Bir de kitabı var:
-Ayrılık Çeşmesi / Bir Neyzenin Yolculuğu
Zeki Müren’in yeni yeni ünlendiği, çocukların yaz tatillerinde esnafın yanında zanaat öğrendiği, akşamları kadınlı erkekli komşuların kapı önlerinde çay içtiği ellili yıllar fonunda bir çocukluk. Peşinden dervişlerden, neyzenlerden oluşan aile ocağının mistik havasıyla İtalyan Lisesi’nin Batılı atmosferi arasında bocalayan ilk gençlik yılları. Ve nihayet uluslararası bir müzik kariyerine açılan Avrupa günleri...
Kudsi Erguner samimi ve tevazu dolu anlatımıyla; bir yanda bugün artık kaybolan tekke ve tasavvuf geleneğinin nasıl bir gösteri sanatına indirgendiğini anlatırken, diğer yandan tecrübeleri ışığında Doğu ve Batı arasındaki anlayış farklılıklarını gözler önüne seriyor...
Kudsi Erguner 1952’de Diyarbakır’da doğdu. 1969’da İstanbul Radyosu’na katıldı. 1973’te Paris’e yerleşen Erguner, burada mimarlık ve müzikoloji eğitimi aldı ve her iki alanda da doktora yaptı. 1976’dan itibaren dünyaca tanınmış müzisyenlerle çeşitli tiyatro, sinema ve konser projelerinde çalıştı.
1981’de Sufi öğretisini ve müziğini öğretmeyi amaçlayan bir dernek, 1988’de ‘‘Kudsi Erguner Ensemble’’ adıyla 16.yüzyıl Klasik Osmanlı Müziği’ni tanıtmayı hedefleyen bir müzik topluluğu kurdu.
istanbul'da doğmuş eğitimini ise doktorasını da verdiği paris-sorbonne üniversitesi'nde tamamladıktan sonra 1973 yılında Türkiye'ye gelmiştir. ilk önce istanbul üniversitesi 'nde çalışmıştır. Daha sonra bilkent ve Marmara'da çalıştıktan sonra 2002 yılında halen öğretim üyeliği yaptığı istanbul siyasal bilgiler fakültesi'ne geri dönmüştür. Türkiye'nin en büyük beşeri bilimcilerindendir. siyaset bilimi uzmanı ve sosyologdur. zaten kendisi siyaset bilimi ile sosyolojinin birbirinden ayrılmaz konular olduğunu düşünür ve şöyle der:
'Makalelerimi derlemeyi tasarlarken beni şaşırtan bir durumla karşılaştım. birbirini izleyen yıllar boyunca sosyoloji ve siyaset biliminin bu dönemde ne denli birbirine yakınlaştıklarını, birbirlerinden ayırt edilmelerinin neredeyse imkansız hale geldiğini bir kez daha tespit ettim. gerçi 20 yıl önce de böyle bir saptamada bulunuyordum. ama kendimi biraz zorlayarak belki de bunun, çeşitli bilinç altı nedenlerden ötürü, böyle olmasını istediğim için etrafıma bu yönde açıklamalarda bulunurken, aslında kendimi de ikna etmeye çalışarak. şimdi görüyorum ki, artık zorlamaya, bunun böyle olduğunu anlatmak için çetrefil akıl yürütmelerde bulunmaya gerek yoktur. şimdi daha ney biçimde görüyorum ki, iki bilim dalının iç içeliği ampirik gerçekliğin ta kendisi olmuş'
Türkiye'de alan araştırması yapmış birkaç kadın sosyologdan biridir. zonguldak'da çalışmaları olmuş nakşibendi tarikatının sanayileşmeye rağmen nasıl bölgede yerleştiğini ve sanayileşmenin dinden uzaklaştırdığı tezinin türkiye'de tam olarak tutmadığını söylemiştir. zira avrupa'nın yüzyıllarının sonucu olan sanayileşmenin 10 yıllık bir geçmişle aynı etkileri türkiye'de göstermesi mümkün değildir. aristokrat bir kadındır. fazlasıyla aristokrat.
Yazar, teorisyen. Birikim dergisinin 1980 öncesinde yayınlanan sayıları da sahaflardan bulunup alınmalı, Ömer Laçiner'in yazıları yutar gibi okunmalıdır. O dönemki imzasız 'geçen ayın birikimi' başlıklı yazıların da çoğu Laçiner'e aittir.
'Kapı açılır açılmaz içeri girdik. Hepsini yere yatırdık. Ne yapacağımız konusunda talimat almak için Abdullah'a birini gönderdik. Abdullah eter ve pamuk vermiş 'Hepsini teker teker bayıltıp öldürelim' demiş. Dışarı çıkıp, arabada bekleyen Abdullah'la konuştum. 'evde öldürmek zor olacak. ikişer ikişer götürüp öldürelim dedim. 'olur' dedi.2 kişiyi büyük reis'in arabasına bindirip Eskişehir yoluna götürdük. Müsait bir yer bulup ikisini de yere yatırıp kafalarına ateş ettik. Geri döndük. Böyle zor olacağını anlayınca Abdullah, 'tek tek boğalım bunları' dedi. Bir tanesini zorla boğdum, diğer dördünü bu şekilde öldürmekte zor olacaktı. Arkadaşları gönderdim. sonrada sedirin üzerinde bulunan dört kişiye yakın mesafeden ateş ederek mermilerin hepsin boşalttım. Silahı da götürüp Abdullah'a verdim.'
