bu hayatı ne kadar çok seversek ölümden o kadar korkarız.sela maddesine yazdığım yazı da belirttiğim gibi sevgi ve zıttı tek bi nehir yatağında akan iki nehir gibi benzetmesine göre bi şeye karşı ne kadar sevgi hissediyorsak onu kaybettiğimizde o kadar çok acı hissederiz.
bundan bir kaç yıl önceydi hem tv de hemde gazetelerde okumuştum hollandada bi türk iş kadını çantasını almak isteyen hırsıza direnince hırsız tarafından kalbinden bıçaklanarak öldürülmüştü ve o anda türkiyedeki annesi göğsünde bi acı hissederek çığlık atmıştı. diye haber konusu olmuştu. hollanda nere türkiye nere bu nasıl olmuştu annesi kızının bıçaklandığını nasıl hissetmişti.sanırım burdada foton telepatisi gibi bi durum olmalı canlılar sevdikleri ile bi bütün dür. hem mevlana ne demişti? .
ne varsa alemde
misali var ademde
Bir lazerden çıkan bir foton Bir KnbO3 kristalinden geçerken daha az enerjili iki fotona ayrılır. Her foton bir optik lif içine girer ve yolu üstünde yarı yansıtıcı bir aynaya rastlar. Ayna tamamen rastlantıya bağlı olarak, fotonu bazen yansıtır, bazen geçirir. Aynayı geçen foton bir detektöre çarpar. Deney şunu göstermiştir: Aralarında 10 km’den fazla bir uzaklık bulunan bu iki foton, her an birbirlerinin tıpatıp aynı davranışları gösterirler; şöyle ki fotonlardan biri aynadan geçmişse, öteki de yansır.
Söz konusu deney, birbirlerinden uzak olan iki fotonun, bir “iletişim halinde” olduklarını göstermek amacıyla yapılmıştı. Deneyde aynı kaynaktan, lazerle uyarılmış bir KNbO3 kristalinden çıkıp iki farklı yöne giden iki foton gözlemlendi. Fotonların her biri optik lif içine alınarak yarıyansıtıcı bir aynaya ulaştırıldı. Bu ayna, adından da anlaşılacağı üzere bir fotonu bazen geçirir (bu durumda bir detektör, foton geçtiğini haber verir) , bazen de yansıtır(bu durumda foton, hareket yönünü değiştirir) .
Yarıyansıtıcı bir aynaya gelen bir fotonun aynadan geçmesi ya da yansıması tümüyle rastlantıya bağlıdır. Çok sayıda deney yapılarak bunların istatistikleri dikkate alınırsa şu görülür: Aynadan geçen ve yansıyan fotonların sayısı eşittir; bir başka deyişle ayna kaç foton geçirmişse o kadar fotonu da yansıtmıştır. Sağduyu bize şunu söyler: Davranışları tümüyle rastlantıya bağlı olması gereken iki fotondan her birinin, diğeri gibi davranması için hiçbir “mantıksal” neden yoktur. İşte bu deneyi inanılmaz yapan şey de budur. İsviçreli fizikçiler kesin olarak şu gözlemi yapmışlardır: Aralarında 10 km uzaklık olan iki foton, ayna karşısında her seferinde birbirleriyle aynı davranışı göstermişlerdir; fotonlardan biri yarıyansıtıcı bir aynadan geçmişse, ondan 10 km uzaktaki öteki foton da aynı anda yarıyansıtıcı bir aynadan geçmiştir. Biri yansıdıysa, aynı anda öteki de yansımıştır. Sanki her biri, diğerinin o anda ne yaptığını bilmektedir. Sanki fotonlar arasında telepati vardı...
Daha da garip olan şey şudur: Özel Görelelik kuramına göre, hiçbir sinyal ışıktan daha hızlı (] 300 000 km/saniye) gidemez; oysa aralarında 10 km olan iki foton aynı anda (arada zaman geçmeden) aynı davranışı göstermektedir!
Ne kadar açıklanamaz olursa olsun, benzer bir olay bilim adamlarınca daha önce de görülmüştür. 1981’de Fransız fizikçi Alain Aspect, Orsay Optik Enstitüsü’nde daha küçük ölçekte yaptığı laboratuar deneylerinde, dünyada ilk defa iki parçacığın her an özdeş davranışlar gösterebileceğini bulmuştur. Ancak İsviçre’deki deney farklıdır; burada iki foton arasındaki uzaklık 10 km’dir. İki foton üç kentin üstünden nasıl elele verebilmektedir? Bu kadar uzak bir mesafeyi aşarak iki fotonun tıpatıp aynı davranışları yapmasını ne sağlamaktadır? İki fotonun özel göreliliğe isyan edercesine, aynı anda aynı davranışı yapması nasıl açıklanabilir?
Bu gibi sorular yeni değildir. Fizikçiler teknolojik yetersizlik nedeniyle kuantum deneyleri yapamadıkları zamanlarda bile bu konu üzerinde düşünüyorlardı; kuantum fiziğinin doğuşunu izleyen yıllarda (1900-1920’ler arası) en azından kuramsal olarak, atomdan küçük madde parçacıklarının inanılmaz davranışlarına tanık oldular. Evren’deki bütün cisimlerin dalga-parçacık ikilisinden oluştuğunu anladılar.
Bu ikilik (düalite) kuralından büyüleyici özellikler ortaya çıktı. Bunlardan biri de şuydu: İki dalga-parçacık “birleşebilir”: Her birinin değişkenleri (enerji, hız, konum vb) , aynı anda denklemin içinde tekleşir. İki dalga-parçacık tek dalga-parçacık halini alır. Bu durumda bu iki dalga parçacığın “kuantum uyumu” halinde oldukları söylenir.
nesne ve o nesnenin hissettiği. yada hissedilenin kütlesi.ikiside aynı yola çıkar.soğuğun havaya sonrada suya nüfuz etmesi durumu kavramak gereklidir hissedileni anlamak için.bizim burda bi deveci var beş altı yıl önce deve omzundan kolunu koparttı şimdi kolu yok ve olmayan kolundaki parmağının tırnağı sızladığını söylüyormuş. olmayan koldaki parmağın tırnağı sızlarmı? peki bunu nasıl hissedebiliyor. rusların bulduğu kirli alan fotoğrafcılığınına bi örnek. peki bunlar ne anlama geliyor demekki hissetmek için beş duyumuzdan başka bi duyumuz daha var demektir. ve o duyumuzun hissettiği bi yapımız daha olmalı.
sıcak bi yaz gününü ikindiden sonra. bi yamacın dibinde dinleniyorum hava çok sakin dal kıpırdamıyor ama karşımdaki beş altı metre uzağımdaki kuru otların içinde bi kırık saz yaklaşık üç karış boyunda bi sağa bi sola sallanıyor hiç bişeyin kıpırdamadı o sakinlikte o otun sertçe kıpırdaması dikkatimi çekiyor. gidip bakıyorum sazın kırık olan son noktasında kibrit başı kadar siyah bi böcek ve onu sırtının kabuğu ile kafası arasından yani boynundan kıskacıyla sıkmış ve böceği sazdan koparmaya çalışan uzun ayaklı kızıl karınca.böcek can havli ile sazı iyice kavramış bırakmıyor başka gidecek yerde yok .öylece seyrediyorum ve içimden böcek karıncanın rızkı dedim hani hep belgesellerde seyrediyoruz vahşi hayvanlar. küçük yavru hayvanları avladığında bile doğanın dengesi deyip müdahale etmiyorlar ben de o görüntülerden etkilenmiş olmalıyım müdahale etmedim ve tam dönüp gidecekken benim gönlümde gelen merhamet hissi karıncanın damak ve miydesinden gelen histen dahamı az değerli deyiverdim içimden böceği karıncaya zarar vermeden kurtardım. ve o gün bedensel azalarımla gönlümün arasındaki farkları farkettim.
