Yaratıcısı Hulk, İron Man, X-Men gibi baba çizgi filmleri çizgi romanlardan vizyona taşıyan Stan Lee'dir...
Çizgi Romandan filme aktarımından yapılan değişikler gerçekten çok yapıcı ama tek gözüme batan Örümcek Adam filmi bilgisayar yerine dublörlük sahneleri için muhteşem bir proje olurdu. Zaten filmi yapımını duyan eski Örümcek Adam dublörü bu işe çok kızıp ölümü bile göze alıp kendi uğraşlarıyla ucuz bir Örümcek Adam filmi yapıp filmde gösterilen bilgisiyarlı sahnelerin dublör ile de gerçekleşebileceğini ispatlamıştır...
Çizgi Romanında olduğu gibi bakalım üçüncüsünde Hob-cin Mary Jane'i öldürecek mi çok merak ettim :)
“Bir çağın vicdanı olmak isterdim; bir çağın, daha doğrusu bir ülkenin. İdrakimize vurulan zincirleri kırmak, yalanları yok etmek, Türk insanını Türk insanından ayıran bütün duvarları yıkmak isterdim. Muhteşem bir maziyi daha muhteşem bir istikbale bağlayacak köprü olmak isterdim; kelimeden, sevgiden bir köprü... Ben bu mazlum medeniyetin sesi olmak istiyorum... En büyük tehlike, uzun zamandır müptela olduğumuz yobazlık. Bize düşen, dertlerimizi ömür boyu gönüllerde taşıyan insanlara sevgiyle eğilmek ve “hödük” idrakimize hata gibi gelen kusurları cımbızla ayıklamaya kalkışmamak. Türk insanı irfandan önce sevgiye ve anlayışa muhtaçtır.”
Bu ülkenin bütün ırklarını, tek ırk, tek kalp, tek insan haline getiren İslâmiyet olmuş. Biyolojik bir vahdet değil bu. Ne kanla ilgisi var, ne kafatasıyla. Vahdetlerin en büyüğü, en mukaddesi. İster siyah derili, ister sarı... inananlar kardeştir. Aynı şeyleri sevmek, aynı şeyler için ölmek ve yaşamak. Türk’ü, Arap’ı, Arnavut’u düğüne koşar gibi gazaya koşturan bir inanç; gazaya, yani irşâda. Altı yüzyıl beraber ağlayıp, beraber gülmek. Sonra bu muhteşem rüyayı korkunç bir kâbusa kalbeden meşûm bir salgın: Maddecilik. Tarihin dışına çıkan Anadolu, tarihin ve hayatın. Heyhat, bu çöküşte kıyametlerin ihtişamı da yok, şiirsiz ve şikayetsiz.
bir yandan terörü destekliyor diye Dehap yuhlanıyor, diğer yandan başka partiler yıllardır tetikçileri, terör örgütlrini besledi hiç bu kadar çok tepki gelmedi... Hatta Apocu denilen Dehap infaz edilirken acaba yakalanmış PKK teröristleri tetikçi olarak kullanan diğer iktidar olmuş partiler bile anılmıyor.
Olay öyle bir duruma getirildi ki partiye oy veren herkes potansiyel suçlu ilan edilip, katil-terorist-vatan haini yapılıp sivrisinek ayıklanırklen suçlamaları yapanlar fili yuturak yeyiyorlar çünkü ne olsa hep Dehap suçlu...
Hadi bazıları ırkçılık olur diye kürtlere laf etmiyor ama Dehap sayesinde ırkçılığın üstünü kapatıp her türlü aşağışlama ve yaygara kopartılıyor.
Ortada yapıcı eleştirler yerine bir de kum havuzunda ''ilk kumu sen attın üstüme'' gibilerinden çocukluk yapılmıyor mu, o şunları yaptı şu onları yaptı diye tükürük yarışı aldı başını gidiyor.
Önemli olan gerçekler nedir ne değildir bile değil, gel vatandaş sende içini dök hazır suçlu bunlar...
Bence kadın haklarıyla feminizmi birbirine çok karıştırmamak gerekir... Toplumda ya da ile olsun her fetin hakları vardır. Bunları farklı başlıklar altında incebileceğinden Kadın Hakları diye ortaya ayrı bir konu çıkması garip değildir.
Bir de herhangi bir şeyde bir taraf ağır basıyorsa eşit duruma getirilmesi haklar tanınması da normaldir. Eğer konum kadınlar ve erkeklerse ve dire eşitiz deyip konuya balıklama atlanırsa Erkeğin fiziksel gücü ve sosyal konumundan dolayı tarihtede olduğu gibi dengesizlikler yaşanılabilir, verilen haklarla ancak eşitlik sağlanabileceğinden Kadın Hakları gerekli ve zaruridir.
Flora Tristan, George Sand, Comtesse d'Agoult (Danid Stern) düsünce tarihinin ilk kadınları değil. Eflatun'un talebesi lpathie sokak ortasında öldürülmüştü. Mme de Stael Fransa ve Almanya'yı barıştıran kadın. 'Almanya Tarihi' ve Guillaume Schlegel'in fikirlerini Fransa'da yayan kadındır. Fransız ihtilali hakkındaki kitabı. Babası, çöken Fransa'yı bir müddet daha yaşatan Necker idi. Fakat bir aristokrattı o, bir kavga kadını değildi. Isviçre'deki malikanesinde devrin bütün fikir adamlarını toplamıştır. Dünya liberalizminin en hakiki başlarından biri olan B. Constant'i sevmek bedbahtlığına uğramıştır.
1848 neslinin en büyük kadını Flora Tristan. Kendini geniş insan tabakalarının emrine verir. Tatmin edilmemiş ruhunun bütün iştiyakıyla mahrumları saadete kavuşturmak istemiştir. Orta tabakanın kadını kurtarılması gereken ilk parya idi. Baba Enfantin de böyle düşünüyordu. Kadının zincirlerini kırmadıkça, bu kavgada kadını yanımıza almadıkça başarıya ulaşmaya imkan yoktur.
