Çingenleri herkes bilir, ama iyi tanımaz. Bir topluluğa bağlı olma duygusuyla aralarında ilişkiler bulunan çeşitli grupların bir mozaği olan Çingeneler, bütün dünyaya yayılmış, gelişme halinde, sayıca çok ve genç bir toplum oluşturmaktadır: 12 Avrupa Topluluğu devletindeki sayıları (90’lılarda) tahminen 1,200,000’ü bulan Çingenelerin yarısı 16 yaşın altındadır.
Yüzyıllar boyu kendilerine karşı geliştirilen olumsuz politikaya direnmeyi bilen Çingenelerin bir çok özelleği vardır. Yüzyıllardır süre gelen göçmenlikleri hiçbir zaman belli bir yerden başlamamıştır; Çingeneler için “vatana dönüş” de bir anlam taşımaz. “Toprağa bağlı” denilen toplumlardan farklı ve ülkenin sadece uyruğu olan Çingeneler çoğu zaman göçmendirler veya göçebeliğe eğlimleri vardır; yerleşik toplumlar gibi bağımlıkları yoktur, gittikleri yer onlarındır, sınırları sosyal ve psikolojiktir. “Toprağa bağlı olmayan” toplumlardan da farklı olarak, şimdiye kadar, ne çevrelerindeki topluma sosyal, ekonomik ve mesleki bakımdan katılmış, ne de yerel idarelerle siyasi bir ilişki kurmayı düşünmüşlerdir. Bir kenarda yaşar, başkalarında tedirginlik uyandırır ve yabancı olarak kalırlar.
Çingenelere, günümüzde kendilerine bir kimlik tanımaya ancak daha çok donup kalmış geçmişe bağlı folklor bağlamında bir kimlik tanımaya daha yatkın bir çevreyi şaşırtrak, kendi varlık ve kültürlerini dini (çingene Bayramı) ve siyasi (Çingene kurumlarının geliştirilmesi) temel hareketlerle açıklıyor ve koruyorlar. Kendini bugüne kadar pek belli etmeyen azınlık 20. yüzyılın sonlarında su yüzüne çıkmaya başlamıştır…
Çingene esas olarak göçebe bir toplumdur. Yer değiştirmekte kullandıkları araçlar, çok ender olarak moderndir; yerel yönetimlerin kendilerine ayırdığı yerlerde kamp kurarlar. Her zaman ev sahiplerinin bağnazlık ve hoşgörüsüzlüğünün kurbanı olmuşlardır. Onlar için en kötü dönemlerden biri nazi soykırım dönemidir; yüzbinlerce Çingene bütün batı Avrupa’dan kamplara, özellikle Auschwitz kampına sürgün edildi; şimdi Almanya’dan bunun onarılmasını istiyorlar. Bugün Çingene kültürü din alanında bir yenilenme yaşıyor.
Çingeler hakkında Larousse'den ve Jean-Pirre Liegois’ten bilgiler aktarmaya devam edeceğim. Türkiye ve Avrupadiki çingelerden, yaşam biçimlerine kadar tarihsel, politik ve sosyal açıdan bahsetmeye çalışcağım.
____________________________________________
Fonetik ses bilgisidir... Sıfat olaraksa 'sesleri bütün özellikleri, ayrıntılarıyla gösteren, sesçil'.
Fonetik Alfabe, bilirsiniz hani bir kelimeyi karşıdaki insanın doğru anlaması için harf harf söylerken dilimizde A için Ankara, B için Bolu, C için Ceyhan gibi şehir isimlerden yola çıkarak harfleri kodlamadaki standard kelimelerdir.
Bunu bazı Ülkeler standart olarak kullanırlar. Mesala dünyada şuan (kullanımında zorunluluk olmadan) standard olarak kabul edilen uçaklarda telsizleşme ilgili olarak 2. Dünya Savaşından sonra 'Allied Armed Forces' tarafından geliştirilip esas NATO'nun kullandığı 'Phonetic Alphabet' versiyonudur:
Harf - Uluslararası - Türkçe
A - Alfa - Ankara
B - Bravo - Bursa
C - Çarli - Ceyhan
Ç - Çankırı
D - Delta - Denizli
E - Eko - Edirne
F - Foxtrot - Fatsa
G - Golf - Giresun
H - Hotel - Hopa
I - İndia - Isparta
İ - İzmir
J - Juliet - Jale
K - Kilo - Kayseri
L - Lima - Lüleburgaz
M - Mike - Manisa
N - November - Nazilli
O - Oscar - Ordu
Ö - Ödemiş
P - Papa - Pazar
Q - Quebec -
R - Romeo - Rize
S - Sierra - Samsun
Ş - Şarköy
T - Tango - Trabzon
U - Uniform - Urfa
Ü - Ünye
V - Victor - Van
W - Whiskey -
X - X ray -
Y - Yankee -Yalova
Z - Zulu - Zonguldak
__________________________________________________
www.fsturk.net/simulator/lesson/dersler/default2.htm (
www.qsl.net/ta1dx/amator/phonetic_alphabets.htm (İngilizce Tüm Bilgiler)
__________________________________________________
Anadolu'dan Yunanistan'a getirilmiş olan bir iki önemli şey arasında, Fenike'den alındığı iddia edilen bir alfabe vardır. Bu fonetik alfabe, ilk önce Anadolu'da kullanıldı. (www.anadoluaydinlanma.org/yazilar/anadolununanakarayaetkileri.htm)
Dünyanın bilinen en eski fonetik alfabesi Mısır'da bulundu. - Mısır'da bulunan fonetik abece, İ.Ö.3000'de Erzurum'daki Cunni mağarasında örneklerini gördüğümüz İSUB-ÖG tipi ön-Türk abecesi olmalıdır. (arsiv.hurriyetim.com.tr/hur/turk/99/11/23/yazarlar/15yaz.htm)
__________________________________________________
Devlet, dilimize arapçadan gelen devletin bu konudaki sözlük anlamı: “Toprak bütünlüğüne bağlı olarak siyasî bakımdan teşkilâtlanmış millet veya milletler topluluğunun oluşturduğu tüzel varlık” tır. Yani bir ülkede siyasal ve ekonomik düzenlenmenin yaygın biçimidirç
Yeryüzünde, Çağlardır sahil-kıyı köşe-bucak keşfedilmiş bilinmedik yer kalmamıştır. Paul Valery’nin dediği gibi sanki “dünyanın sonu diyebileceğimiz çağ” başlamıştır. Antartika’yı hariç, deniz düzeyi üstünde kalan bütün toprak parçaları, doğal (kıyı, nehir, sıradağlar gibi) veya insan eliyle(çetvelle) çizilmiş sınırları olan irili ufaklı bir çok devlete ayrılmıştır.
Milliyetçilik anlayışının güçlenmesi Avrupa’daki büyük imparatorlukların Birinci Dünya Savaşı sonrasında ortadan kalkmış… 1960’lı yıllarda sömürgeciliğin sona ermesinin ve küçük ada devletlerinin bağımsızlığa kavuşmasıyla dünyadaki siyasal parçalanma hızlanmıştır.
1945 yılında topu topu 55 bağımsız ve egemen devlet sayıbilirken günümüzde bu sayı 200’ü aşmıştır. Çoğrafya öğretmeni olan Claude Malassigne dediği gibi Devletler arasında büyük farklar var: Yeryüzündeki toprakların yüzde 11’ini kaplayan Rusya ile Küçük Nauru devleti nasıl karşılaştıralabilir? Maldivler veya Seyşel Adalarının, nüfusu milyarları aşan Çin karşısında ne ağırlığı olabilir? Moritanya ve Bolivya’da km kareye düşen insan sayısı 10 kişiden azdır; Bangladeşte ise 800 kişiye varır. Toprakları başka bir devletin veya devletlerin topraklarıyla kuşatılmış bulunan Vatikan, San Marino ve Andorra gibi 30 devlet ticaret ilişkilerinde sınırdaş üleklere bağımlı kalır.
Adalar veya takımadalar üzerinde kurulmuş 42 devlet, coğrafi özelliklerinden elden geldiğince yararlanır: bazıları denizden yararlanarak güç kazanmıştır (geçmişte İngiltere, bugün Japonya) dünyanın uzağında ve az nüfüslu bazı devletlerse ancak göstermelik bir bağımsızlığa ulaşabilmiştir. Balkanlarda ve Asya’da ulusal savaşlar, hangi ulusun bir diğeri üzerine devlet kuracağını belirtmek için sürmektedir….
Uzun bir tarihii evrimin sonucu olan siyasi harita, aynı zamanda devletin kendi içinde ve devletler arasında gerginlik kaynağıdır.
Milliyetçi duygular gücünü koruyor, devletler bugünkü sınırları içinde bu duyguları her zaman hesaba katmamaktadırlar... Bu bakımdan çokuluslu birçok devlet, farklı insan öbeklerine oldukça güç olan bir arada yaşama koşulları sunmaktadır....
Ömer Hayyam anlamayan, Şems hazretlerine, Hallac-ı Mahsur'a ve nice tarihte sapık veya ayyaşmış gibi bahsedilmiş kişilere nasıl bakıyor, acep onlara neler der? Ömer Hayyam şiirlerinde şarap ögesinden dolayı içenler ve karşı çıkanlarlar arasında pek bir fark göremiyorum.
Elimizde olan şiirlerinin bile orjinalliği tartışılırken, döneminde ileri gelen kişilerin saygısını kazanan bir kişi hakkında ileri geri konuşmak bize yakışır mı? Tabi tarihi dünmüş gibi bildiklerini sananlar, gönülleri üzerine yemin edeceklerinden çekineceklerini sanmam...
Şiirilerinde insanın din adına yaptığı haksızlıkları, yobazlıkları, zorbalıkları ince, alaylı, iğneleyici bir dille yerer. Şarap bir ögedir. Çünkü şarap gözün gördüğü günahtır ama gözün görmediği günahlardan biri de insanların ayıplarıyla uğraşıp, din adına zorlama yapmaktır ki bunu bu ögeyle çarpıcı bir şekilde yargılar. Çünkü okuyanın tepki vereceğini ya da şaraba özeneceğini bilir... bu tepkiyle insanın aldanışını yüzüne çarpar, çünkü olaylara düz bakanları ortaya çıkarır, onları deyimi yerindeyse azgınlılarına azgınlık ekler.
Belki diğer sufiler gibi şarabı ilim ya da başka olgularla ile sembol etmemiştir ama onlar gibi bu terimi kullandığı için içiyor anlamına gelmez. Tabi ki şimdi bunu okuyan her dörtlükdeki şarabı gösterip gösterip bu nedir diye sorabilir ama dediğim gibi eğer bu ögeleri ince, alaylı, iğneleyici bir dille kullandığı şekilde bakarsa belki anlayabilir... belki...
Esasında Hayyam yaşama sevincini ortaya koymaya çalışır, cennetin ve cehennemin dünyada olduğunu değil de eğer gönlümüzün rahatlığına göre cennet ve cehennem gibi bir hayatımız olacağını savunur. Bu rahatlığı madde ve dünysal eğlenceyle anlatır ki esasında bunları yaradan Allah'tır ve esas rahatlık hem müslümanım diyen veya demeyenin Allah'a gönül ile ulaşmasıdır. Geçici dünyanın tadını inakarcı olarak değil, bir inanan olarak anlatır ama bunu anlamayan tabiki Yunus'a sapık ilan eden dönemin Şeyhül-İslâm'ı gibi dönemimizde onları karalamaya çalışır.
Şems şarap şisesi taşırdı, hatta ünlü hikeyesi vardır Mevlana ile, Mevlana bile aldanmasına rağmen şişenin kırılmsıyla esasında içinde gül suyu olduğunu bulur. Umarım Ömer Hayyam'ın şiirlerindeki gül suyunu bulabilirsiniz.
Ateşi ateşle söndürmek isteyen sonunda kendiside yanar... biraz anlayış, ve saygı sadece büyüklere karşı değil, küçüklere ve gençlere nasıl davranılmasında da yarar gösterebilir.
Gönlüm ne dertlidir, ne de bahtiyâr:
Ne kendisine yâr, ne kimseye yâr,
Bir rüya uğrunda ben diyar diyar,
Gölgemin peşinden yürür giderim..(1924)
Kim olmasın ki, kim ağaç gibi köklerini bağlansın bir yere, hiç kımıldamasın ya da bir sutun gibi sönük durabilsin... insan arayış içersindedir. Bu açıdan kişi değişebilir... buna isteyen ihanet ya da döneklik desin, insan doğumundan ölümüne kadar bir değişim, bir arayış içersindedir... ve nu değişim çilelidir. Şairimiz de Yunus'la başlayan açık bir kimlik edinir:
Rüzgâra bir koku ver ki, hırkandan;
Geleyim izine doğru arkandan;
Bırakmam artık, tutmuşum yakandan
Medet ey dervişim, Yunus'um medet! ,
ve bu arayış tamamlanır, ne mutludur ki o insana ki bunu dile getirebilmiştir:
'...hayatımda öyle bir gün doğdu ki, kundaktan patiğe, emzikten kısa pantolona, oyuncaktan boyunbağına, karalama defterinden polis hafiyesi romanına, beştaştan iskambil kağıdına ve ayva tüyünden kır saça kadar, anne, baba, dadı, mektep, arkadaş, kitap, hoca, tabiat, şehir, cemiyet, kimden ne aldımsa hepsini geriye verdim. Ruhuma istifledikleri hazırlop dünya bir sarsılışta yıkılıp gitti(...) Her şeyi o türlü kayıp ettim ki, Allah'ı kazandım'
ve değişim tamamlanıktan sonra tabiki her ruh gibi o da başlar çağrıya:
'Haykırsam geçenlere kavşağında her yolun,
Aman müslüman olun, aman müslüman olun! '
artık şair kendinden emindir, ve... 'çilesi çekilmemiş hiç bir şey insana faydalı değildir' diyerek sakınmaz sözlerinden:
'Yaşamak zor, ölmek zor, erişmekse zor mu zor,
Çilesiz suratlara tüküresim geliyor.! '
ve şimdi soruyorum elinde şarap ile patlatsaydı bir kaç mısra daha mı sevilecekti ama eksik olsun onların hayranlığı çünkü idrak etmenin çilesinden çekinirler ve denildiği gibi onlar gibi olunmadıkça onlar sizden asla razı veya memnun olmazlar.