bundan yirmiüç yıl önceydi. sanıyorum 1988 yılıydı hakkarinin uludere ilçesinde askerdim tanin dağındaki bakım evinin güvenliği için bakım evinin tepelerine pusu atıyorduk hava kararmış beytüşabab tarafından vadinin içindeki yol adeta ışıktan bi nehir halini almıştı.bi ucu gözükmeyen bi araç konvoyu.yüzlerce kamyon geçmişti o gece.ve arabaların eksozlarından çıkan gürültü dinleme yapmamıza engel oluyordu buda bizi huzursuz ediyordu. çünkü gece duymak görmektir.tam 156 kamyon geçmiş ve bunlardan üçü o geceyi bizim bakım evinin önünde geçirmiş ti.tim komutanımızda gece yaz ayı olmasına rağmen dağda hava soğuk olduğu için kadın ve çocukları bizim koğuşa almış çocuklarda bütün yataklara işemişlerdi sabah geldiğimizde bütün yataklar ıslak :) hatta o gece bizim koguşta bide doğum gerçekleşmiş. ne kadar zor bi hayat değilmi.ölümden kaçarken hayata merhaba demek. sabahleyin erkenden de gitmişlerdi.ertesi gün bakım evinin arkasında ki yar dibinde bi sürü kalaşnikof mermisi bulmuştuk peşmergeler yanlarında getirdikleri mermileri atmıştılar. o zaman şöyle düşünmüştük onların çocuklarını ve annelerini gece soğukta kalmasınlar diye bakım evine almış olmamızdan dolayı kendilerini güvende hissetmişler ve artık bu mermilere ihtiyaçları olmadığını düşünmüş olmalılar.
uludere den gülyazı ya hareket ediyoruz çok hızlı ve acele. defalarca tv lerde gördüğüm hayri kozakçıoğlunu ilk defa orda görüyorum yanındada jandarma asayiş komutanı hulisi sayın var. kısa bi moladan sonra tekrar araçlara biniyoruz gülyazı dan ayrılıyoruz yemişliye doğru yine çok acele hareket ediyoruz sınır boyunca devam eden yolda.bi ara yoldan vadinin içine doğru giden yola sapıyoruz önümüzde vişne çürüğü bi doğan taksi var içinde kiler shp milletvekilleri imiş.ama onlar daha ileriye gidemiyorlar geçirmiyorlar. vadinin son noktasındaki buzdolabı gibi beyaz sınıtaşı görünüyor ve müthiş bi toz yükseliyor sınırın sıfır noktasına yaklaştıkça tozun neden kaynaklandığını anlıyoruz vadinin içi insanlar hayvan sürüleri katırlar askerler müthiş bi kalabalık sınırın öbür tarafından daki yamaçlardaki makilik arazinin içinden bi sürü insan hayvan sürüleri kadınlar çocuklar bize doğru geliyorlar. tam bi mahşer yeri. bi ara masvavi gök yüzünde kirli bi is dikkatimizi çekiyor kirli is göğe doğru yükselmiş sonrada ırak tarafındaki tepenin arka tarafına düşmüş tü. ırak askerleri sınıra doğru kaçan peşmergelerin üzerine havan mermisi atıyorlar. ölümden kaçan insanlar sınırı geçmek için var güçleriyle mücadale veriyorlardı. sürülerinide bırakmamış kimileri hayvanlarınıda yanında getirmişti mal canın yongası napsınlar. ve bu hayatta kalma yarışıydı ve bizde finiş cizgisi gibiydik. sınırın bizden tarafına geçen saddamın askerlerinden kurtuluyordu.kürtçe bilen arkadaşlarımız peşmergelerle konuşuyordular ve onların anlattıklarına göre gazla zehirliyormuş saddamın askerleri hatta o gaz insanda gülme hissi uyandırıyormuş ve öldürüyormuş. ve ilk defa hardal gazını orda duymuştum. bu nasıl insanlıktır hadi savaşta asker askere karşı kullanır savaştır bu ama çoluk çocuğu kadınları yaşlıları masum insanları öldürmek bu nasıl ola bilir bu nasıl bi alçaklıktır bi insan böyle bişeyi nasıl yapa bilir.
bugün hepimizin bildiği o vaşinton portakalları mutasyon sayesinde olmuştur. amerikada lafa portakalı bahçesindeki bi lafa ağacın dalındaki meyve gözünde gece nemiyle su taneciği birikir ve o su taneciği sabah güneş ışıklarıyla o gözün yapısını değiştirir ve o gözden doğan dalcık lafa ağacında olmasına rağmen lafa portakallarından farklı meyve yapmış ve bu gün bildiğimiz vaşinton portakalı ortayacıkmıştır. ve bütün dünyaya o tek gözden üretilmiş ve dağılmıştır.(bir nedenin sonuçlarının etkileri tekrar o nedenin nedeni olmuşsa artık bu bir döngüye dönüşmüş demektir ve kendi kendinin varlık sebebidir.ve isterseniz tavukmu yumurtadan cıktı yumurtamı tavuktan çıktı sorusuna bu mantıkla cevap araya bilirsiniz)
bundan yıllar önce. uluderede askerim.aylardan zemheri ayı.pusudayız. sanıyorum 1988,1989 kışı.öyle soğuk varki tükürsen yere düşmeden buz tutacak. zehir gibi bi hava. ay ışığında kar taneleri elmas gibi cığıl cığıl parlıyor. sabaha karşı tüm pusudaki arkadaşlarla kapalı mevziye yaktığımız ateşin çevresin de sohpet ederken günün ışımasını bekliyoruz. sohpet ediyoruz. bu esnada kapalı mevzimizin kapısına gerdiğimiz panço(bıranda gibi bi bez) dışarıdan bi hareketle part part diye ses cıkartıyor. hepimiz susuyoruz kimimiz silahına davranıyor. bu arada içimizden biri ya rüzgardır bu soğukta ateşin başında duramıyoruz dışarda ne olcek arkadaş diyor neyse sabah oldu hava aydınlanmaya başladığında mevziden çıktığımızda karın üzerinde kocaman ayak izlerini gördük. bu da neydi şimdi.arkadaşın biri ayı izi galiba dedi bu gece ayı gelmiş hani panço part part ettiği zaman ayı gelmiş dedi.içimizden biri ayı izi değil bu. ayının izi pençe olur bu pati görmüyormusunuz dedi. doğru bu pati iziydi. biri kurt izidir dedi. biri olurmu ya ben kurt izini gördüm kurt izi bukadar büyük olmaz kurt izinin iki hatta üç katı bu iz dedi. ben söze girdim aslan olacak değilya. afrikamı burası dedim. nese ne. konu kapandı. on yıllar sonra yaban tv diye bi tv açılmış seyrediyorum. anadoluda nesli tükenen hayvanlar. ve diyor ki anadolu kaplanı en son görüldüğü yer hakkarinin uludere ilçesi de bilmem kim isimli avcı tarafından vurulmuştur kürkü hala o kişlinin evindedir ve avcı ve postuyla güzel bi anadolu kaplanı postu. sanıyorum o gece mevzimizze gelen bi kaplandı ama ben bunu hiç bi zaman öğrenemiyeceğim.