G. Sand damarlarında hükümdar kanı taşır. Dedesi mareşal de Saxe bir tiyatro artisti ile sevişir. G. Sand'ın annesi doğar. Annesi de gayri meşru bir izdivaç yapar. Anneannesi onu yetiştirir. Manastır. Bedbaht bir izdivaç. Pierre Leroux ile tanışır. Onun arkadaşı ve talebesi olur. Leroux Fransa'da sefaletin matematik bilançosunu yapmıştır. Kucağında yaşadığı toplumun bütün tabularına itiraz eder ve bu itirazın sonuçlarını yiğitçe kabul eder.
Comtesse d'Agoult da babası yaşında bir insanla evlenir. Teninin ve gönlünün haklarını sonuna kadar savunur. Vigny ilk şiirlerini onun salonunda okur. Utanmadan List'in metresi olur. Stirner 'polisi, ceza kanunlarını biz yaratıyoruz. Biz aşkı kıskananlar ve ahlakı saadete engel olmak için kullananlar' der. Comtesse d'Agoult'ün üç kızı olur. Cosima, Wagner'in karısı olur. Nietzsche de ona aşıktır.
Comtesse d'Agoult 1848 ihtilalini üç ciltte toplar. Takma adı Daniel Stern; onu Balzac bile hırpalamıştır, Beatrix'de cemiyetin kanunlarına karşı gelmek isteyen kadının nasıl küçümsendiğini, kendisine pek yakışmayan bir moralist edasi ile anlatır. Tocqueville, Proudhon gibi, Balzac da 48'i sezer.
Insan düşüncesinde mutlak bir ihtilal yapan Descartes bile kucağında yaşadığı cemiyetin çocuğudur. 'Benim dinim sütannemin dinidir', der. Balzac sınıflar sosyolojisinin, sosyal psikolojinin yaratıcısıdır. Buna rağmen kralcıdır ve Katolik kilisesinin hayranıdır. Engels 'Geçmişteki, bugünkü ve gelecekteki Zolalar'ın hepsinden büyük olan Balzac' der. Marx'ın da sevdiği tek romanci Balzac'dır. Bu garip bir contradiction(tezat) gelebilir. Balzac Katolik ve kralcı bir dünyada doğmuştur. Onun tesirinden kurtaramaz kendini. Fakat eserlerinde fikirlerinden tamamen soyunur ve tam bir müşahid olarak karşımıza çıkar. Bir his adamı olarak aristokrasinin çöküsüne gözyaşı döker. Burjuvazi pistir, ama iktidara geçecektir. 1848 onun istirahata çekilmek üzere olduğu sırada patlar ve onu rahatsız eder. O sırada Madame Hanska ile mektuplaşmaktadır. Balzac aslında aristokrat değildir. Aristokrat olmadığı için aristokrat olmak ister. (Homere de Balzac, bir hayranının tabiri ile) . Anarşiye düşmandır, sosyalizm veya komünizme değil. (Dante, Machiavelli, Habbes gibi) . Istikbalin komünizme gebe olduğunu gören adamdır. Proletaryayı görür.
(Lejitimist Fransa'da ihtilale kadar Bourbonlar tahttadır. Napoleon'dan sonra XVIII. Louis, kardeşi X. Charles ('Ingiltere kralı gibi hükümdar olmaktansa, oduncu olmayı tercih ederim' der) bir Bourbon'dur. Louis-Philippe liberal burjuva hükümdarıdır ve Bourbonlar'ın küçük soyu Orleanlar'dandır. Oysa tahta 'droit d'ainesse'e' (büyük evlat hakkı) göre kral geçmelidir. Işte Lejitimist, Orleanci'nın zıddı, Bourboncu demektir, meşrutiyetçi değil.)
Aslında hayat üzerinde yapılan bir otopsidir Balzac`ın romanları. Bu itibarla onları hazırlamıştır.
Bazı mihver hadiseler vardır. 1789, 1848, 1871, Dreyfüs davası. Bütün şahısların otopsisini temin eder bu cins olaylar. Bir nevi Tournesol kağıdı. Fransa'yı Fransa yapan bütün insanlar 48'ın içinde.
Proudhon insanı düşünmeye mecbur eden bir nevi şeytan. Ona göre ihtilal her gün olmaktadır. Geniş halk tabakaları hazırlanmadan, yukardan yapılan ihtilal hiçbir hal yolu getirmez. Geniş halk tabakalarının ihtilal yapabilmesi için, evvela terbiye edilmesi gerekir. Demokrasi demopedidir. 'Bir ihtilalcinin ltirafları'nda 48'i anlatır. Suffrage Universel'e (geneloy) de karşıdır. Her nevi hükümetle savaşır. Hükümet de Tanrı gibi bir şerdir. Oy sandığı bir panier aux crapes (Yengeç sepeti) 'dir. Içinden ne çıkacağı belli olmaz. Kalabalık bütün müstebitlere buyrun demiş, bir kaz sürüsüdür.
Thiers, reactionnaire, küçük burjuvazinin yetiştirdiği kafalardan biri. Mülkiyet hakkındaki kitabından dolayı, ona o devrin Machiavellisi derler. Isçinin çocuğu çalışırsa küçük burjuva, onun çocuğu da çalışırsa büyük burjuva olur. Kast rejimi sona ermiştir. Mülkiyet mukaddestir, çünkü insanın hürriyetidir, çalışmanın mükafatıdır, der.
