Oguzcan Demir Adlı Üyenin Nedir Yazıları - An ...

  • senlik benlik

    13.04.2005 - 13:07

    Üç adıl
    Bey sayesinde üç adıl tarihe geçti. “Ben” “Biz” ve “O.” Ben; yarı tanrı, firavun. O; uyruk, köle, serf, işçi, kadın. Biz; soy, kast, ulus, sınıf, din, ırk, mezhep, parti. En az O’ların üzerinde konuşulmuştur; “sürü,” herde; keyfimizi, rahatımızı o'ların sırtından çıkarırız. Sonra Biz gelir; “güç istenci,” der Wille zur macht; mikro/makro güç ilişkilerini soluruz. En çok Ego üzerinde durulmuştur; tanrı katili “üstün-insan,” ubermensch; tanrının halefi.
    Zavallı “Sen! ” bir komuta küçüldü. Sert tane yekpare bir asker egosu kurulurken, dişi, cephe gerisinde son sayılan, kalınla mübadele edilen oldu.
    İki dokunulmaz, mübadele ve komuta, bu iki malgöz cangöz, armağanı, imeceyi ve aşkı lanetlediler.
    Lambadaki cin meşhur feylosofun güç istenciyle dopdolu “üstün-insanı” değildir. Verme-istençli gönül insanıdır. Sen-ben/ben-sen insanıdır.
    Tek eksik bir çulsuz Alaaddin!

  • insana değer vermek

    13.04.2005 - 13:04

    Vermek kendini eksiltmektir
    Vermenin büyüsü buradan gelir: Arzuladığını arzulayan başkasına vermek.
    Vermek kendi olmaktan başkası olmaya, öz olmaktan el olmaya geçmektir. Her vermenin bir almayla tamamlandığı toplumsal devrelerde bile vermeyle alma arasında geçen süre ölçüsünde risk vardır. Risk oldukça her verme öz-veridir, el-olmadır (feda ve feragat) .
    Feda ve feragatın yerine itimat ve emniyeti öndeleyen günümüzün risk fobiği toplumlarının başlıca kaygısıdır bu süreyi sıfırlamak hatta eksilemek. Uzatırsınız parayı alırsınız meşini. Ürkek ruhunuz durulmuyorsa, riskin eşitsiz dağılımından parsa toplayan risk göze alma şirketlerine başvurabilirsiniz. Bu toplumda verme, başkasını ve başkasının olanı kendileştirmenin yoludur. Alma-verme döngüsünün santrifüj etkisiyle bireyleri bağlanmalarından kopararak savurur. Otosentirik, egoist, narsist, otistik bireyleri çökeltir. Almaya güdülenmiş, hırslı, uzakgörüşsüz, saydamsız, yenisever, kendisiz, diyalogsuz, itirafçı, fırsatçı, hasetçi, kurnaz bu bireylerin ellerinde bu çember giderek hızlı çevrilir.
    Eğer bir çalıntının, elkoymanın, değerlenmenin, adam çalıştırmanın, miras kalmanın sonucu değilse ne kadar fazla verebileceğinizin haddini başta bireysel gücünüz belirler. İlk kez daha fazla verme dürtüsüyle çizilir çalışma zamanı serbest zaman ayrımı. Giderek daha fazla serbest zamanınızdan yersiniz. Sonuçta ya bu diyarı terk edeceksiniz ya da başkasından alacaksınız. Hep verme hep almanın olumsuzundan başka bir şey değildir. Hep veren varsa bir hep alan vardır. Beyle birlikte başladı daha fazla verme tutkusu.
    Hepimiz birimiz birimiz hepimiz için

  • böyle buyurdu zerdüşt

    13.04.2005 - 13:02

    Nietzche’nin öykülediği, dağ doruklarının ıssızlığındaki inzivasından çıkıp sıradanların arasına inen bal yüklü güneş yüzlü Zerdüşt, veremez. Verdiğini söylediği, ne vermedir ne armağan. Bir kere, dinmiştir elinden çıkardığına arzusu. Yükünü boşaltacaktır. Arzuladığı verdiği değil, başkasıdır. Vermeyi istediğini alanı arzular ama sadece bir köprüdür o. Öğrencilerin heves dolu olmaları yetmez. Ona minnet duymalarını da istemez zaten. Öğrenci olarak kalmamalıdırlar, ancak o zaman balını değil onu arzulayabilirler. Zerdüşt’ün arzuladığı kendisini arzulayandır.

  • aşk

    13.04.2005 - 12:58

    Almasız vermesizdir aşk

    Saf verme saf almadır: sevdiğinizin saçını aralayarak kulağına bir çiçek iliştirirken gülümsemesiyle gönlünden size akan sıcaklık gibi. Saf alma saf vermedir. Sıcaklık sizi sararken kollarınızın da gayri ihtiyari ona sarılıvermesi gibi
    Saf alma, almadan vermedir; saf verme, vermeden almadır. Vermeden alma, saf eylemsizlik; almadan verme saf eylem. Yokluk ve olma. İkisi de düşünülemeyen, ama olanaksız değil.

