Tenin tarçın kokardı saçların deniz Günaşırı gül getiren o kız sen miydin
Bu kentin sana ait bir yüzü vardı Çekilmiş sıkıntının kale kapılarına şimdi Kırık bir aynanın çizgilerinde başka birisin Rüzgârsız kalmış saçlarınla sağır ve dilsiz Çıkmaz sokaklar çoğaltıyor gibisin
Bahar demiştim adına tomrucuk dondu kaldı Ne kadar tanır bizi kaç kez yaşanır bir anı Bu öyküde ayrıntılara yer yok Yoruldum alıntı ayıklamaktan Hicazların da artık hükmü kalmadı
Şimdi o uçurumları nereye koyduysan bul
Aşkımıza zeyl olsun Yeniden oku ve yak mektuplarımı
A.Hicri İzgören -Yağmursuz-
Bu akşam ruhuma uygun, mavi taftadan bir tuvalet giydim, Aylâ Abla Sen de artık bir irmik helvası yaparsın irmikler pembeleşince (Sen de pembeleşirsin) irmikler tane tane olunca (Sen de dağılırsın köşe bucağa)
Anlatacaklarını en rüküş kalbinle Anlat Aylâ Abla Ben de göğsüme kırmızı bir gül takarım. Kaç zamandan beri saate bakıp bakıp saçlarını tarıyorsun Kaç zamandır şu hayata bir oldu bitti gözüyle bakıyorsun. Sanki aynalar sarkıyor bu kış yine gözlerinden Artık eve meyve de almıyorsun Pembe kristal bir likör takımı gibi Altı kadehinden birini hep boş tutuyorsun Sen sanki bir denizin dibinde bir balıkla öpüşüyorsun Aylâ Abla. Hep bir mucizenin alt katında yaşıyorsun. Keşke yağmura biraz daha yakın dursan Kedilerin gıdılarına dokunsan Keşke biraz illegal olsan Aylâ Abla.
Hayatıma kâkül kessem, cinayetler işlesem bana yakışır mı Aylâ Abla?
Didem Madak -Grapon Kâğıtları-
Sana bir boyun atkısı gerek. Çünkü kış geldi. Ve sular bir uzun geçmişe hazırlanır. Nerdeyse. Bir çocuk ölür. Bir kadın hastalanır. Odalar bulutlanır. Su içmekten. Uzak. Bir köfte kokusundan İnsan uzak bir memleket havasından. Belli belirsiz bir şeylerden utanır. Yapışkan ve dayanıksız bir vidanın eşliğinde Gece. Hatırlarız bir günlerde üşümediklerimizi. Üşümeyeceklerimizi.
Kimilerine bir şarkı gibi gelir bütün bunlar. Oysa. Bir kez daha söylüyorum üstümüze yağanları. Uzuneski. Olumsuz. Güneşlere aykırı. Haziran mintanları. Kopkoyu kent garları. Alınıp götürülenler. Yerlerine konanlar. Anladığımız ve. Şaştığımız kalabalıklar. Bir korku aşka benzer yalınlığı. Bir korku. Kuduz korkusu gibi sudan. Bir korku. Semercilerin. Bakırcıların. Nalbantların. Arzuhalcilerin. Kantarcıların ve demircilerin ve çilingirlerin. Parmakçıların dinsizlik korkusu. Takunyecilerin. Bir odada kalanların ölüm korkusu. Bileycilerin, bezzazların ve ölü yıkayıcıların. Ve pazarcıların. Gökyüzü korkusu. Bütün garipliğiyle esnaf çarşılarının ve uygunluğuyla ve yenilmişliğiyle bir sancı gibi dolanır içimizi. Yarı aç yarı tok dolaştığımız bir Ankara’da Bir haşhaş gibi sanki. Bir acı su. Bir yağmur cömertliğiyle Anadolu’dan dolaşır içimizi. Onların akşamları.