Proudhon mecliste mülkiyet gerçek bir adalet ile taksim edilmelidir, der. Yoksa biz yapacağız, der. Siz kim derler? Giyotin mi, anarşi mi? Cevap: siz burjuvazisiniz, biz proletaryayız, der. Sosyal savaştan bahseder.
adlarında albümler çıkartmış karamsar, karanlık progressive metal muzik türüne benzeyen tarzıyla ilk başlarda piyasa dışı (underground) bir izlenim versede sonradan çok tutulup hayranları çoğalmıştır. Pek yazılarak anlatılacak grup değil, anlamak için dinlenilmesi lazım bir grup...
bir kelime bir işlem gibi bir soru bir dalga ooo kolayını bulmuş bizimkisi... Bazılarına128 bin değil milyonlarca delil getirseniz yetmiyor, gözle iştigal olunca işte gözün midesi yok doymuyor...
Şimdiye kadar kitaplarından PC'ye geçirdikleri oyunları:
Pool of Radiance
Curse of the Azure Bonds
Secret of the Silver Blades
Pools of Darkness
Hillsfar
Eye of the Beholder
Eye of the Beholder II - The Legend of Darkmoon
Eye of the Beholder III - Assault on Myth Drannor
Eye of the Beholder (GBA Version)
Dungeon Hack
Gateway to The Savage Frontier
Treasures of The Savage Frontier
Menzoberranzan
The Forgotten Realms Archives
Descent to Undermountain
Baldur's Gate
Baldur's Gate: Tales of the Sword Coast
Baldur's Gate II - Shadows of Amn
Baldur's Gate II - Throne of Bhaal
Baldur's Gate - Dark Alliance
Baldur's Gate - Dark Alliance II
Pool of Radiance II - The Ruins of Myth Drannor
Icewind Dale
Icewind Dale: Heart of Winter
Icewind Dale II
Neverwinter Nights
Neverwinter Nights: Collectors Edition
Neverwinter Nights: Shadows of Undrentide
Neverwinter Nights: Hordes of the Underdark
Neverwinter Nights: Community Expansion Pack
Demon Stone
Mahmut Toptas: Indiren ben degilim. Indiren Allah (c.c) oldugu için indirilis gayesini de O kendisi Kur’ani Kerim’inde bildirmistir. Ben Kur’an’dan bazi nakiller vereyim:
Kur’an, insanlari küfrün karanliklarindan imanin aydinligina çikarmak için (Ibrahim 1) , insanlik ailesinin adalet içinde yasamasi için (Hadid 25) , Allah’in gösterdigi dogrultuda hükmetmek için (Nisa 105) , daha önce indirilen kitaplardakileri dogrulamak için (Maide 48) , insanlari en dogru yola iletmek için (Isra 9) , bizim zikrimiz, sanimiz, serefimiz olmasi için (Zuhruf 44) indirilmistir.
Altinoluk: Kur’an bütün insanlar için inmistir. Herkes Kur’an’i anlayabilir mi?
Mahmut Toptas: Kur’an, Allah’dan gelen bir kitaptir. Bir feylesofun kitabiyla, bir sairin kitabiyla, bir hukukçunun kitabiyla kiyas yaparak akil yürütmeyelim. Gönlünü ve kulagini Kur’an’a açan herkes Kur’an’dan birsey alir. Günes, Allah’in ayetlerinden bir ayettir. Günese bakan her çiçek ondan nasibini alir. Bir kayanin arkasinda, bir çinarin gölgesinde kalan bitkiler az da olsa nasibini alirlar.
Bülbül milyonlarca girtlak nagmesiyle gülüne ne diller dökerdir ama biz anlamayiz. Anlamayiz diye bülbül sesinin güzelliginden uzak durmayiz; hayran hayran dinleriz. Kur’an-i Kerim anlasilmak için indirilmistir. Kur’an’da geçen yüzlerce ta’kilûn, ya’kilun, ta’lemûn, ya’lemun, yetedebberun, tetefekkerun, yetefekkerun, yefkahûn kelimeleri Kur’an’in anlasilmasini istemektedir.
Anlasilmadan okunup zevk alinan tek kitap Kur’an’dir. Dünyada anlasilmadan zevkle okunan ikinci bir kitap yoktur. Bildiginiz harflerle yazilmis yabanci dilden bir kitabi okumayi deneyin. Okuyamazsiniz. Her ay hatim indiren babaniz veya annenizden bu yabanci dildeki kitabi okumasini isteyin. Bir satir okur ve birakir. Ama her ay hatim inen müslüman gül koklar gibi, ay isiginda yürür gibi, dost yüzüne bakar gibi, Hak dostun kelamini can kulagiyla dinler ve bir tatli huzur alir Kur’an ikliminden.
Altinoluk:Ya bir de anlayarak okuyabilsek...
Mahmut Toptas: Biz gülü koklar ve zevk aliriz. Bülbül ise hem koklar, hem anlar ve o gül ugruna bagrini dikenler kana boyasa aldirmaz. Okumakdan zevk aldigimiz Kur’an’i bir anlasak yerimizde duramazdik. Mekke’den Medine’ye kosan, Medine’den Kudüs’e kosan, Kudüs’den Istanbul’a kosan sahabe gibi yerimizde duramazdik. Kur’an ayetlerine bakarak cehennemi görür gibi (Tekasur 6) cenneti koklar gibi (Muhammed 6) bir hale gelseydik Yeltsin, Clinton, Netanyahu gibi zalimlerin önüne geçer, cehenneme giden yollarini cennete çevirmeye çalisirdik. Divanda, dergâhda, barigâhda, meclisde ve meydanlarda Kur’andan baska ses olmazdi.
Altinoluk:Kur’an’i anlamak için ne yapmak lazim?
Mahmut Toptas: Bir Amerikalinin siyasetine hizmet etmek, ticaretinden arta kalanlari toplayabilmek için ana okulundan ünversite sona kadar ingilizce ögrenen, bu konuda agzini doldurarak, avurdunu sisirerek Ingilizce ögrenmenin özelliklerini ve güzelliklerini anlatan, anlatanlari hayran hayran dinleyen insanlarimiz, iki dünyamizi da mutlu edecek olan Kur’an-i Kerim’in dilini de ögrenmelidirler.