Daha önceden şairimizden aktardığım gibi 'Nefes alırken bile inkisar ve pişmanlık; Kimse edemez bana, benim kadar düşmanlık.' Bundan dolayı esasında ne desem boş çünkü ister biri yersin, isterse biri askeri gibi savunmaya çalışsın, zaten şair kendini eserleriyle edebileştirmiştir.
İman edenler tüm hayatları boyunca Allah'ın razı olacağı ve Kuran'da tarif edilen güzel ahlaka ulaşmak için çaba sarf ederler. Rabbimiz bizden itaatkar, ihlaslı, alçakgönüllü, tevekküllü, güvenilir, şefkatli, fedakar, hoşgörülü, merhametli ve itidalli birer kul olmamızı ister. Bu ahlaka ulaşmanın tek yolu ise Kuran'ı rehber edinip, dosdoğru bir yol tutturmaktır.
www.gulaypinarbasi.com
İslami yaşam tarzını seçen eski “Miss Globe Türkiye Güzeli” Gulay Pınarbaşı'nın uzun süredir aktıf olarak yazdıklarının toplandığı ve dini konuları içeren güzel hazırlanmış bir web sayfası.
Kelimeleri oynamak her zaman insanları ilgilendirmiş, oyualamıştır. Bu oyunlar biraz da kullanılan dilin yapısıyla bağlantılıdır.
Dil oyunları, kimi bulmacalarla edebi ürünlerde başvurulan ilginç bir uygulamadır. Bu oyunların bir bölümü eşseslililği ve ündeşliğe dayanır (mesela yüz sözcüğü: 1) surat 2) yüz sayısı 100 anlamlarında kullanılabilir) .
Bazı sözdizimsel yapılar da oyun niteliği gösterir (mesela, Anastas mum satsana sözü sondan başa doğru okununca da aynıdır) , .
Örnekseme yoluyla üretilen bazı anlambirimler de bu çercevede değerlendirilebilir (mesela, otomatik sözcüğü örneksenerek dokunmatik, basmatik türetilmiştir) .
Halk tekerlemeleri de dil oyunlarının ilginç örneklerini verir (kırk küp kırkının de kulbu kırık küp) .
“Bavul sözcükler” (ilk sözcüğün son hecelerinden oluışturulur) aracılığıyla da bazı dil oyunları yaratılmaktadır (mor ve lacivert: morcivert; geri ve zekalı: gerzek; suni ve tahta: sunta) .
Şairlerde zaman zaman çeşitli kelime oyunlarına başvurular. Mesela, bir kelimeyi çeşitli yerlerinden bölüp iki aynı anlama gelecek şekilde kullanırlar. (Behçet Necatigil, en/cam 1. en cam 2.encam (Farsça) : son, bile/yazdı: 1. Dahi yazdı 2. Az kalsın bilecekti.)
Cinaslı uyuk da bir tür söz oyunudur (Gehveri: - Kalem böyle çalınmıştr yazımı/ Yazım kışa uymaz, kışın yazma – dizelerinde “yazı”: 1) alınyazısı.2. yaz mevsimi.)
Akrostişler de yukarıdan aşağıya okunduğunda şiirin adandığı kimsenin adını verir (Cahit Sıtkı Tarancı’nın bu türdeki bir şiirinde Vedia adı çıkar.)
AKROSTİŞ
Var olan bir sen, bir ben, bir de bu bahar.
Elden ne gelir ki? Güzelsin, gençliğin var.
Dünyada aşkımız ölüm gibi mukadder.
İnan ki bir daha geri gelmez bu günler.
Alemde bir andır bize dost esen rüzgar.
Başka dillerden çevirmede istenilen anlamaları vermek nerdeyse olanıksızdır çünkü dil oyunları hece seslerine ve tonlara dayanır. Çeviri yapanın çevirdiği metni çok iyi anlaması gerekir ve en baştan konuya sadık verilmek istenilen espriyi iletmesi gerekir. Bu açıdan çevirmenleri en çok uğraştıran dilin şiirselliği ve zorluluğundan başka en çok uğraştaran konulardan birisi de “komik dengeyi” bulmaktır, çünkü bunların büyük bir çoğunluğu dil oyunlarına dayanır. Shakespeare’in – Hamlet oyununda olduğu gibi)
__________________________________________________________
Dil Oyunu ve Paradigmalar - (www.dergi.org/052000/1501.htm)
Felsefe tasarıma bağlı olarak dil oyunları oluşturur. Felsefenin kavramlarının dizgeleştirilmesi önermelerinin dizaynı Wittgenstein'a göre bir dil oyunudur ve bu oyun aslında bizim dünyamızı oluşturur.
__________________________________________________________
OHAL ile Kritik - (www.bianet.org/2002/11/30/14976.htm)
OHAL, 'Kritik'ten daha sıcak bir tanım, bir kere 'OHAL Gitti, Bu Hal Geldi' gibi dil oyunlarına müsait. Kritik daha 'modern', daha 'sosyete' bir kavram, 'hal'i de anlatmıyor. Ama muktedirler böyle bir 'Hal'i uygun görmüşler, ne diyelim?
__________________________________________________________
İnsanı. yeryüzünün en güzel surette yaratılmış ve hizmet edilmeye layık bir yaratığı olarak görmeye alışmadıkça. hayatımızın sahteliğini. ikiyüzlülüğünü ve alçaklığını üstümüzden atamayacağız.’
_______________________________________________
Maxim Gorky (1868-1936) esas adı Aleksey Maksimoviç Peşkov... naturalist (doğalc) ı öykü, oyun ve roman yazarı. Daha çok Rusyanın sosyalist düzene geçiş dönemini yansıtan yapıtları ile bilinir. Fakat ilk başta toplum dışı insanları anlattığı öyküleriyle tanınmıştır.
Esas 1909'da Osmanlıca bile basılan ve klasikler arasına girmiş en önemli eseri 'Ana' romanıdır.
Küçük-Burjuva İdeolojisinin Eleştirisiyle küçük burjuvanın çıplak resmini çizen adam.*
Küçük yaşta yaşadığı acı olaylar yüzünden Gorki yani Rusçada “acı” anlamına gelen takma adını kullanan yazar yapıtlarıyla sadece kendi halkı için değil tüm dünya halkları için savaşım vermiş bir insan. Çok çalışmanın değerine önem veren düşünür; zorbalığa, gericiliğe, sömürüye, düzmece politikalara ve en başta faşizme karşı olan bir isimdir. Hayatı boyunca güzel günleri görme umudu ile barışı, sevgiyi, hürriyeti aşılamaya çalışmıştır. Fakat Lenin’le çoğu kez görüş ayrılığı gelmesine rağmen Stalinizmin en acımasız yanlarını da övmüştür. Belki uzun yıllar Rusya'dan uzak Italya'daki villasında kalması ve 60 yaşında Rusya'ya dönüşünde kahramanlar gibi halkının çoşkuyla törenlerle karşılanması gözünü boyamıştır. Bir yanılgı ya da basitçe kaderin cilvesi...
Ölümünün de nasıl olduğu bilinmemekle beraber anti-sovyet Troçkistler ya da sağcıların parmağı olduğu düşünülmektedir.
________________________________________
Başlıca Eserleri: Çocukluğum, Benim Üniversitelerim, Artamonovlar, Tolstoydan Anılar, Yazarlar Üzerine, İsyancı, Küçük Brujuvalar, Ana, Halk Düşmanı, İtalya Hikayeleri, Güncemden Yapraklar, Vladimir İliç Lenin, Lenin, Gorki Lenin’i Anlatıyor, Klim Samgin’in Hayatı...
________________________________________
* Küçük burjuva, uzun yıllar sürecinde oluşmuş düşünce ve alışkanlıkların dar çemberi içinde sıkışıp kalmış, bu çemberlerin dışına çıkamayıp, kurulu makine gibi düşünen bir varlıktır. Ailenin, okulun, kilisenin, 'hümanist' edebiyatın etkisi, 'yasaların ruhu', burjuva 'gelenekleri' denilen bütün şeylerin etkisi küçük burjuvaların kafalarında bir saatin çarklarına benzer. Küçük burjuva düşüncelerinin küçük çarklarını, küçük burjuvanın rahatına düşkünlüğünü harekete getiren bir zemberek, pek karmaşık olmayan bir cihaz yaratır. Küçük burjuvaların bütün duaları belagat niteliklerini hiç kaybetmeyen şu kelimelerden ibarettir: 'Tanrım, bize acı! '
Bu dua biraz daha yetiştirilip, devlet ve toplum karşısında bir hak ve istek olarak ifade edilecek olursa, şu şekli alır: 'Beni rahat bırakın, dilediğim gibi yaşayayım.'
________________________________________
Mutluluk güzel görünmemizi sağlar, ancak güzellik her zaman mutluluk getirmez...
________________________________________
Aşağıda uzun uzun hayatını aktarmıştım, kısa olarak da:
Muhammed Esed (Leopold Weiss) Yahudi asıllı Avusturya'lı gazeteci, yazar ve araştırmacı.1900 yılında, önceleri Polonya'da, sonra Avusturya'da kalan Lwew kentinde doğdu. Gazeteci olarak Orta Doğu'ya yaptığı uzun seyahatlerden sonra,1926'da Müslüman oldu. Libya bağımsızlık mücadelesine katıldı.1942'de babası ve kızkardeşi Nazi toplama kamplarında öldürüldü.1947 yılında, yeni kurulan Pakistan Devleti’nin politik organizasyonunun dayanacağı temel ilkeleri araştıran 'İslami tecdit kurumu'na üye seçildi. Sonra Dışişleri bakanlığı Orta Doğu Bölümü Başkanlığı'na getirildi.1952 yılında Pakistan'ın Birleşmiş Milletler'deki ve Pakistan Dışişleri Bakanlığı'ndaki görevlerinden istifa etti.
Yukarı atmosferde yaklaşık,25 km. yükseltide ozon gazının (O3) en yoğun olduğu bir kuşak vardır. Bu ozon tabakası insan için zararlı olan elementleri süzerek yeryüzünü Güneş’in morötesi ışınlardan korur.1985’ten bu yana, ozon tabakasında, kutupların üstünde büyüyen deliklerin oluştuğu saptandı. Soğutmada, plastik köpük ve aerosol yapımında çok sık kullanılan kimyasal bir ürün olan CFC’nin (kloroflorokarbon) , tabakasını tahrip ettiği sanılıyor.
_______________________________________________________
İTÜ: Ozon tabakası inceldi – (Basın)
İSTANBUL - İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Meteoroloji Mühendisliği Bölüm Başkanı Prof. Dr. Selahattin İncecik, '1998'de yapılan tespitlere göre, Türkiye'nin de yer aldığı orta enlemlerde ozon azalması tespit edildi' dedi.
İTÜ ve Meteoroloji Genel Müdürlüğü'nce İTÜ Ayazağa Kampüsü'nde düzenlenen 'Uluslararası Stratosferik Ozon/UV Radyasyonu Değişimi ve Etkileri' konulu panelde konuşan Prof. İncecik,1987'de Dünya Meteoroloji Teşkilatı'nın (WMO) önderliğinde 'Ozon Tabakasını İncelten Maddelere Dair Montreal Protokolü'nün kabul edildiğini ve Türkiye'nin de protokolü 1991'de imzaladığını hatırlattı. Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürü Doç. Dr. Selahattin Sarı da, stratosferik ozon azalmasının, yeryüzünün ultraviyole-B ışınlarına daha çok muhatap olmasına neden olacağını ifade ederek, 'Bu durum da, öncelikle sağlık sorunlarına ve ekolojik denge üzerinde olumsuz değişimlere neden olur' şeklinde konuştu. (aa)
_______________________________________________________
Ozon tabakası nasıl oluştu? (www.biltek.tubitak.gov.tr/)
Yaşam ortaya çıkmadan önce, karbon dioksit, nitrojen ve diğer ağır gazlar, Dünya’nın manto tabakası ve yer kabuğu tarafından ortama bırakılıyordu. Bu gazlar dünyanın yerçekimi kuvveti sayesinde tutuldu ve zaman içinde bir atmosfer meydana geldi.Yerçekimi, metan (CH4) , karbon dioksit (CO2) , amonyak (NH3) , hidrojen (H2) , azot (N2) , ve su buharının (H2O) bu şekilde atmosferde birikmesine neden oldu. Zaman içinde Dünya, su buharının yoğunlaşıp sıvı hale gelmesine olanak sağlayacak kadar soğudu. Bu durum beraberinde yağmurları ve kuvvetli kasırgaları getirdi. Sürekli yağan yağmur denizlerin oluşmasını sağladı. Şiddetli kasırgalar sırasında oluşan elektrik dünyanın yüzeyini etkiledi.
Bu sırada atmosferde serbest halde hiç oksijen yoktu çünkü oksijen hidrojenle birleşip suyu, yer kabuğundaki başka elementlerle de birleşip demir oksitleri, silikatları, karbon dioksiti ve karbon monoksiti oluşturuyordu. Yaklaşık 2 milyar yıldan fazla bir süre boyunca oksijenin tamamı başka elementlere bağlanmış halde bulunuyordu.