ingiliz başbakanı churchıl bir damla petrol bir damla kandan daha değerlidir demiştir.adam haklıymış bakarsak buğünkü savaşların sebebine hep petrol için.bu mendebur petrol görünüşü hiç güzel bişey deyil ama onsuz bi yaşam da yok.ve google earth tı incelerken petrol bölgelerinin hep batı kısmındaki bölgeler volkanik aktivitenin olduğu bölgeler. suidi arabistan petrollerine bakıyorsunuz batısında bi sürü yanardağ var hazar petrollerine bakıyorsunuz batısında bi sürü yanardağ var teksas petrol bölgesine bakıyorsunuz batısında bi sürü yanardağ var meksika körfezi petrol bölgesine bakıyorsunuz batı kısmında bi sürü yanardağ var venezuella petrol bölgesine bakıyorsunuz batısında bi sürü yanardağ var bilmiyorum bu bi tesadüfmü.bu kadar tesadüf fazla bence.
size kargalarla ilgili bi anımı anlatmak istiyorum.sanıyorum orta okul çağlarındaydım bi gün traktörle bahçeye ilaç atmaya yollamıştı babam. ilaçlamanın hortumunu çıkartırken çevrede bi sürü karga olduğunu farkettim.kimisi tepemde uçuşuyor kimisi çevredeki büyük ceviz ağacının üstünde kimisi kavak ağaçlarında bulunuyordular.benden hiç ürkmemeleri ve çok kalabalık olarak çevremde bulunmaları dikatimi çekmiş ama bi manada verememiştim.ilaç atmaya başladığımda tepemde uçuşan yaklaşık 15 karga iyi ce alçalıyorlar sonra yeniden yükseliyorlardı buda neyin nesiydi şimdi. bazansa hep birlikte alçalıyor sonra içlerinden birkaçı kanatlarını kısıyor bana doğru dalış yapmaya başladıkların da iyice tedirgin olmuştum sanki kargalar bana savaş açmış gibiydiler.ben onlar bana doğru dalış yapmaya başladıkların da bende elimdeki ilaçlama tabancasını yukarıya onlara dorultuyordum. ve daha kalabalık gurup ceviz ağacının tepesinde cevizin taze sürgünlerini gagalarıyla kırıp kırıp atıyorlardı. bi ara ilaç atmayı bırakmayı düşündüm.sonra vaz geçtim baba ma ne dicektim kargalardan korktum o yüzden ilacı atamadımmı dicektim. sonra birden kendi tarlamdan beni kargaların kaçırdığını düşün düm ne demekti kendi tarlamdan kargaların beni kovalaması o an müthiş öfkelendim bi tüfeğim olsaydı hepsini öldürürdüm. fasulye sırıklarında bi tane sopa söktüm bi elime sopayı aldım bi elimde ilaçlamanın tabancası ilacı atm aya devam ettim ceviz ağaçların dan uzaklaştıkça kargaların saldırıları ve yaklaşmaları azaldı bi ara ceviz ağacının altındaki otların kıpırdadığını gördüm biraz yaklaşıp dikkatli baktığımda otların içinden domatez sıralarının arasına bi kanadını yerde sürükleyerek yürüyen bi karga gördüm. ve işte o anda ceviz ağacındaki tüm kargalar hep birden havalandı.tepemde uçmaya başladılar hemen uzaklaştım ceviz ağacının yanından ben uzaklaşınca onlarda sakinleştiler. ve kargaların neden böyle davrandıklarını anlamıştım. yaralı kargaya zarar vermemi önlemek için yapıyorlardı tüm bunları. onu korumak için yapıyorlardı aynı biz insanlar gibi. nasıl benim başımda bi tehlike olsa ailem beni nasıl korumaya çalışırsa kargalarda sevdiklerini korumaya çalışıyorlardı. yani onlarında aralarında sevgi bağı olmalıydı. işte o zaman tüm öfkem geçmişti saygı bile duymuştum kargalara. haftalarca o bahçeye gittiğimizde hep birkaç karganın çevredeki ağaçlarda olduğunu gördüm. hep beklediler o yaralı kargayı. picassonun guernica isimli tablosuna bakın orda sevgiyi zıttından bilin ve sevgiyi acıya döndüren ihtirası görün.ihtirasın başlangıcını bilin.
sıcak iklim kuşağından soğuk iklim kuşağına gidildikçe insan kalitesi artar soğuk bölgelerdende sıcak iklim bölgelerine gidildikçe insan kalitesi düşer ve bu düzenden de arablar nasibini almışlardır.iklim insan kalitesi üzerinde çok etkilidir.ve arablar bu yüzden petrol denizi üzerinde yaşarlar ama.refahı teknolajiyi yakalıyamazlar.
muhittin arabi derki: ezeli olan sonradan olma insandır.ebedi olan daimi-oluşumdur.(ezel evveldir. ebedi ise sonsuzluktur) bu yüzden ben ölümü bi bitiş olarak düşünmüyorum.
askerlik yaptığım dönemde tanin dağlarındayız.beytüşebap tarafında çatışma var ve bizde çatışmanın telsiz muhaberesini dinliyoruz. ve telsiz konuşmasında bi komutan diğer komutana komutanım çatışmada teskereci timi var.15 günleri var komutanım onları çatışmadan çekelim. artık aileleri onları kapıda biliyor komutanım diyor.bu konuşmayı dinlerken gözlerim yaşarmıştı hatırlarkende yaşarıyor işte.....
ATATÜRK'ÜN SUBAYLARA HİTABEN AFYON KARAHİSAR'DA 31.07.1920 TARİHİNDE YAPTIĞI KONUŞMA
Efendiler!
Eski silah arkadaşlarımla böyle yakından ve samimi temasta bulunmaktan büyük vicdani zevk hissediyorum. Sizinle oturup uzun hasbıhal etmek isterdim. Fakat çoksunuz; müsait yer de yok. Bu sebeple hissiyatımı birkaç cümle İle mülahaza etmekle yetineceğim.
Arkadaşlar! İngilizler ve yardımcıları milletimizin bağımsızlığını İmhaya karar vermişlerdir. Milletler bağımsızlıklarını hiç kimsenin lütuf ve atfetme borçlu değildir. Hiç kimse kimseye, hiçbir millet diğer millete hürriyet ve bağımsızlık vermez. Milletlerde tabiat en yaratılıştan mevcut olan bu hak, milletlerce kuvvede, mücadele İle mahfuz bulundurulur. Kuvveti olmayan, dolayısıyla mücadele edemeyen bir millet, mahkûm ve esir vazıyettedir. Böyle bir milletin bağımsızlığı gasp olunur.