(l7 kasım 1980, Haluk kırcı, Ankara Sıkıyönetim savcılığına verdiği ifade)
Mükemmel bir sosyal yardımlaşma mekanizması... 'Dünyanın en zengin 40 ailesi mallarının 40'ta birini en yoksullara zekat olarak dağıtsalar açlık-kıtlık yeryüzünden silinir mi? ' diye düşündürtüyor....
el-kaide örgütünün teorisyeni ve iki numaralı ismi.
karısı ve üç kızının, amerikan hava saldırıları sırasında öldüğü ileri sürülmüş, kandahardaki saldırılar sırasında.
mısır'da islami cihad örgütünü kurmuş. ayrıca batı üniversitelerinde çok iyi eğitim görüp doktor ünvanı almış. mısır cumhurbaşkanı enver sedat'a düzenlenen suikasttan sorumlu olmakla suçlanmasının ardından afganistan'a kaçmış.
El Kaide'nin iki numaralı adamı, teorisyeni, basın sözcüsüdür. 19 haziran 1951 mısır doğumludur. 7 ağustos 1998'de, abd'nin Tanzanya'daki dar-üs selam ve Kenya'daki nairobi büyükelçiliklerinin bombalanması olayında rol oynadığı iddiasıyla suçlanıyor. yanısıra 11 eylül olaylarının da baş faillerindendir. ABD dışişleri bakanlığı adalet programı, Eymen El-Zevahiri'nin yakalanmasına ya da suçlanmasına doğrudan neden olacak bilgi için 5 milyon dolara kadar ödül vermektedir.
Okuyup araştırma zahmetine katlananlar görecektirki 'stad hiç bir zaman çökmemiştir'
Sadece açılış maçında 1964 de yeni açık tribünde bir köftecinin tezgahındaki piknik tüpünün alevi paniğe yol açmış ve izdihamdan dolayı yeni açık üst tribünden alt tribüne düşenler olmuştur.1 kişi ölmüştür.
Panik avasından dolayı olay haberlere 'tribnü çöktü' diye yansımıştır.
Behice Boran 1 mayıs 1910'da Bursa'da doğdu. 1939'da Ankara dil tarih ve coğrafya fakültesi'ne sosyoloji doçenti olarak atandı. 1941'de bir grup arkadaşıyla birlikte 'yurt ve dünya' ve 'adımlar' dergilerini çıkarmaya başladı, ancak her iki dergi de 1944 yılında bakanlar kurulu kararıyla kapatıldı. 'Görüşler' dergisinde yayımlanan bir yazısından dolayı üç öğretim görevlisi ile birlikte hakkında tahkikat açıldı. Bunun üzerine Boran ve arkadaşları Danıştay'a dava açtılar ve davayı kazanarak üniversitedeki görevlerine döndüler. Bir süre sonra Boran ve üç öğretim görevlisi hakkında yeniden dava açıldı, bu seferki sonuç boran'ın üniversitedeki kadrosunun kaldılmasıydı.1950'de Türk Barışseverler Cemiyeti'ni kurdu ve derneğin başkanlığını yaptı, bir yıl sonra derneğin, Kore'ye asker gönderilmesini eleştiren tutumu nedeniyle 15 ay hapse mahkum edildi.
Bu ceza, üniversitedeki öğretim üyeliğinden ihraç edilmesine yol açtı.1951 yılında başlatılan 'Komünist partisi' soruşturmasından dolayı 1953 Eylül'ünde tutuklandı, bir yıl sonra tahliye oldu.
1962'de Türkiye İşçi partisi'ne üye oldu. ilk kongrede genel yönetim kurulu ve merkez yürütme kurulu üyeliklerine, 1969'da genel sekreterlik görevine seçildi.bu arada 'Türkiye Sosyalizmi'ni 'Hürriyetçi ve Güleryüzlü' olarak tanımlayarak, Türkiye devriminin Leninist çizgiyi izleyeceğini söyleyen parti genel başkanı Mehmet Ali Aybar'ın bu çizgisine Sadun Aren'le birlikte karşı çıkan Boran, onun bilimsel sosyalizmden sapmış olduğunu ilan eder ve Aybar'ın genel başkanlıktan alınmasına dönük bir kampanya başlatır. 3. kongre'de aybar tekrar genel başkan seçilince tip fiilen iki başlı hale geldi ve aren-boran çevresi, sbkp ve avrupa komünist partilerinin çizgisine uyarlanmış olan bir ideolojik çizgiyi savunan 'emek' dergisini çıkarmaya başladı.1970 yılında partinin 4. kongresinde aybar tasfiye edildi ve boran genel başkan seçildi.12 mart 1971 darbesi tip'i kapatırken boran da sıkıyönetim mahkemesi'nce tutuklandı. merkez yürütme kurulu'nun bazı üyeleriyle birlikte yargılandı ve 15 yıl ağır hapse mahkum edildi.2.tip, 2 yılı aşkın bir süre cezaevinde kalan boran'ın başkanlığında nisan 1975'de kuruldu.1977 seçimlerinde alınan oy oranının çok düşük düzeyde kalması parti içinde tkp ve tsip'le yakınlaşma eğilimini güçlendirdi. parti içi tartışmalar, sonradan sosyalist iktidar dergisini çıkaracak olan yalçın küçük, metin çulhaoğlu ve çok sayıda sosyalist devrimci tip'linin 'anti-sovyetik' oldukları iddiasıyla partiden ihraçlarıyla sonuçlandı. daha sonra ise tkp ile birleşmenin savunuculuğunu yapan merkez yöneticiler tasfiye edildi.boran, 1 mayıs 1979'da istanbul'da 1 mayıs'ın yasaklanması ve sıkıyönetim tarafından sokağa çıkma yasağı konmasını protesto ederek parti yönetici ve üyeleriyle birlikte merter'de eylem yaptığı için tutuklandı ve hapis cezasına çarptırıldı.
