560 bölümden oluşan ' Futuhat-ı Mekkiye ' isimli eserinin yanında Hz.Adem ile Hz.Muhammed arasındaki Nebilerin temsil ettikleri görüşlerin anlatıldığı ' Fususu'l Hikem ' isimli eseri en önemli eserleridir.
İbnu’l-Arabi’ye göre varlık bir daire teşkil etmektedir. Bu daire, Allah’ın bir görüntüsü veya O’nun aynıdır. Dairenin merkezi Allah’tır. Başında ilk akıl vardır. Bu, bütün yaratılanların aslıdır. Her şeyin sureti, tasarısı bunda mevcuttur. Bu suretler, şekillere konulmuştur. Nihayet yaratma devam edip insan türüne gelmiş ve en son insan yaratılmıştır. Varklık dairesinin sonunda insan bulunmaktadır.
İbnu’l-Arabi ve ondan sonrakilerin vahdet-i vücutçu tezlerine göre Allah’ın isim ve sıfatlarının bir tezahürü olan bu cihan, beş mertebede meydana gelmiştir. Allah’ın zatının ve sıfatlarının sonu olmadığı gibi cihanın da sonu yoktur. Çünkü cihan, Allah’ın isim ve sıfatlarının aynasıdır. Demek ki alemler de sonsuzdur. “O, her an başka bir şandadır” ayeti gereğince Allah’ta son yoktur. Allah, kudretinin yüceliğinden, bir kuluna aynı surette iki defa görünmez, iki kuluna da bir surette görünmez. Bütün bu sonsuz alemleri beş mertebe içine almaktadır:
Birinci mertebe, gayb-ı mutak (mutlak gizlilik) mertebesidir. Bu mertebeye lahut alemi, la teayyün alemi, itlak alemi, mutlak ama, mahz vücud, mutlak vücud, sırf zat, Ümmü’l-Kitab, mutlak beyan, basit nokta, gaybların gaybı gibi isimler de verilir. Bu mertebede ne isim, ne resim, ne sıfat, ne sıfatlanan vardır.
Bu mertebede asla şehadet alemi yoktur.
“İnsana hiç anılan bir şey olmadığı bir zaman gelmedi mi? ”: “Allah vardı, kendisiyle beraber bir şey yoktu.”
İkinci mertebe, Ceberut alemi, ilk teayyün, ilk tecelli, akl-ı evvel, ilk cevher, Hakikat-ı Muhammediyye, izafi ruh, külli ruh, gayb-ı muzaf, kitabu’l-mubin mertebesidir. Bunlar hep aynı mertebeye verilen isimlerdir. Ümmül-Kitab mertebesinde toplu olan varlık, bu makamda açılmış detaylanmıştır.
Üçüncü mertebe, melekut alemidir. Buna misal alemi, hayal alemi, vahidiyyet, ikinci teayyün, ikinci tecelli, sidretu’l-munteha, emir alemi, küçük berzah ve tafsil alemi de denir. Bu alem, şehadet alemine yakın gayb-ı muzaf elemidir.
Dördüncü mertebe, mutlak şuhud mertebesidir ki buna şehadet alemi, mülk alemi, nasut alemi, his alemi, unsurlar alemi, felekler alemi, yıldızlar alemi denir. Şehadet aleminden başka alemlere gayb alemi de denir. Böylece başlıca iki alem olmaktadır: 1) Gayb alemi 2) Şehadet alemi.
Beşinci mertebe, bunların hepsini kendinde toplayan İnsan-ı Kamil mertebesidir. Önceki dört alem, Allah’ın İsm-i A’zamıdır. Bunların tamamı, Allah’ın zatını gösterir. Bu alemlerin tamamı, insanda da vardır. O halde insan-ı kamil bütün alemlerin özetidir. Nasıl İsm-i A’zam, Allah’ın bütün isimlerini kendinde toplamışsa, insan-ı kamil de bütün alemleri kendinde toplamıştır. Onun içindir ki Hz. Ali: “Sen kendini küçük bir cisim sanıyorsun. Oysa sende büyük bir alem toplanmıştır.” demiştir. Onun için Hz. Peygamber: “Allah Adem’i kendi suretinde yarattı” demiştir.
İbnu’l-Arabi, bu noktaya geldikten sonra Tanrı ile kulu bir görmektedir. “Attığın zaman sen atmadın Allah attı.” Ayetinde: “Kulum, faili olmadığın şeyi yap. Yaptığın işin faili benim. Ben de ancak seninle yaparım. Çünkü onu kendi kendime yapamam, onu yapmak için sen lazımsın. Senin yapman için de ben lazımım”. “Böylece işler bana ve Ona bağlı oldu. Ben de hayret ettim, hayret de şaştı. Hayret içinde hayret oldu.” Diyen İbnu’l-Arabi şöyle devam ediyor:
“Nice zamanlar olmuş ki şöyle demişimdir:
“Rab Haktır, kul Haktır, ah bilseydim,mükellef kimdir? Kuldur dersen o yoktur, Rabdır dersen o nasıl mükellef olur? ”
Nice zaman da şöyle demişimdir:
“Kendisinin yaptığı bir şeyi bana teklif etmesinde hayret ettim. Benim yaptığım bir iş yok (bende o iş hep) O’(nun yaptığı) nı görüyorum. Ah bilseydim mükellef kim oluyor? Her yerde ancak Allah var, Ondan başkası yok.”
“Böyle söylemekle beraber bana denildi ki yap”.
İbnu’l-Arabi, “Doğu ve batı Allah’ındır. Nereye dönerseniz Allah’ın zatı oradadır.” Ayetinin gereği Allah’ın her şeyde tecelli ettiğini ileri sürüyor ve dolayısıyla her şeyde bir parça tanrılık görüyor. “Sakın bir düşünceye bağlanıp kalmayasın, o zaman çok şey kaybedersin. Sen bütün inançların heyulası ol. Zira Allah, yalnız bir inancın çevreliyeceği bir varlık olmaktan daha geniş ve daha büyüktür. Çünkü O, “Nereye dönerseniz Allah’ın vechi oradadır” diyor. Bir şeyin vechi, hakikatıdır. Anladın ki Allah, her vechin inniyyetindedir. Her inanç sahibi, inancında isabet etmiştir ve her isabet eden de sevab alır, her sevab alan da said dir ve her said ise kendisinden razı olunmuştur.”