İlk canlılar, atmosferde serbest oksijen bulunmadığı için anaerobik yani oksijensiz solunum yapan canlılardı. (Canlıların ortaya çıkışlarıyla ilgili daha ayrıntılı bilgi edinmek isterseniz “Dünya üzerinde yaşam nasıl başladı? ” sorusunun cevabına göz atabilirsiniz.) Anaerobik solunumda sonra fotosentez evrimi gerçekleşti, yani fotosentez yapabilen canlılar ortaya çıktı. Bu canlılar su ve karbon dioksiti kullanarak glikoz ve oksijen üretmeye başladılar. Serbest oksijen böylece atmosferin stratosfer adı verilen tabakasında birikmeye başladı. Morötesi ışınlar, bu tabakadaki oksijen moleküllerine (O2) çarparak bu moleküllerin iki oksijen atomuna (O + O) bölünmesi sebep oldu. Bu oksijen atomları da oksijen molekülleriyle birleşerek ozonu oluşturdular. (O + O2 → O3) . Ozon tabakası bu şekilde oluştu. Ayrıca bu tepkimeler günümüzde de aynı şekilde oluşmakta. Ozon tabakasının üstünde yeterince oksijen bulunmadığı için tabakanın kalınlığı sınırlı. Daha alt tabakalara da morötesi ışınlar ulaşamıyor. (B. Duygu Özpolat)
_______________________________________________________
Bunun yanısıra, güneş ışığında fotokimyasal tepkimeye giren egzos gazları, kirli havadan oluşan duman bulutlarında ozon ve nitrojen dioksit oluşturmaktadır. Böylece atmosferin yeryüzüne yakın alt kısımlarında da bir Ozon Kirliliği meydana gelmektedir...
_______________________________________________________
ayrıca bkz. Ozon Nedir:
www.kimyaokulu.com/merak%20ediyorsaniz/html/ozon.htm
www.koeri.boun.edu.tr/meteoroloji/ozon2.htm
www.ttgv.org.tr/tur/06_tekno_guncel/644.htm (Ozonla İlgili bağlantılar)
vb.
_______________________________________________________
Antikçağ’dan bu yana çöller büyümeye devam ediyor ve insan eliyle ormanlar yok ediliyor.
Çöller, imparatorluklarını her gün biraz daha genişleten fatihlere benzedi. Bir zamanlar yeryüzünün ısınması nedeniyle doğal olarak gerçekleşen çölleşme, bugün insan etkinliklerinin eklenmesiyle hız kazandı. Ağaçların kesilmesi, çalılıkların yakılması ve çok sayıda otlak alanı açılması orman alanlarının başlangıçta savanlara ve giderek gerçek çöllere dönüşmesine neden oluyor. Sahra’nın her iki yanında “yeşil duvarlar” (ağaç dikimleri) oluşturma girişimlerine rağmen, çöl acımasızca büyüyor.
Nem ormanların bile günümüzde seyrekleşiyor. Brazilya’da tarım alanları açmak için ormanlar yok ediliyor.
Afrika’da ve Güneydoğu Asya’da ise, büyük ağaçları Avrupalılara ve Japonlara satmak için kesiyorlar.
Daha sonra da yerli halk tarım yapmak üzere yanmış orman alanlarına yerleşiyor. Ve bu şekilde her yıl aşağı yukarı Belçika toprakları büyüklüğünde orman alanı yok oluyor.
Bugün yalnız Küzey Yanküre orman alanlarını koruyor ve hatta bu alanları genişletiyor.
Çölleşme artıyor… Yeryüzünün üçte biri çölleşme tehlikesiyle karşı karşıya. Gerek hava koşulları gerek siyasal faktörler nedeniyle çölleşme, geri dönülmesi olanaksız bir süreçtir. Mesela bazı hükümetler, kırsal alanlarda yaşayan halkın göç etmesini engellemiyorlar. (R. CA.)
_______________________________________________________________
Peki, o zaman çölleşme nedir? – (www.cevre.gov.tr/genelbilgiler/collesme.htm)
1992 Dünya zirvesinde dünya liderleri tarafından kabul edilen ve anlaşma metninde de yer alan tanımlama, 'iklim değişiklikleri ve insan faaliyetleri de dahil olmak üzere muhtelif faktörlerin etkisi altında kurak, yarı kurak ve az yağış alan bölgelerdeki toprağın doğal özelliklerini yitirmesi veya kısaca toprağın aşınması' şeklindedir.
_______________________________________________________________
Çölleşme dünya çapında 1.2 milyar insanın geçim kaynağını tehdit ediyor. Birleşmiş Milletler uzmanlarına göre 135 milyon insan bu gelişmenin sonucunda yerini yurdunu terk etmek zorunda kalabilir. Dünyanın toplam %30’u çölleşme tehlikesi ile karşı karşıya ve her yıl 25 milyar ton verimli toprak çölleşme sonucu erozyonla kayboluyor.
Çölleşme toprağın verimliliğini azaltarak, sonuçta açlık, yoksulluk ve hatta ekonomik ve politik sorunlara yol açabiliyor. Birleşmiş Milletler uzmanları çölleşmenin aynı zamanda biyolojik zenginliğin azalmasına yol açtığını vurguluyorlar. Çölleşmenin nedenleri ise dünya iklimindeki değişiklikten, ormanların kesilmesi ile ortaya çıkan erozyon, su ve toprağın aşırı kullanımı ya da zehirlenmeye kadar çeşitli.
Kuraklık en önemli neden olmakla beraber çölleşme sadece kuraklık anlamına gelmiyor, kullanılmaz hale gelen tüm topraklar çölleşmiş sayılıyor. Başta Afrika olmak üzere 110 ülkede yaşamı tehdit eden çölleşme ile mücadele için 1996 yılında bir sözleşme imzalandı. Bu Birleşmiş Milletler sözleşmesine 167 ülke imza attı. Sözleşmenin sekreterliği 1999 yılında Bonn’a taşındı. Sekreterlik, çölleşme ile mücadelenin koordinasyonunu üstleniyor.
_______________________________________________________________
Türkiye’nin Durumu – (arsiv.hurriyetim.com.tr/hur/turk/ 01/06/17/turkiye/35tur.htm)
Türkiye, dünyada en fazla erozyona uğrayan yüksek ve engebeli bir ülke. Özellikle sahil kesimleri ve Doğu Anadolu Bölgesi çok engebeli bir arazi yapısına sahip. Erozyon Türkiye'de en büyük doğal afetlerden biri.
Erozyonun büyük bir kısmı orman rejimi dışındaki tarım ve mera alanlarında. Çölleşme dolayısıyla etkilenen alanlardaki gelir kayıplarının bugüne kadar 42 milyar dolar olduğu tahmin ediliyor. Türkiye topraklarının yüzde 86'sında orta, şiddetli ve çok şiddetli erozyon olayı yaşanıyor.
_______________________________________________________________
Doğru tarım uygulamaları teşvik edilmeli,
Su kaynakalrının kaybı ve toprak tuzlanması önlenerek kuraklık etkileri azaltılmalı,
Ağaçlandırma teşvik edilirken, mümkün olduğu kadar orman yangınları ile mücadele edilmeli ve önlenmeli,
Erozyon ve kumul birikimiyle mücadele edilmeli,
Dyarlı olalım, elele verelim. Bırakalım ülkemizde “ Çölleşme’ nin sadece adı kalsın! ”
Özellikle çiftçilerin büyük baş hayvan yetiştiricilerinin ve diğer ilgili sosyal grupların konu hakkında biliçlenmeleri sağlanmalı ve problemin halkın katılımı ile çözümü hedeflenmeli,
_______________________________________________________________
Ayrıca Bkz.
stu.inonu.edu.tr/~cevre/erozyon.htm
www.tmmobzmo.org.tr/ulusaleylem.html (Tarım Reformu)
_______________________________________________________________
Temiz su ender bulunur hale geldi, çünkü nehir suları ve çoğu yerde kuyu suları, içilmeyecek kadar kirli.
Sanayileşmiş, ülkelerdeki büyük nehirler, kirliliği denize kadar taşıyan üstü açık kanalizasyonlar durumuna geldi.
İçme suyu olarak kullanmak amacıyla nehirlerden su çekenlerin bu suyu arıtma tesislerinde işlemden geçirmeleri gerekiyor. Çünkü artık günümüzde bu sularda, sık görülen bakteri ve virüslerin dışında her tür kimyasal atık ve aynı zamanda da cıva, kurşunve kadmiyum gibi insan yaşamı için tehlikeli olan “ağır metaller” bulunuyor. Kirlilik aynı zamanda, bugüne kadar korunduğu veya toprağıns üzme özelliği sayesinde filtre edildiği sanılan yeraltı sularını da etkiliyor.
Yoğun tarım bölgelerinde kimyasal gübrelerin bitkiler tarafında kabul edilmeyen azot maddesi, nitrat biçiminde yeraltı su örtüsüne karışmasına ve kuyuları beseleyen suyu kirlenmesine neden oluyor.
Avrupa Topluluğu tarafından konan kurallara göre, içme suyundaki nitrat miktarının, süt çocuklarının ve hassas bünyelilerin sağlığı için tehlike oluşturması nedeniyle litre başına 50 mg’ı geçmemesi gerekiyor. Türkiye’nin en büyük kenti olan İstanbul’da evlerde akan suların içmeye eleverişli olmayan bir duruma gelmesi, burada yaşayanları başka kaynaklardan içme suyu bulmaya yöneltmiştir.
Fosfatlı kimyasal gübreler, bitki örtüsü tarafından tamamen emilmediğinde, göllere ve okyonuslara geçiyor; bu da sudaki bitki örtüsünü etkiliyor. Deniz kıyılarında yeşil dalgalar (kıyıya vuran yosunların çoğalması) şeklinde görülen bu ötrofizasyon olayı sonuçta, suda yaşayan hayavnların da zehirlenmesine neden oluyor. (R. CA.)
___________________________________________________
ayrıca bkz.
www.cevre.org/TCM/Yonetmelikler/Su.htm
www.kimyaokulu.com/merak%20ediyorsaniz/html/su%20kirliligi.htm
members.fortunecity.com/cehennemdepo/kimya_projesi/su_kirliligi.htm
www.rshm.saglik.gov.tr/bolumler/bolumdetaylari/cevresagligi/atiksuyonetmelik.htm
ulucam.uludag.edu.tr/su.html
vb.
___________________________________________________
Necip Fazıl Kısakürek
26 Mayıs 1905 - 25 Mayıs 1983
Rahmetle anıyoruz...
»Eserleri
Cinnet Mustatili, Hikayelerim, Çile, Aynadaki Yalan, İdeolocya Örgüsü, Batı Tefekkürü ve İslam Tasavvufu, O ve Ben, İman ve İslam Atlası, İhtilal, Bab-ı Ali, Raporlar, Para Mukaddes Emanet, Senaryo Romanlarım, Reis Bey Parmaksız Salih, Tarih Boyunca Büyük Mazlumlar, Benim Gözümde Menderes, Nur Harmanı, Yeniçeri, Müdafaalarım, Türkiye'nin Manzarası, Namık Kemal, Sabır Taşı Ahşap Konak, Yunus Emre Kanlı Sarık, Peygamber Halkası, Konuşmalar, Moskof, Ulu Hakan İkinci Abdülhamit Han, Bir Adam Yaratmak, Kafa Kağıdı, Çöle İnen Nur, Tanrı Kulundan Dinlediklerim, At'a Senfoni, Hazret-i Ali, Hücum ve Polemik, Öfke ve Hiciv, Tohum, Hitabeler, Son Devrin Din Mazlumları, Hesaplaşma, Doğru Yolun Sapık Kolları, ...
Soluduğumuz hava çoğunlukla, fabrika dumanları, kalorifer dumanı ve arabaların çıkardığı egzos gazlarıyla kirleniyor.
Geçen yüzyılın sonundan beri İngiltere’de, kimi büyük büyük şehirlerin havası bazı günler kömür yüzünden solunmaz duruma geliyordu. Dumanla sis karışımı olan “kalın sis tabakası”,1960’lı yıllara kadar Londra’nın önemli özelliğiydi. Sanayileşmiş ülkelerde kömürün yerini daha temiz yani daha az kirlenmeye neden olan fuel-oil, daha sonra ise elektrik ve doğal gaz aldı. Ve bu şekilde büyük yerleşim yerlerinde daha rahat nefes alınmaya başlandı.
Ancak 1970’li yıllarda, dumansız, ama daha sinsi bir kirlilik ortaya çıktı. Araç trafiğinin yol açtığı egsoz gazları, fabrika bacalarından yayılan gazlarla birleşince, büyük şehirlerin havası kükürtdioksit, azotmonoksit ve yanmamış hidro-karboblarla kirlendi. Bu gazlar, hava şartları nedeniyle bir yerleşim yerinin üstünde sıkışıp kalırsa, havayı solunmaz hale getiren bir fotokimyasal sis oluşturuyor. Los Angles, Meksika, İstanbul, Atina gibi şehirler, bu tür kirliliğin kurbanı. Bu gazlar rüzgarla taşındığındaysa “asit yağmurları” şeklinde tekrar yeryüzüne iniyor. Bu da göllerin verimsizleşmesine, toprağın asitlenmesine ve bitki örtüsünün zarar görmesine neden oluyor. Asit yağmurları, Kanada ve İskandinavya’da bir çok gölde yaşamın sona ermesine neden oldu.
Bu yaygın atmosfer kirliliğine çözüm bulmak amacıyla fabrika bacalarıyla ilgili daha ciddi önlemler alındı ve “temiz araba” projesine önem verildi. Sanayiciler, fabrikalarını duman fietraj sistemeleriyle donatmak, otomobil üreticleri ise egsoz gazlarının zararlı etkilerini azaltacak katlizörlü susturucular taşyan arabaları piyasaya sürmek zorunda bırakıldı. ABD’de ve Japonya’da kullanımı yaygın olan bı tür arabalar, Avrupa’da da piyasaya çıkmaya başladı. (R. CA.)