Altinoluk:Ya ögrenemezlerse?
Mahmut Toptas: Ögrenenler içinden Allah’a ve Rasûlüne gönülden baglanan, Allah’in Kur’aninda razi oldugunu bildirdigi (Tevbe 100) muhacir, ensar ve onlari iyilikle takip edenleri seven, müminlerin yolundan (Nisa 115) ayrilmayan, Allah’in ayetlerini okudukça benlik putunu eritip Allah’a kul olmakta izzeti ve hürriyeti gören insanlarin tefsirlerinden yararlanirlar.
Michael Moore'un 'Fahrenheit 9/11' isimli tartışmalı filmi sadece ABD gösteriminde 100 milyon dolarlık bir hasılatı aşarak belgesel filmler arasında bir rekora daha imza attı.
11 Eylül saldırıları sonrası izlediği politikalardan dolayı ABD Başkanı George W. Bush'a sert eleştiriler yönelten filmin, bu hafta sonu elde ettiği 5 milyon dolarlık gelirle birlikte şu ana kadar ki toplam hasılatının 103,35 milyon doları bulduğu kaydedildi.
Pazar günü yaptığı bir açıklamada, Beyaz Saray'ın son üç yıldır Amerikan halkına gerçeklerin tamamını söylemediğini kaydeden Moore, insanların gerçekleri görmek için sinemalara koştuğunu ve ülkede büyük ihtiyaç duyulan önemli konuları tartışmaya başladıklarını ifade etti.
Bundan önceki en fazla hasılat yapan belgesel filmin 21,6 milyon dolarla yine Moore'a ait olan Oscar Ödüllü “Bowling for Columbine - Benim Cici Silahım” isimli film olduğu kaydediliyor. Ancak önceki filmi söz konusu hasılatı gösterimde kaldığı dokuz ay içinde yaparken, ”Fahrenheit 9/11” gösterime girdiği ilk hafta sonunda 23,9 milyon dolarlık bir hasılat gerçekleştirdi.
“Fahrenheit 9/11” filmi 2 Kasım'da Başkanlık seçimlerinin yapılacağı Amerika'da Irak işgali konusunda tam anlamıyla siyasal bir kutuplaşmaya yol açarken, “Control Room” ve “Outfoxed” gibi yeni siyasi belgesellerin de daha fazla izleyici ile buluşması konusunda teşvik edici bir etki yaptı.
Şimdiden Oscar Ödülleri için en büyük aday olarak gösterilen ve bu ödüller için sadece Mel Gibson'ın “The Passion of Christ - İsa'nın Çilesi” isimli filmiyle yarışacağı tahminleri yapılan “Fahrenheit 9/11”, gösterime henüz girmeden katıldığı bu yılki Cannes Fim Festivali'nde en büyük ödül olan Altın Palmiye ödülüne layık görülmüştü.
Altınoluk: İstiklal Marşı’nın bir ruh dünyası var. İklimi var. Bunu Akif inşa etmiş ve Meclis o dünyayı coşkun bir tarzda alkışlamış. Acaba geçen zaman içinde Türkiye’nin yönelişleri ile o ruh dünyası arasında bir farklılaşma oluşturulduğundan söz edilebilir mi? Varsa nasıl bir farklılaşma bu?
Mehmet DOĞAN: İstiklal Marşı, Türkiye’de en çok okunan edebî metindir. İlk iki kıt’ası toplu olarak bulunulan yerlerde, merasimlerde, hatta spor karşılaşmalarında besteli olarak okunmaktadır. Tam metin, bütün ilk ve orta tedrisat yapan okulların sınıflarında duvarlarında yer almaktadır. Bazılarına göre bu bir sızma olarak değerlendirilebilir. Çünkü İstiklal Marşı’nı dikkatle okuyan bir zihin, onun değerler ve idealler dünyasını kavramakta güçlük çekmez. Onun dili, hissiyatı, kavrayış biçimi bazılarını rahatsız edecek unsurlar taşımaktadır. Millî mücadele, zamanında müslüman toplumun emperyalistler tarafından yok edilmesine karşı bir mukavemet, bir karşı koyuş olarak değerlendirilmiştir. Bu yüzden “Millî Mücahede” de denilmiştir. Onun “Kurtuluş Savaşı” olarak adlandırılması sonradandır. Peki “Milli Mücahede” ne demektir? Mücahede, en yalın manasıyla “cihad” demektir, İslamiyet uğruna savaş demektir... Mehmed Akif, Milli Mücadele’nin davet edilenler kadrosundandır, bu şüphe götürmeyecek delillerle ortadadır. Kendisi en üst seviyede davet edilmiş, mebus yapılmış, dergisi Sebilürreşad’a Milli Mücadeleyi desteklemesi için imkân sağlanmıştır. Hem iç kamuoyu için, hem dış dünyadaki müslümanları etkilemek için, hem de büyük bir İslam kongresinin organizasyonu için Mehmed Akif’e ve arkadaşlarına ihtiyaç hissedilmiştir. Mücadele başta anti emperyalist, dolayısıyla o zaman emperyalist dünyanın lideri olan İngiltereye karşı, dolayısıyla bütün İslâm âlemini gözönünde bulunduran, gerektiğinde İslâm âleminin tepkilerinden faydalanmak isteyen bir karakterde idi. Mücadelenin sona erişinde bu muhteva belli ölçede değişmiştir, bunun izahı uzun yapılmalıdır, biz sadece temas ediyoruz. Bu değişim, Devletin oluşumunu ve sonrasını elbette etkilemiştir. Bununla birlikte, Cumhuriyeti kuran irade sahipleri, ne Mehmed Âkif’i ortadan kaldırmayı düşünmüşler ve ne de İstiklâl Marşı’nı değiştirme düşüncesini kuvveden fiile çıkarmışlardır. İstiklâl Marşı sırf metin olarak güzelliğinden, şiir kudretinden ötürü değil, tarihi değerinden ötürü de önemini korumuştur. Ancak zamanenin türedi konseptçileri böyle uçuk şeyler düşünüyor olabilirler!