İbnu’l-Arabi şöyle diyor: “Varlığın tamamı gerçekten birdir. Allah ile beraber başka bir şey yoktur. Bunun için “Kalbi olup kulak veren ve görene işaret edip
Ali Şeriati'ye göre Müslüman'ın kendisine sorması gereken en önemli soru şu olmalıydı: 'Dini kavramların herbirinin ayrı ayrı rasyonel oldukları veya olmadıkları, ilim ile rekabet edebilmeleri veya edememeleri önemli değildir. Önemli olan, şu an için içinde taşamakta bulunduğumuz toplum için ifade ettikleri fayda ve kıymetin ne olduğudur.' Bu sorudan yola çıkarak İki tip İslam'ın var olduğunu söyler:
'İslam'a dönelim demek yeterli değildir. Bu tür bir sözün bir anlamı yoktur. Hangi İslam'ı kastettiğimizi açıkça belirtmeliyiz. EBU ZERR döneminin mi, yoksa Mervan döneminin mi özlemi içerisinde olduğumuzu bilmeliyiz. Bu insanların ikisi de Müslüman'dır, ama ne var ki aralarında dağlar kadar fark vardır. Bunlardan birinin anlayışına gçre İslam Halife içindir, saray içindir, tuzu kurular içindir. Diğerinin anlayışına göre ise, İslam halk içindir, ezilenler içindir, fukaralar içindir. derdimizim devasını aradığımız İslam bu ikisinden acaba hangisidir? Fukaraları kollayıp gözeten İslami yaklaşımla dertlere deva aramakta olduğumuzu söylemek de yeterli değildir. Aynı sözleri hükümdarların tamamı da eksiksiz telaffuz ediyorlar. Gerçel islam, yalnızca yoksulların derdine deva olma göreviyle yetinmez. gerçek manada İslam, adalet için, haksızlıkları yok etmek için, fukaralığı kökünden kazımak için dişediş bir mücadele verilmesini emreder. İslamı EBU ZERR'in anladığı şekilde anladığımızı açıkça ifade, Mervan'ın anladığı tarzı ise açıkça reddetmeliyiz. Adil bir düzeni ve gerçek bir İslami liderliği arzu ettiğimizi sınıflara bölünmüş, bazı bireyleri aritokratik imtiyazlarla donatılmış bir düzeni arzu etmediğimizi dile getirmeliyiz. Esarete, atalete, rezilane bir sukuta hayır demeliyiz. İslamiyet için can verecek savaşçılara ihtiyacımız var. Ruhani liderlere ihtiyacımız yok. Susamışlığımız, İslamı gerçek bir Müslüman gibi yaşayan devlet adamlarınadır, Safevi Hanedanına değil.'
'..Ebu Zerr, bugünün içtimaîyatçılarının aklını döndürecek şekilde içtimaî adaletçi; hatta sosyalist yazarlara göre, ilk sosyalizm düşüncesini ortaya atan insandı. -Bu düşünceleri onların olsun- Yani fakirlik ne demektir? Fakirliğe karşı savaş nasıl verilir? Bunu ilk ortaya atan kahraman Ebu Zerr’dir. Aynı zamanda o, cennetin kendisine müştak olduğu insanlardan biridir..'
(Fethullah Gülen-Sonsuz Nur)
31 Mayıs 1971 günü Malatya-Kürecik ABD Radar Üssü'nü basmak üzere yola çıkan gruptan THKO'lu Kadir Manga, arkadaşları Sinan Cemgil, Alpaslan Özdoğan ile birlikte çıkan çatışmada öldürüldü.
THKO’nun kurucularındandır. Yusuf arslan ve Deniz gezmis'in Gemerek'(Sivas) te yakalanması sonucu Nurhak(Adıyaman) 'ta arkadaşlarıyla gerilla kampi kurmuştur. İnekli köyü'nun ihbarı sonucu jandarmayla girdikleri çatışmada Alparslan Özdoğan ve Kadir Manga ile birlikte vuruldu.
Kahramanmaraş'ın bir ilçesi ve de aynı zamanda dağın adı.
31 Mayıs 1971 günü Malatya-Kürecik ABD radar üssünü basmak üzere yola çıkan gruptan THKO'lu
Sinan Cemgil,
Alpaslan Özdoğan
ve Kadir Manga çıkan çatışmada öldürüldüler.
1972'nin Mart ayı Mahir Çayan ve arkadaşları için Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan'ın idam edilmesini önlemek amacıyla yapılacak eylemlerin planlandığı ve hayata geçirildiği bir dönemdi. İdamların yasal süreç sonucunda önlenemeyeceği kesinleşmişti ve son olarak daha önceden varlığı tespit edilmiş NATO dinleme üssünde görevli üç İngiliz görevlinin kaçırılmasına karar verilmişti.
26 Mart 1972'de yanlarına İngiliz görevlileri de alarak jandarmalar tarafından abluka altında tutulan Ordu/Fatsa'dan ayrıldılar. İngilizlerin evine gelen hizmetlinin durumu anlayıp jandarmalara haber vermesi üzerine yapılan geniş çaplı aramalar sonucunda Niksar'daki ilk bağlantılarının izlerini bulan jandarmalar tüm bölgeyi abluka altına aldılar. İzler sonucu Kızıldere'ye kadar ulaşan jandarmalar köy muhtarının evine bilgi almak için gittiklerinde, muhtar daha önceden hazırladığı ihbar mektubunu vererek arananların kendi evinde olduğunu bildirdi.
Evin ve köyün sarılması sonucu sıkışan
Mahir Çayan,
Ertuğrul Kürkçü,
Sinan Kazım Özüdoğru,
Hüdai Arıkan,
Ertan Saruhan,
Saffet Alp,
Sabahattin Kurt,
Nihat Yılmaz,
Ahmet Atasoy,
Cihan Alptekin
ve Ömer Ayna teslim olmayı reddedip, istekleri yerine getirilmez ise rehineleri öldürerek sonuna kadar mücadele edeceklerini bildirdiler.
Roketatarlarla yapılan saldırı sonrasında Ertuğrul Kürkçü dışında kalanlar, rehineler de dahil olmak üzere öldürüldü.
Tarihe Kızıldere katliamı olarak geçen saldırı devrimci gençlik hareketinin önde giden kadrolarının yok edilmesi ile sonuçlanmıştı.
...Gelelim Kelime-i Tevhid'in anlamına 'La ilahe illallah'
'İlahlar yoktur. Ancak Allah vardır' demektir. Kelime-i Tevhid'in mânâsı maalesef günümüzde de yanlış algılanmaktadır. Geçmişte birer ilah olarak kabul edilen putlar yakılıp yıkılınca, ilahlık kavramı da Allah ismine yakıştırılmıştır.
Oysa ilah (Tanrı) ile Allah kelimelerinin ifade ettiği mânâlar arasında büyük bir fark vardır.