Dünyada hayat için, insanca yaşamak için bağımsızlık lâzımdır. Bağımsızlık sahibi olmak için kuvvet sahibi olmak ve bunun için mevcudiyetini ispat etmek icap eder.
Kuvvet ordudur. Ordunun hayat ve saadet kaynağı, bağımsızlığı takdir eden milletin, kuvvetin lüzumuna olan vicdanı imadır
İngilizler, milletimizi bağımsızlıktan mahrum etmek için, pek tabii olarak evvela onu ordudan mahrum etmek çarelerine giriştiler. Mütareke şartlarının tatbikatı ile silahlarımızı, cephanelerimizi, bütün müdafaa vasıtalarımızı elimizden almaya çalıştılar. Sonra kumandanlarımıza ve subaylarımıza tecavüz ve taarruza başladılar. Askerlik izzetinefsini yok etmeye gayret ettiler. Ordumuzu tamamen lağvederek, milleti, bağımsızlığını muhafaza için muhtaç olduğu dayanak noktasından mahrum etmeye teşebbüs ettiler. Bir taraftan da müdafaasız, ordusuz bıraktıklarını zannettikleri milletin de izzetinefsine, her türlü haklarına ve mukaddesatına taarruzla milleti alçaklığa, boyun eğmeye alıştırmak planını takip ettiler ve ediyorlar.
Her halde ordu, düşmanlarımızın birinci taarruz hedefi oldu. orduyu imha etmek için, mutlaka subayları mahvetmek, aşağılamak lazımdır. Buna da teşebbüs ettiler. Bundan sonra milleti koyun sürüsü gibi boğazlamakta engeller ve müşkülat kalmaz.
Bu hakikat karsısında ve içinde bulunduğumuz vaziyete göre subaylar heyetimize düşen vazifenin mahiyeti, ehemmiyeti ve kıymeti kendiliğinden meydana çıkar.
Milletimiz hür ve bağımsız yaşamak lüzumuna tam bir iman ile kani olmuş ve buna kati azim İle karar vermiştir. Zaman zaman, şurada burada üzüntü verici karaktersizliklerin görülmüş olması, hiçbir vakit milletimizin genel kanaatine, hakiki İmanına sekte vurmamıştır ve vurmayacaktır.
Dolayısıyla kuvvetin, ordunun vücudu İçin lazım olduğunu söylediğim kaynak ki milletin vicdanı imanıdır mevcuttur. Ordu ise, arkadaşlar, ancak subaylar heyeti sayesinde vücut bulur. Malum bir askeri hakikat, felsefi hakikattir; 'ordunun ruhu subaylardır.' O halde subaylarımız, düşmanlarımız tarafından yıkılmak İstenilen ordumuzu tamir edecek ve canlandıracak ve ordu ve milletimizin bağımsızlığını muhafaza edecektir. Millet, bağımsızlığının muhafazasından ibaret olan hayati gayesinin teminini ordudan, ordunun ruhunu teşkil eden subaylardan bekler. İşte subayların yüce olan vazifesi budur.
Allah göstermesin milletin bağımsızlığı ihlal edilirse bunun vebalı subaylara ait olacaktır. Subaylar, izah ettiğim yüce, mukaddes ve bütün açılardan üzerlerine düşen vazife itibariyle, bütün mevcudiyetleriyle ve bütün dikkat ve fesaretleriyle, giriştiğimiz Bağımsızlık mücadelesinde birinci derecede faal ve fedakâr olmak mecburiyetindedirler. Şahsi ve özel hayatları itibariyle de subaylar, fedakârlar sınıfının en önünde bulunmak mecburiyetindedirler. Çünkü düşmanlarımız herkesten evvel onları öldürür. Onları aşağılar ve hor görürler.
Hayatında bir an olsa hile subaylık yapmış, subaylık izzetinefsini, şerefini duymuş, ölümü küçümsemiş bir insan, hayatta iken, düşmanın tasarladığı ve reva gördüğü hu muamelelere katlanamaz. Onun yaşamak İçin bir çaresi vardır. Şercimi korumak! Halbuki düşmanlarımızın da kastettiği, o şerefi ayaklar altına atmaktır.
Dolayısıyla subay için 'ya istiklâl. ya ölüm' vardır Fakat arkadaşlar ölmeyeceğiz, bağımsızlığımızı muhafaza ederek yaşayacağız ve milletimizi daima bağımsız görmekle bahtiyar olacağız! ”
üç tane ama fil e merak salmışlar aralarında konuşuyorlar neye benziyor aca diye bunları almışlar fil in yanına götürmüşler. misalye bu.kimi filin bacağını tutmuş kimi kulağını kimide karnını, kuyruğunu hortumunu sonra bunlar kendi aralarında tutuşmuşlar inada kimi diyormuşki fil aynı bi sütuna benziyor kulağını tutan aynı bırandaya benziyor hortumunu tutan olurmu öyle şey fil hortum gibi bişey velasıl herkez kendi zannınca bilmiş fili. ama bu körler için gören bi göz tüm gözlerde bakar gerçeğe.
sıradışı fark yaratan insanların hep geometri bilgisi olduğunu fark ettiğimde geometriye merak saldım. başladım internette geometriyle ilgili bilgileri araştırmaya. beni en şaşırtan şeyse ulu önder atatürk ün bir geometri kitabı yazdığını öğrendiğimde olmuştu.aslında şaşırmamam gerekliydi çünkü fark yaratan en sıradışı insanlardan biri atatürk.bugün türkçede geometride kullanılan terimlerin tamamına yakını atatürk tarafından isimlendirilmiştir.ve atatürk geometri kitabında hacimi tarif ederken diyorki varsayalım kitaplıktan bi kitap aldınız ve o kitabın kalan boşluğu o kitabın hacmidir nesnelerin uzaydaki kapladığı alana hacim denir. bi bilgi bukadar güzel bu kadar net bu kadar berrak anlatılır. bu yüzden o büyük öğretmen sıfatını fazlasıyla hak ediyor.
hissettiklerimizin elbisesi yada kalıbı diye biliriz.hisettiklerimiz; tüm azalarımızdan gelen acı yada zıttını algılayan beden ve sevgi ve zıttını algılayan gönül. benzerlikleri ve farkları algılayan akıl. bu üçlüden gelen sinyaller hissettiklerimizdir..sözle yada kelimelerle ete kemiğe bürünür.
ben hayretten ibaretim desem abartmış olmam .herşeyi merak ettim en sonda kendimi merak etmeye başladım . nasıl düşündüğümü duygularımı nasıl oluşturduğumu .nasıl hissettiğimi merak etmeye başladım . daha sonrada hissettiğim duygularımın neler old ...
dekar
03.07.2012 - 21:40aslen bi alan ölçüsü olmakla beraber. artık antoloji. com un ana giriş kapısıdır.
su
29.06.2012 - 01:27her su içişimden sonra yarabbi bundan(su) daha lezzetli bişey yarattınmı diye sorardım.
sigara içmek
25.05.2012 - 01:34sigara içmek deliliktir.
gidi
16.05.2012 - 19:50konya yöresinde bi soy
...ölüm....