12 eylül 1980 darbesiyle 2.tip de kapatıldı. behice boran önce gözaltına alındı. daha sonra tip yöneticilerinin bir kısmıyla birlikte yurtdışına çıktı.
10 ekim 19872de brüksel'de öldü. türkiye'ye getirilen cenazesi zincirlikuyu mezarlığında toprağa verildi.
Kuran'da Allah, ne eski yunan felsefesinde tasvir edilen olemp tanrıları gibi arzu ve ihtiraslarının dürtüsü ile kullarını kovalar ve ne de 'Eski Ahid'in Tekvin babının onbirinci bölümünde yer alan uydurma 'Babil Burcu' masalında anlatıldığı gibi kullarına intikam tuzakları kurar.
Kuran'ı Hz.Muhammed'in yazdığını iddia edenlere, Kuran'ı alıp başından sonuna kadar 'Bunu şu amaçla yazmıştır, bunu da yazmasının sebebi şudur vs...' diyerek okumasını tavsiye ediyorum.
İnsan yapısı bir kitap binlerce İnsanı O'na inanmaya yöneltebilir miydi? Kuran'da yazanlar sadece birer kelimeden ibaret değildir, her ayetin hatta her kelimenin içinde binlerce sır vardır.Önyargıyla yaklaşan insan için hiç bir anlam ifade etmeyen bir takım kelimeler gibi gelmesi çok doğaldır.İşte belki de ilk emrin 'OKU' olmasının sebebi hikmeti de budur.
Astronomi biliminin henüz gelişmemiş olduğu bir dönemde, 14 asır önce indirilen Kuran-ı Kerim'de evrenin genişlediğinden şöyle bahsedilir:
Biz göğü 'büyük bir kudretle' bina ettik ve şüphesiz Biz (onu) genişleticiyiz. (Zariyat Suresi, 47)
Yukarıdaki ayette geçen 'sema (gök) ' kelimesi Kuran'ın pek çok yerinde uzay ve evren anlamında kullanılır. Nitekim burada da bu anlamda kullanılmıştır ve evrenin genişleyici olduğu bildirilmiştir. Türkçeye 'Şüphesiz Biz genişleticiyiz (genişleteniz/genişletmekte olanız) ' olarak çevrilen Arapça 'inna le musiune' ifadesindeki 'musi'une' kelimesi, 'genişletmek' anlamına gelen 'evsea' fiilinden türemiştir. 'Le' ön-eki de takip ettiği isim ya da sıfata vurgu ekleyerek 'çok fazla' anlamı katmaktadır. Dolayısıyla bu ifade 'Biz göğü veya evreni çok fazla genişletiyoruz' anlamı taşımaktadır. Bilimin bugün varmış olduğu sonuç da Kuran'da bize bildirilenle aynıdır.
20. yüzyılın başlarına dek bilim dünyasında hakim olan tek görüş, 'evrenin durağan bir yapıya sahip olduğu ve sonsuzdan beri süregeldiği' şeklindeydi. Ancak, günümüz teknolojisi sayesinde gerçekleştirilen araştırma, gözlem ve hesaplamalar evrenin bir başlangıcı olduğunu ve sürekli olarak 'genişlediğini' ortaya koydu.
Rus fizikçi Alexander Friedmann ve Belçikalı evren bilimci Georges Lemaitre, 20. yüzyılın başlarında evrenin sürekli hareket halinde olduğunu ve genişlediğini teorik olarak hesapladılar.
Bu gerçek, 1929 yılında gözlemsel olarak da ispatlandı. Amerikalı astronom Edwin Hubble kullandığı dev teleskopla gökyüzünü incelerken, yıldızların ve galaksilerin sürekli olarak birbirlerinden uzaklaştıklarını keşfetti. Bu buluş astronomi tarihinin en büyük keşiflerinden biri sayılmaktadır. Hubble bu incelemeler sırasında yıldızların, uzaklıklarına bağlı olarak kızıl renge doğru yaklaşan bir ışık yaydıklarını saptadı
Çünkü bilinen fizik kurallarına göre, gözlemin yapıldığı noktaya doğru hareket eden ışıkların tayfı mor yöne doğru, gözlemin yapıldığı noktadan uzaklaşan ışıkların tayfı da kızıl yöne doğru kayar. Hubble'ın gözlemleri sırasında ise yıldızların ışıklarında kızıla doğru bir kayma fark edilmişti. Kısacası yıldızlar sürekli olarak uzaklaşmaktaydılar. Yıldızlar ve galaksiler sadece bizden değil, birbirlerinden de uzaklaşıyorlardı. Herşeyin sürekli olarak birbirinden uzaklaştığı bir evren ise, sürekli 'genişleyen' bir evren anlamına gelmekteydi. Evrenin genişlemekte olduğu, ilerleyen yıllardaki gözlemlerle de kesinlik kazandı.