Bugün ilah Tanrı anlayışını benimseyen ve hasbel kader klasik islamın savunucusu durumunda bulunan isimler, bu bâkış açısından yola çıkarak temel konular olarak kabul edilen 'mirac', 'nefs', 'sünnet', 'Kur'an'ın inzali', 'melekler', 'ruh' ve 'kader' gibi hususlara asla somut bir şekilde yaklaşamadıkları gibi, toplumsal kimliğe uzanmış tabularla, kulaktan kulağa, nakilden nakile bilgiler doğrultusunda orijinal olanı yanlış yorumlamak durumunda kalmaktadırlar. Düşünün, Kur'an'da 'Burç' suresi varken, Astrolojinin A’sından haberdar olmayan, bilenlerimiz(!) mevcut! …
Gerçek olan şudur.;
Allah ismiyle işaret olunan, sonsuz ve sınırsız bir varlıktır Orijin yapı... Mânâ, enerji ye madde platformlarında değişik isimler alır. Allah kavramı, mânânın bile özünde mütalaa edilmelidir. Bu idrâke, Kelime-i Tevhid ile ulaşılır ve Allah isminin mânâsı rastgele bir şekilde değil, Kur'an'da ifade edildiği gibi anlaşılmalıdır;
'Feeynema tuvellu fesemme vechullah' (Bakara/115) (Her ne yana dönerseniz Allah'ın Vech'i oradadır.) Allah'ın Vech'i yani yüzü, bildiğimiz şekil, suret anlamına gelmemektedir. Zahir göz ile bu yüzü tesbit etmek mümkün değildir. Zira, Allah'ın yüzü Vahid (tek) olan mânâdır. Mânâ ise, beş duyunun ötesinde, basiretle algılanabilir. Basir isminin mânâsı, bireyin kendi Vech'ini görebilmesine vesile olur. Anlatılanlar, 'Allah' ismini 'ilahlık' kavramından mutlak olarak soyutlar.
'Hu vel Evvelu vel Ahiru ve'z- Zahiru vel Batın” (Hadid 3)
(Sonsuz bir öncelik ve sonsuz bir gelecek sahibidir, beş duyu ile tesbit edebildiğiniz veya edemediğiniz tüm varlık O'dur)
'Ve nahnu ekrabu ileyhi min habliveriyd'
(Biz O'na (insana) şah damarıdan daha yakınız) 'Ve fiy enfisukim efela tubsirun'(Zariyat 21) (Nefislerinizde, hâlâ görmüyor musunuz!)
Bunlar, Kuran'da tesbit ettiğimiz, anlattıklanmızla paralellik taşıyan âyederdir. Aşağı yukarı her âyet-i Kerime'de de Allah'ın bir ilah, en büyük ilah olmadığı bariz bir şekilde ifade edilmektedir. Zira ilah, 'belli bir mekân içinde olan, kendisine yönelinen varlık' anlamına gelir. 'Allah' ise; zaman, mekân kaydından münezzeh ve onların özündedir.
Buraya kadar anlatılarılara altematif olabilen 'Kuran'da pek çok yerde ilah kelimesi geçiyor, buna ne dersiniz? ' sorusuna yanıt verelim:
ayetlerde geçen 'ilah' kelimesini algılayabilmek için Kur'an'ı derûni olarak inceleyen bir ilim var; Tasavvuf, Başka bir deyimle, Allah ilmi de diyebilirsiniz. Kuran'da Allah isminin ilah gibi gösterilmesi, 'Ulûhiyet' kavramından kaynaklanmaktadır. 'Ulûhiyet' 'O'nun'var ettiği varlıkların hakkını vermesi' ve 'Kim, ne için var edilmişse, yaratılış gayesine uygun hareketler yapması' prensibini getirir. örneğin; bakkaldan bisiklet lastiği, bir futbolcudan şarkıcılık, dişçiden ortopedistlik, pilottan hamallık, balıkçıdan terzilik gibi istekleriniz olamaz.
Misalleri bireylerin dışına taşırarak Allah'ın kendi boyutları itibariyle de düşünebiliriz. Zat boyutunun ifade edilememesi yanında, Sıfat ve Esma'nın izhar ettiği vasıf ve isimlerin varlığının olması, yine Ulûhiyet sıfatı ile tahakkuk etmektedir.
En güzel öreği, En-Nas suresinin ilk üç ayetidir. 'De ki; Sığınırım, insanların Rabbi'ne', 'insanların Melikine', 'insanların ilahına..' Burada, üç ayrı şekilde yapılan tasnif dikkât çekicidir. Sığınma, direkt ilah'a olsaydı Rab ve Melik kelimelerinden bahsedilmeyecek, iki kelimenin ayrı ayrı anlamları olmasaydı, zikredilmeleri de gerekmeyecekti.
Dikkat edilirse, önce bu ikisine sığınma mevzu bahis... Bilahare, ilah'a sığınmadaki anlam, Allah'ın Ulûhiyet vasfı ile ilgilidir, ki bu cihet Kuran'da ifade sadedinde `ilah' kelimesi ile anlatılmaktadır. Bir başka örnek daha alalım Kur'an'dan; âyet-i Kerimelerde bazen 'Ben', zaman zaman da 'biz' tabiri kullanılır. Bu ifadelere göre, Allah'ın çok olması gerekir; halbuki O 'Tek' tir. Demek ki boyuta göre ifade değişmektedir.
Ahmet F. Yüksel (Bu Yazı 18 Aralık 1999 tarihli Akşam Gazetesinde yayınlanmıştır.)
İman, yetmiş küsûr şubedir. En üstünü `Lâ ilâhe illallah' sözüdür. En aşağı mertebesi ise insanlara eziyet veren bir şeyi yol üzerinden kaldırmaktır. Haya da imandan bir şubedir.' (Tirmizi) demekte Hz.Resulullah
Bir başka hadisinde ise..
Her kim ki 'Men kâle Lâ ilâhe illallah dehale'l-cenne.' Hadisinde belirtildiği üzere 'La ilahe illallah' derse `O Cennet'e girecektir' diyor Resulullah Efendimiz... Bugün dünya üzerinde bir milyar müslüman var, yaklaşık dokuz yüz doksan dokuz milyonu haliyle 'la ilahe illallah' diyor. Peki bunların hepsi Cennet'e girecek mi? .. Tabi ki Hayır...
Şu Hadis ise konuya gerçek yönden bakmamızı sağlamakta;
'Cennete girecek insanların sayısı, siyah bir öküzün sırtında bir avuç ayası kadar yer tutan beyaz kıllar miktarıncadır.' (Sahihi Buhari)
Demek ki ilk hadiste anlatılmak istenen Kelime-i Tevhidin gerçek manâsının anlaşılması imiş...
Gelelim Kelime-i Tevhid'in anlamına 'La ilahe illallah'
'İlahlar yoktur. Ancak Allah vardır' demektir. Kelime-i Tevhid'in mânâsı maalesef günümüzde de yanlış algılanmaktadır. Geçmişte birer ilah olarak kabul edilen putlar yakılıp yıkılınca, ilahlık kavramı da Allah ismine yakıştırılmıştır.
Oysa ilah (Tanrı) ile Allah kelimelerinin ifade ettiği mânâlar arasında büyük bir fark vardır.