__________________________________________________________
Ayrıca bkz.
www.angelfire.com/fm/cukurcayir/kirlilik.htm
www.die.gov.tr/TURKISH/SONIST/CEVRE/cevre.html
www.ttb.org.tr/yatagan/3.html
ulucam.uludag.edu.tr/hava.html
www.koeri.boun.edu.tr/meteoroloji/hkirli1.htm
www.sanalhoca.com/kimya/yasamsallar/havakirliligi.htm
vb…
__________________________________________________________
Pasif Sigara İçicisi gibi
Araştırmacılar, hava kirliliğinin yol açtığı riskin, pasif sigara içicileri için geçerli olan riskle aynı oranda olduğunu bildirdiler. Sigara içen birisiyle yaşayan pasif içicilerin, sigara içmeyen birisiyle yaşayan ve sigara kullanmayan insanlara göre yüzde 16-24 arasında daha fazla risk taşıdıkları biliniyor.
ABD’nin büyük kentlerinden New York, Chicago ve Washington’da genellikle endüstri merkezlerinde yakılan kömürün havayı kirlettiği, batıda ise dizel tırların ve otobüslerin hava kirliliğinde önemli rol oynadığı kaydedildi.
Not: Daha ilerici çözümler için petrol, kömür gibi zararlı maddelerin yerine rüzgar, güneş, elektrik, su, ve atıkların dönüşümüyle oluşan enerjilerden yararlanılması lazım. Fakat petrol hegomanyası bu konudaki gelişmeleri engellemektedir. Geleceğimiz tehdit altındadır bu bakımdan hava kirliliğini engeleyici çözümlerin uygulnamsı için önce ABD gibi ülkerin izledikleri sömürücü politiklarla savşılması gerekir.
__________________________________________________________
Çağlar boyunca insan, çevresindeki doğaya hakim olmak için çalıştı. Bugün ise 6 milyardan fazla insanın yaşadığı bir gezegende doğayı yenmek değil, tam tersine onu korumak gerekiyor. Sanayileşmiş ülkelerdeki üretim yarışı, doğal kaynakların büyük oranda tüketilmesine neden oluyor. Su, orman, kömür, petrol, tüm bunlar sanayi toplumunun artan ihtiyaçlarını karşılamak için tüketiliyor. Ve ulusal kaynaklar yeterli gelmediği için hammeddeleri başka ülkelerden ithal etmek gerekiyor. Bu nedenle bütün ülkeler, sanayi ülkesi olsun olmasın, bu yerüstü ve yeraltı zenginliklerinin hızla tüketilmesinde belli bir paya sahip.
Çoğalan nüfüsa cevap verebilmek için gitgide artan bir biçimde kullanılan yeryüzünün doğal kaynakları, bugün arttık tükenme noktasına geldi. Petrolü gitgide daha derinlerde veya daha uzak denizlerde aramak gerekiyor. Sulama yapmaya ve büyük yerleşim yerlerinin ihtiyaçlarını karşılamaya sular yetmiyor. Bazı ormanların, özellikle de Afrika’da bereketli ağaçları kesilmiş, daha sonra da insanların buralara yerleşmesi sonucu bu ormanlar yok edilmiştir. Daha düne kadar tükenmez balık depoları olarak görülen okyonuslar, bir yandan aşırı avlanma, diğer yandan kıyılardaki kirlenme sonucu kaygı verici bir biçimde fakirleşiyor.
Doğal kaynakların bu hızla tüketimine, bir de insan yaşamının atıkları ekleniyor. Tropikal ormanların azalması, toprak aşınmasına ve çölleşmeye neden oluyor. İnsanların şehirlere akın etmelerini, gitgide başa çıkılması zorlaşan atıkların (ev çöpleri, kirli sular) birikmesine neden oluyor. Ayrıca sanayi üretimi, su ve hava kirliliğine de birlikte getiriyor. Günümüzde tarım etkinliği bile yoğun bir biçimde gübre kullanılması ve hayvan yetiştiriciliğinin sanayileşmesi sonucu kirliliğe neden oluyor. Kısası, dünyada yaşadığımız yer neresi olursa olsun, doğal çevremiz tehlikeyle karşı karşıyadır.
Çevreci Roger Cans, Le Monde gazetesininde çevre gazetecinin yazıları bu konu üzerinde önemli bir kaynaktır.
ayrıca bkz:
www.geocities.com/isitir/cevrekoruma.htm
www.cevre.org/Kitap/tarim.htm
members.fortunecity.com/cehennemdepo/kimya_projesi/cevre_kirliligi.htm
www.peyzaj.org/medya/
vb.
_______________________________________________________________
XX. Yüzyılın başında hala zirvede olan İngiliz Sömürge İmparatorluğu gücünün iki aracını bir “Büyük Oyun” da sistemleştirdi: Avrupalı rakiplerini bölmek ve Rus İmparatorluğu’nu dizginlemek.
Modern zamanların en büyük imparatorluğunun savunması tek başına askerlere emanet edilemezdi. Küçücük bir ada devleti olan İngiltere, denetimi altında tuttuğu dünyanın dört bir yanındaki geniş toprakları işgal etmek, yönetmek ve bunların sınırılarını güvence altına almak için yeterli insan kaynaklarına sahip değildi. Üstelik Fransa ve Rusya gibi başka iki imparatorlukla yeni doğmakta olan Alman İmparatorluğu’nun rekabetine karşı koymak durumundaydı. “Büyük Oyun” rakiplerini susta durdurmak için ittifak sistemleri ve sınır oyunlarından oluşan bütün diplomatik yolları kullanmayı kapsıyordu.
İngiltere gücünü denizler ve okyonuslar üzerindeki egemenliğine dayandırmıştı. Büyük deniz ticaret yolları üzerindeki denetimi, kıta Avrupası ülkeleri üzerinde çok büyük bir baskı aracıydı. Napolyon’un imparatorluğuna karşı uygulanan abluka, bu ülkeye, ekonomik savaşın korkunç etkisini göstermişti. Dilediği gibi ve her an başvurabileceği bu dolaylı tehdit, Avrupa’da oynadığı “oyuna” iyi bir zemin oluşturuyordu: Kıta Avrupası’nın belli başlı devletleri arasında denegeyi korumak. Kah birine, kah ötekine destekleyerek, hem İngiltere’ye karşı bir koalisyonun oluşmasını hem de kıtada büyük bir egemen gücün ortaya çıkışını engellemek gerekiyordu.
“Büyük oyun” Asya’da, Yakındoğu’da veya Afrika’da rakip imparatorlukları “dizginlemek” ve yerli halkı denetim altında tutmak üzere tampon devletler yaratmaktan veya sınır çizgilerini değiştirmekten oluşuyordu. İngiltere’ya az veya çok bağlı bir dizi düşman devlet, Balkanlar’dan Çin’e kadar, Rus İmparatorluğu’nun yayılmasını engelliyordu. Bu devletler de yerli halkı bölecek ve toplulukları arasındaki gerilimleri sürdürecek biçimde parçalanmıştı.
İngiltere’nin deniz imparatorluğu eldeki olanakların tasarrufuna dayanıyor, diplomatik ustalık, kara gücünün eksikliğini kapatıyordu. “Büyük oyun” büyük “kara” devletlerinin doğal gücüne durmaksızın set çekmekten oluşuyordu. Sınırsız insan ve doğa kaynaklarının üzerinde oturan dev Avrupa-Asya bloğuna karşı, sonsuza kadar yinelenen bir Sisyphos uğraşıydın bu. İngiliz büyük jeopolitikçi Mackinder kötümser bir insandı: “Tanım gereği dayanıklı olan “toprak” sonunda “deniz” karşısında zafer kazanacaktır” diyordu.
Kaynak:
Alfredo Da Gama E Abreu Valladao
Larousse,1993
Milliyet Gazetesi 1993-1994
Jeosrateji
ayrica bkz:
www.ntvmsnbc.com/news/122311.asp
www.geocities.com/leviathan9_11/buyukoyun.html
www.darwinizmdini.com/somurgeciler.html
www.inadina.com/inadeski/sayi20/buyukoyun.htm
vb.
________________________________________________
Duydunuz mu? Duydunuz mu?
O aman aman yürek yakan
Minik kardeşim feryat figan
Gözyaşına boğuldunuz mu?
Duydunuz mu gördünüz mü?
Filistin’in mahzun gülünü
Daha açmadan solmuş güzel
Aman yüreğim kan ağlıyor
Yazıklar olsun lanetler olsun
Çocukları babasız bırakanlara
Lanetler olsun yazıklar olsun
Çocukları sevgisiz bırakanlara
Yazık yazık yazık bizlere
Bir el uzatamadık kardeşimize
Yazık yazık yazık bizlere
Bir birleşemedik kardeşçe
Daha sürecek mi bu soğuk rüzgar
Anlamıyorum kalbinizde buz mu var
Filistin’in gülleri daha açmadan solar
Halbu ki güneş hep yeniden doğar
Kitabımız Kuran kılavuzumuz sünnet
Yazıklar olsun ayrı yollara dağılana
Bu nasıl iştir değil miyiz bir ümmet
Yazıklar olsun kardeşime aksi olana
O yüksekten uçup kendini bir şey sananlar
Yazıklar olsun onlara o ayrım yapanlar
Allah’ın selamını bile nefsi için dağıtanlar
Böyle giderse daha çok anamız ağlar
Lanet olsun şeytana ve dostlarına
Lanet olsun islam düşmanlarına
Yazıklar olsun bizi içten vurana
Yazıklar olsun sağa sola dağılana
Bir soğuk rüzgar esiyor deli deli
Kurtuluş yok yine asırlardan beri
Bir soğuk rüzgar esiyor deli deli
Düşmanlar sardı yine kardeşleri
Ah şu cehalet yakıyor cümlemizi
Aşkı ile yanmak varken birlikte
Kaptırırız kendimizi nefsimize
Güveni yok insanın kardeşine bile
Güven yok haktan başka bizlere
Birbirimizin kapısını çalmaz isek
Birlik beraberlik içinde olmaz isek
Muhabbete sünnetiyle varmaz isek
Nefrete fitneye yol açtık demek
Asırlarca nurunu üç kıtaya yaydık
Kurana sünnete sımsıkı bağlanmıştık
Herkes savunur şimdi kendi reyini
Şeytana yem olduk gitti dağıldık
Suçumuz ağır çekeriz türlü cefalar
Dilerim Rabbimiz cümlemizi bağışlar
Kıyamet günü dahi dikilir fidanlar
Olmayın artık ayrı yolda koşanlar
Hak ile batıl bildiriliyor yüce kuranda
Hiçbir şeyde hayır yok, olmaz Haktan başka
Hak için uğraşta alsın canımızı Mevla
Cümleten ileri hakka doğru birliğe
Biz sevmesini bilmeliyiz yaratan için
Sevenler yoksa hayatta yaratan Hak için
Ne işimiz kalır Allah için dünyada
Gönüller ermeli hep birlikte vuslata
Kalmayız yine inşaallah boş laflarla
Kanmayız artık inşaallah fani dünyaya
Gözlem, deney ve sonuça bağlı olup dünyanın içinde veya dışında olanın bir kısmını veya ortaya çıkan durumun - ilgiyi çeken veya çekebilecek nitelikte olan her türlü işin - bir bölümü konu alarak ya da sözlüğün dediği gibi seçen, deneye dayanan yöntemler ve gerçeklikten yararlanarak yasalar çıkarmaya çalışan düzenli bilgi.
Belli bir konuyu bilme isteğiyle yola çıkan ya da öğrenme arzusuyla başlayan, belli bir amaca yönelik bir bilgi edinme ve yöntemli araştırma süreci...
Herkesin yararlanabileceği değeri sürdürme durumu ile bir kanaatin şüpheye düşmeden onaylanması durumunun bir şekilde nasıl olduğunu belirten ve onu başka şeylerden ayıran özellikleri, vasıfları gösteren metotlu ve sistematik malûmat. Kısaca sözlüğün dediği gibi Genel geçerlik ve kesinlik nitelikleri gösteren yöntemli ve dizgesel bilgi.
bir ses duyulsa...koşsam sesin geldiği yere...katılsam o seslere...o sesleri çıkarsam...duyulsa seslerimiz...katılsa bütün sesler...ah keşke bir olsa sesler sessizliğin içinde de...bir ses duyulsa...sessizliği bozsak
çingeneler
30.05.2003 - 21:13Çingenleri herkes bilir, ama iyi tanımaz. Bir topluluğa bağlı olma duygusuyla aralarında ilişkiler bulunan çeşitli grupların bir mozaği olan Çingeneler, bütün dünyaya yayılmış, gelişme halinde, sayıca çok ve genç bir toplum oluşturmaktadır: 12 Avrupa Topluluğu devletindeki sayıları (90’lılarda) tahminen 1,200,000’ü bulan Çingenelerin yarısı 16 yaşın altındadır.
Yüzyıllar boyu kendilerine karşı geliştirilen olumsuz politikaya direnmeyi bilen Çingenelerin bir çok özelleği vardır. Yüzyıllardır süre gelen göçmenlikleri hiçbir zaman belli bir yerden başlamamıştır; Çingeneler için “vatana dönüş” de bir anlam taşımaz. “Toprağa bağlı” denilen toplumlardan farklı ve ülkenin sadece uyruğu olan Çingeneler çoğu zaman göçmendirler veya göçebeliğe eğlimleri vardır; yerleşik toplumlar gibi bağımlıkları yoktur, gittikleri yer onlarındır, sınırları sosyal ve psikolojiktir. “Toprağa bağlı olmayan” toplumlardan da farklı olarak, şimdiye kadar, ne çevrelerindeki topluma sosyal, ekonomik ve mesleki bakımdan katılmış, ne de yerel idarelerle siyasi bir ilişki kurmayı düşünmüşlerdir. Bir kenarda yaşar, başkalarında tedirginlik uyandırır ve yabancı olarak kalırlar.
