‘ Kahvenin o kadifemsi toz halinin orta şekerle karıştırılıp kaynamasından arda kalan bir yığın acı telve gibi yaşananlar. Kaynarken buram buram dağılan o rayihasından geriye damağında ilk içişte kalan tat; ve dudağında bir telve izi kadardı sevmelerim. Gerisi bir yığın acı telveye öykünen pişmanlık, iç hesaplaşmalar, arayışlar, ve uzun bir sessizlik. Tabi ki şiirlerimdeki hırçın ve tutarsız çığlıklarımı saymazsak… O ince nazenin bir kadın edası olan tutulası fincanlara ne demeli! Biteviye bir şeyi sanki bitmeyecekmiş gibi sunumuna en ihtişamlı haliyle eşlik etmeleri yok mu! Bir orta kahve tadında ama ‘ortalamanın’ üstünde izlenen bir hayatın seyri.
Sevmelerim olmasaydı sevilmeyi beklemezdim. Her şeyin karşılık bulduğu bir mekanda sevmenin karşılıksız olduğu iddiaları arasında büyüyen bir gençlik dönemimden kalma tam anlam veremediğim ve bir süre sonra da anlamlandırmaktan vazgeçtiğim bir duygu, bir anlayış içinde gün gelip kalbimi sıkıştıran gün gelip beynimi zonklatan bir ‘çile’ çıkmazıydı bu sevmelerim. Yaşanılası bir tutulmadan çok yaşanılmaması için inadına ruhumda açık yaralar bırakan sevmelerdi bunlar. Bir papatyayı bile ufak bir olasılığa kurban edecek nispette ‘seviyor- sevmiyor’ döngüsünde kısır bırakıp koparıldığında kokmaya başlayan bu taze ölüm kokusunda kendini arayan sevmelerdi bunlar. Hatta yatılı okulda büyüme denemelerim sırasında o soğuk ranzalar arasında uzaktan gelecek bir sıcak sese; mektuplarda satırlar arası tesadüfen karşılaşma ihtimaline hapsolmuş sevmelerdi bunlar. Bazı anlarda o yatakhanede uzun bir koğuşun içine bile sığamayacak kadar cılız ürkek bir çocuğa göre çokken; uzun koridorlardan dışarıya açılan ilk kapıda da kendini güneşin kollarında erimeye bırakmış kar tanesi gibi varlığına delil bulunamayan sevmelerdi bunlar. Belki de bundandır sevmemi delil gösterip sevilmeyi bekleyeceğim duraklar aramam.
‘ Kahvenin o kadifemsi toz halinin orta şekerle karıştırılıp kaynamasından arda kalan bir yığın acı telve gibi yaşananlar. Kaynarken buram buram dağılan o rayihasından geriye damağında ilk içişte kalan tat; ve dudağında bir telve izi kadardı sevmelerim. Gerisi bir yığın acı telveye öykünen pişmanlık, iç hesaplaşmalar, arayışlar, ve uzun bir sessizlik. Tabi ki şiirlerimdeki hırçın ve tutarsız çığlıklarımı saymazsak… O ince nazenin bir kadın edası olan tutulası fincanlara ne demeli! Biteviye bir şeyi sanki bitmeyecekmiş gibi sunumuna en ihtişamlı haliyle eşlik etmeleri yok mu! Bir orta kahve tadında ama ‘ortalamanın’ üstünde izlenen bir hayatın seyri.
Sevmelerim olmasaydı sevilmeyi beklemezdim. Her şeyin karşılık bulduğu bir mekanda sevmenin karşılıksız olduğu iddiaları arasında büyüyen bir gençlik dönemimden kalma tam anlam veremediğim ve bir süre sonra da anlamlandırmaktan vazgeçtiğim bir duygu, bir anlayış içinde gün gelip kalbimi sıkıştıran gün gelip beynimi zonklatan bir ‘çile’ çıkmazıydı bu sevmelerim. Yaşanılası bir tutulmadan çok yaşanılmaması için inadına ruhumda açık yaralar bırakan sevmelerdi bunlar. Bir papatyayı bile ufak bir olasılığa kurban edecek nispette ‘seviyor- sevmiyor’ döngüsünde kısır bırakıp koparıldığında kokmaya başlayan bu taze ölüm kokusunda kendini arayan sevmelerdi bunlar. Hatta yatılı okulda büyüme denemelerim sırasında o soğuk ranzalar arasında uzaktan gelecek bir sıcak sese; mektuplarda satırlar arası tesadüfen karşılaşma ihtimaline hapsolmuş sevmelerdi bunlar. Bazı anlarda o yatakhanede uzun bir koğuşun içine bile sığamayacak kadar cılız ürkek bir çocuğa göre çokken; uzun koridorlardan dışarıya açılan ilk kapıda da kendini güneşin kollarında erimeye bırakmış kar tanesi gibi varlığına delil bulunamayan sevmelerdi bunlar. Belki de bundandır sevmemi delil gösterip sevilmeyi bekleyeceğim duraklar aramam.