Mehmed Âkif’in üzerine gidilmesinde onun sahib olduğu, temsil ettiği değerler sistemine duyulan -en hafif tabiriyle- antipatinin rol oynadığı şüphe götürmez. Mehmed Âkif, inandığı, düşündüğü gibi yaşamış, doğru bildiklerini sonuna kadar savunmuş, kendi öncelikleri yerine toplumun önceliklerini birinci plana almış örnek bir şahsiyet. Onu bazıları nezdinde tartışılır kılan arkaplanındaki değerler dünyasıdır. Mehmed Âkif, 1920’de kurulan TBMM’nin kayıt defterinde meslek hanesine “İslâm şairi” olarak kayd edilmiş bir şahsiyettir. Sırf bu tanımlama dahi bugün bazılarını rahatsız edebilir. Bu unvanı Mehmed Âkif icad etmemiştir. Bu adlandırma dönemin halk-aydın ortak adlandırmasıdır. Resmi kayıtlara da böylece geçmiştir. Onun muğlak bir “irtica” kavramı ile cedelleşenler tarafından hedef seçilmesi fazla şaşırtıcı olmamalıdır.
Edward Said’in ölümünden sonra, necip Türk medyası, onun 1978’den bu yana, özellikle ‘Oryantalizm’ konusunda yazdıklarının, sanki bu ülkenin entelektüel ve siyasi tarihi ile hiçbir ilgisi yokmuş, ya da bu toplumun insanı için herhangi bir anlam ifade etmiyormuş gibi davrandı. Meğer, ne kadar çok Edward Said uzmanı varmış Türkiye’de de bizim haberimiz yokmuş!
Gazetelerin kitap ekleri, Said’in post–kolonyal düşünceye katkılarından söz eden yazılarla dolup taştı. Onun Albert Camus ya da Joseph Conrad üzerine söyledikleri, aktarmacı Türk entelijansiyası tarafından, her zamanki gibi mümkün olduğunca, aslına sadık kalınarak nakledildi. Kimileri de lütfedip, onun Oryantalizm hakkında söylediklerini özetlemeye gayret gösterdi; ama heyhat, Said’in Oryantalizm üzerine söylediklerinin, Türkiye’nin zihin ve siyaset tarihi bağlamında ne anlama geldiği üzerinde hiç durulmadı!
Daha önce de kimbilir kaç defa yazdım. Antiemperyalist bir kurtuluş savaşı vererek bağımsızlığını kazanmış olan bir ülkenin entelijansiyasının, rahmetli Cemil Meriç üstadımızın ifadesiyle ‘sömürgeciliğin keşif kolu’ olan Oryantalizm konusunda çok daha hassas olmaları gerekirdi; – ama öyle olmadı! Anlışanlı entelijansiyamız, nedense bu konuda en ufak bir hassasiyet bile göstermedi. Halbuki, Batı’nın bize bakışını temelli bir biçimde belirleyen, ‘Oryantalizm’ idi. Oryantalizm, Edward Said’in meseleyi ele alış tarzından çok önce, Fonksiyonalist Antropolojiyle entelektüel dolaşıma girmiş bir kavramdı. Tuhaftır, Edward Said’in temellendirdiği anlamda Oryantalizmin bir nevi tarihöncesi sayılabilecek olan Fonksiyonalist Antropoloji ile Emperyalizm ve Sömürgecilik (Kolonyalizm) arasındaki bağıntılara bizde ilk dikkati çeken, daha sonra Amerika’ya yerleşip Türkiye ile ilgili her şeyi (Türkçe dahil!) unutmaya and içen Muzaffer Şerif Başoğlu olmuştur. Başoğlu, 1939 yılında, ‘İnsan’ Dergisine yazdığı ‘İptidai Zihniyet Problemi’ başlıklı makalesinde, kendilerini ‘yüksek gören istilacılar’olarak tanımladığı Avrupalıların, ‘muhtelif sebeplerin tesiri altında teknik ve kültürel gelişmelerinde geri kalmış olan iptidailer’in zihniyetini, ‘doğuştan alçak’ gördüklerini, bu suretle kendilerinde onlara (‘iptidai’, yani ‘ilkel’ diye adlandırdıklarına H.Y.) sürekli bir surette hükmetme hakkı buldukları vehmine’ kapıldıklarını bildirir. Bu konuda Türkiye’de, bilebildiğim kadarıyla, iki yazı daha yazılmıştır. Biri benim ‘Felsefe ve Ulusal Kültür’ adlı kitabımdaki ‘Bilim ve Emperyalizm’ başlıklı yazıdır; öteki ise, rahmetli Cemil Meriç’in ‘Kültürden İrfana’sında yer alan ‘Sömürgecilik ve Klasik Antropoloji’ başlıklı yazı.. Fonksiyonalist Antropolojinin, Emperyalizmi ve Sömürgeciliği meşru gösterme konusundaki ideolojik tavrını sergilemek, teşhir etmek; Oryantalizmin bilinçdışımıza nüfuz ederek, kendimizi Avrupalıların bizi gördüğü gibi ‘ilkel’ görmeye kışkırtan bir menhus hastalık olduğunu ortaya koymak, yukarda da belirttim, Emperyalizme karşı bağımsızlık savaşı veren bu ülkenin entelijansiyasına düşerdi. Ama bu üç yazı dışında ne bir ses, ne nefes!