    Aşıklar yüz yüze, arkadaşlar sırt sırtadır. Yokluk olmaya, olma yokluğa geçer aşkta. Zamanda değildir aşk, bu yüzden düşünülemez, ama olanaklıdır çünkü zamanı doğurur. Kendinizin, kendi ve başkası diye yarılışını, ikametgahınızın hangi yaka olduğunun ayırt edilemezliğini yaşarsınız. Kendiniz başkasına, kendi-başkanız başkasının kendine geçer döner. Vicdan işte böyle bir döngünün belleğidir kırık ilişkileri onaran, eli öz kılan. Aşk biz olmadan bir esrimedir. Üçüncü kişiyi kaldırmazlığı bizciliğinden gelmez, ne ki bir bedeli vardır bunun; biten aşklar tazelenemez.

    Aşklar geçer arkadaşlıklar kalır. Başkalarına açıktır arkadaşlık da ondan. Dayanıklılığı, ömrüne bereket uzun ömrü buradan gelir. Ama zamanda olduğundan, kusurludur bütün arkadaşlıklar ve bütün sevgiler.

  • Nöbetçi Sevgili

    13.04.2005 - 12:45

    nöbetci kaldığım geceler nöbet tutar nöbetci sevgilim
    nöbetlerinde hep bana nöbet getirtir nöbetci sevgilim
    nöbetcinin nöbetci sevgilisi nöbet tututuyor derler
    nöbetci sevgilimin nöbetci sevgilisine

  • fulya

    13.04.2005 - 12:39

    fuuulya en son babalar duyar

  • gençliğe hitabe

    13.04.2005 - 12:35

    ey gençlik

    okulunu adam gibi oku babanın terekesi yoksa
    eğitimini aksatma ensesi kalın dayın yoksa
    illa ki mesleğim kravatlı olacak deme
    bulursan hamallığı öp başının üstüne koy

    çalma çırpma başkasının malında gözün olmasın
    özün sözün yamuk olmasın
    bak yarın kalırsın sokak ta
    sonra yanarsın yanarsın haline

    şansın varsa çırak
    yoksa
    bir prens aranıyor
    o da olmazsa
    semra hanım
    hangisini istersin

    ye iç gez toz
    hayat senin de hakkın
    ama herkes hakkı baba değil
    sonra alırsın....

    vatanına sahip çık
    veme izin talana
    inanma yalana
    dikkat et kapana

    sen şehid oğlusun unutma
    unutursan zor bulursun.
    samsuna gidecek bir atan
    yoksa sahip çık yurduna

  • türkücü

    13.04.2005 - 12:17

    türkücü türkü söyler
    söyler türküyü türkücü
    türküyü türkücü söyler

    dinlerim ben yana yana
    o söyler söyler
    dinlerim ben kana kana
    ö söyler söyler

    türkücü türkü söyler
    söyler türküyü türkücü
    türküyü türkücü söyler

    ben dinlerim türküyü
    türküyü dinlerim ben
    dinlerim ben türkücüyü

    türkücü türkü söyler
    söyler türküyü türkücü
    türküyü türkücü söyler

  • İstanbul Sokakları

    13.04.2005 - 12:08

    yalnızlığımın inadına kalabalık olan sokaklar
    beni bana bırakmayan sokaklar
    hırsızı ursuzuna rağmen
    vazgeçemediğim sokaklar

  • sscb

    13.04.2005 - 08:08

    İnsanlık tarihinin en utanç verici sürgünlerini ve soykırımlarını yapmış bir devlet
    şimdilerde rusya deniliyor ve aynı pisliklerini kafkasya halklarına uygulamaya devam ediyor

    Tarihi boyunca Türk kavimlerine düşman olan Ruslara eninde sonunda cevabını bu büyük millet verecektir

    hiçbir şey unutulmuyor

  • sscb

    13.04.2005 - 08:06

    Yaklaşık bir ay süren bu zorunlu göç sonrası sağ kalan Kırımlılar; Urallar, Sibirya, Kazakistan, Tacikistan ve büyük Çoğunluğu da Özbekistan olmak üzere Yarımada'dan binlerce kilometre uzağa nakledilmiştir. Böylece tarihte bir başka örneği olmayan bir katliam, sürgün ve işkence gerçekleştirilmiştir. Tek bir gecede son ferdine kadar bütün bir millet 1.500 yıllık vatanından çıkarılmıştır.