Yaralı olmak yerinde olmamak uzun gecikmesi son kesinliğin bir sabah biliyoruz elbet neyi bölüştüğümüzü göz göze bakışınca. Biliyoruz neyi bölüştüğümüzü. Konuşmasak da
Şimdi tutalım bu diriliği artık. Zamanıdır. Zamanıdır. Neredeyse kar başlar. Küçük kuşlar ölür. Semerciler ve dilsizler ölür. Seninle ben kalırız. Yeni bir yaşamaya. Gökler ve kentler ufalır. Seninle ben kalırız. O şarkı sanılanlar bir kavga halini alır. Neredeyse kar başlar. Birini düşünür gibi oluruz. Biliyorum Ellerin de üşür. Biliyorum ama Isıtabilirsin onları. O ateşte. Hazırsın da. Biliyorum. Ama sana bir boyun atkısı gerek. Kış geldi.”
Turgut Uyar -Her Pazartesi-
-Bazen hiç gelmeyecek biri de beklenir; o bir düştür yazgına, soluğuna eklenir…-
Geçtiğim yerlerde büyük yangınlar vardı. Bu yüzden bu hayat bana küllerden emanet kaldı.
Hep iflah olmaz bir beddua gibi yaşadım. Hiçbir düş ömrüme denk düşmedi. Şimdi hiçbir ağıt yokluğuna denk değil. Denizi özleyen bir kumsal gibi hasretim sana.
Kal dersen kalırım. Git dersen yine kalırım… Kalırım sana her zaman. Birak taşısın ikimizi kalbimdeki bu liman.
Sen, uzak bir liman şehrinde kalan sesim ve hiçbir rüzgârın boğmaya yetmeyeceği nefesimsin. Ben senin uzak, ıssız gemilerinim. Ben senin anlamın, ben senin şiirinim.
Hep iflah olmaz bir beddua gibi yaşadım. Hiçbir düş ömrüme denk düşmedi. Şimdi hiçbir ağıt yokluğuna denk değil.
Sonra kaldım yokluğuna üstelik erken; günler biten aşklar gibi can çekişip geçerken.
Geçtiğim yerlerde büyük yangınlar vardı. Bu yüzden bu hayat bana küllerden emanet kaldı. Şimdi sen düşümü de öksüz bıraktım. “Düştü tetiği yüreğimin yığıldım kaldım.”
Herkes kendine gider bir gelen olmayınca; ömür bir nefeste yiter gönül tutunmayınca…
Yılmaz Odabaşı -Bana Yasak Sözler Söyle-
MIZIKACI ÇOCUK
Boynuna o yeşil fuları sarma çocuk Gece trenlerine binme kaybolursun, Sokaklarda mızıka çalma çocuk, vurulursun.
Korkusu kalmış içimizde terkedilmiş çocukların, Yitik yüzlü fotoğraflar duruyor siyah-beyaz. Kırık bir vazo masanın ortasında, Yıkık dökük odada, Susuz ve çiçeksiz..
Tasını tarağını toplayıp gidiyor gökyüzü tepemiz...den, Korkusunu bırakıyor içimize, Karanlığını. Yalnızlık gibi bir şey düşüveriyor yüreğimizden, Korkusu kalıyor içimizde, Susuzluğu.. Ne vakit kalırsa insan korkusuyla bir başına Ve yalnızlığı çığ gibi büyüyorsa, Sabahları erken kalkmalı daima, Traş olmalı, Saçını sakalını taramalı Ve en güzel giysilerle çıkmalı sokağa Ki gün doğmuyorsa bir daha Ve inancın kefesi bundan yanaysa Ve artık ölümse korkunun soğuk adı, Düşüvermişse yüreğimize, Yapacak bir şey kalmamıştır, Mutluluk adına...