Bugün ilah Tanrı anlayışını benimseyen ve hasbel kader klasik islamın savunucusu durumunda bulunan isimler, bu bâkış açısından yola çıkarak temel konular olarak kabul edilen 'mirac', 'nefs', 'sünnet', 'Kur'an'ın inzali', 'melekler', 'ruh' ve 'kader' gibi hususlara asla somut bir şekilde yaklaşamadıkları gibi, toplumsal kimliğe uzanmış tabularla, kulaktan kulağa, nakilden nakile bilgiler doğrultusunda orijinal olanı yanlış yorumlamak durumunda kalmaktadırlar. Düşünün, Kur'an'da 'Burç' suresi varken, Astrolojinin A’sından haberdar olmayan, bilenlerimiz(!) mevcut! …
Gerçek olan şudur.;
Allah ismiyle işaret olunan, sonsuz ve sınırsız bir varlıktır Orijin yapı... Mânâ, enerji ye madde platformlarında değişik isimler alır. Allah kavramı, mânânın bile özünde mütalaa edilmelidir. Bu idrâke, Kelime-i Tevhid ile ulaşılır ve Allah isminin mânâsı rastgele bir şekilde değil, Kur'an'da ifade edildiği gibi anlaşılmalıdır;
'Feeynema tuvellu fesemme vechullah' (Bakara/115) (Her ne yana dönerseniz Allah'ın Vech'i oradadır.) Allah'ın Vech'i yani yüzü, bildiğimiz şekil, suret anlamına gelmemektedir. Zahir göz ile bu yüzü tesbit etmek mümkün değildir. Zira, Allah'ın yüzü Vahid (tek) olan mânâdır. Mânâ ise, beş duyunun ötesinde, basiretle algılanabilir. Basir isminin mânâsı, bireyin kendi Vech'ini görebilmesine vesile olur. Anlatılanlar, 'Allah' ismini 'ilahlık' kavramından mutlak olarak soyutlar.
'Hu vel Evvelu vel Ahiru ve'z- Zahiru vel Batın” (Hadid 3)
(Sonsuz bir öncelik ve sonsuz bir gelecek sahibidir, beş duyu ile tesbit edebildiğiniz veya edemediğiniz tüm varlık O'dur)
'Ve nahnu ekrabu ileyhi min habliveriyd'
(Biz O'na (insana) şah damarıdan daha yakınız) 'Ve fiy enfisukim efela tubsirun'(Zariyat 21) (Nefislerinizde, hâlâ görmüyor musunuz!)
Bunlar, Kuran'da tesbit ettiğimiz, anlattıklanmızla paralellik taşıyan âyederdir. Aşağı yukarı her âyet-i Kerime'de de Allah'ın bir ilah, en büyük ilah olmadığı bariz bir şekilde ifade edilmektedir. Zira ilah, 'belli bir mekân içinde olan, kendisine yönelinen varlık' anlamına gelir. 'Allah' ise; zaman, mekân kaydından münezzeh ve onların özündedir.
Buraya kadar anlatılarılara altematif olabilen 'Kuran'da pek çok yerde ilah kelimesi geçiyor, buna ne dersiniz? ' sorusuna yanıt verelim:
ayetlerde geçen 'ilah' kelimesini algılayabilmek için Kur'an'ı derûni olarak inceleyen bir ilim var; Tasavvuf, Başka bir deyimle, Allah ilmi de diyebilirsiniz. Kuran'da Allah isminin ilah gibi gösterilmesi, 'Ulûhiyet' kavramından kaynaklanmaktadır. 'Ulûhiyet' 'O'nun'var ettiği varlıkların hakkını vermesi' ve 'Kim, ne için var edilmişse, yaratılış gayesine uygun hareketler yapması' prensibini getirir. örneğin; bakkaldan bisiklet lastiği, bir futbolcudan şarkıcılık, dişçiden ortopedistlik, pilottan hamallık, balıkçıdan terzilik gibi istekleriniz olamaz.
Misalleri bireylerin dışına taşırarak Allah'ın kendi boyutları itibariyle de düşünebiliriz. Zat boyutunun ifade edilememesi yanında, Sıfat ve Esma'nın izhar ettiği vasıf ve isimlerin varlığının olması, yine Ulûhiyet sıfatı ile tahakkuk etmektedir.
En güzel öreği, En-Nas suresinin ilk üç ayetidir. 'De ki; Sığınırım, insanların Rabbi'ne', 'insanların Melikine', 'insanların ilahına..' Burada, üç ayrı şekilde yapılan tasnif dikkât çekicidir. Sığınma, direkt ilah'a olsaydı Rab ve Melik kelimelerinden bahsedilmeyecek, iki kelimenin ayrı ayrı anlamları olmasaydı, zikredilmeleri de gerekmeyecekti.
Dikkat edilirse, önce bu ikisine sığınma mevzu bahis... Bilahare, ilah'a sığınmadaki anlam, Allah'ın Ulûhiyet vasfı ile ilgilidir, ki bu cihet Kuran'da ifade sadedinde `ilah' kelimesi ile anlatılmaktadır. Bir başka örnek daha alalım Kur'an'dan; âyet-i Kerimelerde bazen 'Ben', zaman zaman da 'biz' tabiri kullanılır. Bu ifadelere göre, Allah'ın çok olması gerekir; halbuki O 'Tek' tir. Demek ki boyuta göre ifade değişmektedir.
Ahmet F. Yüksel (Bu Yazı 18 Aralık 1999 tarihli Akşam Gazetesinde yayınlanmıştır.)
mustafa kemal atatürk
17.08.2004 - 17:57Bir gecede yüzbinlerce insanın, Anadolu insanlarının kaderine yön vermiş, anadolu medeniyetinin yeryüzünden silinmesine engel olmuştur.
kuşadası
17.08.2004 - 17:56Ada olmayan ada.
tasavvuf
17.08.2004 - 14:54www.sufizmveinsan.com
muhiddin ibni arabi
17.08.2004 - 14:48Doğumu: 1165 - Endülüs/Mürsiye (İspanya)
Ölümü: 1240 - Şam (Suriye)
muhiddin ibni arabi
17.08.2004 - 14:46560 bölümden oluşan ' Futuhat-ı Mekkiye ' isimli eserinin yanında Hz.Adem ile Hz.Muhammed arasındaki Nebilerin temsil ettikleri görüşlerin anlatıldığı ' Fususu'l Hikem ' isimli eseri en önemli eserleridir.
muhiddin ibni arabi
17.08.2004 - 14:43İbnu’l-Arabi’ye göre varlık bir daire teşkil etmektedir. Bu daire, Allah’ın bir görüntüsü veya O’nun aynıdır. Dairenin merkezi Allah’tır. Başında ilk akıl vardır. Bu, bütün yaratılanların aslıdır. Her şeyin sureti, tasarısı bunda mevcuttur. Bu suretler, şekillere konulmuştur. Nihayet yaratma devam edip insan türüne gelmiş ve en son insan yaratılmıştır. Varklık dairesinin sonunda insan bulunmaktadır.