‘Şarkiyatçılık’ üzerine yazan, hatta bu konuda kitap yayınlayan bazı öğretim üyesi dostlarımız, Edward Said’in tezlerini, maalesef, tıpkı onun eleştirdiği neviden bir ‘sömürge entelektüeli’ gibi okumuşlardır. Oryantalizmin, zihinler üzerine inşa ettiği tahakküm mekanizmasının teorik dökümünü, Said’den yola çıkarak ve sadakatle aktarmışlar, ama, bu mekanizmanın Türk entelijansiyası üzerindeki kuşatıcı, baskıcı yıldırıcı hakimiyetini çözümleme ve sergilemede aciz kalmışlar; bir yandan Said’in görüşlerini naklederken, öte yandan, romanlarında (hem de Said’in teorik dökümünü yaptığı anlamda!) Oryantalizmin dik alasını icra eden bir romancımızı göklere çıkarmakta asla beis görmemişlerdir. Hani tutarlılık, nerde ‘derin okuma’? İsmet Paşa’nın dediği gibi: ‘Hadi canım sen de! ’
Türkiye’deki ‘sömürge entelektüelleri’nin bilmedikleri şudur: Said’i ezberlemek bir şeydir, anlamak başka şey! Hiçbiri Said’den yola çıkarak Türkiye’yi, Türkiye’nin Modernleşme sonrası zihniyet tarihini, sözümona Türk entelijansiyasını analiz etmedi! Said, Necatigil’in deyişiyle, ‘onları onlara gösteren ayna’ydı; – o yüzden bakamadılar aynalara: Baksalar, kendilerini göreceklerdi çünkü...
Hem beğendiğim hem de sinir olduğum bir programcı... Adam izletmesini ve kıl etmesini çok iyi biliyor. Güvenmediğim birisi ama değerli ve başaralı bir gazeteci olduğunu kabul etmem lazım...
Romper Stomper (1992) adında baba bir filmde dazlak rolüyle gerçekten dikkati çeken bir aktördü... Sonra L.A. Confidential (1997) kendini ispatlayıp Gladiator'la (2000) ününe ün yaptı ki İnsider filmi bile 1999 yapımı olmasına rağmen Gladiator filminden sonra daha çok ilgi gördü...Sonra
Beautiful Mind (2001) ıle holloywood'taki yerini sağlamlaştırarak klasik ünlüler arasına girdi...
bir ses duyulsa...koşsam sesin geldiği yere...katılsam o seslere...o sesleri çıkarsam...duyulsa seslerimiz...katılsa bütün sesler...ah keşke bir olsa sesler sessizliğin içinde de...bir ses duyulsa...sessizliği bozsak
Çizgi Roman
30.07.2004 - 18:26Çoğu çizgi romanı yaratan kişi Stan Lee'dir... Örümcek Adam filminde küçük bir sahnede rol alsada sonradan bu sahnenin çıkartılması gerçekten kötü...
örümcek adam
30.07.2004 - 18:25Yaratıcısı Hulk, İron Man, X-Men gibi baba çizgi filmleri çizgi romanlardan vizyona taşıyan Stan Lee'dir...
Çizgi Romandan filme aktarımından yapılan değişikler gerçekten çok yapıcı ama tek gözüme batan Örümcek Adam filmi bilgisayar yerine dublörlük sahneleri için muhteşem bir proje olurdu. Zaten filmi yapımını duyan eski Örümcek Adam dublörü bu işe çok kızıp ölümü bile göze alıp kendi uğraşlarıyla ucuz bir Örümcek Adam filmi yapıp filmde gösterilen bilgisiyarlı sahnelerin dublör ile de gerçekleşebileceğini ispatlamıştır...
Çizgi Romanında olduğu gibi bakalım üçüncüsünde Hob-cin Mary Jane'i öldürecek mi çok merak ettim :)
cemil meriç
30.07.2004 - 18:16“Bir çağın vicdanı olmak isterdim; bir çağın, daha doğrusu bir ülkenin. İdrakimize vurulan zincirleri kırmak, yalanları yok etmek, Türk insanını Türk insanından ayıran bütün duvarları yıkmak isterdim. Muhteşem bir maziyi daha muhteşem bir istikbale bağlayacak köprü olmak isterdim; kelimeden, sevgiden bir köprü... Ben bu mazlum medeniyetin sesi olmak istiyorum... En büyük tehlike, uzun zamandır müptela olduğumuz yobazlık. Bize düşen, dertlerimizi ömür boyu gönüllerde taşıyan insanlara sevgiyle eğilmek ve “hödük” idrakimize hata gibi gelen kusurları cımbızla ayıklamaya kalkışmamak. Türk insanı irfandan önce sevgiye ve anlayışa muhtaçtır.”
Cemil Meriç
http://www.antoloji.com/grup/meric-okurlari-kahvesi
alev alatlı
30.07.2004 - 18:15www.alevalatli.com
kaliteli insan
30.07.2004 - 18:12yerinde ve zamanında konuşabilen ya da hareket edebilen...
alev alatlı
30.07.2004 - 18:10''...hatta ben olsam onu (Edward Said'i) ve Cemil Meriç'i lise kitaplarına zorunlu okuma olarak koyardım.''
Alev Alatlı
türk-kürt kardeştir
30.07.2004 - 17:56İnananlar Kardeştir
Bu ülkenin bütün ırklarını, tek ırk, tek kalp, tek insan haline getiren İslâmiyet olmuş. Biyolojik bir vahdet değil bu. Ne kanla ilgisi var, ne kafatasıyla. Vahdetlerin en büyüğü, en mukaddesi. İster siyah derili, ister sarı... inananlar kardeştir. Aynı şeyleri sevmek, aynı şeyler için ölmek ve yaşamak. Türk’ü, Arap’ı, Arnavut’u düğüne koşar gibi gazaya koşturan bir inanç; gazaya, yani irşâda. Altı yüzyıl beraber ağlayıp, beraber gülmek. Sonra bu muhteşem rüyayı korkunç bir kâbusa kalbeden meşûm bir salgın: Maddecilik. Tarihin dışına çıkan Anadolu, tarihin ve hayatın. Heyhat, bu çöküşte kıyametlerin ihtişamı da yok, şiirsiz ve şikayetsiz.