    Zorunlu göç sonrası 1961 yılında yapılan istatistikî sonuçları şöyle sıralayabiliriz:
    1. Yük vagonlarına yüklenerek sürülen aile sayısı: 112.078,
    2. Yük vagonlarına yüklenerek sürülenler: 423.100 kişi,
    3. Yük vagonlarına yüklenerek sürülen çocuk sayısı: 200.000,
    4. Anne ve babalarından ayrılarak sürülen çocuk sayısı: 57.000,
    5. Sürülen kadın ve çocuk oranı: % 89.5,
    6. Toplanma, vagonlara nakil ve yolculuk sırasında ölenlerin sayısı: 195.471,
    7. Sürgüne gönderilenlerin Kırım'da bıraktıkları ve Sovyet hükûmeti tarafından el konulan para yekûnu: (1961 kuruna göre) 1 Milyar 405.5 Milyon Ruble.

    Zorunlu göçe tabi tutulan Kırım Türkleri, sürgüne gönderildikleri bölgelerde muhtelif kolhoz ve sovhozlara dağıtılmıştır. Yerleşim merkezlerinden uzak bölgelerde her hafta polis gözetimi ve denetimi altında hayatlarını devam ettirmek orunda kalmışlardır. Pek çok aile, çocukları ile ailenin diğer fertlerini aylar hatta yıllar sonra bulabilmiştir.

  • ingiltere

    13.04.2005 - 07:57

    OSMANLI - İNGİLİZ MÜNASEBETLERİ

    İngiltere'nin Osmanlı Devleti içinde yaşayan Ermenilere karşı ilgi duyması 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması'ndan sonra başlar.

    1787'de Osmanlı-Rus Savaşı başlayınca İngiltere Hükümeti'nin başında bulunan William Pitt, Rusya'nın devamlı güneye sarkması ve kuvvetli bir Karadeniz devleti olması halinde, İngiltere için tehlike olabileceği endişesini ilk defa hissetmiş ve Rusya'ya karşı Osmanlı Devleti'ni desteklemek lüzumunu duymuştur. Pitt'in 1783'de başlattığı bu politika değişmeden bir asır, Gladstone'un başbakan olmasına kadar sürmüştür. Pitt 1787-1792 Osmanlı-Rus savaşında Avusturya'yı Rus ittifakından ayırmayı başardığı gibi, özellikle Fransız ihtilalinden sonra Prusya'yı da yanına alarak Rusya'yı tazyike başlamış, hem savaşın sona erdirilmesini, hem de Odesa'nın geri verilmesini temin için işi harbe girmeye kadar götürmüştür. Hükümet içindeki ihtilâf dolayısıyla savaşa katılmak projesi yürümemekle beraber, Rusya harbe son vermeye mecbur kalmıştır.

    İngiltere'nin bu tarihten itibaren 1814'e kadar Fransa ile mücadelesine şahit oluyoruz. Bu mücadele sebebiyle 1806 Fransa-Rus harbinde İngiltere, takip ettiği politikaya rağmen Fransa'ya karşı yalnız kalmamak için Rusya'yı desteklemiş ve hatta donanmasını Marmara'ya sokmuştur. Ancak 1807'de Tilsit'de Rusya ile Fransa anlaşınca Osmanlı-İngiliz dostluğu yeniden başlamış, 1812'de Viyana Kongresi toplandığı zaman İngiltere, Osmanlı hudutlarının Kongrece teminat altına alınmasına çalışmış, Rus tehlikesinden korkmaya başlamış olan Avusturya Şansölyesi Metternich'in de desteklemesine rağmen, Rus Çarı Aleksander buna yanaşmamıştır.

    Yunan isyanında İngiltere'yi Yunanistan'ın yanında görüyoruz. Bununla beraber, İngiliz Başbakanı Caning'in bu tutumunu Rusya ile ittifak olarak görmek doğru değildir. Zira Caning'in, Yunanistan'ın ergeç istiklâlini kazanacağına, bunu Rusya'ya borçlu olmak yerine İngiltere'ye borçlu olursa, Akdeniz'de kendisine dost bir devlet ortaya çıkacağına inandığı kabul edilir.

    Bu isyan sırasında başlayan 1828-1830 Osmanlı-Rus Harbine İngiltere seyirci kalmış, ancak Eflak-Boğdan'ın fiilen Rus nüfuzuna girişi, hem İngiltere'yi, hem Avusturya'yı ciddi endişeye sevketmiş ve Doğu'da Rusya'nın Kafkasya'ya yerleşmeye başlaması, Hind yoluna bir hazırlık olması sebebiyle İngiltere'yi büsbütün huzursuz etmiştir.

    Bu sebepledir ki, İngiltere, 1853 yılında Rus Çarı II. Nikola'nın İngiliz Büyükelçisine 'Kollarımızın üzerinde çok hasta bir adam var, samimiyetle belirtmeliyim ki, gerekli bütün hazırlıklar yapılmadan bu hasta ölüverirse büyük bir felaket olur' şeklindeki, Osmanlı Devleti'ni taksim teklifini kabul etmemiş ve Kırım Harbi'nde Osmanlı Devleti'nin yanında yer almıştı. Rusya'nın İngiltere'ye Girit ve Mısır'ı peşkeş çektiği; Eflâk-Boğdan, Sırbistan ve Bulgaristan'ı ise kendisine istediği bilinmekteydi.