İbnu’l-Arabi ve ondan sonrakilerin vahdet-i vücutçu tezlerine göre Allah’ın isim ve sıfatlarının bir tezahürü olan bu cihan, beş mertebede meydana gelmiştir. Allah’ın zatının ve sıfatlarının sonu olmadığı gibi cihanın da sonu yoktur. Çünkü cihan, Allah’ın isim ve sıfatlarının aynasıdır. Demek ki alemler de sonsuzdur. “O, her an başka bir şandadır” ayeti gereğince Allah’ta son yoktur. Allah, kudretinin yüceliğinden, bir kuluna aynı surette iki defa görünmez, iki kuluna da bir surette görünmez. Bütün bu sonsuz alemleri beş mertebe içine almaktadır:
Birinci mertebe, gayb-ı mutak (mutlak gizlilik) mertebesidir. Bu mertebeye lahut alemi, la teayyün alemi, itlak alemi, mutlak ama, mahz vücud, mutlak vücud, sırf zat, Ümmü’l-Kitab, mutlak beyan, basit nokta, gaybların gaybı gibi isimler de verilir. Bu mertebede ne isim, ne resim, ne sıfat, ne sıfatlanan vardır.
Bu mertebede asla şehadet alemi yoktur.
“İnsana hiç anılan bir şey olmadığı bir zaman gelmedi mi? ”: “Allah vardı, kendisiyle beraber bir şey yoktu.”
İkinci mertebe, Ceberut alemi, ilk teayyün, ilk tecelli, akl-ı evvel, ilk cevher, Hakikat-ı Muhammediyye, izafi ruh, külli ruh, gayb-ı muzaf, kitabu’l-mubin mertebesidir. Bunlar hep aynı mertebeye verilen isimlerdir. Ümmül-Kitab mertebesinde toplu olan varlık, bu makamda açılmış detaylanmıştır.
Üçüncü mertebe, melekut alemidir. Buna misal alemi, hayal alemi, vahidiyyet, ikinci teayyün, ikinci tecelli, sidretu’l-munteha, emir alemi, küçük berzah ve tafsil alemi de denir. Bu alem, şehadet alemine yakın gayb-ı muzaf elemidir.
Dördüncü mertebe, mutlak şuhud mertebesidir ki buna şehadet alemi, mülk alemi, nasut alemi, his alemi, unsurlar alemi, felekler alemi, yıldızlar alemi denir. Şehadet aleminden başka alemlere gayb alemi de denir. Böylece başlıca iki alem olmaktadır: 1) Gayb alemi 2) Şehadet alemi.
Beşinci mertebe, bunların hepsini kendinde toplayan İnsan-ı Kamil mertebesidir. Önceki dört alem, Allah’ın İsm-i A’zamıdır. Bunların tamamı, Allah’ın zatını gösterir. Bu alemlerin tamamı, insanda da vardır. O halde insan-ı kamil bütün alemlerin özetidir. Nasıl İsm-i A’zam, Allah’ın bütün isimlerini kendinde toplamışsa, insan-ı kamil de bütün alemleri kendinde toplamıştır. Onun içindir ki Hz. Ali: “Sen kendini küçük bir cisim sanıyorsun. Oysa sende büyük bir alem toplanmıştır.” demiştir. Onun için Hz. Peygamber: “Allah Adem’i kendi suretinde yarattı” demiştir.
İbnu’l-Arabi, bu noktaya geldikten sonra Tanrı ile kulu bir görmektedir. “Attığın zaman sen atmadın Allah attı.” Ayetinde: “Kulum, faili olmadığın şeyi yap. Yaptığın işin faili benim. Ben de ancak seninle yaparım. Çünkü onu kendi kendime yapamam, onu yapmak için sen lazımsın. Senin yapman için de ben lazımım”. “Böylece işler bana ve Ona bağlı oldu. Ben de hayret ettim, hayret de şaştı. Hayret içinde hayret oldu.” Diyen İbnu’l-Arabi şöyle devam ediyor:
“Nice zamanlar olmuş ki şöyle demişimdir:
“Rab Haktır, kul Haktır, ah bilseydim,mükellef kimdir? Kuldur dersen o yoktur, Rabdır dersen o nasıl mükellef olur? ”
Nice zaman da şöyle demişimdir:
“Kendisinin yaptığı bir şeyi bana teklif etmesinde hayret ettim. Benim yaptığım bir iş yok (bende o iş hep) O’(nun yaptığı) nı görüyorum. Ah bilseydim mükellef kim oluyor? Her yerde ancak Allah var, Ondan başkası yok.”
“Böyle söylemekle beraber bana denildi ki yap”.
İbnu’l-Arabi, “Doğu ve batı Allah’ındır. Nereye dönerseniz Allah’ın zatı oradadır.” Ayetinin gereği Allah’ın her şeyde tecelli ettiğini ileri sürüyor ve dolayısıyla her şeyde bir parça tanrılık görüyor. “Sakın bir düşünceye bağlanıp kalmayasın, o zaman çok şey kaybedersin. Sen bütün inançların heyulası ol. Zira Allah, yalnız bir inancın çevreliyeceği bir varlık olmaktan daha geniş ve daha büyüktür. Çünkü O, “Nereye dönerseniz Allah’ın vechi oradadır” diyor. Bir şeyin vechi, hakikatıdır. Anladın ki Allah, her vechin inniyyetindedir. Her inanç sahibi, inancında isabet etmiştir ve her isabet eden de sevab alır, her sevab alan da said dir ve her said ise kendisinden razı olunmuştur.”
İbnu’l-Arabi şöyle diyor: “Varlığın tamamı gerçekten birdir. Allah ile beraber başka bir şey yoktur. Bunun için “Kalbi olup kulak veren ve görene işaret edip
hüdai arıkan
17.08.2004 - 11:35bakınız: kızıldere
ebu zerr
17.08.2004 - 11:22Ali Şeriati'ye göre Müslüman'ın kendisine sorması gereken en önemli soru şu olmalıydı: 'Dini kavramların herbirinin ayrı ayrı rasyonel oldukları veya olmadıkları, ilim ile rekabet edebilmeleri veya edememeleri önemli değildir. Önemli olan, şu an için içinde taşamakta bulunduğumuz toplum için ifade ettikleri fayda ve kıymetin ne olduğudur.' Bu sorudan yola çıkarak İki tip İslam'ın var olduğunu söyler:
'İslam'a dönelim demek yeterli değildir. Bu tür bir sözün bir anlamı yoktur. Hangi İslam'ı kastettiğimizi açıkça belirtmeliyiz. EBU ZERR döneminin mi, yoksa Mervan döneminin mi özlemi içerisinde olduğumuzu bilmeliyiz. Bu insanların ikisi de Müslüman'dır, ama ne var ki aralarında dağlar kadar fark vardır. Bunlardan birinin anlayışına gçre İslam Halife içindir, saray içindir, tuzu kurular içindir. Diğerinin anlayışına göre ise, İslam halk içindir, ezilenler içindir, fukaralar içindir. derdimizim devasını aradığımız İslam bu ikisinden acaba hangisidir? Fukaraları kollayıp gözeten İslami yaklaşımla dertlere deva aramakta olduğumuzu söylemek de yeterli değildir. Aynı sözleri hükümdarların tamamı da eksiksiz telaffuz ediyorlar. Gerçel islam, yalnızca yoksulların derdine deva olma göreviyle yetinmez. gerçek manada İslam, adalet için, haksızlıkları yok etmek için, fukaralığı kökünden kazımak için dişediş bir mücadele verilmesini emreder. İslamı EBU ZERR'in anladığı şekilde anladığımızı açıkça ifade, Mervan'ın anladığı tarzı ise açıkça reddetmeliyiz. Adil bir düzeni ve gerçek bir İslami liderliği arzu ettiğimizi sınıflara bölünmüş, bazı bireyleri aritokratik imtiyazlarla donatılmış bir düzeni arzu etmediğimizi dile getirmeliyiz. Esarete, atalete, rezilane bir sukuta hayır demeliyiz. İslamiyet için can verecek savaşçılara ihtiyacımız var. Ruhani liderlere ihtiyacımız yok. Susamışlığımız, İslamı gerçek bir Müslüman gibi yaşayan devlet adamlarınadır, Safevi Hanedanına değil.'