Tenin tarçın kokardı saçların deniz
Günaşırı gül getiren o kız sen miydin
Bu kentin sana ait bir yüzü vardı
Çekilmiş sıkıntının kale kapılarına şimdi
Kırık bir aynanın çizgilerinde başka birisin
Rüzgârsız kalmış saçlarınla sağır ve dilsiz
Çıkmaz sokaklar çoğaltıyor gibisin
Bahar demiştim adına tomrucuk dondu kaldı
Ne kadar tanır bizi kaç kez yaşanır bir anı
Bu öyküde ayrıntılara yer yok
Yoruldum alıntı ayıklamaktan
Hicazların da artık hükmü kalmadı
Şimdi o uçurumları nereye koyduysan bul
Aşkımıza zeyl olsun
Yeniden oku ve yak mektuplarımı
A.Hicri İzgören
-Yağmursuz-
Bu akşam ruhuma uygun, mavi
taftadan bir tuvalet giydim, Aylâ Abla
Sen de artık bir irmik helvası yaparsın
irmikler pembeleşince
(Sen de pembeleşirsin)
irmikler tane tane olunca
(Sen de dağılırsın köşe bucağa)
Anlatacaklarını en rüküş kalbinle
Anlat Aylâ Abla
Ben de göğsüme kırmızı bir gül takarım.
Kaç zamandan beri saate bakıp bakıp
saçlarını tarıyorsun
Kaç zamandır şu hayata
bir oldu bitti gözüyle bakıyorsun.
Sanki aynalar sarkıyor
bu kış yine gözlerinden
Artık eve meyve de almıyorsun
Pembe kristal bir likör takımı gibi
Altı kadehinden birini hep boş tutuyorsun
Sen sanki bir denizin dibinde
bir balıkla öpüşüyorsun Aylâ Abla.
Hep bir mucizenin alt katında yaşıyorsun.
Keşke yağmura biraz daha yakın dursan
Kedilerin gıdılarına dokunsan
Keşke biraz illegal olsan Aylâ Abla.
Hayatıma kâkül kessem, cinayetler işlesem
bana yakışır mı Aylâ Abla?
Didem Madak
-Grapon Kâğıtları-
Sana bir boyun atkısı gerek. Çünkü kış geldi.
Ve sular bir uzun geçmişe hazırlanır. Nerdeyse.
Bir çocuk ölür. Bir kadın hastalanır. Odalar
bulutlanır.
Su içmekten. Uzak. Bir köfte kokusundan
İnsan
uzak
bir memleket havasından.
Belli belirsiz bir şeylerden utanır.
Yapışkan ve dayanıksız bir vidanın eşliğinde
Gece.
Hatırlarız bir günlerde üşümediklerimizi.
Üşümeyeceklerimizi.
Kimilerine bir şarkı gibi gelir bütün bunlar. Oysa.
Bir kez daha söylüyorum üstümüze yağanları.
Uzuneski.
Olumsuz. Güneşlere aykırı.
Haziran mintanları. Kopkoyu kent garları.
Alınıp götürülenler. Yerlerine konanlar.
Anladığımız ve.
Şaştığımız kalabalıklar. Bir korku
aşka benzer yalınlığı. Bir korku.
Kuduz korkusu gibi sudan.
Bir korku.
Semercilerin. Bakırcıların. Nalbantların. Arzuhalcilerin.
Kantarcıların ve demircilerin ve çilingirlerin.
Parmakçıların dinsizlik korkusu. Takunyecilerin.
Bir odada kalanların ölüm korkusu.
Bileycilerin, bezzazların ve ölü yıkayıcıların.
Ve pazarcıların. Gökyüzü korkusu.
Bütün garipliğiyle esnaf çarşılarının
ve uygunluğuyla ve yenilmişliğiyle
bir sancı gibi dolanır içimizi.
Yarı aç yarı tok dolaştığımız bir Ankara’da
Bir haşhaş gibi sanki. Bir acı su.
Bir yağmur cömertliğiyle Anadolu’dan
dolaşır içimizi.
Onların akşamları.
