Muhammed Ali Bir Adlı Üyenin Nedir Yazıları - ...

  • zaza

    26.12.2008 - 19:04

    Zazalar'ın KÜRD olup olmadıkları meselesini TÜRKÇE mantıkla tartışırsak yanlış yaparız. Bir Zaza 'ben KÜRD değilim' derken demek istediği aslında ben 'KURMANC değilim'dir. Halbuki Kürd sadece Kurmanc değildir ki.. Bugün Irak Federe Kürdistanı'nda Soraniler ve Kurmanclar beraber yaşamakta ve kendilerine Kürd demektedirler. Üstelik Soranice daha yaygın resmi eğitim dili olarak kullanlmaktadır. Lütfen Zazakî veya Kurmancî düşünelim.

    Zazalar kendilerine çeşitli yörelerde zaza kelimesinden farklı olarak; Dımılî, Kırmanc, Kırd diye de isimlendirmektedirler. Mela Ahmedê Xasî tarafından yazılan ilk zazaca mewlidin adı, Mewlidê Kirdî'dir.

    Bir çok Kürd önderi Zazadır. Şeyh Said, Seyid Riza, Kürdizade Ahmed Ramiz, Mutkili Halil Hayali, Yado Beg vs...

    Kısacası KÜRD bir üst isimdir. Sadece Kurmanc=Kürd denkleminden hareket ettiğimiz için yanlış düşünüyoruz. Zaza+Kurmanc=Kürd olarak formülize edersek doğru sonuca ulaşırız.

  • Kürtçe

    18.10.2008 - 22:21

    Kürtler de diğer Müslüman milletler gibi eskiden Arap Alfabesi'nin Kürtçe'ye uyarlanmış halini kullanıyordu. Bugün de İran'daki Kürtlerin tümü, Irak Federe Kürdistan'daki Kürtlerin büyük kısmı Arap alfebesini kullanmaya devam etmektedir. Türkiye Kürtleri ise çoğunlukla Latin alfabesini kullanmaktadır. İlk Kürdçe Mevlidin 1400'lerin sonunda yazıldığını düşünürsek Kürtlerin o zamanlarda bir alfabe kullandıklarını rahatlıkla anlayabiliriz.

    Q,X,W meselesine gelince...

    Q: Arapçadaki kalın QAF (kaf) harfine denk gelir. Mesela 'kalem' sözcüğü 'qelem' olarak yazılır.
    X: Arapçadaki kalın gırtlaktan gelen XÊ (hı) harfine denk gelir. Türkçede bu ses yoktur. Avrupa dillerinin bazılarında vardır. xezal, xelat gibi.
    W: Bu Arapçadaki WAW (vav) harfidir. Dudaklar dişe değmeden söylenir. Welat kelimesi gibi... Kürtçedeki V harfi ise Türkçeden farklı olarak dudakları dişe değidrerek çıkarılır.

    Arap Alfabesini kullananlar da, burada V,J,P harfleri için waw, ra, be harflerinin üzerine işaretler koyarak Kürtçeye uyarlamışlardır. Çünkü bu sesler Arapça'da yoktur.

  • kürt tarihi

    30.12.2007 - 02:17

    Ey iman edenler! Bir topluluk diğer bir toplulukla alay etmesin. Belki de onlar, kendilerinden daha iyidirler...

    (Hucurat, 11)

    Her milletin bir tarihi vardır. Birbirini alaya alanların vay haline! ..

  • Kürtçe Kurs

    30.12.2007 - 02:15

    Kendi öz vatanında, kendi dilini parayla öğrenmeye çalışmanın doğurduğu bir garabet. Okullarda Türkçe dersini kaldırsınlar, bakalım kaç kişi Türkçe öğrenmek için kursa gidecek?

  • Kürtçe

    30.12.2007 - 02:10

    “Göklerin ve yerin yaratılması ile DİLLERİNİZİN ve renklerinizin ayrı (farklı ve değişik) olması da, O’nun âyetlerindendir. Hiç şüphe yok ki bunda, bilenler için gerçekten âyetler vardır.” (30/Rûm, 22)

    Kürdçe: Bir kısım insanlar tarafından inkar edilen Allah'ın bir ayeti.

  • Kürtçenin ikinci resmi dil olması

    29.12.2007 - 23:10

    Bazı ülkede birden fazla resmi dil var. Ama zamanında Kürtçeyi kanunla ve anayasayla yasaklamış bir devletin Kürtçeye böyle bir itibar bahşedeceğini zannetmiyorum. Hala Kürtçenin de bir dil olduğunu kabul etmeyen kişiler var.

    Kürtler için en iyisi ve en gerçekçi olanı anadilleriyle eğitim görebilme haklarıdır. Bunun için mücadele etmeleri onların en doğal insani hakkıdır.

  • Kürt Edebiyatı

    29.12.2007 - 23:01

    Sözlü Gelenek Kürdlerde çok güçlüdür. Yazılı gelenek için ise size birkaç örnek vermek isterim. Bu örnekler Kürtçe yazanlar içindir. Ayrıca Kürt olup da Farsça ve Arapça eserler yazanlar vardır. Tıpkı Mevlana'nın Farça yazması gibi.

    Melayê Batê (1417-1491) İlk Kürdçe MEWLİD'in yazarıdır. Ayrıca birçok şiiri de vardır.

    Melayê Cizîrî (1570-1640) şiirlerini topladığı Divan'ı Molla Cami'nin divanına eşdeğerdir.

    Feqiyê Teyran (1590-1660) Ünlü Kürd şairlerindendir. Ey Avê Av, Şêxê Sen'an, Bersîsê 'A'bid, Hespê Reş, Sîseban, Xan Dimdim adlı eserleri meşhurdur.

    Ehmedê Xanî (1651-1707) En önemli Eseri MEM Û ZÎN'dir. Ayrıca Nubihara Biçukan, Akida İman adlı kitapları vardır. Divan'ı da vardır.

    Mela Xelilê Sêrtî: 'Nehcul Enam' adlı kürdçe şiir kitabı vardır.

    Not: Tarih boyunca ne Kürdler kendilerini Türk olarak gördü; ne de Türkler Kürdleri Türk olarak gördü; ama birbirlerini kardeş olarak gördüler. Kürdler de Türkdür ifadesi Kemalist ideolojinin bir dayatmasıdır ve bir modern çağ hurafesidir.