Çingenelere, günümüzde kendilerine bir kimlik tanımaya ancak daha çok donup kalmış geçmişe bağlı folklor bağlamında bir kimlik tanımaya daha yatkın bir çevreyi şaşırtrak, kendi varlık ve kültürlerini dini (çingene Bayramı) ve siyasi (Çingene kurumlarının geliştirilmesi) temel hareketlerle açıklıyor ve koruyorlar. Kendini bugüne kadar pek belli etmeyen azınlık 20. yüzyılın sonlarında su yüzüne çıkmaya başlamıştır…
Çingene esas olarak göçebe bir toplumdur. Yer değiştirmekte kullandıkları araçlar, çok ender olarak moderndir; yerel yönetimlerin kendilerine ayırdığı yerlerde kamp kurarlar. Her zaman ev sahiplerinin bağnazlık ve hoşgörüsüzlüğünün kurbanı olmuşlardır. Onlar için en kötü dönemlerden biri nazi soykırım dönemidir; yüzbinlerce Çingene bütün batı Avrupa’dan kamplara, özellikle Auschwitz kampına sürgün edildi; şimdi Almanya’dan bunun onarılmasını istiyorlar. Bugün Çingene kültürü din alanında bir yenilenme yaşıyor.
Çingeler hakkında Larousse'den ve Jean-Pirre Liegois’ten bilgiler aktarmaya devam edeceğim. Türkiye ve Avrupadiki çingelerden, yaşam biçimlerine kadar tarihsel, politik ve sosyal açıdan bahsetmeye çalışcağım.
____________________________________________
fonetik alfabe
30.05.2003 - 17:12Fonetik ses bilgisidir... Sıfat olaraksa 'sesleri bütün özellikleri, ayrıntılarıyla gösteren, sesçil'.
Fonetik Alfabe, bilirsiniz hani bir kelimeyi karşıdaki insanın doğru anlaması için harf harf söylerken dilimizde A için Ankara, B için Bolu, C için Ceyhan gibi şehir isimlerden yola çıkarak harfleri kodlamadaki standard kelimelerdir.
Bunu bazı Ülkeler standart olarak kullanırlar. Mesala dünyada şuan (kullanımında zorunluluk olmadan) standard olarak kabul edilen uçaklarda telsizleşme ilgili olarak 2. Dünya Savaşından sonra 'Allied Armed Forces' tarafından geliştirilip esas NATO'nun kullandığı 'Phonetic Alphabet' versiyonudur:
Harf - Uluslararası - Türkçe
A - Alfa - Ankara
B - Bravo - Bursa
C - Çarli - Ceyhan
Ç - Çankırı
D - Delta - Denizli
E - Eko - Edirne
F - Foxtrot - Fatsa
G - Golf - Giresun
H - Hotel - Hopa
I - İndia - Isparta
İ - İzmir
J - Juliet - Jale
K - Kilo - Kayseri
L - Lima - Lüleburgaz
M - Mike - Manisa
N - November - Nazilli
O - Oscar - Ordu
Ö - Ödemiş
P - Papa - Pazar
Q - Quebec -
R - Romeo - Rize
S - Sierra - Samsun
Ş - Şarköy
T - Tango - Trabzon
U - Uniform - Urfa
Ü - Ünye
V - Victor - Van
W - Whiskey -
X - X ray -
Y - Yankee -Yalova
Z - Zulu - Zonguldak
__________________________________________________
www.fsturk.net/simulator/lesson/dersler/default2.htm (
www.qsl.net/ta1dx/amator/phonetic_alphabets.htm (İngilizce Tüm Bilgiler)
__________________________________________________
Anadolu'dan Yunanistan'a getirilmiş olan bir iki önemli şey arasında, Fenike'den alındığı iddia edilen bir alfabe vardır. Bu fonetik alfabe, ilk önce Anadolu'da kullanıldı. (www.anadoluaydinlanma.org/yazilar/anadolununanakarayaetkileri.htm)
Dünyanın bilinen en eski fonetik alfabesi Mısır'da bulundu. - Mısır'da bulunan fonetik abece, İ.Ö.3000'de Erzurum'daki Cunni mağarasında örneklerini gördüğümüz İSUB-ÖG tipi ön-Türk abecesi olmalıdır. (arsiv.hurriyetim.com.tr/hur/turk/99/11/23/yazarlar/15yaz.htm)
__________________________________________________
civciv
29.05.2003 - 22:53ve duyuldu kabuğuna tık ettiği civcivin.
Duyuldu uykusundan uyandığı
zincirinden başka kaybedecek şeyi olmayan devin
(Kıyamet Sureleri, Nazım Hikmet Ran)
devletler
29.05.2003 - 22:39Devlet, dilimize arapçadan gelen devletin bu konudaki sözlük anlamı: “Toprak bütünlüğüne bağlı olarak siyasî bakımdan teşkilâtlanmış millet veya milletler topluluğunun oluşturduğu tüzel varlık” tır. Yani bir ülkede siyasal ve ekonomik düzenlenmenin yaygın biçimidirç
Yeryüzünde, Çağlardır sahil-kıyı köşe-bucak keşfedilmiş bilinmedik yer kalmamıştır. Paul Valery’nin dediği gibi sanki “dünyanın sonu diyebileceğimiz çağ” başlamıştır. Antartika’yı hariç, deniz düzeyi üstünde kalan bütün toprak parçaları, doğal (kıyı, nehir, sıradağlar gibi) veya insan eliyle(çetvelle) çizilmiş sınırları olan irili ufaklı bir çok devlete ayrılmıştır.
Milliyetçilik anlayışının güçlenmesi Avrupa’daki büyük imparatorlukların Birinci Dünya Savaşı sonrasında ortadan kalkmış… 1960’lı yıllarda sömürgeciliğin sona ermesinin ve küçük ada devletlerinin bağımsızlığa kavuşmasıyla dünyadaki siyasal parçalanma hızlanmıştır.
1945 yılında topu topu 55 bağımsız ve egemen devlet sayıbilirken günümüzde bu sayı 200’ü aşmıştır. Çoğrafya öğretmeni olan Claude Malassigne dediği gibi Devletler arasında büyük farklar var: Yeryüzündeki toprakların yüzde 11’ini kaplayan Rusya ile Küçük Nauru devleti nasıl karşılaştıralabilir? Maldivler veya Seyşel Adalarının, nüfusu milyarları aşan Çin karşısında ne ağırlığı olabilir? Moritanya ve Bolivya’da km kareye düşen insan sayısı 10 kişiden azdır; Bangladeşte ise 800 kişiye varır. Toprakları başka bir devletin veya devletlerin topraklarıyla kuşatılmış bulunan Vatikan, San Marino ve Andorra gibi 30 devlet ticaret ilişkilerinde sınırdaş üleklere bağımlı kalır.
Adalar veya takımadalar üzerinde kurulmuş 42 devlet, coğrafi özelliklerinden elden geldiğince yararlanır: bazıları denizden yararlanarak güç kazanmıştır (geçmişte İngiltere, bugün Japonya) dünyanın uzağında ve az nüfüslu bazı devletlerse ancak göstermelik bir bağımsızlığa ulaşabilmiştir. Balkanlarda ve Asya’da ulusal savaşlar, hangi ulusun bir diğeri üzerine devlet kuracağını belirtmek için sürmektedir….
Uzun bir tarihii evrimin sonucu olan siyasi harita, aynı zamanda devletin kendi içinde ve devletler arasında gerginlik kaynağıdır.
Milliyetçi duygular gücünü koruyor, devletler bugünkü sınırları içinde bu duyguları her zaman hesaba katmamaktadırlar... Bu bakımdan çokuluslu birçok devlet, farklı insan öbeklerine oldukça güç olan bir arada yaşama koşulları sunmaktadır....
ömer hayyam
29.05.2003 - 19:11Ömer Hayyam anlamayan, Şems hazretlerine, Hallac-ı Mahsur'a ve nice tarihte sapık veya ayyaşmış gibi bahsedilmiş kişilere nasıl bakıyor, acep onlara neler der? Ömer Hayyam şiirlerinde şarap ögesinden dolayı içenler ve karşı çıkanlarlar arasında pek bir fark göremiyorum.
Elimizde olan şiirlerinin bile orjinalliği tartışılırken, döneminde ileri gelen kişilerin saygısını kazanan bir kişi hakkında ileri geri konuşmak bize yakışır mı? Tabi tarihi dünmüş gibi bildiklerini sananlar, gönülleri üzerine yemin edeceklerinden çekineceklerini sanmam...
Şiirilerinde insanın din adına yaptığı haksızlıkları, yobazlıkları, zorbalıkları ince, alaylı, iğneleyici bir dille yerer. Şarap bir ögedir. Çünkü şarap gözün gördüğü günahtır ama gözün görmediği günahlardan biri de insanların ayıplarıyla uğraşıp, din adına zorlama yapmaktır ki bunu bu ögeyle çarpıcı bir şekilde yargılar. Çünkü okuyanın tepki vereceğini ya da şaraba özeneceğini bilir... bu tepkiyle insanın aldanışını yüzüne çarpar, çünkü olaylara düz bakanları ortaya çıkarır, onları deyimi yerindeyse azgınlılarına azgınlık ekler.
Belki diğer sufiler gibi şarabı ilim ya da başka olgularla ile sembol etmemiştir ama onlar gibi bu terimi kullandığı için içiyor anlamına gelmez. Tabi ki şimdi bunu okuyan her dörtlükdeki şarabı gösterip gösterip bu nedir diye sorabilir ama dediğim gibi eğer bu ögeleri ince, alaylı, iğneleyici bir dille kullandığı şekilde bakarsa belki anlayabilir... belki...
Esasında Hayyam yaşama sevincini ortaya koymaya çalışır, cennetin ve cehennemin dünyada olduğunu değil de eğer gönlümüzün rahatlığına göre cennet ve cehennem gibi bir hayatımız olacağını savunur. Bu rahatlığı madde ve dünysal eğlenceyle anlatır ki esasında bunları yaradan Allah'tır ve esas rahatlık hem müslümanım diyen veya demeyenin Allah'a gönül ile ulaşmasıdır. Geçici dünyanın tadını inakarcı olarak değil, bir inanan olarak anlatır ama bunu anlamayan tabiki Yunus'a sapık ilan eden dönemin Şeyhül-İslâm'ı gibi dönemimizde onları karalamaya çalışır.
Şems şarap şisesi taşırdı, hatta ünlü hikeyesi vardır Mevlana ile, Mevlana bile aldanmasına rağmen şişenin kırılmsıyla esasında içinde gül suyu olduğunu bulur. Umarım Ömer Hayyam'ın şiirlerindeki gül suyunu bulabilirsiniz.
yobaz
29.05.2003 - 18:35Ateşi ateşle söndürmek isteyen sonunda kendiside yanar... biraz anlayış, ve saygı sadece büyüklere karşı değil, küçüklere ve gençlere nasıl davranılmasında da yarar gösterebilir.
necip fazıl kısakürek
29.05.2003 - 15:55Necip Fazıl bir arayış içindedir:
Gönlüm ne dertlidir, ne de bahtiyâr:
Ne kendisine yâr, ne kimseye yâr,
Bir rüya uğrunda ben diyar diyar,
Gölgemin peşinden yürür giderim..(1924)
Kim olmasın ki, kim ağaç gibi köklerini bağlansın bir yere, hiç kımıldamasın ya da bir sutun gibi sönük durabilsin... insan arayış içersindedir. Bu açıdan kişi değişebilir... buna isteyen ihanet ya da döneklik desin, insan doğumundan ölümüne kadar bir değişim, bir arayış içersindedir... ve nu değişim çilelidir. Şairimiz de Yunus'la başlayan açık bir kimlik edinir:
Rüzgâra bir koku ver ki, hırkandan;
Geleyim izine doğru arkandan;
Bırakmam artık, tutmuşum yakandan
Medet ey dervişim, Yunus'um medet! ,
ve bu arayış tamamlanır, ne mutludur ki o insana ki bunu dile getirebilmiştir:
'...hayatımda öyle bir gün doğdu ki, kundaktan patiğe, emzikten kısa pantolona, oyuncaktan boyunbağına, karalama defterinden polis hafiyesi romanına, beştaştan iskambil kağıdına ve ayva tüyünden kır saça kadar, anne, baba, dadı, mektep, arkadaş, kitap, hoca, tabiat, şehir, cemiyet, kimden ne aldımsa hepsini geriye verdim. Ruhuma istifledikleri hazırlop dünya bir sarsılışta yıkılıp gitti(...) Her şeyi o türlü kayıp ettim ki, Allah'ı kazandım'
ve değişim tamamlanıktan sonra tabiki her ruh gibi o da başlar çağrıya:
'Haykırsam geçenlere kavşağında her yolun,
Aman müslüman olun, aman müslüman olun! '
artık şair kendinden emindir, ve... 'çilesi çekilmemiş hiç bir şey insana faydalı değildir' diyerek sakınmaz sözlerinden:
'Yaşamak zor, ölmek zor, erişmekse zor mu zor,
Çilesiz suratlara tüküresim geliyor.! '
ve şimdi soruyorum elinde şarap ile patlatsaydı bir kaç mısra daha mı sevilecekti ama eksik olsun onların hayranlığı çünkü idrak etmenin çilesinden çekinirler ve denildiği gibi onlar gibi olunmadıkça onlar sizden asla razı veya memnun olmazlar.
Daha önceden şairimizden aktardığım gibi 'Nefes alırken bile inkisar ve pişmanlık; Kimse edemez bana, benim kadar düşmanlık.' Bundan dolayı esasında ne desem boş çünkü ister biri yersin, isterse biri askeri gibi savunmaya çalışsın, zaten şair kendini eserleriyle edebileştirmiştir.
kuran-ı kerim
28.05.2003 - 16:48İman edenler tüm hayatları boyunca Allah'ın razı olacağı ve Kuran'da tarif edilen güzel ahlaka ulaşmak için çaba sarf ederler. Rabbimiz bizden itaatkar, ihlaslı, alçakgönüllü, tevekküllü, güvenilir, şefkatli, fedakar, hoşgörülü, merhametli ve itidalli birer kul olmamızı ister. Bu ahlaka ulaşmanın tek yolu ise Kuran'ı rehber edinip, dosdoğru bir yol tutturmaktır.
www.gulaypinarbasi.com
İslami yaşam tarzını seçen eski “Miss Globe Türkiye Güzeli” Gulay Pınarbaşı'nın uzun süredir aktıf olarak yazdıklarının toplandığı ve dini konuları içeren güzel hazırlanmış bir web sayfası.
allah (c.c)
28.05.2003 - 03:32Allah'ım
Ne zaman yadıma düşsen
Gözden akar yaş Allah'ım.
