.
    Mahşer günü çok yalvaracağız. “Ya Resulallah” deyip inim inim
    inleyeceğiz. Tanıdık bir ses olabilmemiz için yaşarken Ona çok
    seslenmek gerek.
    O'nu seven bir gönlün, Onu seven kalplere diyeceği çok şey var.
    Resulallah’ı sevme ve Allah Teala’nın rızasına erme yolunda
    yolumuzdaki her türlü şerden o yolun sahibine sığınıyor ve hayatın
    ve ölümün güzelliklerini diliyoruz.

  • en sevdiğiniz internet siteleri

    16.09.2004 - 10:44

    Hayatınızın değerini anlamak istiyorsanız, hayatınızı iman ile ziynetlendiriniz.

    http://www.sozler.com.tr/
    http://www.risale-inur.com.tr/ http://www.bediuzzaman.sevgisi.com/
    http://www.nesil.com.tr/
    http://www.saidnur.com/
    http://www.bediuzzaman.net/
    http://www.cevaplar.org/
    http://www.nur.org/
    http://www.nurpenceresi.com/
    http://www.fgulen.org/
    http://www.denizlinur.cjb.net/
    http://www.nuryolu.com/

  • türban

    16.09.2004 - 10:05

    TESETTÜR KADIN İÇİN EN İYİ SIĞINAKTIR.

    Kem gözlerden muhafaza ermektir iffetini.
    Sen DOĞRU denen zat, ALLAH'ın hangi emrinin insanların maslahatına muhalif olduğunu gördün. Yasaklar bizim huzurumuz içindir. Kendi nefsinin arzuları doğrultusunda yazılar yazıyorsun. Bir kadının örtünmesi sana çirkin geliyor. Neden çünkü arzularını tatmin etmek için sana engel oluyorlar. Yani bir nevi namussuzluğunu ifşa ediyorsun. Açıklar daha hoş geliyor galiba sana. Bugün boşanmaların sebebi sadece ve sadece iffetin muhaza edememezlikten ve manevi değerlere saygısızlıktan ve Dini zaafiyetsizlikten başka bir şey değildir. Biz dinimizin kriterlerini yerine getirirsek her şey ALLAH'ın izniyle düzelir. KIL DEĞİL, ALLAH'IN EMRİ TESETTÜRDÜR. Bunu böyle bil.

  • alevilik

    16.09.2004 - 09:50

    yalnız Aleviler değil kürtlerde müslüman böyle bir yaklaşım seviyesizlikten başka bir şey değildir. aleni bölücülük yapmaktır.

    Alevlik diye bir mezhep yoktur. Hak PEYGAMBER EFENDİMİZ HZ. MUHAMMED (S.A.V) 'dir. HZ ALİ kendiside efendimize ittiba etmiştir. Onun her kararına inanan şecaatli islam kahramanıdır. ALLLH'ın kılıcı SEYFULLAH namına mazhar olmuştur.

    Halifelik sırası:
    HZ EBUBEKİR, HZ. ÖMER, HZ. OSMAN, HZ. ALİ

    yolumuz EHLİ SÜNNET VEL CEMAAT. bunun ötesine geçmek bidattır.

Toplam 48 mesaj bulundu