Cemil Meriç
(Bu Ülke - S. 142)
dehap
29.07.2004 - 22:56kurtlar sofrasına düşmüş bir parti...
bir yandan terörü destekliyor diye Dehap yuhlanıyor, diğer yandan başka partiler yıllardır tetikçileri, terör örgütlrini besledi hiç bu kadar çok tepki gelmedi... Hatta Apocu denilen Dehap infaz edilirken acaba yakalanmış PKK teröristleri tetikçi olarak kullanan diğer iktidar olmuş partiler bile anılmıyor.
Olay öyle bir duruma getirildi ki partiye oy veren herkes potansiyel suçlu ilan edilip, katil-terorist-vatan haini yapılıp sivrisinek ayıklanırklen suçlamaları yapanlar fili yuturak yeyiyorlar çünkü ne olsa hep Dehap suçlu...
Hadi bazıları ırkçılık olur diye kürtlere laf etmiyor ama Dehap sayesinde ırkçılığın üstünü kapatıp her türlü aşağışlama ve yaygara kopartılıyor.
Ortada yapıcı eleştirler yerine bir de kum havuzunda ''ilk kumu sen attın üstüme'' gibilerinden çocukluk yapılmıyor mu, o şunları yaptı şu onları yaptı diye tükürük yarışı aldı başını gidiyor.
Önemli olan gerçekler nedir ne değildir bile değil, gel vatandaş sende içini dök hazır suçlu bunlar...
dehap
29.07.2004 - 22:45artık ''partini söyle ne olduğunu söyleyim'' diye değişiecek atasözü
batan bankalar
29.07.2004 - 22:41batarken başkalarını da aşağıya çeken durum...
kadin haklari
29.07.2004 - 22:39Bence kadın haklarıyla feminizmi birbirine çok karıştırmamak gerekir... Toplumda ya da ile olsun her fetin hakları vardır. Bunları farklı başlıklar altında incebileceğinden Kadın Hakları diye ortaya ayrı bir konu çıkması garip değildir.
Bir de herhangi bir şeyde bir taraf ağır basıyorsa eşit duruma getirilmesi haklar tanınması da normaldir. Eğer konum kadınlar ve erkeklerse ve dire eşitiz deyip konuya balıklama atlanırsa Erkeğin fiziksel gücü ve sosyal konumundan dolayı tarihtede olduğu gibi dengesizlikler yaşanılabilir, verilen haklarla ancak eşitlik sağlanabileceğinden Kadın Hakları gerekli ve zaruridir.
kadınlar
29.07.2004 - 22:28Avrupa Tarihindeki Büyük Kadınlar - Cemil Meriç
Flora Tristan, George Sand, Comtesse d'Agoult (Danid Stern) düsünce tarihinin ilk kadınları değil. Eflatun'un talebesi lpathie sokak ortasında öldürülmüştü. Mme de Stael Fransa ve Almanya'yı barıştıran kadın. 'Almanya Tarihi' ve Guillaume Schlegel'in fikirlerini Fransa'da yayan kadındır. Fransız ihtilali hakkındaki kitabı. Babası, çöken Fransa'yı bir müddet daha yaşatan Necker idi. Fakat bir aristokrattı o, bir kavga kadını değildi. Isviçre'deki malikanesinde devrin bütün fikir adamlarını toplamıştır. Dünya liberalizminin en hakiki başlarından biri olan B. Constant'i sevmek bedbahtlığına uğramıştır.
1848 neslinin en büyük kadını Flora Tristan. Kendini geniş insan tabakalarının emrine verir. Tatmin edilmemiş ruhunun bütün iştiyakıyla mahrumları saadete kavuşturmak istemiştir. Orta tabakanın kadını kurtarılması gereken ilk parya idi. Baba Enfantin de böyle düşünüyordu. Kadının zincirlerini kırmadıkça, bu kavgada kadını yanımıza almadıkça başarıya ulaşmaya imkan yoktur.
G. Sand damarlarında hükümdar kanı taşır. Dedesi mareşal de Saxe bir tiyatro artisti ile sevişir. G. Sand'ın annesi doğar. Annesi de gayri meşru bir izdivaç yapar. Anneannesi onu yetiştirir. Manastır. Bedbaht bir izdivaç. Pierre Leroux ile tanışır. Onun arkadaşı ve talebesi olur. Leroux Fransa'da sefaletin matematik bilançosunu yapmıştır. Kucağında yaşadığı toplumun bütün tabularına itiraz eder ve bu itirazın sonuçlarını yiğitçe kabul eder.
Comtesse d'Agoult da babası yaşında bir insanla evlenir. Teninin ve gönlünün haklarını sonuna kadar savunur. Vigny ilk şiirlerini onun salonunda okur. Utanmadan List'in metresi olur. Stirner 'polisi, ceza kanunlarını biz yaratıyoruz. Biz aşkı kıskananlar ve ahlakı saadete engel olmak için kullananlar' der. Comtesse d'Agoult'ün üç kızı olur. Cosima, Wagner'in karısı olur. Nietzsche de ona aşıktır.
Comtesse d'Agoult 1848 ihtilalini üç ciltte toplar. Takma adı Daniel Stern; onu Balzac bile hırpalamıştır, Beatrix'de cemiyetin kanunlarına karşı gelmek isteyen kadının nasıl küçümsendiğini, kendisine pek yakışmayan bir moralist edasi ile anlatır. Tocqueville, Proudhon gibi, Balzac da 48'i sezer.