21.04.2012 - 05:22bu hayatı ne kadar çok seversek ölümden o kadar korkarız.sela maddesine yazdığım yazı da belirttiğim gibi sevgi ve zıttı tek bi nehir yatağında akan iki nehir gibi benzetmesine göre bi şeye karşı ne kadar sevgi hissediyorsak onu kaybettiğimizde o kadar çok acı hissederiz.
foton telepatisi
15.04.2012 - 02:37bundan bir kaç yıl önceydi hem tv de hemde gazetelerde okumuştum hollandada bi türk iş kadını çantasını almak isteyen hırsıza direnince hırsız tarafından kalbinden bıçaklanarak öldürülmüştü ve o anda türkiyedeki annesi göğsünde bi acı hissederek çığlık atmıştı. diye haber konusu olmuştu. hollanda nere türkiye nere bu nasıl olmuştu annesi kızının bıçaklandığını nasıl hissetmişti.sanırım burdada foton telepatisi gibi bi durum olmalı canlılar sevdikleri ile bi bütün dür. hem mevlana ne demişti? .
ne varsa alemde
misali var ademde
foton telepatisi
15.04.2012 - 01:55Bir lazerden çıkan bir foton Bir KnbO3 kristalinden geçerken daha az enerjili iki fotona ayrılır. Her foton bir optik lif içine girer ve yolu üstünde yarı yansıtıcı bir aynaya rastlar. Ayna tamamen rastlantıya bağlı olarak, fotonu bazen yansıtır, bazen geçirir. Aynayı geçen foton bir detektöre çarpar. Deney şunu göstermiştir: Aralarında 10 km’den fazla bir uzaklık bulunan bu iki foton, her an birbirlerinin tıpatıp aynı davranışları gösterirler; şöyle ki fotonlardan biri aynadan geçmişse, öteki de yansır.
Söz konusu deney, birbirlerinden uzak olan iki fotonun, bir “iletişim halinde” olduklarını göstermek amacıyla yapılmıştı. Deneyde aynı kaynaktan, lazerle uyarılmış bir KNbO3 kristalinden çıkıp iki farklı yöne giden iki foton gözlemlendi. Fotonların her biri optik lif içine alınarak yarıyansıtıcı bir aynaya ulaştırıldı. Bu ayna, adından da anlaşılacağı üzere bir fotonu bazen geçirir (bu durumda bir detektör, foton geçtiğini haber verir) , bazen de yansıtır(bu durumda foton, hareket yönünü değiştirir) .
Yarıyansıtıcı bir aynaya gelen bir fotonun aynadan geçmesi ya da yansıması tümüyle rastlantıya bağlıdır. Çok sayıda deney yapılarak bunların istatistikleri dikkate alınırsa şu görülür: Aynadan geçen ve yansıyan fotonların sayısı eşittir; bir başka deyişle ayna kaç foton geçirmişse o kadar fotonu da yansıtmıştır. Sağduyu bize şunu söyler: Davranışları tümüyle rastlantıya bağlı olması gereken iki fotondan her birinin, diğeri gibi davranması için hiçbir “mantıksal” neden yoktur. İşte bu deneyi inanılmaz yapan şey de budur. İsviçreli fizikçiler kesin olarak şu gözlemi yapmışlardır: Aralarında 10 km uzaklık olan iki foton, ayna karşısında her seferinde birbirleriyle aynı davranışı göstermişlerdir; fotonlardan biri yarıyansıtıcı bir aynadan geçmişse, ondan 10 km uzaktaki öteki foton da aynı anda yarıyansıtıcı bir aynadan geçmiştir. Biri yansıdıysa, aynı anda öteki de yansımıştır. Sanki her biri, diğerinin o anda ne yaptığını bilmektedir. Sanki fotonlar arasında telepati vardı...
Daha da garip olan şey şudur: Özel Görelelik kuramına göre, hiçbir sinyal ışıktan daha hızlı (] 300 000 km/saniye) gidemez; oysa aralarında 10 km olan iki foton aynı anda (arada zaman geçmeden) aynı davranışı göstermektedir!
Ne kadar açıklanamaz olursa olsun, benzer bir olay bilim adamlarınca daha önce de görülmüştür. 1981’de Fransız fizikçi Alain Aspect, Orsay Optik Enstitüsü’nde daha küçük ölçekte yaptığı laboratuar deneylerinde, dünyada ilk defa iki parçacığın her an özdeş davranışlar gösterebileceğini bulmuştur. Ancak İsviçre’deki deney farklıdır; burada iki foton arasındaki uzaklık 10 km’dir. İki foton üç kentin üstünden nasıl elele verebilmektedir? Bu kadar uzak bir mesafeyi aşarak iki fotonun tıpatıp aynı davranışları yapmasını ne sağlamaktadır? İki fotonun özel göreliliğe isyan edercesine, aynı anda aynı davranışı yapması nasıl açıklanabilir?
Bu gibi sorular yeni değildir. Fizikçiler teknolojik yetersizlik nedeniyle kuantum deneyleri yapamadıkları zamanlarda bile bu konu üzerinde düşünüyorlardı; kuantum fiziğinin doğuşunu izleyen yıllarda (1900-1920’ler arası) en azından kuramsal olarak, atomdan küçük madde parçacıklarının inanılmaz davranışlarına tanık oldular. Evren’deki bütün cisimlerin dalga-parçacık ikilisinden oluştuğunu anladılar.
Bu ikilik (düalite) kuralından büyüleyici özellikler ortaya çıktı. Bunlardan biri de şuydu: İki dalga-parçacık “birleşebilir”: Her birinin değişkenleri (enerji, hız, konum vb) , aynı anda denklemin içinde tekleşir. İki dalga-parçacık tek dalga-parçacık halini alır. Bu durumda bu iki dalga parçacığın “kuantum uyumu” halinde oldukları söylenir.
hissetmek
15.04.2012 - 01:45nesne ve o nesnenin hissettiği. yada hissedilenin kütlesi.ikiside aynı yola çıkar.soğuğun havaya sonrada suya nüfuz etmesi durumu kavramak gereklidir hissedileni anlamak için.bizim burda bi deveci var beş altı yıl önce deve omzundan kolunu koparttı şimdi kolu yok ve olmayan kolundaki parmağının tırnağı sızladığını söylüyormuş. olmayan koldaki parmağın tırnağı sızlarmı? peki bunu nasıl hissedebiliyor. rusların bulduğu kirli alan fotoğrafcılığınına bi örnek. peki bunlar ne anlama geliyor demekki hissetmek için beş duyumuzdan başka bi duyumuz daha var demektir. ve o duyumuzun hissettiği bi yapımız daha olmalı.