  • şeyh said isyanı

    29.12.2007 - 22:27

    Kemalistler, İngiliz ve Fransızların kendilerine verdiği desteği gizlemek için onun hareketini İngiliz destekli olark sumnmuşlardır. Ama bu konu da en ufak bir belge dahi yoktur.

    Kemalistler, kıyama karşı destek almak için dışarıya bu bir İRTİCA hareketidir derken; İçeriye bu bir KÜRTÇÜ harekettir demişlerdir.

    Gerçekte ise Kürt halkının, İslami bir kıyamıdır.

  • bediüzzaman said nursi

    25.12.2007 - 19:33

    Antoloji Bediüzzaman Grubu:

    http://gruplar.antoloji.com/bediuzzaman

    http://www.antoloji.com/grup/bediuzzaman

  • kürt

    25.12.2007 - 19:28

    Son asırda Türklerle beraber kurdukları devlette, azınlıklar kadar bile hak sahibi olamayan, zamanında dilleri yasaklanmış, halen de asimile edilmeye çalışılan, defalarca katliama uğramış, mensupları zindanlarda en ağır işkencelerden geçirilmiş, bereketli topraklarında fakirliğin ve yoksulluğun pençesine atılmış bir HALK.

    'Değerli; ama sahipsiz bir kavim'

  • bediüzzaman said nursi

    25.03.2004 - 14:06

    Gerçek bir kahraman...

    Bugün onu karamalaya kalkışanlar bilmeliler ki bunu onların Ataları bile yapmaya cesaret edememişti...

    Bütün mahkemelerden beraat etmesine rağmen Ömrünün yarısı zindanlarda geçti... Bz yine onun gibi diyelim:

    :::::: ZALİMLER İÇİN YAŞASIN CEHENNEM:::::::

  • şeyh ahmet yasin

    24.03.2004 - 18:32

    “Allah’ım! Ümmetin Suskunluğunu Sana Şikayet Ediyorum! ”

    Ben ki kocamış bir yaşlıyım. Kurumuş iki elim, ne kalem tutuyor ne de silah! Sesimle yeri inletecek güçte bir hatip de değilim! Ben ki saçları ağarmış, ömrünün son demlerinde, türlü hastalıkların yıktığı ve üzerinde zamanın belalarının estiği biriyim! Tek isteğim benim gibi, Müslümanların zaaf ve aczinden müteessir olanların yazmasıdır!

    Siz ey Müslümanlar! Suskun ve aciz, helak olmuş ölüler!

    Hâlâ kalpleriniz sızlamıyor mu, başımıza gelen bu acı felaketler karşısında? Bir halk yok mu? Hiç mi kimse yok, Allah için ve ümmetin namusu için kızacak? Şerefli direnişçilerken, bizleri katil teröristler olarak ilan edenlere karşı duracak!

    Bu ümmet utanmaz mı, şerefi çiğnenirken? Siyonist katilleri ve uluslararası işbirlikçilerini görmezden gelirken! Omuzlarımıza el verecek ve göz yaşlarımızı silecek bir bakış! Bu ümmetin kurumları, sivil güçleri, partileri, teşkilatları ve bariz şahsiyetleri, Allah için kızmaz mı! ? Tümü birden sokaklara dökülüp, bizim için dua etmeye; “Ey Rabbimiz! Gücümüzü topla, zaafımızı gider ve mümin kullarına yardım et! ” diye çağıramaz mı! ? Buna da mı gücünüz yetmiyor! ?

    Yakında bizim büyük ölümlerimizi duyacaksınız, o zaman alınlarımızda şu yazılacak: “Bizler direndik! İleri atıldık ve kaçmadık! ”

    Ve bizimle birlikte çocuklarımız, kadınlarımız, yaşlılarımız ve gençlerimiz ölecek! Onları, bu suspus ve bön ümmete yakıt yapacağız!

    Bizden, teslim olmamızı ve beyaz bayrak dikmemizi beklemeyin! Çünkü biz, bunu yapsak da öleceğimizi biliyoruz. Bırakın savaşçı onuruyla ölelim! Dilerseniz bizimle olun, elinizden geldiğince, öcümüzü sizden her biri boynuna taksın! Dilerseniz bize acıyarak ölümümüzü izleyin!

    Temennimiz, Allah’ın, emaneti savsaklayan herkesten kısas almasıdır!

    Umarız bizim aleyhimize olmazsınız! Allah aşkına, bari aleyhimize olmayın!

    Ey ümmetin liderleri, ey ümmetin halkları!

    “Allah’ım! Sana şikayette bulunuyorum… Sana şikayette bulunuyorum… Sana şikayette bulunuyorum… Gücümün azlığını, imkanımın yetersizliğini ve insanlara karşı zaafımı sana şikayet ediyorum… Sen mustazafların Rabbisin… Sen bizim Rabbimizsin… Bizi kime bırakıyorsun? … Bize cehennem olacak uzaklara mı? Veya düşmana mı?

    Allah’ım! Akıtılan kanlar, dokunulan ırzlar, çiğnenen hürmetler, yetim bırakılan çocuklar, oğlunu yitirmiş anneler, dul kalmış kadınlar, yıkılmış evler ve ifsad edilmiş ekinler aşkına sana şikayette bulunuyorum.

    Sana şikayette bulunuyorum! Gücümüz dağıldı… Birliğimiz bozuldu… Yollarımız ayrıldı… Halkımızın zaafını ve ümmetimizin bize yardım edip, düşmanı yenmedeki aczini sana şikayet ediyoruz…”

    ŞEYH AHMED YASİN
    (Haksöz Dergisi, sayı: 150-151)

  • şeyh ahmet yasin

    24.03.2004 - 18:26

    Abdülaziz Er-Rantisi:
    'Şeyh Yasin bir ulusun içinde adam, adamın içinde bir ulustu. Bu ulusun intikamı bu adamın boyutlarında olacaktır. Laf değil,icraat göreceksiniz'

  • bayhan gürhan

    28.01.2004 - 17:28

    BAYHAN'LAR VE BARIŞ'LAR

    Kar kalınlığının 50-70 cm’yi bulması demek, evde mahsur kalmak ve ev eğlenceliklerinden kam almak demek.

    Cuma günü, ikinci kez izleme fırsatı bulduğum Bayhan’ın Armağan Çağlayan’a verdiği cevap o kadar hoştu ki Clinton ve araba süren mü’min kadınlar konulu yazımı bilgisayarımın sarı klasörlerine havale edip Tarantino’nun filmlerine çok yakışacağını düşündüğüm Bayhan’ı yazmak istedim. Sahne şu: Çağlayan ‘O ayakkabıları hiçççç beğenmedim.’ diyor, Bayhan cevaplıyor: “Canın sağ olsun abi...”