ebu zerr
17.08.2004 - 11:16'..Ebu Zerr, bugünün içtimaîyatçılarının aklını döndürecek şekilde içtimaî adaletçi; hatta sosyalist yazarlara göre, ilk sosyalizm düşüncesini ortaya atan insandı. -Bu düşünceleri onların olsun- Yani fakirlik ne demektir? Fakirliğe karşı savaş nasıl verilir? Bunu ilk ortaya atan kahraman Ebu Zerr’dir. Aynı zamanda o, cennetin kendisine müştak olduğu insanlardan biridir..'
(Fethullah Gülen-Sonsuz Nur)
cihan alptekin
17.08.2004 - 10:50THKO nun liderlerinden Deniz Gezmiş'in en yakın arkadaşlarından..Kızıldere'de öldürülenlerden.
ulaş bardakçı
17.08.2004 - 10:30Doğumu: 1947 / Hacıbektaş
Ölümü: 19 Şubat 1972 / İstanbul-Arnavutköy'de saklandığı bir ev.
25 yıllık bir hayat.
sinan cemgil
17.08.2004 - 10:28Doğumu: 1947 - Tunceli
Ölümü: 31 Mayıs 1971 - Nurhak
24 yıllık bir hayat.
kadir manga
17.08.2004 - 10:1931 Mayıs 1971 günü Malatya-Kürecik ABD Radar Üssü'nü basmak üzere yola çıkan gruptan THKO'lu Kadir Manga, arkadaşları Sinan Cemgil, Alpaslan Özdoğan ile birlikte çıkan çatışmada öldürüldü.
sinan cemgil
17.08.2004 - 10:13THKO’nun kurucularındandır. Yusuf arslan ve Deniz gezmis'in Gemerek'(Sivas) te yakalanması sonucu Nurhak(Adıyaman) 'ta arkadaşlarıyla gerilla kampi kurmuştur. İnekli köyü'nun ihbarı sonucu jandarmayla girdikleri çatışmada Alparslan Özdoğan ve Kadir Manga ile birlikte vuruldu.
nurhak
17.08.2004 - 10:04Kahramanmaraş'ın bir ilçesi ve de aynı zamanda dağın adı.
31 Mayıs 1971 günü Malatya-Kürecik ABD radar üssünü basmak üzere yola çıkan gruptan THKO'lu
Sinan Cemgil,
Alpaslan Özdoğan
ve Kadir Manga çıkan çatışmada öldürüldüler.
kızıldere
17.08.2004 - 09:48Tokat'ın Niksar ilçesine bağlı bir köydür.
1972'nin Mart ayı Mahir Çayan ve arkadaşları için Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan'ın idam edilmesini önlemek amacıyla yapılacak eylemlerin planlandığı ve hayata geçirildiği bir dönemdi. İdamların yasal süreç sonucunda önlenemeyeceği kesinleşmişti ve son olarak daha önceden varlığı tespit edilmiş NATO dinleme üssünde görevli üç İngiliz görevlinin kaçırılmasına karar verilmişti.
26 Mart 1972'de yanlarına İngiliz görevlileri de alarak jandarmalar tarafından abluka altında tutulan Ordu/Fatsa'dan ayrıldılar. İngilizlerin evine gelen hizmetlinin durumu anlayıp jandarmalara haber vermesi üzerine yapılan geniş çaplı aramalar sonucunda Niksar'daki ilk bağlantılarının izlerini bulan jandarmalar tüm bölgeyi abluka altına aldılar. İzler sonucu Kızıldere'ye kadar ulaşan jandarmalar köy muhtarının evine bilgi almak için gittiklerinde, muhtar daha önceden hazırladığı ihbar mektubunu vererek arananların kendi evinde olduğunu bildirdi.
Evin ve köyün sarılması sonucu sıkışan
Mahir Çayan,
Ertuğrul Kürkçü,
Sinan Kazım Özüdoğru,
Hüdai Arıkan,
Ertan Saruhan,
Saffet Alp,
Sabahattin Kurt,
Nihat Yılmaz,
Ahmet Atasoy,
Cihan Alptekin
ve Ömer Ayna teslim olmayı reddedip, istekleri yerine getirilmez ise rehineleri öldürerek sonuna kadar mücadele edeceklerini bildirdiler.
Roketatarlarla yapılan saldırı sonrasında Ertuğrul Kürkçü dışında kalanlar, rehineler de dahil olmak üzere öldürüldü.
Tarihe Kızıldere katliamı olarak geçen saldırı devrimci gençlik hareketinin önde giden kadrolarının yok edilmesi ile sonuçlanmıştı.
.
allah (c.c)
16.08.2004 - 17:57...Gelelim Kelime-i Tevhid'in anlamına 'La ilahe illallah'
'İlahlar yoktur. Ancak Allah vardır' demektir. Kelime-i Tevhid'in mânâsı maalesef günümüzde de yanlış algılanmaktadır. Geçmişte birer ilah olarak kabul edilen putlar yakılıp yıkılınca, ilahlık kavramı da Allah ismine yakıştırılmıştır.
Oysa ilah (Tanrı) ile Allah kelimelerinin ifade ettiği mânâlar arasında büyük bir fark vardır.