Kainatta tek reis sen,
Gerisi hep boş Allah'ım.
Gözden akan şu yaşları,
Rahmetinle sil Allah'm.
Özde yanan ataşları,
Yakan sensin, bil Allah'ım.
Hem sıfatla hem zatınla,
Ezel-ebedsin Allah'ım.
Hem zahirle, hem batınla,
İNCE'ye yarsın Allah'ım.
Sabit İnce
dil oyunları
28.05.2003 - 01:35Dil Oyunları
Kelimeleri oynamak her zaman insanları ilgilendirmiş, oyualamıştır. Bu oyunlar biraz da kullanılan dilin yapısıyla bağlantılıdır.
Dil oyunları, kimi bulmacalarla edebi ürünlerde başvurulan ilginç bir uygulamadır. Bu oyunların bir bölümü eşseslililği ve ündeşliğe dayanır (mesela yüz sözcüğü: 1) surat 2) yüz sayısı 100 anlamlarında kullanılabilir) .
Bazı sözdizimsel yapılar da oyun niteliği gösterir (mesela, Anastas mum satsana sözü sondan başa doğru okununca da aynıdır) , .
Örnekseme yoluyla üretilen bazı anlambirimler de bu çercevede değerlendirilebilir (mesela, otomatik sözcüğü örneksenerek dokunmatik, basmatik türetilmiştir) .
Halk tekerlemeleri de dil oyunlarının ilginç örneklerini verir (kırk küp kırkının de kulbu kırık küp) .
“Bavul sözcükler” (ilk sözcüğün son hecelerinden oluışturulur) aracılığıyla da bazı dil oyunları yaratılmaktadır (mor ve lacivert: morcivert; geri ve zekalı: gerzek; suni ve tahta: sunta) .
Şairlerde zaman zaman çeşitli kelime oyunlarına başvurular. Mesela, bir kelimeyi çeşitli yerlerinden bölüp iki aynı anlama gelecek şekilde kullanırlar. (Behçet Necatigil, en/cam 1. en cam 2.encam (Farsça) : son, bile/yazdı: 1. Dahi yazdı 2. Az kalsın bilecekti.)
Cinaslı uyuk da bir tür söz oyunudur (Gehveri: - Kalem böyle çalınmıştr yazımı/ Yazım kışa uymaz, kışın yazma – dizelerinde “yazı”: 1) alınyazısı.2. yaz mevsimi.)
Akrostişler de yukarıdan aşağıya okunduğunda şiirin adandığı kimsenin adını verir (Cahit Sıtkı Tarancı’nın bu türdeki bir şiirinde Vedia adı çıkar.)
AKROSTİŞ
Var olan bir sen, bir ben, bir de bu bahar.
Elden ne gelir ki? Güzelsin, gençliğin var.
Dünyada aşkımız ölüm gibi mukadder.
İnan ki bir daha geri gelmez bu günler.
Alemde bir andır bize dost esen rüzgar.
Cahit Sıtkı Tarancı
__________________________________________________________
Başka dillerden çevirmede istenilen anlamaları vermek nerdeyse olanıksızdır çünkü dil oyunları hece seslerine ve tonlara dayanır. Çeviri yapanın çevirdiği metni çok iyi anlaması gerekir ve en baştan konuya sadık verilmek istenilen espriyi iletmesi gerekir. Bu açıdan çevirmenleri en çok uğraştıran dilin şiirselliği ve zorluluğundan başka en çok uğraştaran konulardan birisi de “komik dengeyi” bulmaktır, çünkü bunların büyük bir çoğunluğu dil oyunlarına dayanır. Shakespeare’in – Hamlet oyununda olduğu gibi)
__________________________________________________________
Dil Oyunu ve Paradigmalar - (www.dergi.org/052000/1501.htm)
Felsefe tasarıma bağlı olarak dil oyunları oluşturur. Felsefenin kavramlarının dizgeleştirilmesi önermelerinin dizaynı Wittgenstein'a göre bir dil oyunudur ve bu oyun aslında bizim dünyamızı oluşturur.
__________________________________________________________
OHAL ile Kritik - (www.bianet.org/2002/11/30/14976.htm)
OHAL, 'Kritik'ten daha sıcak bir tanım, bir kere 'OHAL Gitti, Bu Hal Geldi' gibi dil oyunlarına müsait. Kritik daha 'modern', daha 'sosyete' bir kavram, 'hal'i de anlatmıyor. Ama muktedirler böyle bir 'Hal'i uygun görmüşler, ne diyelim?
__________________________________________________________
maksim gorki
27.05.2003 - 18:53İnsanı. yeryüzünün en güzel surette yaratılmış ve hizmet edilmeye layık bir yaratığı olarak görmeye alışmadıkça. hayatımızın sahteliğini. ikiyüzlülüğünü ve alçaklığını üstümüzden atamayacağız.’
_______________________________________________
Maxim Gorky (1868-1936) esas adı Aleksey Maksimoviç Peşkov... naturalist (doğalc) ı öykü, oyun ve roman yazarı. Daha çok Rusyanın sosyalist düzene geçiş dönemini yansıtan yapıtları ile bilinir. Fakat ilk başta toplum dışı insanları anlattığı öyküleriyle tanınmıştır.
Esas 1909'da Osmanlıca bile basılan ve klasikler arasına girmiş en önemli eseri 'Ana' romanıdır.
Küçük-Burjuva İdeolojisinin Eleştirisiyle küçük burjuvanın çıplak resmini çizen adam.*
Küçük yaşta yaşadığı acı olaylar yüzünden Gorki yani Rusçada “acı” anlamına gelen takma adını kullanan yazar yapıtlarıyla sadece kendi halkı için değil tüm dünya halkları için savaşım vermiş bir insan. Çok çalışmanın değerine önem veren düşünür; zorbalığa, gericiliğe, sömürüye, düzmece politikalara ve en başta faşizme karşı olan bir isimdir. Hayatı boyunca güzel günleri görme umudu ile barışı, sevgiyi, hürriyeti aşılamaya çalışmıştır. Fakat Lenin’le çoğu kez görüş ayrılığı gelmesine rağmen Stalinizmin en acımasız yanlarını da övmüştür. Belki uzun yıllar Rusya'dan uzak Italya'daki villasında kalması ve 60 yaşında Rusya'ya dönüşünde kahramanlar gibi halkının çoşkuyla törenlerle karşılanması gözünü boyamıştır. Bir yanılgı ya da basitçe kaderin cilvesi...
Ölümünün de nasıl olduğu bilinmemekle beraber anti-sovyet Troçkistler ya da sağcıların parmağı olduğu düşünülmektedir.
________________________________________
Başlıca Eserleri: Çocukluğum, Benim Üniversitelerim, Artamonovlar, Tolstoydan Anılar, Yazarlar Üzerine, İsyancı, Küçük Brujuvalar, Ana, Halk Düşmanı, İtalya Hikayeleri, Güncemden Yapraklar, Vladimir İliç Lenin, Lenin, Gorki Lenin’i Anlatıyor, Klim Samgin’in Hayatı...
________________________________________
* Küçük burjuva, uzun yıllar sürecinde oluşmuş düşünce ve alışkanlıkların dar çemberi içinde sıkışıp kalmış, bu çemberlerin dışına çıkamayıp, kurulu makine gibi düşünen bir varlıktır. Ailenin, okulun, kilisenin, 'hümanist' edebiyatın etkisi, 'yasaların ruhu', burjuva 'gelenekleri' denilen bütün şeylerin etkisi küçük burjuvaların kafalarında bir saatin çarklarına benzer. Küçük burjuva düşüncelerinin küçük çarklarını, küçük burjuvanın rahatına düşkünlüğünü harekete getiren bir zemberek, pek karmaşık olmayan bir cihaz yaratır. Küçük burjuvaların bütün duaları belagat niteliklerini hiç kaybetmeyen şu kelimelerden ibarettir: 'Tanrım, bize acı! '
Bu dua biraz daha yetiştirilip, devlet ve toplum karşısında bir hak ve istek olarak ifade edilecek olursa, şu şekli alır: 'Beni rahat bırakın, dilediğim gibi yaşayayım.'
________________________________________
Mutluluk güzel görünmemizi sağlar, ancak güzellik her zaman mutluluk getirmez...
________________________________________
muhammed esed
27.05.2003 - 12:24Aşağıda uzun uzun hayatını aktarmıştım, kısa olarak da:
Muhammed Esed (Leopold Weiss) Yahudi asıllı Avusturya'lı gazeteci, yazar ve araştırmacı.1900 yılında, önceleri Polonya'da, sonra Avusturya'da kalan Lwew kentinde doğdu. Gazeteci olarak Orta Doğu'ya yaptığı uzun seyahatlerden sonra,1926'da Müslüman oldu. Libya bağımsızlık mücadelesine katıldı.1942'de babası ve kızkardeşi Nazi toplama kamplarında öldürüldü.1947 yılında, yeni kurulan Pakistan Devleti’nin politik organizasyonunun dayanacağı temel ilkeleri araştıran 'İslami tecdit kurumu'na üye seçildi. Sonra Dışişleri bakanlığı Orta Doğu Bölümü Başkanlığı'na getirildi.1952 yılında Pakistan'ın Birleşmiş Milletler'deki ve Pakistan Dışişleri Bakanlığı'ndaki görevlerinden istifa etti.
ozon
27.05.2003 - 01:33Yukarı atmosferde yaklaşık,25 km. yükseltide ozon gazının (O3) en yoğun olduğu bir kuşak vardır. Bu ozon tabakası insan için zararlı olan elementleri süzerek yeryüzünü Güneş’in morötesi ışınlardan korur.1985’ten bu yana, ozon tabakasında, kutupların üstünde büyüyen deliklerin oluştuğu saptandı. Soğutmada, plastik köpük ve aerosol yapımında çok sık kullanılan kimyasal bir ürün olan CFC’nin (kloroflorokarbon) , tabakasını tahrip ettiği sanılıyor.
_______________________________________________________
İTÜ: Ozon tabakası inceldi – (Basın)
İSTANBUL - İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Meteoroloji Mühendisliği Bölüm Başkanı Prof. Dr. Selahattin İncecik, '1998'de yapılan tespitlere göre, Türkiye'nin de yer aldığı orta enlemlerde ozon azalması tespit edildi' dedi.
İTÜ ve Meteoroloji Genel Müdürlüğü'nce İTÜ Ayazağa Kampüsü'nde düzenlenen 'Uluslararası Stratosferik Ozon/UV Radyasyonu Değişimi ve Etkileri' konulu panelde konuşan Prof. İncecik,1987'de Dünya Meteoroloji Teşkilatı'nın (WMO) önderliğinde 'Ozon Tabakasını İncelten Maddelere Dair Montreal Protokolü'nün kabul edildiğini ve Türkiye'nin de protokolü 1991'de imzaladığını hatırlattı. Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürü Doç. Dr. Selahattin Sarı da, stratosferik ozon azalmasının, yeryüzünün ultraviyole-B ışınlarına daha çok muhatap olmasına neden olacağını ifade ederek, 'Bu durum da, öncelikle sağlık sorunlarına ve ekolojik denge üzerinde olumsuz değişimlere neden olur' şeklinde konuştu. (aa)
_______________________________________________________
Ozon tabakası nasıl oluştu? (www.biltek.tubitak.gov.tr/)
Yaşam ortaya çıkmadan önce, karbon dioksit, nitrojen ve diğer ağır gazlar, Dünya’nın manto tabakası ve yer kabuğu tarafından ortama bırakılıyordu. Bu gazlar dünyanın yerçekimi kuvveti sayesinde tutuldu ve zaman içinde bir atmosfer meydana geldi.Yerçekimi, metan (CH4) , karbon dioksit (CO2) , amonyak (NH3) , hidrojen (H2) , azot (N2) , ve su buharının (H2O) bu şekilde atmosferde birikmesine neden oldu. Zaman içinde Dünya, su buharının yoğunlaşıp sıvı hale gelmesine olanak sağlayacak kadar soğudu. Bu durum beraberinde yağmurları ve kuvvetli kasırgaları getirdi. Sürekli yağan yağmur denizlerin oluşmasını sağladı. Şiddetli kasırgalar sırasında oluşan elektrik dünyanın yüzeyini etkiledi.
Bu sırada atmosferde serbest halde hiç oksijen yoktu çünkü oksijen hidrojenle birleşip suyu, yer kabuğundaki başka elementlerle de birleşip demir oksitleri, silikatları, karbon dioksiti ve karbon monoksiti oluşturuyordu. Yaklaşık 2 milyar yıldan fazla bir süre boyunca oksijenin tamamı başka elementlere bağlanmış halde bulunuyordu.