    Bu diyalog birden başka bir yönetmeni daha hatırlattı bana. Radikal feministlerin çok sevdiği Marlen Gorris’i ve 70’lerde çektiği ‘Bir Sessizlik Sorgusu’nu. Film birbirini hiç tanımayan üç kadının butik sahibi bir erkeği öldürmeleri ve tutuklandıktan sonra farklı bir direniş biçimi geliştirerek, ‘eril’ dünyanın dilini kullanmayı reddetmeleri üzerine kuruluydu. Kadınlar kendilerini savunmuyorlar, doğal olarak mahkeme heyeti ve jüri sanık kadınlardan nefret ediyordu. Ancak mahkeme ilerledikçe salona alınan bir grup kadın da bu eyleme zımnen katıldılar, alkışlarla ve sözsüz ‘duruşlarla’... Gorris’in filmi sessiz ve uysal görünen bir kitlenin meşru kabul edilen üst dile eklenmemeyi reddetme vurgusu ile ilginçti.

    Pop Star ‘tezgahı’ sosyal katmanların temsil edildiği, kimi plastik çatışmaların dışında aslında derinden derine nelerin çatıştığını gösteren bir sosyoloji ve psikoloji laboratuvarına dönüştü epeydir. İki kategori, iki katman yarışıyor aslında: Bayhan’lar ve Barış’lar. Bayhan bir Hakan Taşıyan değil. Alt sınıftan, ağzı laf yapmayan, ama gerektiğinde İngilizce şarkı söyleyen, ‘aidiyet’ sorunu olmayan, üst dile eklemlenmeyi umursamadığını safiyane dehasıyla, bastıra bastıra vurgulayan bir melez. Barış da bir Erol Evgin değil. Şehirliliği, merkezin değerlerinin taşıyıcısı olmayı ‘bizler’ ‘onlar’ gibi hiç de şık olmayan sınıfsal sulara sürükleyen potansiyel kanaat önderi, bir cins Çelik. Barış da tıpkı Bayhan gibi bir ‘duruş’un sahibi: Bayhan’ların sahne alabildiği bir ortam için ‘bizim gibiler’ fazla iyidir duruşu. Lakin bunu çok ‘belli ettiği’ için oyun dışı kaldı, şimdi onun yerini doldurma işi diğer şehirli-cici çocuğun; ailenizin loli-pop’u, pastörize Tarkan Abidin’in. Tabii halkımız son bir manipülasyonla atağa geçip “Türk pop starı dediğin feleğin çemberinden geçmiş olmalı, arabesk bir yanı olmalı ama Batılılık ölçütlerinde formatlanabilecek kadar da ergonomik olmalı” deyip Firdevs’i taçlandırmazsa.

    Aslında Firdevs ile Bayhan arasında ‘acıların çocuğu’ olma bağlamında hiçbir fark yok; tek fark Firdevs’teki, her şeyi geride bırakmak, daha dantelalı, köpüklü, tüylü terlikli bir hayata; mutlu ve arabalı insanlara yol boyu eşlik edecek, onlara geçici ve gerekli acılar temin edecek bir müzik kariyerine atardamardan bağlanmak arzusu. Firdevs gibi pop star olmanın kendisini idealize eden biriyle; yani ayakkabısının hayati mesele olduğunu bilen biriyle, tahakküm ilişkisi kurmak kolay. Ama o dilin, o jargonun içinde olmayı iplememeyi ‘mesele’ yapan biriyle, ‘canın sağ olsun’ yani ‘söylediğini arkamı döndüğüm an unutacağım’ diyen biriyle aynı ilişkiyi kurabilmek güç. Jürinin Bayhan’dan etkilenmesinin de, gıcık kapmasının da nedeni bu. Bayhan, her yerde eğilip bükülmek zorunda kalan, ezilip horlanan sınıfı için dimdik bir ‘omurga’nın reklamını yapıyor. İlk elemelere kısa pantolonla gelmiş, çocuksu bir katil olan bu kenar-şehirli çocuğa her şey irtifa temin etti. Bir kötürüm için tekerlekli sandalye ne ise, ezilen sınıflar için o kadar elzem bir ihtiyaç: Bayhan duruşu, Bayhan bakışı. Anlamı şu: “Acının kalbinde piştim, sabrettim, dik durdum, yalnızca kaderime teslim oldum; sen de öyle yap güzel kardeşim; bak İngilizcesi de şu: Keep walking my friend.”

    NİHAL B. KARACA / ZAMAN / 27.01.2004

  • hz.muhammed

    20.12.2003 - 16:10

    Müjdecim, efendim, Peygamberim
    Sana uymayan ölçü hayat olsa teperim

    N. F. K.

  • kuran-ı kerim

    19.12.2003 - 11:45

    88. De ki: “Andolsun, insanlar ve cinler bu Kur’an’ın bir benzerini getirmek üzere toplansalar ve birbirlerine de destek olsalar, yine onun benzerini getiremezler.”

    89. Andolsun, biz bu Kur’an’da insanlara her türlü misali değişik şekillerde açıkladık. Yine de insanların çoğu ancak inkarda direttiler.

    90,91,92,93. Dediler ki: “Yerden bize bir pınar fışkırtmadıkça, yahut senin hurmalardan, üzümlerden oluşan bir bahçen olup, aralarından şarıl şarıl ırmaklar akıtmadıkça, yahut iddia ettiğin gibi, gökyüzünü üzerimize parça parça düşürmedikçe, yahut Allah’ı ve melekleri karşımıza getirmedikçe, yahut altından bir evin olmadıkça, ya da göğe çıkmadıkça sana asla inanmayacağız. Bize gökten okuyacağımız bir kitap indirmedikçe göğe çıktığına da inanacak değiliz.” De ki: “Rabbimi tenzih ederim. Ben ancak resul olarak gönderilen bir beşerim.”

    94. İnsanlara hidayet (Kur’an) geldikten sonra onların iman etmelerine ancak, “Allah bir beşeri mi peygamber olarak gönderdi? ” demeleri engel olmuştur.

    95. De ki: “Eğer yeryüzünde, (insanlar yerine) , yerleşip dolaşan melekler olsaydı, elbette onlara gökten bir melek peygamber indirirdik.”

    96. De ki: “Sizinle benim aramda şahit olarak Allah yeter. Çünkü O kullarından hakkıyla haberdardır, onları hakkıyla görendir.