Bugün ilah Tanrı anlayışını benimseyen ve hasbel kader klasik islamın savunucusu durumunda bulunan isimler, bu bâkış açısından yola çıkarak temel konular olarak kabul edilen 'mirac', 'nefs', 'sünnet', 'Kur'an'ın inzali', 'melekler', 'ruh' ve 'kader' gibi hususlara asla somut bir şekilde yaklaşamadıkları gibi, toplumsal kimliğe uzanmış tabularla, kulaktan kulağa, nakilden nakile bilgiler doğrultusunda orijinal olanı yanlış yorumlamak durumunda kalmaktadırlar. Düşünün, Kur'an'da 'Burç' suresi varken, Astrolojinin A’sından haberdar olmayan, bilenlerimiz(!) mevcut! …
Gerçek olan şudur.;
Allah ismiyle işaret olunan, sonsuz ve sınırsız bir varlıktır Orijin yapı... Mânâ, enerji ye madde platformlarında değişik isimler alır. Allah kavramı, mânânın bile özünde mütalaa edilmelidir. Bu idrâke, Kelime-i Tevhid ile ulaşılır ve Allah isminin mânâsı rastgele bir şekilde değil, Kur'an'da ifade edildiği gibi anlaşılmalıdır;
'Feeynema tuvellu fesemme vechullah' (Bakara/115) (Her ne yana dönerseniz Allah'ın Vech'i oradadır.) Allah'ın Vech'i yani yüzü, bildiğimiz şekil, suret anlamına gelmemektedir. Zahir göz ile bu yüzü tesbit etmek mümkün değildir. Zira, Allah'ın yüzü Vahid (tek) olan mânâdır. Mânâ ise, beş duyunun ötesinde, basiretle algılanabilir. Basir isminin mânâsı, bireyin kendi Vech'ini görebilmesine vesile olur. Anlatılanlar, 'Allah' ismini 'ilahlık' kavramından mutlak olarak soyutlar.
'Hu vel Evvelu vel Ahiru ve'z- Zahiru vel Batın” (Hadid 3)
(Sonsuz bir öncelik ve sonsuz bir gelecek sahibidir, beş duyu ile tesbit edebildiğiniz veya edemediğiniz tüm varlık O'dur)
'Ve nahnu ekrabu ileyhi min habliveriyd'
(Biz O'na (insana) şah damarıdan daha yakınız) 'Ve fiy enfisukim efela tubsirun'(Zariyat 21) (Nefislerinizde, hâlâ görmüyor musunuz!)
Bunlar, Kuran'da tesbit ettiğimiz, anlattıklanmızla paralellik taşıyan âyederdir. Aşağı yukarı her âyet-i Kerime'de de Allah'ın bir ilah, en büyük ilah olmadığı bariz bir şekilde ifade edilmektedir. Zira ilah, 'belli bir mekân içinde olan, kendisine yönelinen varlık' anlamına gelir. 'Allah' ise; zaman, mekân kaydından münezzeh ve onların özündedir.
Buraya kadar anlatılarılara altematif olabilen 'Kuran'da pek çok yerde ilah kelimesi geçiyor, buna ne dersiniz? ' sorusuna yanıt verelim:
ayetlerde geçen 'ilah' kelimesini algılayabilmek için Kur'an'ı derûni olarak inceleyen bir ilim var; Tasavvuf, Başka bir deyimle, Allah ilmi de diyebilirsiniz. Kuran'da Allah isminin ilah gibi gösterilmesi, 'Ulûhiyet' kavramından kaynaklanmaktadır. 'Ulûhiyet' 'O'nun'var ettiği varlıkların hakkını vermesi' ve 'Kim, ne için var edilmişse, yaratılış gayesine uygun hareketler yapması' prensibini getirir. örneğin; bakkaldan bisiklet lastiği, bir futbolcudan şarkıcılık, dişçiden ortopedistlik, pilottan hamallık, balıkçıdan terzilik gibi istekleriniz olamaz.
Misalleri bireylerin dışına taşırarak Allah'ın kendi boyutları itibariyle de düşünebiliriz. Zat boyutunun ifade edilememesi yanında, Sıfat ve Esma'nın izhar ettiği vasıf ve isimlerin varlığının olması, yine Ulûhiyet sıfatı ile tahakkuk etmektedir.
En güzel öreği, En-Nas suresinin ilk üç ayetidir. 'De ki; Sığınırım, insanların Rabbi'ne', 'insanların Melikine', 'insanların ilahına..' Burada, üç ayrı şekilde yapılan tasnif dikkât çekicidir. Sığınma, direkt ilah'a olsaydı Rab ve Melik kelimelerinden bahsedilmeyecek, iki kelimenin ayrı ayrı anlamları olmasaydı, zikredilmeleri de gerekmeyecekti.
Dikkat edilirse, önce bu ikisine sığınma mevzu bahis... Bilahare, ilah'a sığınmadaki anlam, Allah'ın Ulûhiyet vasfı ile ilgilidir, ki bu cihet Kuran'da ifade sadedinde `ilah' kelimesi ile anlatılmaktadır. Bir başka örnek daha alalım Kur'an'dan; âyet-i Kerimelerde bazen 'Ben', zaman zaman da 'biz' tabiri kullanılır. Bu ifadelere göre, Allah'ın çok olması gerekir; halbuki O 'Tek' tir. Demek ki boyuta göre ifade değişmektedir.
Ahmet F. Yüksel (Bu Yazı 18 Aralık 1999 tarihli Akşam Gazetesinde yayınlanmıştır.)
kelime-i tevhid
16.08.2004 - 17:55İman, yetmiş küsûr şubedir. En üstünü `Lâ ilâhe illallah' sözüdür. En aşağı mertebesi ise insanlara eziyet veren bir şeyi yol üzerinden kaldırmaktır. Haya da imandan bir şubedir.' (Tirmizi) demekte Hz.Resulullah
Bir başka hadisinde ise..
Her kim ki 'Men kâle Lâ ilâhe illallah dehale'l-cenne.' Hadisinde belirtildiği üzere 'La ilahe illallah' derse `O Cennet'e girecektir' diyor Resulullah Efendimiz... Bugün dünya üzerinde bir milyar müslüman var, yaklaşık dokuz yüz doksan dokuz milyonu haliyle 'la ilahe illallah' diyor. Peki bunların hepsi Cennet'e girecek mi? .. Tabi ki Hayır...
Şu Hadis ise konuya gerçek yönden bakmamızı sağlamakta;
'Cennete girecek insanların sayısı, siyah bir öküzün sırtında bir avuç ayası kadar yer tutan beyaz kıllar miktarıncadır.' (Sahihi Buhari)
Demek ki ilk hadiste anlatılmak istenen Kelime-i Tevhidin gerçek manâsının anlaşılması imiş...
Gelelim Kelime-i Tevhid'in anlamına 'La ilahe illallah'
'İlahlar yoktur. Ancak Allah vardır' demektir. Kelime-i Tevhid'in mânâsı maalesef günümüzde de yanlış algılanmaktadır. Geçmişte birer ilah olarak kabul edilen putlar yakılıp yıkılınca, ilahlık kavramı da Allah ismine yakıştırılmıştır.
Oysa ilah (Tanrı) ile Allah kelimelerinin ifade ettiği mânâlar arasında büyük bir fark vardır.