    Kırım Harbi'nden mağlup çıkan Rusya, bir süre doğuya, Asya'ya dönmek zaruretini duymuş, Vladivostok'u ele geçirerek Sibirya'nın işgalini tamamladıktan sonra, Türkistan'ın işgaline girişmiştir. Rusya'nın Asya'daki bu yayılışı, özellikle Türkistan'ın işgaline başlanması, İngiltere'nin Hindistan'daki çıkarları için tabiatiyle bir tehlike teşkil etmekte idi.

    1870'li seneler, Avrupa'da, Almanya ve İtalya'nın millî birliklerini tamamladıkları ve Rusya'nın da 1863'deki Polonya isyanından sonra başlattığı Panislavizm politikasını şiddetlendirdiği yıllardır.

    1877-78 Osmanlı-Rus savaşını Osmanlı Devleti tek başına sürdürdü ve savaşın sonunda çok ağır şartları olan Ayastefanos Antlaşması'nı imzaladı. Ancak, bu antlaşmaya gerek Avusturya, gerek İngiltere şiddetle itiraz ettiler. Bismark'ın da onlara katılması, Berlin Kongresi'nin toplanmasına ve Berlin Antlaşması'nın imzasına yol açtı ve Rusya'nın kazançları büyük ölçüde elinden alındı.[1]

    Berlin Kongresi'nden sonra İngiltere'nin siyasetinde büyük bir değişiklik oldu. 1880 yılında ikinci defa başbakanlığa gelen Gladstone, Pitt'in vazetmiş olduğu ve bir asırdır yürütülen politikayı değiştirerek Osmanlı Devleti'nin coğrafî bütünlüğünü korumaya son verdi. Bu politik değişiklikte dinî faktörlerin ve Gladstone'un konformist görüşleri ile İslâm düşmanlığının büyük rolü olmuştur.[1]

    Berlin Kongresi'nden sonra tekrar Uzak Doğuya yönelen Rusya, Asya'da İngiltere ile yeniden rekabete girdiği gibi, Osmanlı Devleti'ne karşı da bir dostluk siyasetine dönüyordu. Ancak bu da çok uzun sürmedi. 1905'de Japonya'ya yenilince 1907'de İngiltere ile Rusya, Asya'daki nüfuz sahaları üzerinde bir anlaşmaya vardılar. Bu tarihten sonra İngiltere, Rusya ve Fransa ile birlikte Osmanlı Devleti'nin taksimine dair projeler yapmaya başlayacak ve I. Cihan Harbi'nde bu planları gerçekleşecektir.

    http://www.devletarsivleri.gov.tr

  • seni seviyorum

    13.04.2005 - 07:48

    insanların devamlı ağzından düşüremediği yalan ne zaman gerçektir bilirmisiniz içinizi bırisi ıstır onsuz yapamam sanırsınız onu görmeden duramazsınız ve ona bu sözü söylemekte çorluk çekersiniz işte o zaman gerçektir
    kızlaaar inanmayın ağızlarından bu lafı sıksık duyduklarınıza
    bir erkek tavsiyesi
    sonra demedi

  • eşref saati

    13.04.2005 - 07:23

    şu andan iki saat önce ki halim
    bknz benim hayatım filmi

  • öğrendim ki

    13.04.2005 - 07:18

    öğrendim ki dostluklar sadece yalanların üzerine kurulmuş yalanların altında kalanlar üstünde kalanlara göre daha geçekci dostmuş

  • öğrendim ki

    13.04.2005 - 07:16

    öğrendim ki öğrendiklerimin çoğu öğrenemediklerimden daha çok yalan değilmiş

  • tarikat

    13.04.2005 - 07:14

    Tanrıya kulluk ve ahiret ile ilgili konularla ilgilenir. Lider vahiy aldığını, Mehdi ya da Mesih olduğunu iddia eder. Kutsal kitapları yeniden ve doğru şekliye ancak liderin yorumlayabileceği iddiası vardır. Liderin dini bir eğitim almış olması genellikle gerekmez. Tanrı tarafından kendisine özel bir bilginin verildiğini söylerler. Diğer tüm yorumlar yanlıştır ve kişiyi
    yanlış yönlendirir. Bu gruplar genellikle çok katıdır ve dayak gibi fiziksel cezaları kullanırlar. Üyeler zamanlarının büyük bir kısmını başkalarını dinlerine çevirmek için harcarlar. Burada Kur’an kaynaklı cemaatler olabileceği gibi, İncil kaynaklı cemaatler de olabilir. Kullanılan teknikler: uzun, yorucu ve aralıksız süren gece toplantıları, uzun saatler boyunca ikrar ve itiraf toplantıları, kendi kendilerine konuşma, ilahi, dua etme, isolasyon, uzun süreli çalışmalar. Maddi, manevi ve cinsel sömürü bu tip gruplarda sıklıkla görülür