    __________________İSRÂ SURESİ ________________________

  • şair

    19.12.2003 - 11:38

    224. Şairlere ise haddi aşan azgınlar uyarlar.

    225,226. Görmez misin ki onlar, her vadide şaşkın şaşkın dolaşırlar ve yapmadıkları şeyleri söylerler.

    227. Ancak iman edip salih amel işleyen, Allah’ı çok anan ve haksızlığa uğratıldıktan sonra öçlerini alanlar başka. Zulmedenler hangi akıbete uğrayacaklarını göreceklerdir

    ____________ Şuara (Şairler) Suresi_________________

  • hz.muhammed

    19.12.2003 - 11:29

    Ümmi biri nasıl Kur'an-ı Kerimi yazabilir ki; bu Allah'ın bir hikmetidir ki daha sonra gelebilecek iftiralara karşı peygamberi korumak içindir. Hz.Muhammed (s.a.v.) İslâm denilen ve Hz.Ademden başlayan Hz.Nuh, Hz.İbrahim,Hz.Davud,Hz.Musa ve Hz.İsa gibi peygamberlerinde devam ettirdiği dinin son ve en büyük peygamberidir. Kur'an-Kerimin ilahi bir kitap olduğu o kadar açıktır ki, keşke okusaydınız. Bu türlü iftiralar daha Hz.Peygamber döneminde dahi yapılmış ve bir ayet inmiştir, aklımda kaldığı kadarıyla mealen şöyle deniliyor: 'Kur'an'ı inkar edenler (insan eliyle yazıldığını iddia edenler) onun bir benzerini getirsinler bakalım'

  • saddam hüseyin

    16.12.2003 - 11:54

    Saddam’ın karakteri

    Yaklaşık 24 yıldır ülkesine kan kusturan, ülkesinin bugününü ve geleceğini mahveden, sonunda ülkesinin işgaline de yol açan Irak lideri Saddam Hüseyin kendi yolunun sonuna da çok acı, ibretli ve de haysiyetsiz bir tarzda ulaştı.

    Herkesin televizyonlardan Tikrit yakınlarındaki bir delikte nasıl, hangi şartlarda yakalandığını hemen hemen bütün ayrıntı ve görüntüleriyle artık gayet iyi bildiği gibi Saddam artık Amerikan ordusunun elinde bir savaş esiri olarak yargılanmayı bekliyor ve bu arada şüphesiz ciddi bir sorgulamadan da geçiyor.

    Yapılan bu sorgulamaların hepimizin kafasında bulunan Irak ve savaş ile ilgili birçok müphem, karanlık noktayı ne kadar aydınlatıp aydınlatamayacağını henüz bilmiyoruz; çünkü sorgulama sonuçlarının ne kadarının bizlere açıklanıp açıklanmayacağı belli değil. Ne var ki, buna rağmen son bir-iki gündür medyada ortaya çıkan bazı bilgi ve haberlerden bildiğimiz ama yüzde yüz emin olmadığımız bazı noktaları da şimdi oldukça emin bir şekilde öğrenmiş de oluyoruz.

    Bunlardan birisi mesela Irak’ın 1991 yılında Kuveyt’i neden işgali ile ilgili ve hâlâ bazı komplocu kafalar tarafından ısıtılıp ısıtılıp ortaya konan Amerika’nın Saddam’ı Kuveyt’in işgaline yeşil ışık yaktığı, yani teşvik ettiği yolundaki, temelsiz iddia. Bu iddia aradan 12 yıl geçmesine rağmen ve benim de bu köşede defalarca çürütmüş olmama rağmen bazı çevrelerde hâlâ canlı tutuluyor ve bu ve benzeri iddialar bu ülkedeki temelsiz, boş, gereksiz ve de anlamsız Amerikan düşmanlığı için sürekli malzeme olarak kullanılıyor.

    Saddam Hüseyin iktidardayken ve yakın adamları sürekli bu iddiayı yalanlarken bile bu mahut çevreler hep aynı teraneyi, aynı çürük iddiayı dillendirip duruyorlardı. Bakın şimdi Saddam Hüseyin yıllardır söylediği aynı şeyi söylüyor ve Kuveyt’i Irak’ın bir parçası, bir vilayeti olarak gördükleri için işgal ettiklerini söylüyor.

    Bunu da önceki gün şahitlerin huzurunda kendisini tutuklu bulunduğu yerde ziyaret eden ve kendisiyle konuşan Irak Geçici Hükümet Konseyi (IGHK) üyelerine söylüyor ve böylece yıllardır devam eden bir iddiaya da bizzat kendisi son noktayı koyuyor.

    Saddam Hüseyin IGHK üyeleri ile konuşurken başka tartışmalı konulara da açıklık getiriyor, mesela kitleler halinde öldürülüp toplu mezarlara gömülen Iraklıların ya savaştan kaçtıkları ya da hırsız oldukları için katledildiklerini açıkça söylerken ortaya karakterini de koyuyor.

    Saddam Hüseyin bu söz konusu konuşmalarda yaptıklarından pişman olmadığı, açıkça ifade ediyor, kendisinin adil ama sert bir lider olduğunu defalarca tekrarlıyor ve yaptıklarını kendisine göre bu çerçevede meşru göstermeye çalışıyor.

    Medyada ayrıntılarıyla çıkan bu konuşmalar şüphesiz eskiden beri bildiğimiz, farkında olduğumuz pek çok şeyi yeniden hatırlatıyor; özellikle de Saddam Hüseyin’in nasıl bir insan olduğunu, icraatlarına, cürümlerine damgasını vuran karakterini...

    Saddam Hüseyin acımasız, kültürsüz, bilgisiz, dünyadan haberi olmayan bir köylü diktatör, bir zalimdi; kendisinin yaptıklarını hep doğru, yerinde ve isabetli gören, kendisini beğenen, narsist bir karakterdeydi. Bu karakteriyle ülkesini, halkını felaketlere ve kaçınılabilecek bir işgale sürükledi ve sonunda Saddam Hüseyin’in karakteri kendisinin de sonunu getirdi...

    Saddam Hüseyin şimdi tutuklu ve çaresiz. Anlatacak pek çok şeyi var. Bunların ne kadarını öğreneceğiz, şimdiden söylemesi zor; ama bugün artık öğrendiklerimiz de pek çok şeyi açıklamak için yeter.