Yaralı olmak
yerinde olmamak
uzun gecikmesi son kesinliğin
bir sabah biliyoruz elbet neyi bölüştüğümüzü
göz göze
bakışınca. Biliyoruz
neyi bölüştüğümüzü.
Konuşmasak da
Şimdi tutalım bu diriliği artık. Zamanıdır.
Zamanıdır. Neredeyse kar başlar. Küçük kuşlar ölür.
Semerciler ve dilsizler ölür.
Seninle ben kalırız. Yeni bir yaşamaya.
Gökler ve kentler ufalır. Seninle ben kalırız.
O şarkı sanılanlar bir kavga halini alır.
Neredeyse kar başlar.
Birini düşünür gibi oluruz. Biliyorum
Ellerin de üşür. Biliyorum ama
Isıtabilirsin onları. O ateşte.
Hazırsın da. Biliyorum. Ama
sana bir boyun atkısı gerek. Kış geldi.”
Turgut Uyar
-Her Pazartesi-
-Bazen hiç gelmeyecek biri de beklenir;
o bir düştür yazgına, soluğuna eklenir…-
Geçtiğim yerlerde büyük yangınlar vardı.
Bu yüzden bu hayat bana küllerden emanet kaldı.
Hep iflah olmaz bir beddua gibi yaşadım.
Hiçbir düş ömrüme denk düşmedi.
Şimdi hiçbir ağıt yokluğuna denk değil.
Denizi özleyen bir kumsal gibi hasretim sana.
Kal dersen kalırım. Git dersen
yine kalırım… Kalırım sana her zaman.
Birak taşısın ikimizi kalbimdeki bu liman.
Sen, uzak bir liman şehrinde kalan sesim
ve hiçbir rüzgârın boğmaya yetmeyeceği
nefesimsin. Ben senin uzak, ıssız gemilerinim.
Ben senin anlamın, ben senin şiirinim.
Hep iflah olmaz bir beddua gibi yaşadım.
Hiçbir düş ömrüme denk düşmedi.
Şimdi hiçbir ağıt yokluğuna denk değil.
Sonra kaldım yokluğuna üstelik erken;
günler biten aşklar gibi can çekişip geçerken.
Geçtiğim yerlerde büyük yangınlar vardı.
Bu yüzden bu hayat bana küllerden emanet kaldı.
Şimdi sen düşümü de öksüz bıraktım.
“Düştü tetiği yüreğimin yığıldım kaldım.”
Herkes kendine gider bir gelen olmayınca;
ömür bir nefeste yiter gönül tutunmayınca…
Yılmaz Odabaşı
-Bana Yasak Sözler Söyle-
MIZIKACI ÇOCUK
Boynuna o yeşil fuları sarma çocuk
Gece trenlerine binme kaybolursun,
Sokaklarda mızıka çalma çocuk, vurulursun.
Korkusu kalmış içimizde terkedilmiş çocukların,
Yitik yüzlü fotoğraflar duruyor siyah-beyaz.
Kırık bir vazo masanın ortasında,
Yıkık dökük odada,
Susuz ve çiçeksiz..
Tasını tarağını toplayıp gidiyor gökyüzü tepemiz...den,
Korkusunu bırakıyor içimize,
Karanlığını.
Yalnızlık gibi bir şey düşüveriyor yüreğimizden,
Korkusu kalıyor içimizde,
Susuzluğu..
Ne vakit kalırsa insan korkusuyla bir başına
Ve yalnızlığı çığ gibi büyüyorsa,
Sabahları erken kalkmalı daima,
Traş olmalı,
Saçını sakalını taramalı
Ve en güzel giysilerle çıkmalı sokağa
Ki gün doğmuyorsa bir daha
Ve inancın kefesi bundan yanaysa
Ve artık ölümse korkunun soğuk adı,
Düşüvermişse yüreğimize,
Yapacak bir şey kalmamıştır,
Mutluluk adına...
Attila İLHAN