Konuyu daha iyi anlamak için, evreni şişirilen bir balonun yüzeyi gibi düşünmek mümkündür. Balonun yüzeyindeki noktaların balon şiştikçe birbirlerinden uzaklaşmaları gibi, evrendeki cisimler de evren genişledikçe birbirlerinden uzaklaşmaktadırlar. Aslında bu gerçek 20. yüzyılın en büyük bilim adamlarından biri sayılan Albert Einstein tarafından da teorik olarak keşfedilmişti. Fakat Einstein, o devrin genel kabul gören 'durağan evren modeli' ile ters düşmemek için, bu buluşunu bir kenara bırakmıştı. Einstein bu davranışını daha sonra, 'kariyerinin en büyük hatası' olarak adlandıracaktı. 2
Bu bilimsel gerçek, henüz hiçbir insan tarafından bilinmezken, Kuran'da asırlar önce açıklanmıştır.
Bugün 'Türk, Kürt yada Arap..' dendiğinde akla gelen kötü şeyler o ırktan, milletten olanların kanıyla, genetik yapısıyla, kafatası yapısıyla ilgili değildir!
Her şeyin başı eğitim! Bugün bir PKKlı terörist gence adaletli bir dünya sunulsaydı teröre falan bulaşmazdı, dağa çıkmaya gerek duymazdı.Neden ekonomik düzeyi iyi olan ülkelerde terör yok yada çok az, bir düşünün!
Aynı şekilde bugün devlet için kurşun sıktığını söyleyen mafyalar, başka şartlar altında yetişip büyüselerdi bugün belki bu katliamları yapmayacaktılar.
Yani söylemek istediğim terörün, şiddetin, vahşetin, MİLLİYETİ, KANI, DAMARI OLMAZ!
Minicik bir kürt bebek potansiyel terörist midir? ! ! ! Varmı böyle saçma sapan bir şey! Yada tam tersini düşünelim minicik bir Türk çocuğu mutlaka vatansever, devletine bağlı, doğru-düzgün bir adam mı olacaktır mutlaka? ! ! !
Bütüüüüüün Araplar 'pis midir'? Hiç mi temizi yoktur.Temizlik-pislik onun damarlarındaki kanla açıklanabilir mi hiç? !
Bugün bir bebek, doğduğu anda 'hakları elinden alınmış' olarak doğabilmekte.Eğer yoksul bir anne-babanın çocuğuysa ekonomik geleceği pek de parlak değildir.Hayatını kazanması çok büyük zorluklara katlanması gerekmektedir.Oysa zengin bir aile içinde doğan bebek doğar doğmaz trilyoner olarak doğabilir.
İşte Kapitalizm dünyamızı bu kadar uç noktada adaletsiz bir hale getirmiştir.Doğan 2 bebek de İNSAN'dır, kuldur.Ancak dünyada bugün uygulanan sistem sadece PARASI OLANLARA İNSAN GİBİ yaşama hakkı verir.
Elbetteki her insan hayatını kazanmak için ÇALIŞMALIDIR.Öyle 'yan gel yat....' ile kimsenin ADALET yada PARA beklemeye hakkı yoktur.
Ancak daha yeni doğan bir BEBEK bile sağlık ve eğitim gibi en temel ihtiyaclarından yoksun olarak doğmaktadır.Bebek ölümleri Kapitalizmin sonucudur.
Dünyada herkese yetecek kadar besin vardır! Dünyada kıtlık oluşmaz, oluşturulur! Bugün 'dünyanın en zengin 200 insanı'nın serveti, tüm Afrika devletlerinin bütçesinden kat kat fazladır.
İşte sosyalizm bu adaletsiz gelir dağılımına, bu PARA merkezli insanlık dışı kapitalist sistem 'DUR' der.
Dünyada sosyalizmin kısmen uygulandığı tek ülke Küba'da eğitim ilkokuldan doktora eğitimine kadar ücretsizdir.
Dünyada sosyalizmin kısmen uygulandığı tek ülke Küba'da okur yazar oranı ve okula devamlılık oranı %99 dur.
Dünyada sosyalizmin kısmen uygulandığı tek ülke Küba nüfusla oranladığınızda dünyanın en çok olimpiyat madalyası kazanan sporcularına sahiptir.
Dünyada sosyalizmin kısmen uygulandığı tek ülke Küba nüfusla oranladığınızda dünyada en çok öğretmenin olduğu ülkedir.
kudsi erguner
16.08.2004 - 10:39Bir de kitabı var:
-Ayrılık Çeşmesi / Bir Neyzenin Yolculuğu
Zeki Müren’in yeni yeni ünlendiği, çocukların yaz tatillerinde esnafın yanında zanaat öğrendiği, akşamları kadınlı erkekli komşuların kapı önlerinde çay içtiği ellili yıllar fonunda bir çocukluk. Peşinden dervişlerden, neyzenlerden oluşan aile ocağının mistik havasıyla İtalyan Lisesi’nin Batılı atmosferi arasında bocalayan ilk gençlik yılları. Ve nihayet uluslararası bir müzik kariyerine açılan Avrupa günleri...
Kudsi Erguner samimi ve tevazu dolu anlatımıyla; bir yanda bugün artık kaybolan tekke ve tasavvuf geleneğinin nasıl bir gösteri sanatına indirgendiğini anlatırken, diğer yandan tecrübeleri ışığında Doğu ve Batı arasındaki anlayış farklılıklarını gözler önüne seriyor...
kudsi erguner
16.08.2004 - 10:39Kudsi Erguner 1952’de Diyarbakır’da doğdu. 1969’da İstanbul Radyosu’na katıldı. 1973’te Paris’e yerleşen Erguner, burada mimarlık ve müzikoloji eğitimi aldı ve her iki alanda da doktora yaptı. 1976’dan itibaren dünyaca tanınmış müzisyenlerle çeşitli tiyatro, sinema ve konser projelerinde çalıştı.