    Komplolar değil, karakterler önemlidir; çünkü gerçek olsalar bile komplolara yön veren karakterlerdir. Kısacası karakter esastır. Bunu da böyle bilelim...

    FİKRET ERTAN

  • saddam hüseyin

    15.12.2003 - 12:38

    Tek kurşun bile atmadan yakalandı

    Irak’ı 24 yıl boyunca demir yumrukla yöneten ve ülkesini üç büyük savaşa sürükleyen Saddam Hüseyin önceki gece doğduğu şehir olan Tikrit’te bir mahzende yakalandı. Irak televizyonu tarafından yayınlanan görüntülerde devrik lider, uzun sakallı, kirli ve dağınık saçlarıyla tanınmayacak haldeydi. Saddam Hüseyin’in kimliğinin teşhis edilmesine, 7 aydır tutuklu bulunan eski başbakan yardımcısı Tarık Aziz’in yardım ettiği bildirildi. ABD öncülüğündeki koalisyon güçlerinin 20 Mart’ta başlattığı operasyon sonrası 9 Nisan’da Saddam rejimi devrilmişti. Bu tarihten itibaren 66 yaşındaki Saddam Hüseyin ortadan kaybolmuş Amerikan yönetimi, yakalanması için başına 25 milyon dolar ödül koymuştu. Amerikalı bir yetkili, Saddam Hüseyin'in, yakın bir aile üyesinin verdiği bilgiler doğrultusunda yakalandığını açıkladı.

    ABD Başkanı George Bush, Saddam Hüseyin için yolun sonunun geldiğini belirtti. Bush, “Şimdi, Irak'ın eski diktatörü, milyonlara sağlamayı reddettiği adalet önüne çıkacak. Yakalanması, özgür Irak'ın ayağa kalkması için hayati önem taşıyor.” dedi. Ancak Bush itidali elden bırakmayarak, “Saddam'ın yakalanması şiddetin sonu demek değildir.’ şeklinde konuştu. Irak’ta artan direniş karşısında Bush gibi zor durumda kalan İngiltere Başbakanı Tony Blair de Saddam’ın yakalandığı yönündeki haberi memnuniyetle karşıladı.

    Irak’taki Amerikan güçlerinin komutanı General Ricardo Sanchez, Saddam Hüseyin’in yakalandığı sırada yanında 750 bin dolar, iki Kalaşnikof ve bir tabanca bulunduğunu bildirdi. Sanchez, Bağdat’ta düzenlediği basın toplantısında, Saddam’ın bir çiftlikteki iki metre derinliğinde bir çukurda yakalandığını söyledi. Sanchez, havalandırma sistemi bulunan çukurun girişinin tuğla ve çöplerle kamufle edildiğini ve çukurda sadece bir kişilik yer olduğunu belirtti. Sanchez, “Saddam Hüseyin yakalandıktan sonra gayet yapıcı işbirliği içinde oldu.” dedi.

    Amerikalı sivil yönetici Paul Bremer ise Saddam’ın yakalanmasının Irak tarihinde çok önemli bir gün olduğunu, Irak’taki kötü günlerin artık geride kaldığını dile getirdi.

    Dışişleri Bakanı Abdullah Gül de ‘Irak'ta, kaynaklarını kendi refahları için kullanacak demokratik bir devletin seçilmesi sürecinin artık süratle başlaması gerektiğini ve bu sürecin başladığını’ söyledi. Gül, Irak'ın Saddam rejiminden çok zarar gördüğünü, İran'la Kuveyt'le savaşıldığını, tüm halkın çok acı çektiğini kaydetti.

    Dünya kamuoyuna bomba gibi düşen Saddam’ın yakalanmasıyla ilgili olarak ilk haberler Irak Kürdistan Yurtseverler Birliği lideri Celal Talabani’nin, İran haber ajansı IRNA’ya verdiği ‘Saddam Hüseyin yakalandı.’ şeklindeki açıklamasıyla yansıdı. Daha sonra başta Iraklı liderler olmak üzere, koalisyon güçleri, Amerikan ve İngiliz yetkililer arka arkaya yakalanma haberini doğrulayan açıklamalar yaptı. Irak Ulusal Kongresi lideri ve Irak geçici hükümet konseyi üyesi Ahmed Çelebi, Hüseyin’in yakalanışı sırasında intihar etmek istemediğini söyledi. Çelebi, Saddam’ın direnmeden yakalandığını belirterek, ‘İntihar etmek isteseydi yeterince vakti vardı. Bunu yapmadı.’ dedi. Çelebi’nin sözcüsü Entifadh Kanbar ise Saddam’ın yakalanmamak için kendisini çamura gömdüğünü öne sürdü. Kanbar, Amerikan askerlerinin Saddam’ı bulunduğu çukurdan çıkarmak için kürek kullanmak zorunda kaldıklarını iddia etti. Talabani’nin sekreteri Haraz Şeyh Cengi de IKYB’li peşmergelerin daha önceden Saddam’ın yerini tespit ettiğini öne sürdü.

    ABD, Saddam’ın yakalanması için başına 25 milyon dolar ödül koymuştu. Saddam’ın oğulları Uday ve Kusay’ın başlarına da 15’er milyon dolar ödül konmuş ve kısa bir süre sonra, ikisi Musul’da ihbar üzerine giriştikleri çatışmada Amerikan askerleri tarafından öldürülmüştü. Saddam, ortadan kaybolduktan sonra tıpkı El Kaide lideri Usame bin Ladin gibi, Arap medyasına gönderdiği mesajlarla Amerika’yı tehdit eden açıklamalar yapmıştı.
    Dış Haberler Servisi (ZAMAN)

  • ismet özel

    01.12.2003 - 14:48

    İsmet Özel'in İslami kesimden ayrılmış olması, onun İslam'dan ayrılmış olduğunu göstermez. İsmet özel İslami kesimden (islamcılar) ayrılmasına sebep olarak onların fazlasıyla çıkarcı olmalarını gösteriyor. Bu tartışılabilir. Fakat İsmet Özel halâ Müslüman Dünya Görüşüne bağlı bir kimsedir. Bazılarının kendi kendilerine gelin-güvey olup söyledikleri gibi solculara falan da dönmemiştir. Zaten bütün bunları kendisi Zaman'da Nuriye Akman ile yapılmış söyleşide açıkça belirtiyor.