Bugün ilah Tanrı anlayışını benimseyen ve hasbel kader klasik islamın savunucusu durumunda bulunan isimler, bu bâkış açısından yola çıkarak temel konular olarak kabul edilen 'mirac', 'nefs', 'sünnet', 'Kur'an'ın inzali', 'melekler', 'ruh' ve 'kader' gibi hususlara asla somut bir şekilde yaklaşamadıkları gibi, toplumsal kimliğe uzanmış tabularla, kulaktan kulağa, nakilden nakile bilgiler doğrultusunda orijinal olanı yanlış yorumlamak durumunda kalmaktadırlar. Düşünün, Kur'an'da 'Burç' suresi varken, Astrolojinin A’sından haberdar olmayan, bilenlerimiz(!) mevcut! …
Gerçek olan şudur.;
Allah ismiyle işaret olunan, sonsuz ve sınırsız bir varlıktır Orijin yapı... Mânâ, enerji ye madde platformlarında değişik isimler alır. Allah kavramı, mânânın bile özünde mütalaa edilmelidir. Bu idrâke, Kelime-i Tevhid ile ulaşılır ve Allah isminin mânâsı rastgele bir şekilde değil, Kur'an'da ifade edildiği gibi anlaşılmalıdır;
'Feeynema tuvellu fesemme vechullah' (Bakara/115) (Her ne yana dönerseniz Allah'ın Vech'i oradadır.) Allah'ın Vech'i yani yüzü, bildiğimiz şekil, suret anlamına gelmemektedir. Zahir göz ile bu yüzü tesbit etmek mümkün değildir. Zira, Allah'ın yüzü Vahid (tek) olan mânâdır. Mânâ ise, beş duyunun ötesinde, basiretle algılanabilir. Basir isminin mânâsı, bireyin kendi Vech'ini görebilmesine vesile olur. Anlatılanlar, 'Allah' ismini 'ilahlık' kavramından mutlak olarak soyutlar.
'Hu vel Evvelu vel Ahiru ve'z- Zahiru vel Batın” (Hadid 3)
(Sonsuz bir öncelik ve sonsuz bir gelecek sahibidir, beş duyu ile tesbit edebildiğiniz veya edemediğiniz tüm varlık O'dur)
'Ve nahnu ekrabu ileyhi min habliveriyd'
(Biz O'na (insana) şah damarıdan daha yakınız) 'Ve fiy enfisukim efela tubsirun'(Zariyat 21) (Nefislerinizde, hâlâ görmüyor musunuz!)
Bunlar, Kuran'da tesbit ettiğimiz, anlattıklanmızla paralellik taşıyan âyederdir. Aşağı yukarı her âyet-i Kerime'de de Allah'ın bir ilah, en büyük ilah olmadığı bariz bir şekilde ifade edilmektedir. Zira ilah, 'belli bir mekân içinde olan, kendisine yönelinen varlık' anlamına gelir. 'Allah' ise; zaman, mekân kaydından münezzeh ve onların özündedir.
Buraya kadar anlatılarılara altematif olabilen 'Kuran'da pek çok yerde ilah kelimesi geçiyor, buna ne dersiniz? ' sorusuna yanıt verelim:
ayetlerde geçen 'ilah' kelimesini algılayabilmek için Kur'an'ı derûni olarak inceleyen bir ilim var; Tasavvuf, Başka bir deyimle, Allah ilmi de diyebilirsiniz. Kuran'da Allah isminin ilah gibi gösterilmesi, 'Ulûhiyet' kavramından kaynaklanmaktadır. 'Ulûhiyet' 'O'nun'var ettiği varlıkların hakkını vermesi' ve 'Kim, ne için var edilmişse, yaratılış gayesine uygun hareketler yapması' prensibini getirir. örneğin; bakkaldan bisiklet lastiği, bir futbolcudan şarkıcılık, dişçiden ortopedistlik, pilottan hamallık, balıkçıdan terzilik gibi istekleriniz olamaz.
Misalleri bireylerin dışına taşırarak Allah'ın kendi boyutları itibariyle de düşünebiliriz. Zat boyutunun ifade edilememesi yanında, Sıfat ve Esma'nın izhar ettiği vasıf ve isimlerin varlığının olması, yine Ulûhiyet sıfatı ile tahakkuk etmektedir.
En güzel öreği, En-Nas suresinin ilk üç ayetidir. 'De ki; Sığınırım, insanların Rabbi'ne', 'insanların Melikine', 'insanların ilahına..' Burada, üç ayrı şekilde yapılan tasnif dikkât çekicidir. Sığınma, direkt ilah'a olsaydı Rab ve Melik kelimelerinden bahsedilmeyecek, iki kelimenin ayrı ayrı anlamları olmasaydı, zikredilmeleri de gerekmeyecekti.
Dikkat edilirse, önce bu ikisine sığınma mevzu bahis... Bilahare, ilah'a sığınmadaki anlam, Allah'ın Ulûhiyet vasfı ile ilgilidir, ki bu cihet Kuran'da ifade sadedinde `ilah' kelimesi ile anlatılmaktadır. Bir başka örnek daha alalım Kur'an'dan; âyet-i Kerimelerde bazen 'Ben', zaman zaman da 'biz' tabiri kullanılır. Bu ifadelere göre, Allah'ın çok olması gerekir; halbuki O 'Tek' tir. Demek ki boyuta göre ifade değişmektedir.
Ahmet F. Yüksel (Bu Yazı 18 Aralık 1999 tarihli Akşam Gazetesinde yayınlanmıştır.)
Irkçılık
16.08.2004 - 17:25Kuran, 49/13:... 'Muhakkak ki, Allah yanında en değerli olanınız, takva(günahlardan korunup sakınma) da en ileri olanınızdır...'
kuran-ı kerim
16.08.2004 - 17:24Kuran, 49/13:... 'Muhakkak ki, Allah yanında en değerli olanınız, takva(günahlardan korunup sakınma) da en ileri olanınızdır...'
melek
16.08.2004 - 17:22Kuran, 35/1:... Melekler ikişer, üçer, dörder kanatlı elçiler yapan Allah'tır.
Kuran, 22/75: Allah, meleklerden de resuller seçer, insanlardanda...
Kuran,6/61: Kulları üzerinde egemenlik sahibi O'dur. Ve üzerinize koruyucu melekler gönderir...
Kuran,13/11: Her insan için, onu önünden ve arkasından izleyen melekler vardır ki, kendisini Allah'ın emrine bağlı olarak koruyup denetlerler...
kapitalizm
16.08.2004 - 17:16Hucûrat 49 / 9: '...Şüphesiz Allah, adil olanları sever.'
mağara
16.08.2004 - 12:50İbrahim Tatlıses in her katıldığı programda gözleri yaşlanarak 'doğduğunu' söylediği yer.
adnan menderes
16.08.2004 - 11:06Ülkeye, demokrasiye, bağımsızlığımıza verdiği zarar, Demirel'in, Özal'ın, Çiller'in, Yılmaz'ın, Baykal'ın verdiği zarardan daha fazla değildi.
Asılmayı da haketmiyordu, Başbakan olmayı da..
Toplam 1733 mesaj bulundu