1981’de Sufi öğretisini ve müziğini öğretmeyi amaçlayan bir dernek, 1988’de ‘‘Kudsi Erguner Ensemble’’ adıyla 16.yüzyıl Klasik Osmanlı Müziği’ni tanıtmayı hedefleyen bir müzik topluluğu kurdu.
tanıl bora
16.08.2004 - 10:31'Radikal iki' de,
'Radikal Futbol' da,
'Birikim dergisi' nde ve
www.haysiyet.com 'da yazıları olan yazar.
nur vergin
16.08.2004 - 10:11' Siyasetin Sosyolojisi ' isimli kitabin yazarı, sosyolog.
nur vergin
16.08.2004 - 10:10istanbul'da doğmuş eğitimini ise doktorasını da verdiği paris-sorbonne üniversitesi'nde tamamladıktan sonra 1973 yılında Türkiye'ye gelmiştir. ilk önce istanbul üniversitesi 'nde çalışmıştır. Daha sonra bilkent ve Marmara'da çalıştıktan sonra 2002 yılında halen öğretim üyeliği yaptığı istanbul siyasal bilgiler fakültesi'ne geri dönmüştür. Türkiye'nin en büyük beşeri bilimcilerindendir. siyaset bilimi uzmanı ve sosyologdur. zaten kendisi siyaset bilimi ile sosyolojinin birbirinden ayrılmaz konular olduğunu düşünür ve şöyle der:
'Makalelerimi derlemeyi tasarlarken beni şaşırtan bir durumla karşılaştım. birbirini izleyen yıllar boyunca sosyoloji ve siyaset biliminin bu dönemde ne denli birbirine yakınlaştıklarını, birbirlerinden ayırt edilmelerinin neredeyse imkansız hale geldiğini bir kez daha tespit ettim. gerçi 20 yıl önce de böyle bir saptamada bulunuyordum. ama kendimi biraz zorlayarak belki de bunun, çeşitli bilinç altı nedenlerden ötürü, böyle olmasını istediğim için etrafıma bu yönde açıklamalarda bulunurken, aslında kendimi de ikna etmeye çalışarak. şimdi görüyorum ki, artık zorlamaya, bunun böyle olduğunu anlatmak için çetrefil akıl yürütmelerde bulunmaya gerek yoktur. şimdi daha ney biçimde görüyorum ki, iki bilim dalının iç içeliği ampirik gerçekliğin ta kendisi olmuş'
Türkiye'de alan araştırması yapmış birkaç kadın sosyologdan biridir. zonguldak'da çalışmaları olmuş nakşibendi tarikatının sanayileşmeye rağmen nasıl bölgede yerleştiğini ve sanayileşmenin dinden uzaklaştırdığı tezinin türkiye'de tam olarak tutmadığını söylemiştir. zira avrupa'nın yüzyıllarının sonucu olan sanayileşmenin 10 yıllık bir geçmişle aynı etkileri türkiye'de göstermesi mümkün değildir. aristokrat bir kadındır. fazlasıyla aristokrat.
ömer laçiner
16.08.2004 - 10:06Yazar, teorisyen. Birikim dergisinin 1980 öncesinde yayınlanan sayıları da sahaflardan bulunup alınmalı, Ömer Laçiner'in yazıları yutar gibi okunmalıdır. O dönemki imzasız 'geçen ayın birikimi' başlıklı yazıların da çoğu Laçiner'e aittir.
ömer laçiner
16.08.2004 - 10:04'Sosyalizm, yeteneklerini kullanmak ve geliştirmek istemeyenlere karşı verilen bir savaştır.' diyen adam...
ömer laçiner
16.08.2004 - 10:03Aylık Sosyalist kültür dergisi BİRİKİM' in sahibi ve editörü.
bahçelievler katliamı
16.08.2004 - 10:00'Kapı açılır açılmaz içeri girdik. Hepsini yere yatırdık. Ne yapacağımız konusunda talimat almak için Abdullah'a birini gönderdik. Abdullah eter ve pamuk vermiş 'Hepsini teker teker bayıltıp öldürelim' demiş. Dışarı çıkıp, arabada bekleyen Abdullah'la konuştum. 'evde öldürmek zor olacak. ikişer ikişer götürüp öldürelim dedim. 'olur' dedi.2 kişiyi büyük reis'in arabasına bindirip Eskişehir yoluna götürdük. Müsait bir yer bulup ikisini de yere yatırıp kafalarına ateş ettik. Geri döndük. Böyle zor olacağını anlayınca Abdullah, 'tek tek boğalım bunları' dedi. Bir tanesini zorla boğdum, diğer dördünü bu şekilde öldürmekte zor olacaktı. Arkadaşları gönderdim. sonrada sedirin üzerinde bulunan dört kişiye yakın mesafeden ateş ederek mermilerin hepsin boşalttım. Silahı da götürüp Abdullah'a verdim.'