  • ismet özel

    01.10.2003 - 15:18

    Üstadımız Bediüzzaman'dan, vicdanımız İsmet Özel'e bir 'Aşk Ateşi' 'masal'ı (2)

    Üstad Bediüzzaman'ı, Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemi İslâmî düşünce 'geleneği'nin diğer düşünürlerden ayıran, farklı kılan en temel özelliği nedir? Rönesans ve Reformasyon'dan sonra, önce Batı Avrupa toplumlarına, sonra da bütün kürre-i arza sirâyet eden dünyanın en temel, yakıcı ve yıkıcı sorunlarının kökeninde paganizmin, dolayısıyla paganizmden neşet eden sekülarizmin yattığını gören bir mütefekkir ve âlim olması; o yüzden bütün düşüncesini, imân meselesi etrafında odaklayarak kurmasıdır.

    Başka bir deyişle, Bediüzzaman'ın çağının ruhunu çok iyi kavramış olması ve pagan Batılıların doymak bilmez iştihalarının ve sınır tanımaz azmanlıklarının ürünü olan sömürünün, haksızlıkların, hukuksuzlukların, insana, tabiâta ve Yaratıcı'ya karşı işlenen cinayetlerin üstesinden kalıcı şekillerde nasıl gelinebileceğinin sırlarının İslâm'ın imân, vicdan ve hakîkat tasavvurunda gizli olduğunu görmüş olması ve bütün mesâisini, gece gündüz demeden, tüm zorluklara göğüs gererek imân hakîkatlerini tasvir, tarif, tahlil ve teklif etmeye teksif etmesidir.

    İliklerimize kadar sirayet eden özgüvensizlik sorunu ve yenilgi psikolojisi, Müslüman toplumların bütün kesimlerini ve bireylerini oraya buraya savuran şüphe bataklığına garketmiştir. Bu şüphe illetinden İslâm'la ilişkileri en muhkem olan kesimler de nasiplerini almıştır. Bediüzzaman'ın iman hakîkatleri üzerinde yoğunlaşmasının nedenleri burada gizli işte. Bu şüphe meselesi konusunda Sezai Karakoç'un ve Nurettin Topçu'nun da çarpıcı ve sarsıcı tespitleri var. Bu meseleyi ilerde bahis mevzuu edeceğim.

    İsmet Özel'in hakîkatle kurduğu ilişkinin muhkemliğine şahit olan biri olduğum için, İsmet Özel'in tavırları, üslûbu âilemle, çocuklarımla ilişkilerimi etkileyecek kadar derinden üzdü beni: Onların hakları geçti bana.

    Usûl meselesiyle asıl meselesinin birbirinden ayrılamayacağının bilincindeyim; bunu daha önce de yazmıştım. Ancak İsmet Özel ne kadar tedirgin edici bir üslup kullanırsa kullansın ben 'konuşan'a değil', Konuşturan'a ve konuşulan'a, yani zarfa değil, mazrufa bakmalıyım diye düşündüm hep.

    Ben, İsmet Özel'den çokça istifade ettim. Allah ondan râzı olsun. Ama bütün zamanların çocuğu olabilecek ve bütün zamanları çocuğu kılabilecek kadar geniş ve derûnî sahanlıklara, okyanuslara ve zamanlara açılabilen ve hakîkatin gücünü tespit ve ispat etmek için bütün zamanları seferber edebilen tek mütefekkir olarak gördüğüm için üstad Sezai Karakoç'a kendimi daha yakın hisseden ve onu üstadım olarak gören biriyim. Ancak bu durum, benim İsmet Özel'e 'sahiplenme' çabamı aslâ engellemedi. Aksine İsmet Özel'i üstadı olarak gören bir kardeşimden daha fazla İsmet Özel'i önemsemeye ve sahiplenmeye icbar etti.

    Dikkat ederseniz, burada -çok özür dileyerek- çok esaslı bir şey söylemeye çalışıyorum: Bu ülkede bir şeyler söyleyecek ve yapacaksak, bunu, gettolarımıza hapsolduğumuz sürece, aslâ başaramayacağımızı ve beceremeyeceğimizi düşünüyorum. Yapılması gereken ama nedense bugüne kadar yapılmayan şey, önce hakîkat sarayı'na su taşıyan, taş taşıyan, harç taşıyan ve karan son dönemin İslâmî düşünce geleneğinin düşünürlerine de, ardından 150 yıllık ve nihâyet 1400 yıllık birikime de egolarımızı, meşreplerimizi, hiziplerimizi aşabilme iradesi göstererek sahip çıkabilmek, o muhteşem sarayın bahçesine bir ağaç dikebilmek, o bahçedeki gülleri herkesin koklayabilmesine zemin hazırlayabilecek koridorlar açabilmek, böylesi bir tevazuya, alçakgönüllülüğe, kadirşinaslığa, hakbilirliğe, zora talip olmaya kendimizi hazır hale getirebilmek. Asıl yakıcı meselemiz bu.

    Eğer biz bütün müminler olarak önce kendi aramızda hakîkat sohbetini canlı tutabilir ve ardından da bütün İslâm diyarlarındaki ve tarihindeki hakîkat sohbetleriyle irtibat ve temas kurabilirsek, işte ancak o zaman, sadece bu ülkede değil, bütün dünyada hakîkat aşkının ateşini daha muhkem ve sarsılmaz bir şekilde yakabiliriz. Hakîkati, gettolarımıza, kliklerimize, hiziplerimize, üstadlarımıza kilitlediğimiz sürece üzerimizdeki atalet zincirini aslâ atamaz, Allah'ın rahmet, yardım ve inâyetine aslâ mazhar olamaz; dolayısıyla müşterek ve muhteşem bir hakîkat şarkısı besteleyemeyiz.

    Ben İsmet Özel özelinden ve üzerinden Allah'ın rahmet sıfatının tecellî etmesine imkân tanıyabilecek bir yer / mekân / koridor açabilmek gibi esaslı bir şey yapmaya çalışıyorum. Kimim ki ben böylesine esaslı bir şeye soyunuyorum? Mümin olduğunun şuuruna ve farkına varmış, bütün müminlerin dertlerini dert edinmek gibi bir ahlâkı, bir hassasiyeti veya sevgili Dücane Cündioğlu kardeşimin o enfes tahliliyle önerdiği hakîkate sahip çıkabilme husûsiyetini hatırlatmaya çaba gösteren âciz, sıradan, basit bir insanım. Bütün samimiyetimle, saflığımla ve açıkyürekliliğimle söylüyorum bunu.