Gönül
21.03.2012 - 04:08sıcak bi yaz gününü ikindiden sonra. bi yamacın dibinde dinleniyorum hava çok sakin dal kıpırdamıyor ama karşımdaki beş altı metre uzağımdaki kuru otların içinde bi kırık saz yaklaşık üç karış boyunda bi sağa bi sola sallanıyor hiç bişeyin kıpırdamadı o sakinlikte o otun sertçe kıpırdaması dikkatimi çekiyor. gidip bakıyorum sazın kırık olan son noktasında kibrit başı kadar siyah bi böcek ve onu sırtının kabuğu ile kafası arasından yani boynundan kıskacıyla sıkmış ve böceği sazdan koparmaya çalışan uzun ayaklı kızıl karınca.böcek can havli ile sazı iyice kavramış bırakmıyor başka gidecek yerde yok .öylece seyrediyorum ve içimden böcek karıncanın rızkı dedim hani hep belgesellerde seyrediyoruz vahşi hayvanlar. küçük yavru hayvanları avladığında bile doğanın dengesi deyip müdahale etmiyorlar ben de o görüntülerden etkilenmiş olmalıyım müdahale etmedim ve tam dönüp gidecekken benim gönlümde gelen merhamet hissi karıncanın damak ve miydesinden gelen histen dahamı az değerli deyiverdim içimden böceği karıncaya zarar vermeden kurtardım. ve o gün bedensel azalarımla gönlümün arasındaki farkları farkettim.
halepçe katliamı
17.03.2012 - 02:46bundan yirmiüç yıl önceydi. sanıyorum 1988 yılıydı hakkarinin uludere ilçesinde askerdim tanin dağındaki bakım evinin güvenliği için bakım evinin tepelerine pusu atıyorduk hava kararmış beytüşabab tarafından vadinin içindeki yol adeta ışıktan bi nehir halini almıştı.bi ucu gözükmeyen bi araç konvoyu.yüzlerce kamyon geçmişti o gece.ve arabaların eksozlarından çıkan gürültü dinleme yapmamıza engel oluyordu buda bizi huzursuz ediyordu. çünkü gece duymak görmektir.tam 156 kamyon geçmiş ve bunlardan üçü o geceyi bizim bakım evinin önünde geçirmiş ti.tim komutanımızda gece yaz ayı olmasına rağmen dağda hava soğuk olduğu için kadın ve çocukları bizim koğuşa almış çocuklarda bütün yataklara işemişlerdi sabah geldiğimizde bütün yataklar ıslak :) hatta o gece bizim koguşta bide doğum gerçekleşmiş. ne kadar zor bi hayat değilmi.ölümden kaçarken hayata merhaba demek. sabahleyin erkenden de gitmişlerdi.ertesi gün bakım evinin arkasında ki yar dibinde bi sürü kalaşnikof mermisi bulmuştuk peşmergeler yanlarında getirdikleri mermileri atmıştılar. o zaman şöyle düşünmüştük onların çocuklarını ve annelerini gece soğukta kalmasınlar diye bakım evine almış olmamızdan dolayı kendilerini güvende hissetmişler ve artık bu mermilere ihtiyaçları olmadığını düşünmüş olmalılar.
halepçe katliamı
17.03.2012 - 02:40uludere den gülyazı ya hareket ediyoruz çok hızlı ve acele. defalarca tv lerde gördüğüm hayri kozakçıoğlunu ilk defa orda görüyorum yanındada jandarma asayiş komutanı hulisi sayın var. kısa bi moladan sonra tekrar araçlara biniyoruz gülyazı dan ayrılıyoruz yemişliye doğru yine çok acele hareket ediyoruz sınır boyunca devam eden yolda.bi ara yoldan vadinin içine doğru giden yola sapıyoruz önümüzde vişne çürüğü bi doğan taksi var içinde kiler shp milletvekilleri imiş.ama onlar daha ileriye gidemiyorlar geçirmiyorlar. vadinin son noktasındaki buzdolabı gibi beyaz sınıtaşı görünüyor ve müthiş bi toz yükseliyor sınırın sıfır noktasına yaklaştıkça tozun neden kaynaklandığını anlıyoruz vadinin içi insanlar hayvan sürüleri katırlar askerler müthiş bi kalabalık sınırın öbür tarafından daki yamaçlardaki makilik arazinin içinden bi sürü insan hayvan sürüleri kadınlar çocuklar bize doğru geliyorlar. tam bi mahşer yeri. bi ara masvavi gök yüzünde kirli bi is dikkatimizi çekiyor kirli is göğe doğru yükselmiş sonrada ırak tarafındaki tepenin arka tarafına düşmüş tü. ırak askerleri sınıra doğru kaçan peşmergelerin üzerine havan mermisi atıyorlar. ölümden kaçan insanlar sınırı geçmek için var güçleriyle mücadale veriyorlardı. sürülerinide bırakmamış kimileri hayvanlarınıda yanında getirmişti mal canın yongası napsınlar. ve bu hayatta kalma yarışıydı ve bizde finiş cizgisi gibiydik. sınırın bizden tarafına geçen saddamın askerlerinden kurtuluyordu.kürtçe bilen arkadaşlarımız peşmergelerle konuşuyordular ve onların anlattıklarına göre gazla zehirliyormuş saddamın askerleri hatta o gaz insanda gülme hissi uyandırıyormuş ve öldürüyormuş. ve ilk defa hardal gazını orda duymuştum. bu nasıl insanlıktır hadi savaşta asker askere karşı kullanır savaştır bu ama çoluk çocuğu kadınları yaşlıları masum insanları öldürmek bu nasıl ola bilir bu nasıl bi alçaklıktır bi insan böyle bişeyi nasıl yapa bilir.
mutasyon
13.03.2012 - 01:51bugün hepimizin bildiği o vaşinton portakalları mutasyon sayesinde olmuştur. amerikada lafa portakalı bahçesindeki bi lafa ağacın dalındaki meyve gözünde gece nemiyle su taneciği birikir ve o su taneciği sabah güneş ışıklarıyla o gözün yapısını değiştirir ve o gözden doğan dalcık lafa ağacında olmasına rağmen lafa portakallarından farklı meyve yapmış ve bu gün bildiğimiz vaşinton portakalı ortayacıkmıştır. ve bütün dünyaya o tek gözden üretilmiş ve dağılmıştır.(bir nedenin sonuçlarının etkileri tekrar o nedenin nedeni olmuşsa artık bu bir döngüye dönüşmüş demektir ve kendi kendinin varlık sebebidir.ve isterseniz tavukmu yumurtadan cıktı yumurtamı tavuktan çıktı sorusuna bu mantıkla cevap araya bilirsiniz)
kaplan
26.01.2012 - 01:59bundan yıllar önce. uluderede askerim.aylardan zemheri ayı.pusudayız. sanıyorum 1988,1989 kışı.öyle soğuk varki tükürsen yere düşmeden buz tutacak. zehir gibi bi hava. ay ışığında kar taneleri elmas gibi cığıl cığıl parlıyor. sabaha karşı tüm pusudaki arkadaşlarla kapalı mevziye yaktığımız ateşin çevresin de sohpet ederken günün ışımasını bekliyoruz. sohpet ediyoruz. bu esnada kapalı mevzimizin kapısına gerdiğimiz panço(bıranda gibi bi bez) dışarıdan bi hareketle part part diye ses cıkartıyor. hepimiz susuyoruz kimimiz silahına davranıyor. bu arada içimizden biri ya rüzgardır bu soğukta ateşin başında duramıyoruz dışarda ne olcek arkadaş diyor neyse sabah oldu hava aydınlanmaya başladığında mevziden çıktığımızda karın üzerinde kocaman ayak izlerini gördük. bu da neydi şimdi.arkadaşın biri ayı izi galiba dedi bu gece ayı gelmiş hani panço part part ettiği zaman ayı gelmiş dedi.içimizden biri ayı izi değil bu. ayının izi pençe olur bu pati görmüyormusunuz dedi. doğru bu pati iziydi. biri kurt izidir dedi. biri olurmu ya ben kurt izini gördüm kurt izi bukadar büyük olmaz kurt izinin iki hatta üç katı bu iz dedi. ben söze girdim aslan olacak değilya. afrikamı burası dedim. nese ne. konu kapandı. on yıllar sonra yaban tv diye bi tv açılmış seyrediyorum. anadoluda nesli tükenen hayvanlar. ve diyor ki anadolu kaplanı en son görüldüğü yer hakkarinin uludere ilçesi de bilmem kim isimli avcı tarafından vurulmuştur kürkü hala o kişlinin evindedir ve avcı ve postuyla güzel bi anadolu kaplanı postu. sanıyorum o gece mevzimizze gelen bi kaplandı ama ben bunu hiç bi zaman öğrenemiyeceğim.