(l7 kasım 1980, Haluk kırcı, Ankara Sıkıyönetim savcılığına verdiği ifade)
Not: 'Haluk Kırcı bugün serbesttir.'
zekat
13.08.2004 - 17:34Mükemmel bir sosyal yardımlaşma mekanizması... 'Dünyanın en zengin 40 ailesi mallarının 40'ta birini en yoksullara zekat olarak dağıtsalar açlık-kıtlık yeryüzünden silinir mi? ' diye düşündürtüyor....
zevahiri
13.08.2004 - 12:04el-kaide örgütünün teorisyeni ve iki numaralı ismi.
karısı ve üç kızının, amerikan hava saldırıları sırasında öldüğü ileri sürülmüş, kandahardaki saldırılar sırasında.
mısır'da islami cihad örgütünü kurmuş. ayrıca batı üniversitelerinde çok iyi eğitim görüp doktor ünvanı almış. mısır cumhurbaşkanı enver sedat'a düzenlenen suikasttan sorumlu olmakla suçlanmasının ardından afganistan'a kaçmış.
zevahiri
13.08.2004 - 12:03Eymen el Zevahiri
El Kaide'nin iki numaralı adamı, teorisyeni, basın sözcüsüdür. 19 haziran 1951 mısır doğumludur. 7 ağustos 1998'de, abd'nin Tanzanya'daki dar-üs selam ve Kenya'daki nairobi büyükelçiliklerinin bombalanması olayında rol oynadığı iddiasıyla suçlanıyor. yanısıra 11 eylül olaylarının da baş faillerindendir. ABD dışişleri bakanlığı adalet programı, Eymen El-Zevahiri'nin yakalanmasına ya da suçlanmasına doğrudan neden olacak bilgi için 5 milyon dolara kadar ödül vermektedir.
fethullah gülen
13.08.2004 - 11:33Son 5 yıldır ABD / Pennsylvania eyaletinde yaşıyor.
ali sami yen
13.08.2004 - 10:24Okuyup araştırma zahmetine katlananlar görecektirki 'stad hiç bir zaman çökmemiştir'
Sadece açılış maçında 1964 de yeni açık tribünde bir köftecinin tezgahındaki piknik tüpünün alevi paniğe yol açmış ve izdihamdan dolayı yeni açık üst tribünden alt tribüne düşenler olmuştur.1 kişi ölmüştür.
Panik avasından dolayı olay haberlere 'tribnü çöktü' diye yansımıştır.
Irkçılık
13.08.2004 - 10:15Kendi özgür iradenle seçmediğin bir şey hakkında üstünlük taslamak.Mantıksızlık!
deniz gezmiş
13.08.2004 - 10:08Mezarı Türkiye topraklarında, Ankara'da Karşıyaka mezarlığındadır.
şefik hüsnü
12.08.2004 - 15:00Tam adı, Şefik Hüsnü Değmer.
İşçi Çiftçi Sosyalist Fırkası' nın kurucusu.(1919) , Genel Başkanı.
behice boran
12.08.2004 - 14:40Behice Boran 1 mayıs 1910'da Bursa'da doğdu. 1939'da Ankara dil tarih ve coğrafya fakültesi'ne sosyoloji doçenti olarak atandı. 1941'de bir grup arkadaşıyla birlikte 'yurt ve dünya' ve 'adımlar' dergilerini çıkarmaya başladı, ancak her iki dergi de 1944 yılında bakanlar kurulu kararıyla kapatıldı. 'Görüşler' dergisinde yayımlanan bir yazısından dolayı üç öğretim görevlisi ile birlikte hakkında tahkikat açıldı. Bunun üzerine Boran ve arkadaşları Danıştay'a dava açtılar ve davayı kazanarak üniversitedeki görevlerine döndüler. Bir süre sonra Boran ve üç öğretim görevlisi hakkında yeniden dava açıldı, bu seferki sonuç boran'ın üniversitedeki kadrosunun kaldılmasıydı.1950'de Türk Barışseverler Cemiyeti'ni kurdu ve derneğin başkanlığını yaptı, bir yıl sonra derneğin, Kore'ye asker gönderilmesini eleştiren tutumu nedeniyle 15 ay hapse mahkum edildi.
Bu ceza, üniversitedeki öğretim üyeliğinden ihraç edilmesine yol açtı.1951 yılında başlatılan 'Komünist partisi' soruşturmasından dolayı 1953 Eylül'ünde tutuklandı, bir yıl sonra tahliye oldu.