    İsmet Özel'deki o aşk ateşinin derinliğini, sarsıcılığını görmüş biriyim ben. İsmet Özel'deki bu hakîkat aşkı ateşini Hz. Ömer tavrına benzetirim hep. Bu tavır, İsmet Özel'de, onun 'hareketlerine', üslubuna özen göstermesini engelleyecek kadar yakıcı bir şekilde tezahür ediyor. Dediğim gibi sıradan bir müslüman olarak onun 'patavatsız' üslûbu beni de fena halde üzdü. Ama onun HAKÎKATLE KURDUĞUMUZ İLİŞKİNİN DOLAYSIZ DEĞİL, DOLAYLI BİR İLİŞKİ olduğundan ısrarla sözetmesi ve buna isyân etmesi, bizim onu yok saymamıza değil, ona kulak kabartmamıza yetebilmeliydi.

    Sezai Karakoç, Cemel ve Sıffîn vakalarını tahlil ederken son derece enfes bir şey söyler. Der ki üstad: Bu hâdiseler, hakîkatle yüzleşen sahabenin hakîkate vâsıl olma aşkının ve hakÎkati kaybetme 'korku'sunun verdiği bir ateşin ürünüdür. İşte İsmet Özel de hakkı tutup kaldıran bir milletin çocuklarının hakîkatle kurdukları ilişkinin dolaysız değil, dolaylı bir ilişki olmasına isyan etmiştir. Bu, muhteşem bir isyandır. İsmet Özel, kendisini yıpratacağını bile bile bu isyana soyunmaktan çekinmemiştir.

    İsmet Özel'deki iman ve vicdanın sarsıcılığı, muhkemliği, sukatılmamışlığı onda aslında asâlet olarak vücut bulan şeyi kibir şeklinde tezahür ettirmiştir. İsmet Özel, aslında egosunu bu kadar öne çıkarmakla, aynı zamanda, nefsini ayaklar altına alma iradesi de göstermiş olmaktadır.

    İsmet Özel'in yaptığı ve onu 'kurtaracak' şeyi Bediüzzaman'ın şu tespitiyle açıklayabiliriz: 'Kahramancasına bir metanet ve kuvvet-i iman ve dikkat-i nazar lazımdır ki, kendisini [kişiyi, mümini] kurtarsın.'

    Öte yandan, bundan sonra İsmet Özel'in yapması gereken şeyi, haddimi aşarak ama bir kardeşi olarak yine Bediüzzaman'ı konuşturarak hatırlatayım: 'Sende, senin nefsine olan şedid muhabbetin O'nun [Allah'ın] Zâtına karşı muhabbet-i zâtiyedir ki, sen sû-i istimal edip zâtına sarfediyorsun. Öyle ise, nefsindeki ene'yi [ben'i] yırt, hüve'yi [O'nu, yani Allahu Azimüşşânı] göster.'

    Pazartesi günü de devam ediyoruz bu 'aşk ateşi' 'masal'ına...

    Yusuf KAPLAN (Yeni Şafak)

  • ismet özel

    22.09.2003 - 13:44

    Üstadımız Bediüzzaman'dan, vicdanımız İsmet Özel'e bir 'Aşk Ateşi 'masal'ı (1)