İlk canlılar, atmosferde serbest oksijen bulunmadığı için anaerobik yani oksijensiz solunum yapan canlılardı. (Canlıların ortaya çıkışlarıyla ilgili daha ayrıntılı bilgi edinmek isterseniz “Dünya üzerinde yaşam nasıl başladı? ” sorusunun cevabına göz atabilirsiniz.) Anaerobik solunumda sonra fotosentez evrimi gerçekleşti, yani fotosentez yapabilen canlılar ortaya çıktı. Bu canlılar su ve karbon dioksiti kullanarak glikoz ve oksijen üretmeye başladılar. Serbest oksijen böylece atmosferin stratosfer adı verilen tabakasında birikmeye başladı. Morötesi ışınlar, bu tabakadaki oksijen moleküllerine (O2) çarparak bu moleküllerin iki oksijen atomuna (O + O) bölünmesi sebep oldu. Bu oksijen atomları da oksijen molekülleriyle birleşerek ozonu oluşturdular. (O + O2 → O3) . Ozon tabakası bu şekilde oluştu. Ayrıca bu tepkimeler günümüzde de aynı şekilde oluşmakta. Ozon tabakasının üstünde yeterince oksijen bulunmadığı için tabakanın kalınlığı sınırlı. Daha alt tabakalara da morötesi ışınlar ulaşamıyor. (B. Duygu Özpolat)
_______________________________________________________
Ozon kirliliği – (www.ogm.gov.tr/bilgi/ozon_01.htm)
Bunun yanısıra, güneş ışığında fotokimyasal tepkimeye giren egzos gazları, kirli havadan oluşan duman bulutlarında ozon ve nitrojen dioksit oluşturmaktadır. Böylece atmosferin yeryüzüne yakın alt kısımlarında da bir Ozon Kirliliği meydana gelmektedir...
_______________________________________________________
ayrıca bkz. Ozon Nedir:
www.kimyaokulu.com/merak%20ediyorsaniz/html/ozon.htm
www.koeri.boun.edu.tr/meteoroloji/ozon2.htm
www.ttgv.org.tr/tur/06_tekno_guncel/644.htm (Ozonla İlgili bağlantılar)
vb.
_______________________________________________________
necip fazıl kısakürek
26.05.2003 - 16:11Üstad Necip Fazıl Kısakürek, geçen yüzyılın başında
www.yenisafak.com/diziler/nfk/
___________________________________
çölleşme
26.05.2003 - 15:47Çölleşme
Antikçağ’dan bu yana çöller büyümeye devam ediyor ve insan eliyle ormanlar yok ediliyor.
Çöller, imparatorluklarını her gün biraz daha genişleten fatihlere benzedi. Bir zamanlar yeryüzünün ısınması nedeniyle doğal olarak gerçekleşen çölleşme, bugün insan etkinliklerinin eklenmesiyle hız kazandı. Ağaçların kesilmesi, çalılıkların yakılması ve çok sayıda otlak alanı açılması orman alanlarının başlangıçta savanlara ve giderek gerçek çöllere dönüşmesine neden oluyor. Sahra’nın her iki yanında “yeşil duvarlar” (ağaç dikimleri) oluşturma girişimlerine rağmen, çöl acımasızca büyüyor.
Nem ormanların bile günümüzde seyrekleşiyor. Brazilya’da tarım alanları açmak için ormanlar yok ediliyor.
Afrika’da ve Güneydoğu Asya’da ise, büyük ağaçları Avrupalılara ve Japonlara satmak için kesiyorlar.
Daha sonra da yerli halk tarım yapmak üzere yanmış orman alanlarına yerleşiyor. Ve bu şekilde her yıl aşağı yukarı Belçika toprakları büyüklüğünde orman alanı yok oluyor.
Bugün yalnız Küzey Yanküre orman alanlarını koruyor ve hatta bu alanları genişletiyor.
Çölleşme artıyor… Yeryüzünün üçte biri çölleşme tehlikesiyle karşı karşıya. Gerek hava koşulları gerek siyasal faktörler nedeniyle çölleşme, geri dönülmesi olanaksız bir süreçtir. Mesela bazı hükümetler, kırsal alanlarda yaşayan halkın göç etmesini engellemiyorlar. (R. CA.)
_______________________________________________________________
Peki, o zaman çölleşme nedir? – (www.cevre.gov.tr/genelbilgiler/collesme.htm)
1992 Dünya zirvesinde dünya liderleri tarafından kabul edilen ve anlaşma metninde de yer alan tanımlama, 'iklim değişiklikleri ve insan faaliyetleri de dahil olmak üzere muhtelif faktörlerin etkisi altında kurak, yarı kurak ve az yağış alan bölgelerdeki toprağın doğal özelliklerini yitirmesi veya kısaca toprağın aşınması' şeklindedir.
_______________________________________________________________
ÇÖLLEŞME TEHDİT EDİYOR! ! – (www.izmircevre.gov.tr)
Çölleşme dünya çapında 1.2 milyar insanın geçim kaynağını tehdit ediyor. Birleşmiş Milletler uzmanlarına göre 135 milyon insan bu gelişmenin sonucunda yerini yurdunu terk etmek zorunda kalabilir. Dünyanın toplam %30’u çölleşme tehlikesi ile karşı karşıya ve her yıl 25 milyar ton verimli toprak çölleşme sonucu erozyonla kayboluyor.
Çölleşme toprağın verimliliğini azaltarak, sonuçta açlık, yoksulluk ve hatta ekonomik ve politik sorunlara yol açabiliyor. Birleşmiş Milletler uzmanları çölleşmenin aynı zamanda biyolojik zenginliğin azalmasına yol açtığını vurguluyorlar. Çölleşmenin nedenleri ise dünya iklimindeki değişiklikten, ormanların kesilmesi ile ortaya çıkan erozyon, su ve toprağın aşırı kullanımı ya da zehirlenmeye kadar çeşitli.
Kuraklık en önemli neden olmakla beraber çölleşme sadece kuraklık anlamına gelmiyor, kullanılmaz hale gelen tüm topraklar çölleşmiş sayılıyor. Başta Afrika olmak üzere 110 ülkede yaşamı tehdit eden çölleşme ile mücadele için 1996 yılında bir sözleşme imzalandı. Bu Birleşmiş Milletler sözleşmesine 167 ülke imza attı. Sözleşmenin sekreterliği 1999 yılında Bonn’a taşındı. Sekreterlik, çölleşme ile mücadelenin koordinasyonunu üstleniyor.
_______________________________________________________________
Türkiye’nin Durumu – (arsiv.hurriyetim.com.tr/hur/turk/ 01/06/17/turkiye/35tur.htm)
Türkiye, dünyada en fazla erozyona uğrayan yüksek ve engebeli bir ülke. Özellikle sahil kesimleri ve Doğu Anadolu Bölgesi çok engebeli bir arazi yapısına sahip. Erozyon Türkiye'de en büyük doğal afetlerden biri.
Erozyonun büyük bir kısmı orman rejimi dışındaki tarım ve mera alanlarında. Çölleşme dolayısıyla etkilenen alanlardaki gelir kayıplarının bugüne kadar 42 milyar dolar olduğu tahmin ediliyor. Türkiye topraklarının yüzde 86'sında orta, şiddetli ve çok şiddetli erozyon olayı yaşanıyor.
_______________________________________________________________
Neler yapılmalı? – (www.cevre.gov.tr/genelbilgiler/collesme.htm)
Doğru tarım uygulamaları teşvik edilmeli,
Su kaynakalrının kaybı ve toprak tuzlanması önlenerek kuraklık etkileri azaltılmalı,
Ağaçlandırma teşvik edilirken, mümkün olduğu kadar orman yangınları ile mücadele edilmeli ve önlenmeli,
Erozyon ve kumul birikimiyle mücadele edilmeli,
Dyarlı olalım, elele verelim. Bırakalım ülkemizde “ Çölleşme’ nin sadece adı kalsın! ”
Özellikle çiftçilerin büyük baş hayvan yetiştiricilerinin ve diğer ilgili sosyal grupların konu hakkında biliçlenmeleri sağlanmalı ve problemin halkın katılımı ile çözümü hedeflenmeli,
_______________________________________________________________
Ayrıca Bkz.
stu.inonu.edu.tr/~cevre/erozyon.htm
www.tmmobzmo.org.tr/ulusaleylem.html (Tarım Reformu)
_______________________________________________________________
su kirliliği
26.05.2003 - 02:02Suyun Kirliliği
Temiz su ender bulunur hale geldi, çünkü nehir suları ve çoğu yerde kuyu suları, içilmeyecek kadar kirli.
Sanayileşmiş, ülkelerdeki büyük nehirler, kirliliği denize kadar taşıyan üstü açık kanalizasyonlar durumuna geldi.
İçme suyu olarak kullanmak amacıyla nehirlerden su çekenlerin bu suyu arıtma tesislerinde işlemden geçirmeleri gerekiyor. Çünkü artık günümüzde bu sularda, sık görülen bakteri ve virüslerin dışında her tür kimyasal atık ve aynı zamanda da cıva, kurşunve kadmiyum gibi insan yaşamı için tehlikeli olan “ağır metaller” bulunuyor. Kirlilik aynı zamanda, bugüne kadar korunduğu veya toprağıns üzme özelliği sayesinde filtre edildiği sanılan yeraltı sularını da etkiliyor.
Yoğun tarım bölgelerinde kimyasal gübrelerin bitkiler tarafında kabul edilmeyen azot maddesi, nitrat biçiminde yeraltı su örtüsüne karışmasına ve kuyuları beseleyen suyu kirlenmesine neden oluyor.
Avrupa Topluluğu tarafından konan kurallara göre, içme suyundaki nitrat miktarının, süt çocuklarının ve hassas bünyelilerin sağlığı için tehlike oluşturması nedeniyle litre başına 50 mg’ı geçmemesi gerekiyor. Türkiye’nin en büyük kenti olan İstanbul’da evlerde akan suların içmeye eleverişli olmayan bir duruma gelmesi, burada yaşayanları başka kaynaklardan içme suyu bulmaya yöneltmiştir.
Fosfatlı kimyasal gübreler, bitki örtüsü tarafından tamamen emilmediğinde, göllere ve okyonuslara geçiyor; bu da sudaki bitki örtüsünü etkiliyor. Deniz kıyılarında yeşil dalgalar (kıyıya vuran yosunların çoğalması) şeklinde görülen bu ötrofizasyon olayı sonuçta, suda yaşayan hayavnların da zehirlenmesine neden oluyor. (R. CA.)
___________________________________________________
ayrıca bkz.
www.cevre.org/TCM/Yonetmelikler/Su.htm
www.kimyaokulu.com/merak%20ediyorsaniz/html/su%20kirliligi.htm
members.fortunecity.com/cehennemdepo/kimya_projesi/su_kirliligi.htm
www.rshm.saglik.gov.tr/bolumler/bolumdetaylari/cevresagligi/atiksuyonetmelik.htm
ulucam.uludag.edu.tr/su.html
vb.
___________________________________________________
necip fazıl kısakürek
25.05.2003 - 22:00Necip Fazıl Kısakürek
26 Mayıs 1905 - 25 Mayıs 1983
Rahmetle anıyoruz...
»Eserleri
Cinnet Mustatili, Hikayelerim, Çile, Aynadaki Yalan, İdeolocya Örgüsü, Batı Tefekkürü ve İslam Tasavvufu, O ve Ben, İman ve İslam Atlası, İhtilal, Bab-ı Ali, Raporlar, Para Mukaddes Emanet, Senaryo Romanlarım, Reis Bey Parmaksız Salih, Tarih Boyunca Büyük Mazlumlar, Benim Gözümde Menderes, Nur Harmanı, Yeniçeri, Müdafaalarım, Türkiye'nin Manzarası, Namık Kemal, Sabır Taşı Ahşap Konak, Yunus Emre Kanlı Sarık, Peygamber Halkası, Konuşmalar, Moskof, Ulu Hakan İkinci Abdülhamit Han, Bir Adam Yaratmak, Kafa Kağıdı, Çöle İnen Nur, Tanrı Kulundan Dinlediklerim, At'a Senfoni, Hazret-i Ali, Hücum ve Polemik, Öfke ve Hiciv, Tohum, Hitabeler, Son Devrin Din Mazlumları, Hesaplaşma, Doğru Yolun Sapık Kolları, ...
hava kirliliği
25.05.2003 - 21:13Hava Kirliliği ve Atmosfer
Soluduğumuz hava çoğunlukla, fabrika dumanları, kalorifer dumanı ve arabaların çıkardığı egzos gazlarıyla kirleniyor.
Geçen yüzyılın sonundan beri İngiltere’de, kimi büyük büyük şehirlerin havası bazı günler kömür yüzünden solunmaz duruma geliyordu. Dumanla sis karışımı olan “kalın sis tabakası”,1960’lı yıllara kadar Londra’nın önemli özelliğiydi. Sanayileşmiş ülkelerde kömürün yerini daha temiz yani daha az kirlenmeye neden olan fuel-oil, daha sonra ise elektrik ve doğal gaz aldı. Ve bu şekilde büyük yerleşim yerlerinde daha rahat nefes alınmaya başlandı.
Ancak 1970’li yıllarda, dumansız, ama daha sinsi bir kirlilik ortaya çıktı. Araç trafiğinin yol açtığı egsoz gazları, fabrika bacalarından yayılan gazlarla birleşince, büyük şehirlerin havası kükürtdioksit, azotmonoksit ve yanmamış hidro-karboblarla kirlendi. Bu gazlar, hava şartları nedeniyle bir yerleşim yerinin üstünde sıkışıp kalırsa, havayı solunmaz hale getiren bir fotokimyasal sis oluşturuyor. Los Angles, Meksika, İstanbul, Atina gibi şehirler, bu tür kirliliğin kurbanı. Bu gazlar rüzgarla taşındığındaysa “asit yağmurları” şeklinde tekrar yeryüzüne iniyor. Bu da göllerin verimsizleşmesine, toprağın asitlenmesine ve bitki örtüsünün zarar görmesine neden oluyor. Asit yağmurları, Kanada ve İskandinavya’da bir çok gölde yaşamın sona ermesine neden oldu.