1962'de Türkiye İşçi partisi'ne üye oldu. ilk kongrede genel yönetim kurulu ve merkez yürütme kurulu üyeliklerine, 1969'da genel sekreterlik görevine seçildi.bu arada 'Türkiye Sosyalizmi'ni 'Hürriyetçi ve Güleryüzlü' olarak tanımlayarak, Türkiye devriminin Leninist çizgiyi izleyeceğini söyleyen parti genel başkanı Mehmet Ali Aybar'ın bu çizgisine Sadun Aren'le birlikte karşı çıkan Boran, onun bilimsel sosyalizmden sapmış olduğunu ilan eder ve Aybar'ın genel başkanlıktan alınmasına dönük bir kampanya başlatır. 3. kongre'de aybar tekrar genel başkan seçilince tip fiilen iki başlı hale geldi ve aren-boran çevresi, sbkp ve avrupa komünist partilerinin çizgisine uyarlanmış olan bir ideolojik çizgiyi savunan 'emek' dergisini çıkarmaya başladı.1970 yılında partinin 4. kongresinde aybar tasfiye edildi ve boran genel başkan seçildi.12 mart 1971 darbesi tip'i kapatırken boran da sıkıyönetim mahkemesi'nce tutuklandı. merkez yürütme kurulu'nun bazı üyeleriyle birlikte yargılandı ve 15 yıl ağır hapse mahkum edildi.2.tip, 2 yılı aşkın bir süre cezaevinde kalan boran'ın başkanlığında nisan 1975'de kuruldu.1977 seçimlerinde alınan oy oranının çok düşük düzeyde kalması parti içinde tkp ve tsip'le yakınlaşma eğilimini güçlendirdi. parti içi tartışmalar, sonradan sosyalist iktidar dergisini çıkaracak olan yalçın küçük, metin çulhaoğlu ve çok sayıda sosyalist devrimci tip'linin 'anti-sovyetik' oldukları iddiasıyla partiden ihraçlarıyla sonuçlandı. daha sonra ise tkp ile birleşmenin savunuculuğunu yapan merkez yöneticiler tasfiye edildi.boran, 1 mayıs 1979'da istanbul'da 1 mayıs'ın yasaklanması ve sıkıyönetim tarafından sokağa çıkma yasağı konmasını protesto ederek parti yönetici ve üyeleriyle birlikte merter'de eylem yaptığı için tutuklandı ve hapis cezasına çarptırıldı.
12 eylül 1980 darbesiyle 2.tip de kapatıldı. behice boran önce gözaltına alındı. daha sonra tip yöneticilerinin bir kısmıyla birlikte yurtdışına çıktı.
10 ekim 19872de brüksel'de öldü. türkiye'ye getirilen cenazesi zincirlikuyu mezarlığında toprağa verildi.
allah (c.c)
11.08.2004 - 10:13Kuran'da Allah, ne eski yunan felsefesinde tasvir edilen olemp tanrıları gibi arzu ve ihtiraslarının dürtüsü ile kullarını kovalar ve ne de 'Eski Ahid'in Tekvin babının onbirinci bölümünde yer alan uydurma 'Babil Burcu' masalında anlatıldığı gibi kullarına intikam tuzakları kurar.
kuran-ı kerim
10.08.2004 - 17:55Kuran'ı Hz.Muhammed'in yazdığını iddia edenlere, Kuran'ı alıp başından sonuna kadar 'Bunu şu amaçla yazmıştır, bunu da yazmasının sebebi şudur vs...' diyerek okumasını tavsiye ediyorum.
İnsan yapısı bir kitap binlerce İnsanı O'na inanmaya yöneltebilir miydi? Kuran'da yazanlar sadece birer kelimeden ibaret değildir, her ayetin hatta her kelimenin içinde binlerce sır vardır.Önyargıyla yaklaşan insan için hiç bir anlam ifade etmeyen bir takım kelimeler gibi gelmesi çok doğaldır.İşte belki de ilk emrin 'OKU' olmasının sebebi hikmeti de budur.
kuran-ı kerim
10.08.2004 - 11:21Astronomi biliminin henüz gelişmemiş olduğu bir dönemde, 14 asır önce indirilen Kuran-ı Kerim'de evrenin genişlediğinden şöyle bahsedilir:
Biz göğü 'büyük bir kudretle' bina ettik ve şüphesiz Biz (onu) genişleticiyiz. (Zariyat Suresi, 47)
Yukarıdaki ayette geçen 'sema (gök) ' kelimesi Kuran'ın pek çok yerinde uzay ve evren anlamında kullanılır. Nitekim burada da bu anlamda kullanılmıştır ve evrenin genişleyici olduğu bildirilmiştir. Türkçeye 'Şüphesiz Biz genişleticiyiz (genişleteniz/genişletmekte olanız) ' olarak çevrilen Arapça 'inna le musiune' ifadesindeki 'musi'une' kelimesi, 'genişletmek' anlamına gelen 'evsea' fiilinden türemiştir. 'Le' ön-eki de takip ettiği isim ya da sıfata vurgu ekleyerek 'çok fazla' anlamı katmaktadır. Dolayısıyla bu ifade 'Biz göğü veya evreni çok fazla genişletiyoruz' anlamı taşımaktadır. Bilimin bugün varmış olduğu sonuç da Kuran'da bize bildirilenle aynıdır.
20. yüzyılın başlarına dek bilim dünyasında hakim olan tek görüş, 'evrenin durağan bir yapıya sahip olduğu ve sonsuzdan beri süregeldiği' şeklindeydi. Ancak, günümüz teknolojisi sayesinde gerçekleştirilen araştırma, gözlem ve hesaplamalar evrenin bir başlangıcı olduğunu ve sürekli olarak 'genişlediğini' ortaya koydu.
Rus fizikçi Alexander Friedmann ve Belçikalı evren bilimci Georges Lemaitre, 20. yüzyılın başlarında evrenin sürekli hareket halinde olduğunu ve genişlediğini teorik olarak hesapladılar.