petrol
22.01.2012 - 02:03ingiliz başbakanı churchıl bir damla petrol bir damla kandan daha değerlidir demiştir.adam haklıymış bakarsak buğünkü savaşların sebebine hep petrol için.bu mendebur petrol görünüşü hiç güzel bişey deyil ama onsuz bi yaşam da yok.ve google earth tı incelerken petrol bölgelerinin hep batı kısmındaki bölgeler volkanik aktivitenin olduğu bölgeler. suidi arabistan petrollerine bakıyorsunuz batısında bi sürü yanardağ var hazar petrollerine bakıyorsunuz batısında bi sürü yanardağ var teksas petrol bölgesine bakıyorsunuz batısında bi sürü yanardağ var meksika körfezi petrol bölgesine bakıyorsunuz batı kısmında bi sürü yanardağ var venezuella petrol bölgesine bakıyorsunuz batısında bi sürü yanardağ var bilmiyorum bu bi tesadüfmü.bu kadar tesadüf fazla bence.
karga
20.01.2012 - 05:34size kargalarla ilgili bi anımı anlatmak istiyorum.sanıyorum orta okul çağlarındaydım bi gün traktörle bahçeye ilaç atmaya yollamıştı babam. ilaçlamanın hortumunu çıkartırken çevrede bi sürü karga olduğunu farkettim.kimisi tepemde uçuşuyor kimisi çevredeki büyük ceviz ağacının üstünde kimisi kavak ağaçlarında bulunuyordular.benden hiç ürkmemeleri ve çok kalabalık olarak çevremde bulunmaları dikatimi çekmiş ama bi manada verememiştim.ilaç atmaya başladığımda tepemde uçuşan yaklaşık 15 karga iyi ce alçalıyorlar sonra yeniden yükseliyorlardı buda neyin nesiydi şimdi. bazansa hep birlikte alçalıyor sonra içlerinden birkaçı kanatlarını kısıyor bana doğru dalış yapmaya başladıkların da iyice tedirgin olmuştum sanki kargalar bana savaş açmış gibiydiler.ben onlar bana doğru dalış yapmaya başladıkların da bende elimdeki ilaçlama tabancasını yukarıya onlara dorultuyordum. ve daha kalabalık gurup ceviz ağacının tepesinde cevizin taze sürgünlerini gagalarıyla kırıp kırıp atıyorlardı. bi ara ilaç atmayı bırakmayı düşündüm.sonra vaz geçtim baba ma ne dicektim kargalardan korktum o yüzden ilacı atamadımmı dicektim. sonra birden kendi tarlamdan beni kargaların kaçırdığını düşün düm ne demekti kendi tarlamdan kargaların beni kovalaması o an müthiş öfkelendim bi tüfeğim olsaydı hepsini öldürürdüm. fasulye sırıklarında bi tane sopa söktüm bi elime sopayı aldım bi elimde ilaçlamanın tabancası ilacı atm aya devam ettim ceviz ağaçların dan uzaklaştıkça kargaların saldırıları ve yaklaşmaları azaldı bi ara ceviz ağacının altındaki otların kıpırdadığını gördüm biraz yaklaşıp dikkatli baktığımda otların içinden domatez sıralarının arasına bi kanadını yerde sürükleyerek yürüyen bi karga gördüm. ve işte o anda ceviz ağacındaki tüm kargalar hep birden havalandı.tepemde uçmaya başladılar hemen uzaklaştım ceviz ağacının yanından ben uzaklaşınca onlarda sakinleştiler. ve kargaların neden böyle davrandıklarını anlamıştım. yaralı kargaya zarar vermemi önlemek için yapıyorlardı tüm bunları. onu korumak için yapıyorlardı aynı biz insanlar gibi. nasıl benim başımda bi tehlike olsa ailem beni nasıl korumaya çalışırsa kargalarda sevdiklerini korumaya çalışıyorlardı. yani onlarında aralarında sevgi bağı olmalıydı. işte o zaman tüm öfkem geçmişti saygı bile duymuştum kargalara. haftalarca o bahçeye gittiğimizde hep birkaç karganın çevredeki ağaçlarda olduğunu gördüm. hep beklediler o yaralı kargayı. picassonun guernica isimli tablosuna bakın orda sevgiyi zıttından bilin ve sevgiyi acıya döndüren ihtirası görün.ihtirasın başlangıcını bilin.
araplar
18.01.2012 - 01:46sıcak iklim kuşağından soğuk iklim kuşağına gidildikçe insan kalitesi artar soğuk bölgelerdende sıcak iklim bölgelerine gidildikçe insan kalitesi düşer ve bu düzenden de arablar nasibini almışlardır.iklim insan kalitesi üzerinde çok etkilidir.ve arablar bu yüzden petrol denizi üzerinde yaşarlar ama.refahı teknolajiyi yakalıyamazlar.
...ölüm....
17.01.2012 - 00:22muhittin arabi derki: ezeli olan sonradan olma insandır.ebedi olan daimi-oluşumdur.(ezel evveldir. ebedi ise sonsuzluktur) bu yüzden ben ölümü bi bitiş olarak düşünmüyorum.
türk subayı
16.01.2012 - 02:21askerlik yaptığım dönemde tanin dağlarındayız.beytüşebap tarafında çatışma var ve bizde çatışmanın telsiz muhaberesini dinliyoruz. ve telsiz konuşmasında bi komutan diğer komutana komutanım çatışmada teskereci timi var.15 günleri var komutanım onları çatışmadan çekelim. artık aileleri onları kapıda biliyor komutanım diyor.bu konuşmayı dinlerken gözlerim yaşarmıştı hatırlarkende yaşarıyor işte.....
türk subayı
16.01.2012 - 02:20ATATÜRK'ÜN SUBAYLARA HİTABEN AFYON KARAHİSAR'DA 31.07.1920 TARİHİNDE YAPTIĞI KONUŞMA
Efendiler!
Eski silah arkadaşlarımla böyle yakından ve samimi temasta bulunmaktan büyük vicdani zevk hissediyorum. Sizinle oturup uzun hasbıhal etmek isterdim. Fakat çoksunuz; müsait yer de yok. Bu sebeple hissiyatımı birkaç cümle İle mülahaza etmekle yetineceğim.