Bu yaygın atmosfer kirliliğine çözüm bulmak amacıyla fabrika bacalarıyla ilgili daha ciddi önlemler alındı ve “temiz araba” projesine önem verildi. Sanayiciler, fabrikalarını duman fietraj sistemeleriyle donatmak, otomobil üreticleri ise egsoz gazlarının zararlı etkilerini azaltacak katlizörlü susturucular taşyan arabaları piyasaya sürmek zorunda bırakıldı. ABD’de ve Japonya’da kullanımı yaygın olan bı tür arabalar, Avrupa’da da piyasaya çıkmaya başladı. (R. CA.)
__________________________________________________________
Ayrıca bkz.
www.angelfire.com/fm/cukurcayir/kirlilik.htm
www.die.gov.tr/TURKISH/SONIST/CEVRE/cevre.html
www.ttb.org.tr/yatagan/3.html
ulucam.uludag.edu.tr/hava.html
www.koeri.boun.edu.tr/meteoroloji/hkirli1.htm
www.sanalhoca.com/kimya/yasamsallar/havakirliligi.htm
vb…
__________________________________________________________
Pasif Sigara İçicisi gibi
Araştırmacılar, hava kirliliğinin yol açtığı riskin, pasif sigara içicileri için geçerli olan riskle aynı oranda olduğunu bildirdiler. Sigara içen birisiyle yaşayan pasif içicilerin, sigara içmeyen birisiyle yaşayan ve sigara kullanmayan insanlara göre yüzde 16-24 arasında daha fazla risk taşıdıkları biliniyor.
ABD’nin büyük kentlerinden New York, Chicago ve Washington’da genellikle endüstri merkezlerinde yakılan kömürün havayı kirlettiği, batıda ise dizel tırların ve otobüslerin hava kirliliğinde önemli rol oynadığı kaydedildi.
www.ntv.com.tr/news/139134.asp? cp1
__________________________________________________________
Not: Daha ilerici çözümler için petrol, kömür gibi zararlı maddelerin yerine rüzgar, güneş, elektrik, su, ve atıkların dönüşümüyle oluşan enerjilerden yararlanılması lazım. Fakat petrol hegomanyası bu konudaki gelişmeleri engellemektedir. Geleceğimiz tehdit altındadır bu bakımdan hava kirliliğini engeleyici çözümlerin uygulnamsı için önce ABD gibi ülkerin izledikleri sömürücü politiklarla savşılması gerekir.
__________________________________________________________
çevre kirliliği
25.05.2003 - 17:55Çağlar boyunca insan, çevresindeki doğaya hakim olmak için çalıştı. Bugün ise 6 milyardan fazla insanın yaşadığı bir gezegende doğayı yenmek değil, tam tersine onu korumak gerekiyor. Sanayileşmiş ülkelerdeki üretim yarışı, doğal kaynakların büyük oranda tüketilmesine neden oluyor. Su, orman, kömür, petrol, tüm bunlar sanayi toplumunun artan ihtiyaçlarını karşılamak için tüketiliyor. Ve ulusal kaynaklar yeterli gelmediği için hammeddeleri başka ülkelerden ithal etmek gerekiyor. Bu nedenle bütün ülkeler, sanayi ülkesi olsun olmasın, bu yerüstü ve yeraltı zenginliklerinin hızla tüketilmesinde belli bir paya sahip.
Çoğalan nüfüsa cevap verebilmek için gitgide artan bir biçimde kullanılan yeryüzünün doğal kaynakları, bugün arttık tükenme noktasına geldi. Petrolü gitgide daha derinlerde veya daha uzak denizlerde aramak gerekiyor. Sulama yapmaya ve büyük yerleşim yerlerinin ihtiyaçlarını karşılamaya sular yetmiyor. Bazı ormanların, özellikle de Afrika’da bereketli ağaçları kesilmiş, daha sonra da insanların buralara yerleşmesi sonucu bu ormanlar yok edilmiştir. Daha düne kadar tükenmez balık depoları olarak görülen okyonuslar, bir yandan aşırı avlanma, diğer yandan kıyılardaki kirlenme sonucu kaygı verici bir biçimde fakirleşiyor.
Doğal kaynakların bu hızla tüketimine, bir de insan yaşamının atıkları ekleniyor. Tropikal ormanların azalması, toprak aşınmasına ve çölleşmeye neden oluyor. İnsanların şehirlere akın etmelerini, gitgide başa çıkılması zorlaşan atıkların (ev çöpleri, kirli sular) birikmesine neden oluyor. Ayrıca sanayi üretimi, su ve hava kirliliğine de birlikte getiriyor. Günümüzde tarım etkinliği bile yoğun bir biçimde gübre kullanılması ve hayvan yetiştiriciliğinin sanayileşmesi sonucu kirliliğe neden oluyor. Kısası, dünyada yaşadığımız yer neresi olursa olsun, doğal çevremiz tehlikeyle karşı karşıyadır.
Çevreci Roger Cans, Le Monde gazetesininde çevre gazetecinin yazıları bu konu üzerinde önemli bir kaynaktır.
ayrıca bkz:
www.geocities.com/isitir/cevrekoruma.htm
www.cevre.org/Kitap/tarim.htm
members.fortunecity.com/cehennemdepo/kimya_projesi/cevre_kirliligi.htm
www.peyzaj.org/medya/
vb.
_______________________________________________________________
büyük oyun
25.05.2003 - 15:46Great Game
XX. Yüzyılın başında hala zirvede olan İngiliz Sömürge İmparatorluğu gücünün iki aracını bir “Büyük Oyun” da sistemleştirdi: Avrupalı rakiplerini bölmek ve Rus İmparatorluğu’nu dizginlemek.
Modern zamanların en büyük imparatorluğunun savunması tek başına askerlere emanet edilemezdi. Küçücük bir ada devleti olan İngiltere, denetimi altında tuttuğu dünyanın dört bir yanındaki geniş toprakları işgal etmek, yönetmek ve bunların sınırılarını güvence altına almak için yeterli insan kaynaklarına sahip değildi. Üstelik Fransa ve Rusya gibi başka iki imparatorlukla yeni doğmakta olan Alman İmparatorluğu’nun rekabetine karşı koymak durumundaydı. “Büyük Oyun” rakiplerini susta durdurmak için ittifak sistemleri ve sınır oyunlarından oluşan bütün diplomatik yolları kullanmayı kapsıyordu.
İngiltere gücünü denizler ve okyonuslar üzerindeki egemenliğine dayandırmıştı. Büyük deniz ticaret yolları üzerindeki denetimi, kıta Avrupası ülkeleri üzerinde çok büyük bir baskı aracıydı. Napolyon’un imparatorluğuna karşı uygulanan abluka, bu ülkeye, ekonomik savaşın korkunç etkisini göstermişti. Dilediği gibi ve her an başvurabileceği bu dolaylı tehdit, Avrupa’da oynadığı “oyuna” iyi bir zemin oluşturuyordu: Kıta Avrupası’nın belli başlı devletleri arasında denegeyi korumak. Kah birine, kah ötekine destekleyerek, hem İngiltere’ye karşı bir koalisyonun oluşmasını hem de kıtada büyük bir egemen gücün ortaya çıkışını engellemek gerekiyordu.
“Büyük oyun” Asya’da, Yakındoğu’da veya Afrika’da rakip imparatorlukları “dizginlemek” ve yerli halkı denetim altında tutmak üzere tampon devletler yaratmaktan veya sınır çizgilerini değiştirmekten oluşuyordu. İngiltere’ya az veya çok bağlı bir dizi düşman devlet, Balkanlar’dan Çin’e kadar, Rus İmparatorluğu’nun yayılmasını engelliyordu. Bu devletler de yerli halkı bölecek ve toplulukları arasındaki gerilimleri sürdürecek biçimde parçalanmıştı.
İngiltere’nin deniz imparatorluğu eldeki olanakların tasarrufuna dayanıyor, diplomatik ustalık, kara gücünün eksikliğini kapatıyordu. “Büyük oyun” büyük “kara” devletlerinin doğal gücüne durmaksızın set çekmekten oluşuyordu. Sınırsız insan ve doğa kaynaklarının üzerinde oturan dev Avrupa-Asya bloğuna karşı, sonsuza kadar yinelenen bir Sisyphos uğraşıydın bu. İngiliz büyük jeopolitikçi Mackinder kötümser bir insandı: “Tanım gereği dayanıklı olan “toprak” sonunda “deniz” karşısında zafer kazanacaktır” diyordu.
Kaynak:
Alfredo Da Gama E Abreu Valladao
Larousse,1993
Milliyet Gazetesi 1993-1994
Jeosrateji
ayrica bkz:
www.ntvmsnbc.com/news/122311.asp
www.geocities.com/leviathan9_11/buyukoyun.html
www.darwinizmdini.com/somurgeciler.html
www.inadina.com/inadeski/sayi20/buyukoyun.htm
vb.
________________________________________________
filistin
24.05.2003 - 05:36Duydunuz mu, Filistin’in Mahzun Gülünü?
Duydunuz mu? Duydunuz mu?
O aman aman yürek yakan
Minik kardeşim feryat figan
Gözyaşına boğuldunuz mu?
Duydunuz mu gördünüz mü?
Filistin’in mahzun gülünü
Daha açmadan solmuş güzel
Aman yüreğim kan ağlıyor
Yazıklar olsun lanetler olsun
Çocukları babasız bırakanlara
Lanetler olsun yazıklar olsun
Çocukları sevgisiz bırakanlara
Yazık yazık yazık bizlere
Bir el uzatamadık kardeşimize
Yazık yazık yazık bizlere
Bir birleşemedik kardeşçe
Daha sürecek mi bu soğuk rüzgar
Anlamıyorum kalbinizde buz mu var
Filistin’in gülleri daha açmadan solar
Halbu ki güneş hep yeniden doğar
Kitabımız Kuran kılavuzumuz sünnet
Yazıklar olsun ayrı yollara dağılana
Bu nasıl iştir değil miyiz bir ümmet
Yazıklar olsun kardeşime aksi olana
O yüksekten uçup kendini bir şey sananlar
Yazıklar olsun onlara o ayrım yapanlar
Allah’ın selamını bile nefsi için dağıtanlar
Böyle giderse daha çok anamız ağlar
Lanet olsun şeytana ve dostlarına
Lanet olsun islam düşmanlarına
Yazıklar olsun bizi içten vurana
Yazıklar olsun sağa sola dağılana
Bir soğuk rüzgar esiyor deli deli
Kurtuluş yok yine asırlardan beri
Bir soğuk rüzgar esiyor deli deli
Düşmanlar sardı yine kardeşleri
Ah şu cehalet yakıyor cümlemizi
Aşkı ile yanmak varken birlikte
Kaptırırız kendimizi nefsimize
Güveni yok insanın kardeşine bile
Güven yok haktan başka bizlere
Birbirimizin kapısını çalmaz isek
Birlik beraberlik içinde olmaz isek
Muhabbete sünnetiyle varmaz isek
Nefrete fitneye yol açtık demek
Asırlarca nurunu üç kıtaya yaydık
Kurana sünnete sımsıkı bağlanmıştık
Herkes savunur şimdi kendi reyini
Şeytana yem olduk gitti dağıldık
Suçumuz ağır çekeriz türlü cefalar
Dilerim Rabbimiz cümlemizi bağışlar
Kıyamet günü dahi dikilir fidanlar
Olmayın artık ayrı yolda koşanlar
Hak ile batıl bildiriliyor yüce kuranda
Hiçbir şeyde hayır yok, olmaz Haktan başka
Hak için uğraşta alsın canımızı Mevla
Cümleten ileri hakka doğru birliğe
Biz sevmesini bilmeliyiz yaratan için
Sevenler yoksa hayatta yaratan Hak için
Ne işimiz kalır Allah için dünyada
Gönüller ermeli hep birlikte vuslata
Kalmayız yine inşaallah boş laflarla
Kanmayız artık inşaallah fani dünyaya
Muhammed Murad Uzun
bilim
24.05.2003 - 05:14bkz. İlim
bilim
24.05.2003 - 05:13Gözlem, deney ve sonuça bağlı olup dünyanın içinde veya dışında olanın bir kısmını veya ortaya çıkan durumun - ilgiyi çeken veya çekebilecek nitelikte olan her türlü işin - bir bölümü konu alarak ya da sözlüğün dediği gibi seçen, deneye dayanan yöntemler ve gerçeklikten yararlanarak yasalar çıkarmaya çalışan düzenli bilgi.
Belli bir konuyu bilme isteğiyle yola çıkan ya da öğrenme arzusuyla başlayan, belli bir amaca yönelik bir bilgi edinme ve yöntemli araştırma süreci...
Herkesin yararlanabileceği değeri sürdürme durumu ile bir kanaatin şüpheye düşmeden onaylanması durumunun bir şekilde nasıl olduğunu belirten ve onu başka şeylerden ayıran özellikleri, vasıfları gösteren metotlu ve sistematik malûmat. Kısaca sözlüğün dediği gibi Genel geçerlik ve kesinlik nitelikleri gösteren yöntemli ve dizgesel bilgi.
allah (c.c)
23.05.2003 - 19:59Allah Diyene
Her şey, her şey şu tek müjdede;
Yoktur ölüm, Allah diyene
Canım kurban, başı secdede,
İki büklüm, Allah diyene
Akıl, kırık kanadı hiçin;
Derdi gücü 'nasıl' ve 'niçin'...
Bağlı, perçin üstüne perçin,
Benim gönlüm Allah diyene...
Necip Fazıl Kısakürek
1972
Çile
Toplam 2591 mesaj bulundu
bir ses duyulsa...koşsam sesin geldiği yere...katılsam o seslere...o sesleri çıkarsam...duyulsa seslerimiz...katılsa bütün sesler...ah keşke bir olsa sesler sessizliğin içinde de...bir ses duyulsa...sessizliği bozsak
...
[Hata Bildir]
© Copyright Antoloji.Com 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Antoloji.Com'a aittir. Sitemizde yer alan şiirlerin telif hakları şairlerin kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Şu anda buradasınız:Cem Nizamoglu Nedire Yazılan Yorumlar Sayfası
22 Şubat 2025 Cumartesi - 13:36:19