Bu gerçek, 1929 yılında gözlemsel olarak da ispatlandı. Amerikalı astronom Edwin Hubble kullandığı dev teleskopla gökyüzünü incelerken, yıldızların ve galaksilerin sürekli olarak birbirlerinden uzaklaştıklarını keşfetti. Bu buluş astronomi tarihinin en büyük keşiflerinden biri sayılmaktadır. Hubble bu incelemeler sırasında yıldızların, uzaklıklarına bağlı olarak kızıl renge doğru yaklaşan bir ışık yaydıklarını saptadı
Çünkü bilinen fizik kurallarına göre, gözlemin yapıldığı noktaya doğru hareket eden ışıkların tayfı mor yöne doğru, gözlemin yapıldığı noktadan uzaklaşan ışıkların tayfı da kızıl yöne doğru kayar. Hubble'ın gözlemleri sırasında ise yıldızların ışıklarında kızıla doğru bir kayma fark edilmişti. Kısacası yıldızlar sürekli olarak uzaklaşmaktaydılar. Yıldızlar ve galaksiler sadece bizden değil, birbirlerinden de uzaklaşıyorlardı. Herşeyin sürekli olarak birbirinden uzaklaştığı bir evren ise, sürekli 'genişleyen' bir evren anlamına gelmekteydi. Evrenin genişlemekte olduğu, ilerleyen yıllardaki gözlemlerle de kesinlik kazandı.
Konuyu daha iyi anlamak için, evreni şişirilen bir balonun yüzeyi gibi düşünmek mümkündür. Balonun yüzeyindeki noktaların balon şiştikçe birbirlerinden uzaklaşmaları gibi, evrendeki cisimler de evren genişledikçe birbirlerinden uzaklaşmaktadırlar. Aslında bu gerçek 20. yüzyılın en büyük bilim adamlarından biri sayılan Albert Einstein tarafından da teorik olarak keşfedilmişti. Fakat Einstein, o devrin genel kabul gören 'durağan evren modeli' ile ters düşmemek için, bu buluşunu bir kenara bırakmıştı. Einstein bu davranışını daha sonra, 'kariyerinin en büyük hatası' olarak adlandıracaktı. 2
Bu bilimsel gerçek, henüz hiçbir insan tarafından bilinmezken, Kuran'da asırlar önce açıklanmıştır.
türk-kürt kardeştir
10.08.2004 - 10:40Bugün 'Türk, Kürt yada Arap..' dendiğinde akla gelen kötü şeyler o ırktan, milletten olanların kanıyla, genetik yapısıyla, kafatası yapısıyla ilgili değildir!
Her şeyin başı eğitim! Bugün bir PKKlı terörist gence adaletli bir dünya sunulsaydı teröre falan bulaşmazdı, dağa çıkmaya gerek duymazdı.Neden ekonomik düzeyi iyi olan ülkelerde terör yok yada çok az, bir düşünün!
Aynı şekilde bugün devlet için kurşun sıktığını söyleyen mafyalar, başka şartlar altında yetişip büyüselerdi bugün belki bu katliamları yapmayacaktılar.
Yani söylemek istediğim terörün, şiddetin, vahşetin, MİLLİYETİ, KANI, DAMARI OLMAZ!
Minicik bir kürt bebek potansiyel terörist midir? ! ! ! Varmı böyle saçma sapan bir şey! Yada tam tersini düşünelim minicik bir Türk çocuğu mutlaka vatansever, devletine bağlı, doğru-düzgün bir adam mı olacaktır mutlaka? ! ! !
Bütüüüüüün Araplar 'pis midir'? Hiç mi temizi yoktur.Temizlik-pislik onun damarlarındaki kanla açıklanabilir mi hiç? !
sosyalizm
10.08.2004 - 09:59Bugün bir bebek, doğduğu anda 'hakları elinden alınmış' olarak doğabilmekte.Eğer yoksul bir anne-babanın çocuğuysa ekonomik geleceği pek de parlak değildir.Hayatını kazanması çok büyük zorluklara katlanması gerekmektedir.Oysa zengin bir aile içinde doğan bebek doğar doğmaz trilyoner olarak doğabilir.
İşte Kapitalizm dünyamızı bu kadar uç noktada adaletsiz bir hale getirmiştir.Doğan 2 bebek de İNSAN'dır, kuldur.Ancak dünyada bugün uygulanan sistem sadece PARASI OLANLARA İNSAN GİBİ yaşama hakkı verir.
Elbetteki her insan hayatını kazanmak için ÇALIŞMALIDIR.Öyle 'yan gel yat....' ile kimsenin ADALET yada PARA beklemeye hakkı yoktur.
Ancak daha yeni doğan bir BEBEK bile sağlık ve eğitim gibi en temel ihtiyaclarından yoksun olarak doğmaktadır.Bebek ölümleri Kapitalizmin sonucudur.
Dünyada herkese yetecek kadar besin vardır! Dünyada kıtlık oluşmaz, oluşturulur! Bugün 'dünyanın en zengin 200 insanı'nın serveti, tüm Afrika devletlerinin bütçesinden kat kat fazladır.
İşte sosyalizm bu adaletsiz gelir dağılımına, bu PARA merkezli insanlık dışı kapitalist sistem 'DUR' der.
sosyalizm
10.08.2004 - 09:43Dünyada sosyalizmin kısmen uygulandığı tek ülke Küba'da eğitim ilkokuldan doktora eğitimine kadar ücretsizdir.
Dünyada sosyalizmin kısmen uygulandığı tek ülke Küba'da okur yazar oranı ve okula devamlılık oranı %99 dur.
Dünyada sosyalizmin kısmen uygulandığı tek ülke Küba nüfusla oranladığınızda dünyanın en çok olimpiyat madalyası kazanan sporcularına sahiptir.
Dünyada sosyalizmin kısmen uygulandığı tek ülke Küba nüfusla oranladığınızda dünyada en çok öğretmenin olduğu ülkedir.
Toplam 1733 mesaj bulundu