Arkadaşlar! İngilizler ve yardımcıları milletimizin bağımsızlığını İmhaya karar vermişlerdir. Milletler bağımsızlıklarını hiç kimsenin lütuf ve atfetme borçlu değildir. Hiç kimse kimseye, hiçbir millet diğer millete hürriyet ve bağımsızlık vermez. Milletlerde tabiat en yaratılıştan mevcut olan bu hak, milletlerce kuvvede, mücadele İle mahfuz bulundurulur. Kuvveti olmayan, dolayısıyla mücadele edemeyen bir millet, mahkûm ve esir vazıyettedir. Böyle bir milletin bağımsızlığı gasp olunur.
Dünyada hayat için, insanca yaşamak için bağımsızlık lâzımdır. Bağımsızlık sahibi olmak için kuvvet sahibi olmak ve bunun için mevcudiyetini ispat etmek icap eder.
Kuvvet ordudur. Ordunun hayat ve saadet kaynağı, bağımsızlığı takdir eden milletin, kuvvetin lüzumuna olan vicdanı imadır
İngilizler, milletimizi bağımsızlıktan mahrum etmek için, pek tabii olarak evvela onu ordudan mahrum etmek çarelerine giriştiler. Mütareke şartlarının tatbikatı ile silahlarımızı, cephanelerimizi, bütün müdafaa vasıtalarımızı elimizden almaya çalıştılar. Sonra kumandanlarımıza ve subaylarımıza tecavüz ve taarruza başladılar. Askerlik izzetinefsini yok etmeye gayret ettiler. Ordumuzu tamamen lağvederek, milleti, bağımsızlığını muhafaza için muhtaç olduğu dayanak noktasından mahrum etmeye teşebbüs ettiler. Bir taraftan da müdafaasız, ordusuz bıraktıklarını zannettikleri milletin de izzetinefsine, her türlü haklarına ve mukaddesatına taarruzla milleti alçaklığa, boyun eğmeye alıştırmak planını takip ettiler ve ediyorlar.
Her halde ordu, düşmanlarımızın birinci taarruz hedefi oldu. orduyu imha etmek için, mutlaka subayları mahvetmek, aşağılamak lazımdır. Buna da teşebbüs ettiler. Bundan sonra milleti koyun sürüsü gibi boğazlamakta engeller ve müşkülat kalmaz.
Bu hakikat karsısında ve içinde bulunduğumuz vaziyete göre subaylar heyetimize düşen vazifenin mahiyeti, ehemmiyeti ve kıymeti kendiliğinden meydana çıkar.
Milletimiz hür ve bağımsız yaşamak lüzumuna tam bir iman ile kani olmuş ve buna kati azim İle karar vermiştir. Zaman zaman, şurada burada üzüntü verici karaktersizliklerin görülmüş olması, hiçbir vakit milletimizin genel kanaatine, hakiki İmanına sekte vurmamıştır ve vurmayacaktır.
Dolayısıyla kuvvetin, ordunun vücudu İçin lazım olduğunu söylediğim kaynak ki milletin vicdanı imanıdır mevcuttur. Ordu ise, arkadaşlar, ancak subaylar heyeti sayesinde vücut bulur. Malum bir askeri hakikat, felsefi hakikattir; 'ordunun ruhu subaylardır.' O halde subaylarımız, düşmanlarımız tarafından yıkılmak İstenilen ordumuzu tamir edecek ve canlandıracak ve ordu ve milletimizin bağımsızlığını muhafaza edecektir. Millet, bağımsızlığının muhafazasından ibaret olan hayati gayesinin teminini ordudan, ordunun ruhunu teşkil eden subaylardan bekler. İşte subayların yüce olan vazifesi budur.
Allah göstermesin milletin bağımsızlığı ihlal edilirse bunun vebalı subaylara ait olacaktır. Subaylar, izah ettiğim yüce, mukaddes ve bütün açılardan üzerlerine düşen vazife itibariyle, bütün mevcudiyetleriyle ve bütün dikkat ve fesaretleriyle, giriştiğimiz Bağımsızlık mücadelesinde birinci derecede faal ve fedakâr olmak mecburiyetindedirler. Şahsi ve özel hayatları itibariyle de subaylar, fedakârlar sınıfının en önünde bulunmak mecburiyetindedirler. Çünkü düşmanlarımız herkesten evvel onları öldürür. Onları aşağılar ve hor görürler.
Hayatında bir an olsa hile subaylık yapmış, subaylık izzetinefsini, şerefini duymuş, ölümü küçümsemiş bir insan, hayatta iken, düşmanın tasarladığı ve reva gördüğü hu muamelelere katlanamaz. Onun yaşamak İçin bir çaresi vardır. Şercimi korumak! Halbuki düşmanlarımızın da kastettiği, o şerefi ayaklar altına atmaktır.
Dolayısıyla subay için 'ya istiklâl. ya ölüm' vardır Fakat arkadaşlar ölmeyeceğiz, bağımsızlığımızı muhafaza ederek yaşayacağız ve milletimizi daima bağımsız görmekle bahtiyar olacağız! ”
gerçek şu ki
12.01.2012 - 02:55sen kendini sandın bir parça küçük
halbuki sende alem var en büyük.
mühittin arabii
bakış açısı
12.01.2012 - 00:58üç tane ama fil e merak salmışlar aralarında konuşuyorlar neye benziyor aca diye bunları almışlar fil in yanına götürmüşler. misalye bu.kimi filin bacağını tutmuş kimi kulağını kimide karnını, kuyruğunu hortumunu sonra bunlar kendi aralarında tutuşmuşlar inada kimi diyormuşki fil aynı bi sütuna benziyor kulağını tutan aynı bırandaya benziyor hortumunu tutan olurmu öyle şey fil hortum gibi bişey velasıl herkez kendi zannınca bilmiş fili. ama bu körler için gören bi göz tüm gözlerde bakar gerçeğe.
beyaz
22.12.2011 - 01:16sevginin rengi beyaz demişimde nedenini yazmamışım.cinsi ve rengi ne olursa olsun tüm canlıların süt rengi beyazdır. sevgiden gelir de ondan.
geometri
22.12.2011 - 01:04sıradışı fark yaratan insanların hep geometri bilgisi olduğunu fark ettiğimde geometriye merak saldım. başladım internette geometriyle ilgili bilgileri araştırmaya. beni en şaşırtan şeyse ulu önder atatürk ün bir geometri kitabı yazdığını öğrendiğimde olmuştu.aslında şaşırmamam gerekliydi çünkü fark yaratan en sıradışı insanlardan biri atatürk.bugün türkçede geometride kullanılan terimlerin tamamına yakını atatürk tarafından isimlendirilmiştir.ve atatürk geometri kitabında hacimi tarif ederken diyorki varsayalım kitaplıktan bi kitap aldınız ve o kitabın kalan boşluğu o kitabın hacmidir nesnelerin uzaydaki kapladığı alana hacim denir. bi bilgi bukadar güzel bu kadar net bu kadar berrak anlatılır. bu yüzden o büyük öğretmen sıfatını fazlasıyla hak ediyor.
kelime
13.12.2011 - 14:02hissettiklerimizin elbisesi yada kalıbı diye biliriz.hisettiklerimiz; tüm azalarımızdan gelen acı yada zıttını algılayan beden ve sevgi ve zıttını algılayan gönül. benzerlikleri ve farkları algılayan akıl. bu üçlüden gelen sinyaller hissettiklerimizdir..sözle yada kelimelerle ete kemiğe bürünür.
Toplam 396 mesaj bulundu