  • tarikat

    13.04.2005 - 07:11

    Mürit bulma yaklaşımları için tarikatlar üç temel yolu kullanıyor. Birincisi zaten mürit olan bir akraba ya da arkadaş aracılığıyla, ikincisi yeni arkadaşlık kurulan bir yabancı aracılığıyla. Bu yeni arkadaş genellikle karşı cinsten yakışıklı bir erkek ya da güzel bir kız oluyor. Üçüncüsü bir tarikat faaliyetiyle. Bu bir sempozyum, konferans ya da dini içerikli bir kurs olabiliyor, hatta toplu halde bir eğlence yerine veya pikniğe bile gidilebiliyor. Seminerler, dersler, her tür toplantı, kapı kapı dolaşma ve farklı şekillerde de olabilir. Okul, üniversite, sağlık kliniği, işyeri açabilirler. New age magazinler, farklı gazeteler, iş ile ilgili dergiler basabilirler.

    Tabii kişi tebliğci ile tanıştığında başına geleceklerden habersiz oluyor, genellikle yeni ve iyi bir arkadaş ya da aşk bulduğu için seviniyor. Tarikatle karşılaştığında ona sunulan şey güçlü bir sevgi bombası oluyor. Bir çok insan kendisi ile ilgileniyor, onu övüyor ve iltifatlar ediyor. Mürit hayatında olabilecek en iyi insanlarla karşılaştığını sanır. Oysaki kültler, dışardan bakıldığında ambalajı hoş görünen ancak açıldığında, kişiyi şaşırtan ve korkutan bir kutuyu hatırlatır. Kutuda kapalı iken ilk gördüğünüz şey kesinlikle içindeki değildir.

  • Kurbağanın hikayesi

    13.04.2005 - 07:09

    Kurbağa çorbası yapmaya çok hevesli bir ahçı, bir türlü çorbayı yapmayı beceremiyormuş daha doğrusu hayvanı sıcak suya her attığında hayvan dışarı fırlıyormuş. Tecrübeli diğer bir ahçı durumu hafif gülümseyerek bir müddet seyretmiş. Sonunda kendini tutamamış ve “Bak bakalım şimdi nasıl bu kurbağa efendiyi kandırıyorum” demiş.

    Genç ahçı kenara çekilip tecrübeli ahçının yaptıklarını seyretmeye başlamış. Ahçı, tencereye soğuk su doldurmuş, kurbağayı içine koymuş, kapağı kapatmış ve düşük ateşte tencereyi ısıtmaya başlamış. “Birazdan kurbağa efendi, bir rehavet hissedecek ve uyumaya
    başlayacak. Sen ve ben de onun lezzetli çorbasını içeceğiz.” Demiş

  • tarikat

    13.04.2005 - 07:06

    Ruh pazarları ve mistik grupların sayısında bir patlama var, ilüzyon satışı rağbette. Anlaşılması güç fikirlerin propagandası yapılıyor, akla hayale sığmayan yöntem ve teknikler bu kesimde uygulama alanı buluyor. Üstelik bu yolla çok da kazanç elde ediliyor. Medyanın aktardıklarına bakılırsa, bu tarikatlara ve yıkıcı nitelikteki ibadet ve inanış gruplarına, önüne geçilmez bir akın ve ilgi var.“Ne var yani? Dünya öyle büyük ki, herkesin kendine göre haksız olma hakkı var.” diyenler çıkabilir. Ama iş bu kadar basit değil:Almanya’da toplam 1,5-2,5 milyon üyesi olan 300 kadar dini tarikat, kendine özgü inançları olan topluluk ve insan psikolojisini hedef alan inanışlara sahip grup olduğu iddia ediliyor ve bunlara sürekli yenileri ekleniyor.Ancak her dini veya alternatif oluşturan grubun mutlaka sorun yaratır nitelikte olduğu söylenemez. Ve her tarikat tarikat, her ibadet ibadet değildir. Gizemli, anlaşılmaz inanışlara sahip gruplara ve tarikatlara şöyle bir baktığımızda, içinde ne olduğu görülemeyen, adeta balta girmemiş bir ormanla karşılaşıyoruz. Ancak bu orman sürekli değişiyor ve yeni, eşi benzeri olmayan filizler veriyor.Bu tür gruplaşmaları değerlendirmeye yarayacak kriterlerin ise yetersiz olduğu görülüyor. Bir grubun sorun olabilecek türden veya tehlikeli olup olmadığını nereden anlarız? Yıkıcı, tahripkar bir ibadet ve inanışa sahip olup olmaması neye bağlıdır? İnsanları bağımlılığa sürükleyen, onları sömüren ya da hatta insanlıklarını yok eden yönlerini belirleyen, hangi özellikleridir? Bütün bunlara etken olan hangi mekanizmalardır? Öte yandan, böylesi tahrik içeren tarikatların varlığı, üyeleri giderek azalan ve gücünü yitirme kaygısını taşıyan hangi geleneksel kurumların işine gelmektedir? Bunu nasıl anlarız?