    Bizim Medeniyet Tasavvuru Okulu'nun 'enfante terrible' ('harika çocuk') larından olan ve şimdilerde çağımızın en büyük düşünürlerinden Habermas'a öğrencilik yapan (!) Emrullah Gökhan kardeşimden bir 'haber'le yazıya giriş yapayım: Emrullah, Nuriye Akman'ın İsmet Özel'le yaptığı o 'dehşetengiz' konuşmayı Habermas'a çevirmiş; Habermas şöyle bir yorum yapmış: 'Anlaşılan o ki, Türkler, İsmet Özel'i anlayabilecek bir millet değil. Ama İsmet Özel de milletinin anlayabileceği bir dil kurabilmekten çok uzak.'
    Bu 'haber'den sonra şunu söylüyorum: Vicdanımızı 'sızlatıyor' (!) olabilir ama İsmet Özel vicdanımız bizim. Fakat sadece İsmet Özel değil: Bediüzzaman da, Necip Fazıl da, Sezai Karakoç da, Nurettin Topçu da, Cemil Meriç de, Nuri Pakdil de, Rasim Özdenören de vicdanımız aynı zamanda. Vicdanımız yani 'gözümüz', 'kulağımız', 'kalbimiz', 'aklımız' ve 'sesimiz'. Zihin dünyamızı (elbette ki sadece zihin dünyamızı değil) 'aşk ateşi' ve hakîkat ışığıyla aydınlatan yıldızlarımız.
    Eğer bu yıldızlarımız var/olmamış olsaydı, bugün biz belki de 'burada' var/olamayacak; nasıl bir 'yola çıkmaya hüküm giydiğimizi' bilemeyecek, hakîkatle buluşma noktasına ulaşamayacak, pergelimizi büsbütün şaşırmış olacaktık.
    Hakîkat, elbette ki kişilerle kâim değil; ama kıyam ve hakîkat bahçesine ikamet, önce ferden ferdâ, sonra da fevc fevc vücut bulabilir ancak. Unutmayalım ki, önce Fahr-i Kâinat Efendimiz hakîkat sarayının yemişlerinin yetiştirildiği ve devşirildiği aşk bahçesinin tohumunu ekmiş, sonra da ashabını, bütün ins-ü-cinni o bahçeye 'ikâmet'e davet etmişti.
    O yüzden ben zihin dünyamızın bu müstesnâ yıldızlarının yaktıkları aşk ateşinin ve hakîkat ışığının söndürülmesine aslâ göz yumamayacağımızı ve tahammül edemeyeceğimizi düşünüyorum. Çünkü hakîkat kıvılcımı çakılmış, aşk ateşi yakılmış, 'uzun yola çıkılmaya hüküm giyilmiştir' artık.
    Ancak yakıcı bir sorunla karşı karşıyayız: Aşk / Hakîkat Sarayımızı inşa etmeye koyulan bu hakîkat yıldızlarımızın bugüne kadar yalnızca kendi etraflarını aydınlatmakla yetindiklerini ama elbirliği, gönül birliği ve yürek birliği ederek birbirlerine ışık saçma, birbirlerinin ışığından güç devşirme eylemine henüz ve hâlâ soyunamadıklarını görüyoruz. İsmet Özel'e derhal 'sahiplenmeleri' gerekip de, sahiplenme gücü bulamayan yazarlarımızın hâlâ yazmaya devam edebiliyor olmalarındaki şaşırtıcılık ve tuhaflık; sergiledikleri 'sessizlik' ve 'kayıtsızlık'ın nedenleri kanımca burada gizli.
    Eğer İsmet Özel, Sezai Karakoç'a, Bediüzaman'a ve diğerlerine mevtâ muamelesi yapılıyor olmasına isyân edebilmiş olsaydı, İsmet Özel kesinlikle sahiplenilecekti. Öte yandan biz de, İsmet Özel'in hakîkat ateşinden neşet eden 'çığlığı'na kulak kabartacağımıza, İsmet Özel'i daha da zor durumlara düşmekten alıkoyacak basîret ve ferâset kılcımızı kuşanamadık. Meselâ sevgili Mustafa İslâmoğlu bu gazetede müstear ismiyle yazdığı üç İsmet Özel yazısında İsmet Özel'in yapıp ettiklerini, kaygılarını sanki bilmiyormuşçasına, onları ıskalayarak İsmet Özel'in 'çığlığı'nı 'acı', 'acınacak' ve 'acınası' sözcükleriyle özetleyen o talihsiz yazıları yazdı ve İsmet Özel'i mahkûm etme yanlışlığına düşmekten kendisini kurtaramadı.
    Evet, İsmet Özel'in üslûbu kesinlikle yanlıştı. Ama her ne sûretle olursa olsun, söylediklerinin çoğu, söylenemeyen ama mutlaka söylenmesi gereken yakıcı gerçeklerdi; o yüzden üslup meselesi aslî değil, arızî bir mesele olarak görülebilmeliydi. Zira İsmet Özel, çok esaslı bir şeye dikkat çekiyordu: Hakîkatle ilişkimizin dolaylılığından, hakîkate karşı kayıtsızlığımızdan, hakîkati bozuk para gibi harcama şaşkınlığımızın yanlışlığından sözediyordu ve bu duruma isyan ediyordu. Bu acınacak bir durum değil, alkışlanacak bir tavırdı.
    Bu nedenle, İsmet Özel'e 'sahiplenilmesi' gerekiyor. Ama sadece İsmet Özel'e değil; hakikat ışığıyla aydınlatılan o aşk sarayının mimarları olan TÜM DİĞER HAKÎKAT ÖNCÜLERİNE DE.
    Bu mesele, bence, İslâmî düşünce, söylem veya hareketin Türkiye'deki en yakıcı ve yıkıcı sorunlarından biri olduğu için bu mesele üzerinde özenle ve hassasiyetle durulması gerektiğini düşünüyorum: Eğer hakîkat sarayının mimarları veya yıldızları, bugüne kadar birbirlerine, birbirlerinin söylediklerine sahiplenebilmiş olsalardı, şu ân biz bu noktada olmaz, kendimizi 'atalet zindanı'na hapsetmemiş olur, daha muhkem ve muhteşem bir hakîkat sarayı inşası çabasına müştereken iştirâk etme alçakgönüllüğü gösterebilirdik. Bu milletin, kişisel saraylara değil, sarsılmaz ve muhkem bir Hakîkat Sarayı'na ihtiyacı var. Onun için de, önce hakîkate şeksiz şüphesiz sahip çıkabilme iradesine sahip olabilmek, sonra da hakîkat öncülerine ve erlerine, egolarımızı kontrol altına alma erdemi göstererek sahiplenebilmek zorundayız. Bediüzzaman'ın deyişiyle, ATALET ZİNDANInın zincirlerini ancak o zaman kırabilir ve Allah'ın HİMMETine ancak o zaman MÜSTEHAK olabiliriz.
    O hâlde bütün mesele, hakîkate 'sahip olmak', 'sahip çıkmak' ve 'sahiplenmek' şuuruna vâkıf ve vâsıl olabilmekte düğümleniyor.
    Daha önce de dikkat çekmiştim: 'Sahip' kelimesi, 'sohbet etmek', 'ashab (dost) olmak', 'musahabe etmek' eylemlerini içeren, icbar ve icap ettiren, anlam dünyası son derece engin ve zengin bir kelime. Eğer birbirimizle dost olamıyorsak, kendi aramızda o hakîkat aşkıyla ve ışığıyla kuşanarak sohbet edemiyor, insanla, kâinât'la, tabiat'la ve Rabbimiz'le kopmaz bir rabıta kuran ve kurduran bir sohbeti canlı tutamıyorsak, hakîkate de, hakîkatin mimarlarına veya yıldızlarına da sahip çıkamayacağımızı, sahiplenemeyeceğimizi, bizi zifiri karanlıklara garkeden atalet zindanından zihnimizi, ruhumuzu ve bedenimizi aslâ kurtaramayacağımızı ve hakîkat sarayına hicret edebilme iradesi geliştiremeyeceğimizi iyi bilelim, derim.
    Yazının bundan sonraki bölümünde bugüne kadar pek yapılmamış bir şeyi yapmaya soyunacağım: İsmet Özel'e, dolayısıyla söylediklerine sahiplenmenin ne demek olduğunu Bediüzzaman'a sahiplenerek, onun söylediklerinden yola çıkarak göstermeye, dolayısıyla HAKÎKAT SARAYI'NIN ANCAK MÜŞTEREK BİR SOHBETE İŞTİRK EDEBİLDİĞİMİZ ORANDA, ÖLÇÜDE VE SÜRECE MUHKEM BİR ŞEKİLDE İNŞA EDİLEBİLECEĞİNİ kanıtlamaya çalışacağım.
    Çarşamba günkü yazıda, bugüne kadar ıskaladığımız, sahiplenemediğimiz, dost olamadığımız üstad Bediüzzaman'ın, aynı anda nasıl hem enfes bir atalet fenomolojisi, epistemolojisi ve ontolojisi yaptığını, hem de geliştirdiğini göreceğiz. Ve böylelikle Bediüzzaman'la giriştiğim sohbetle atalet tasavvurundan, iman, mümin, vicdan ve hakîkat tasavvuruna kadar uzayıp gidecek bir yolculuğa çıkacağız... İşte o zaman hakîkat'e ve hakîkat sarayının mimarlarına veya yıldızlarına sahip çıkmanın ne demek olduğunu daha iyi kavrayabileceğimizi umuyorum..

    Yusuf KAPLAN (Yeni Şafak)

  • ismet özel

    07.08.2003 - 14:43

    ... ve böylece İsmet Özel, Cuma Mektuplarından sonra gazete yazılarına da son noktayı koydu.

Toplam 102 mesaj bulundu