    Psk. Rana Sey Uluç

  • tarikat

    13.04.2005 - 07:04

    Son günlerde Türkiye gündemini meşgul eden konulardan olan ve özellikle de genç nüfusumuz için bir tehlike arz eden “kült” yapıları tüm dünyayı tehdit eden bir gerçektir. Bu yapı içerisindeki kişilerin davranışları, kült yapısının temel aldığı görüş ne olursa olsun birbirine son derece benzer. Beyin yıkama takdiği ile çalışan bu gruplar içine aldıkları kişinin tüm benliğini hem maddi hem de manevi yönlerden kuşatıp, bağımsız hareket edemez hale getiriyorlar. Tamamen gruba bağlıyorlar. Genelde hedeflerinin dünya hakimiyeti olması da olayın boyutunu büyütüyor. Yeryüzünde onbinlerle ifade edilen kült yapıları ve bu yapıların içinde on milyonlarca insan düşünüldüğünde olayın ne derece ciddi oluğu anlaşılır.

    Aileler böyle bir yapının içine giren çocuklarından utanmakta ve ellerinden geldiğince konuyu örtülü tutmaya çalışmaktadırlar. Oysaki bu konu utanılacak bir konu değil aksine tedbir alınması gereken bir konudur. Geç kalınması durumunda sevdiklerine bir daha asla yardım edebilecek fırsatı da bulamayabilirler

    Bugün, Türkiye'de yüzü aşkın cemaat bulunmakta. Bu cemaatlerin bir kısmı islami kökenli, bir kısmı hristiyan kökenli, bir kısmı da Hindu tarikatları kökenlidir. Bu tarikatların yüzlerce takipçisi bulunmaktadır. Ancak bu grupların hepsini yıkıcı ve zararlı olarak değerlendirmek de yanlış olur. Bununla beraber, yıkıcı olan grupların içinde anlaşılması güç fikirlerin propagandası yapılıyor, akla hayale sığmayan yöntem ve teknikler bu kesimde uygulama alanı buluyor. Üstelik bu yolla çok da kazanç elde ediliyor. Medyanın aktardıklarına bakılırsa, bu gruplara, ABD ve Avrupa’da önüne geçilmez bir akın ve ilgi var.

    Binlerce yıl önce gelen vahyin, bazı hayalciler veya çılgın adamlar tarafından bugünkü olayların yorumlanmasında kullanılması ile ortaya çıkan yeni peygamberlikler yaygınlaşmaya başlamıştır. “Mesih veya Mehdi” önümüzdeki yıllarda dünyaya inecek mi sorusu, yeryüzündeki milyonlarca yahudi, hristiyan ve müslümanın araştırdığı konudur. Hristiyan veya müslüman kökenli tarikatlarda mesih veya mehdi olduğunu iddia eden kişilerin yönlendirdiği bu tehlikeli yapılar, teknolojik gelişmelerle çok hızlı yayılabilmektedir. Bunun dışında yeryüzünde milyonlarca insan hayatını anlamlı kılacak bir amaç arıyor. Artan sayıdaki ruhani ve politik gruplar insanlara gelecek için umutlar sunuyorlar. Bu grupların hangisinin yıkıcı ve zararlı hangisinin ise zararsız olduğunu anlayabilmek için “kült” yapısını tanımlamak ve topluma zararlarını iyi bilmek gerekir.

  • milliyet gazetesi

    12.04.2005 - 21:23

    Türkiye Cumhuiyeti aleyhine bölücü faaliyetlerde bulunan Sakık kardeşler 13 Nisan 1998 de yakalandı
    .........
    A Timi'nin başarısı
    PKK'nın önemli isimlerinden Şemdin Sakık'la kardeşi Hasan Sakık'ın Kuzey Irak'ta düzenlenen bir operasyonla yakalanmasının ardında Türk Silahlı Kuvvetleri'nin özel birlikleri 'bordobereliler' yer alıyor. Subay ve astsubaylardan oluşan birlik, 'A Timi' olarak da biliniyor.
    Yurt içi, yurt dışı ve ihtisas eğitimi olmak üzere üç ayrı dalda 47 ders eğitimi gören Özel Kuvvetler Komutanlığı'na bağlı 'bordobereliler', 3.5 yılda yetişiyor. Özel kuvvet mensupları, her yerde, her zaman ve her şekilde mücadele kabiliyetini sürekli ve zorlu eğitimlerle kazanıyor. Bordobereliler karadan, havadan, su üstünden, su altından, ortam ne olursa olsun, daima hedefe ulaşıyor, yeter ki görev verilsin.
    Özel Kuvvetler, 2. Dünya Savaşı sonrasında duyulan gereksinim üzerine 27 Eylül 1952'de Yüksek Savunma Kurulu'nun kararıyla kuruldu. 1992'de yeniden teşkilatlandırılan Özel Kuvvetler Komutanlığı, dünyadaki bütün demokratik ülkelerin benzer kuruluşları gibi görev yapıyor.
    Seferde, düşman derinliklerinde bilgi toplamak, hedef belirlemek, taktik akın ve pusular uygulamak ve düşman işgalinde kalmış bölgelerde mukavemet harekatını başlatmak amacıyla kurulan Özel Kuvvetler'e mensup personelin yeteneklerini artırmak üzere NATO üyesi ülkelerin özel birlikleriyle taktik ve teknik bilgi alışverişi, teknik malzeme ve müşterek eğitim alanlarında işbirliği yapılıyor.

    Bordobereliler, sınıf okulları ve kıtalardan gönüllülük esasına göre seçiliyor. Adaylar, çeşitli kurs ve eğitimlere tabi tutuluyor. Yurt içinde 72 hafta süreli temel nitelikli kurs gören personele daha sonra yurtiçi ve yurtdışında ihtisas eğitimi veriliyor. İhtisas süreleri 10 ila 52 hafta arasında değişiyor. Yaklaşık 3 - 3.5 yıl sonunda aday, gerçek bir 'bordobereli' olmak suretiyle özel timlerde görev alacak duruma geliyor.
    Bordobereliler'in dışında Sualtı Taarruz (SAT) , Sualtı Savunma (SAS) , 1. Komando Tugayı, 2. Komando Tugayı, Amfibi Deniz Piyade Tugayı, Foça Jandarma Komando Okulu da Özel Kuvvetler arasında yer alıyor.
    Hangi eğitimi görüyorlar?
    * Yurtiçinde: Savaş beden eğitimi, özel harekat, yakın muharebe, teşhis -tanıma, uzak mesafeli keşif ve devriye, sızma, yaşamı sürdürme - sorgulama sorguya mukabele, kaçma - kurtulma, hedef tarifi - ateş tanzimi - hasar tespiti, özel operasyon, psikolojik harekat, halka yardım, paraşüt, komando, gayri nizami savaş, koruma, kış muharebesi, kurbağa adam, serbest paraşüt eğitimi.
    * İhtisas kurslarında: Atlatıcı ve yer ekip komutanlığı, tahrip teknikleri, mayın ve bubi tuzakları, ilk ve acil yardım, cerrahi teknisyen, hayatta kalma - kurtulma, cephane imha, hafif silah uzmanlığı, ağır silah uzmanlığı, istihbarat uzmanlığı, harekat uzmanlığı, muharebe kursları, psikolojik harekat kursları.
    * Yurtdışında: Özel kuvvetlerde uzmanlık, ranger, hava indirme, sivil işler, halkla ilişkiler, devriye, yaşamı sürdürme, psikolojik harekat kursları.
    13 Nisan 1998 Tarihli milliyet gazetesi
    .....
    bu vesileyle Türk emniyet kuvvetlerini tekrar kutlar Allah onları başımızdan Eksik etmesin

  • tarih

    12.04.2005 - 15:35

    Türkiyede olanlar

    13 Nisan 1909. 31 Mart ayaklanması başladı. Eski tarihte '31 Mart'a dek gelen bu günde ayaklanmacılar, Meclisi Mebusan Başkanı Ahmet Rıza Bey sanarak Adliye Nazırı (bakanı) Nazım Paşa ve Tanin gazetesi başyazarı Hüseyin Cahit (Yalçın) sanarak Lazkiye
    mebusu Emir Şefik Aslan Bey'i ve 'Asarı Tevfik' zırhlısı komutanı Ali Kabuli Bey'i öldürdüler. Olaylarda gazete binaları basıldı, okullu subaylar tartaklandı, öldürüldü. Sadrazam
    Hüseyin Hilmi Paşa çekilmek zorunda kaldı.

    13 Nisan 1919 Kars, İngilizler tarafından işgal edildi.

    13 Nisan 1920 1. Düzce Ayaklanması başladı.

    13 Nisan 1923. Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı'na bağlı olarak Futbol Heyeti Müttehidesi (Futbol Federasyonu) kuruldu. (21 Mayıs'ta FİFA üyeliğine kabul edildi.) 13 Nisan 1925. Ankara İstiklal Mahkemesi, Terakkiperver Cumhuriyet Fıkrası ileri gelenlerinin evlerini arattı.

    13 Nisan 1933. Yüksek Mühendislik Mektebi'ni (İstanbul Teknik Üniversitesi) bitiren Sabiha ve Melek hanımlar, Türkiye'nin ilk kadın mühendisleri oldular. İki kadın mühendis, kura sonucu Ankara ve Bursa Nafıa (Bayındırlık) İdaresi'ne atandılar.

    13 Nisan 1940. Yozgat'ta 5.6 büyüklüğündeki depremde 20 kişi öldü.

    13 Nisan 1949. Türk Kadınlar Birliği, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'nün eşi
    Mevhibe İnönü'nün onursal başkanlığında kuruldu

    13 Nisan 1950 Vakıflar Bankası kuruldu. Bankanın kuruluş sermayesi 50 bin lira olarak açıklandı.

    13 Nisan 1961 TEKEL Türkiye'nin ilk naneli sigarasını üretme hazırlıklarına başladı. 'Çamlıca' adı verilen sigaranın 150 kuruştan satılacağı bildirildi.


    13 Nisan 1961 Kurtalan ilçesinin Magrip köyünde petrol bulundu. 1350 metre derinlikte bulunan petrolün Raman petrolüne eşdeğer olduğu ifade edildi.

    13 Nisan 1969 Akbank'ın önderliğinde 1.227 tasarruf sahibinden birikimleri değerlendirilerek yaptırılan çimento fabrikası üretime açıldı.

    13 Nisan 1977. Ünlü karikatürist Yalçın Çetin 43 yaşında öldü.

    13 Nisan 1979. İlk halı müzesi, Sultanahmet Camii Hünkar Kasrı'nda
    açıldı.

    13 Nisan 1987. Prof. Dr. Ekrem Akurgal, Aziz Nesin, Prof. Dr. Rona
    Aybay, Panayot Abacı ve Oğuz Aral, Türkiye-Yunanistan Dostluk
    Derneği'ni kurdular.

    13 Nisan 1982. Eski bakanlardan Hilmi İşgüzar, Yüce Divan'da 9 yıl 8 ay
    hapse mahkum edildi.

    13 Nisan 1982. Erzincan'da düşen uçaktaki 28 ABD'li öldü.

    13 Nisan 1991 Türkiye sınırına yığılan yüzbinlerce mülteciyi güvenlik altına almak amacıyla ABD tarafından başlatılan ve 'Modern askerlik tarihinin en büyük yardım hareketi' olarak tanıtılan operasyon çerçevesinde 2 bin Amerikan deniz piyadesi İskenderun Limanı'na indi.


    13 Nisan 1991 Karabağ'da, Ermeniler ile Azeriler arasında çatışmalar çıktı. Azeri köyleri Ermeniler tarafından top ate-şine tutuldu.

    13 Nisan 1994 RP Genel Başkanı Necmettin Erbakan'ın partisinin grup toplantısında kullandığı 'İktidara geleceğimiz kesindir. Bu geçiş tatlı mı olacak, tatsız mı, canlı mı olacak, cansız mı, kanlı mı olacak kansız mı? Geçiş dönemi yumuşak mı olacak, sert mi? ' şeklindeki sözler ortalığı karıştırdı. Erbakan'ın sözleri kamuoyunda büyük tepki yaratırken, Ankara DGM Başsavcılığı soruşturma açtı.

    13 Nisan1994. Özel Radyo ve Televizyon Yasası, TBMM Genel Kurulu'nda
    kabul edildi. (rtük)

    13 Nisan 1994. TYT Bank Hükümet tarafından kapatıldı.

    13 Nisan 1998. Terör örgütü PKK'nın iki numaralı adamı Şemdin Sakık ile kardeşi Arif Sakık, Genelkurmay Başkanlığı Özel Kuvvetler Komutanlığı'nın 'Yarasa' operasyonuyla yakalanıp Türkiye'ye getirildiler.

    13 Nisan 1999. Atatürk Uluslararası Barış Ödülü'nün, Azerbaycan
    Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev'e verilmesi kararlaştırıldı

    13 Nisan 2001 DHL firması, 'Türkiye'den mal al' kampanyası başlattı.

    Dünyada neler oldu
    13 Nisan 1695. Fabllarıyla ünlü Fransız şair Jean de La Fontaine, 74
    yaşında öldü.

    13 Nisan 1878 İstanbul Ermeni Patriği Nerses, İngiltere Dışişleri Bakanı Salisbury'ye gönderdiği muhtırada, Türklerle beraber yaşayamayacaklarını bildirdi.


    13 Nisan 1906 yazar Samuel Becket doğdu. 'Godot'yu Beklerken' adlı oyunun yazarı, Nobel ödülü sahibi İrlandalı

    13 Nisan 1975. 4 Hıristiyan Falanjiste karşılık 27 Filistinli'nin
    öldürülmesiyle Lübnan İç Savaşı başladı.

    13 Nisan 1976 Batı Şeria'da Belediye seçimleri düzenlendi. Seçimleri FKÖ adayları açık farkla kazandı.

  • muhabbet kuşu

    12.04.2005 - 09:59

    erkekler ağlamaz değil mi öyle derler palavranın kendisidir
    1999 depreminde Allah'a şükür bize birşey olmadı ama iki tane muhabbetim vardı dişisinin adı gülüş idi deprem gecesi öldü sanırım korkudan dı erkeği maviş ise ondan 3 gün sonra öldü dişisi öldükten sonra yemez içmez konuşmaz olmuştu
    onların arkasından ağladığım gibi bu zamana kadar başka bir şeye ağladığımı hatırlamıyorum
    sanki ailemin bireylerinden birini kaybetmiştim

Toplam 940 mesaj bulundu