Insan düşüncesinde mutlak bir ihtilal yapan Descartes bile kucağında yaşadığı cemiyetin çocuğudur. 'Benim dinim sütannemin dinidir', der. Balzac sınıflar sosyolojisinin, sosyal psikolojinin yaratıcısıdır. Buna rağmen kralcıdır ve Katolik kilisesinin hayranıdır. Engels 'Geçmişteki, bugünkü ve gelecekteki Zolalar'ın hepsinden büyük olan Balzac' der. Marx'ın da sevdiği tek romanci Balzac'dır. Bu garip bir contradiction(tezat) gelebilir. Balzac Katolik ve kralcı bir dünyada doğmuştur. Onun tesirinden kurtaramaz kendini. Fakat eserlerinde fikirlerinden tamamen soyunur ve tam bir müşahid olarak karşımıza çıkar. Bir his adamı olarak aristokrasinin çöküsüne gözyaşı döker. Burjuvazi pistir, ama iktidara geçecektir. 1848 onun istirahata çekilmek üzere olduğu sırada patlar ve onu rahatsız eder. O sırada Madame Hanska ile mektuplaşmaktadır. Balzac aslında aristokrat değildir. Aristokrat olmadığı için aristokrat olmak ister. (Homere de Balzac, bir hayranının tabiri ile) . Anarşiye düşmandır, sosyalizm veya komünizme değil. (Dante, Machiavelli, Habbes gibi) . Istikbalin komünizme gebe olduğunu gören adamdır. Proletaryayı görür.
(Lejitimist Fransa'da ihtilale kadar Bourbonlar tahttadır. Napoleon'dan sonra XVIII. Louis, kardeşi X. Charles ('Ingiltere kralı gibi hükümdar olmaktansa, oduncu olmayı tercih ederim' der) bir Bourbon'dur. Louis-Philippe liberal burjuva hükümdarıdır ve Bourbonlar'ın küçük soyu Orleanlar'dandır. Oysa tahta 'droit d'ainesse'e' (büyük evlat hakkı) göre kral geçmelidir. Işte Lejitimist, Orleanci'nın zıddı, Bourboncu demektir, meşrutiyetçi değil.)
Aslında hayat üzerinde yapılan bir otopsidir Balzac`ın romanları. Bu itibarla onları hazırlamıştır.
Bazı mihver hadiseler vardır. 1789, 1848, 1871, Dreyfüs davası. Bütün şahısların otopsisini temin eder bu cins olaylar. Bir nevi Tournesol kağıdı. Fransa'yı Fransa yapan bütün insanlar 48'ın içinde.
Proudhon insanı düşünmeye mecbur eden bir nevi şeytan. Ona göre ihtilal her gün olmaktadır. Geniş halk tabakaları hazırlanmadan, yukardan yapılan ihtilal hiçbir hal yolu getirmez. Geniş halk tabakalarının ihtilal yapabilmesi için, evvela terbiye edilmesi gerekir. Demokrasi demopedidir. 'Bir ihtilalcinin ltirafları'nda 48'i anlatır. Suffrage Universel'e (geneloy) de karşıdır. Her nevi hükümetle savaşır. Hükümet de Tanrı gibi bir şerdir. Oy sandığı bir panier aux crapes (Yengeç sepeti) 'dir. Içinden ne çıkacağı belli olmaz. Kalabalık bütün müstebitlere buyrun demiş, bir kaz sürüsüdür.
Thiers, reactionnaire, küçük burjuvazinin yetiştirdiği kafalardan biri. Mülkiyet hakkındaki kitabından dolayı, ona o devrin Machiavellisi derler. Isçinin çocuğu çalışırsa küçük burjuva, onun çocuğu da çalışırsa büyük burjuva olur. Kast rejimi sona ermiştir. Mülkiyet mukaddestir, çünkü insanın hürriyetidir, çalışmanın mükafatıdır, der.
Proudhon mecliste mülkiyet gerçek bir adalet ile taksim edilmelidir, der. Yoksa biz yapacağız, der. Siz kim derler? Giyotin mi, anarşi mi? Cevap: siz burjuvazisiniz, biz proletaryayız, der. Sosyal savaştan bahseder.
Kaynak: www.rabia.de
kadın
29.07.2004 - 22:27kadın ve nankörlük
kadınlar
erkek-kadın ilişkileri
islamda kadın hakları
rus kadını
spiritüel kadın
kadın hakları
diye baya başlık açılıp normal olarak çok ilgi gören bir konu...
tool
29.07.2004 - 22:23Opiate (1992)
Undertow (1993)
Aenima (1996)
Salival (2000)
Lateralus (2001)
adlarında albümler çıkartmış karamsar, karanlık progressive metal muzik türüne benzeyen tarzıyla ilk başlarda piyasa dışı (underground) bir izlenim versede sonradan çok tutulup hayranları çoğalmıştır. Pek yazılarak anlatılacak grup değil, anlamak için dinlenilmesi lazım bir grup...
telefon faturası
29.07.2004 - 20:03www.telediscount.co.uk sağolsun baya hafifletiyor faturaları...
allah (c.c)
29.07.2004 - 20:02bir kelime bir işlem gibi bir soru bir dalga ooo kolayını bulmuş bizimkisi... Bazılarına128 bin değil milyonlarca delil getirseniz yetmiyor, gözle iştigal olunca işte gözün midesi yok doymuyor...
forgotten realms / unutulmuş diyarlar
29.07.2004 - 19:27Şimdiye kadar kitaplarından PC'ye geçirdikleri oyunları:
Pool of Radiance
Curse of the Azure Bonds
Secret of the Silver Blades
Pools of Darkness
Hillsfar
Eye of the Beholder
Eye of the Beholder II - The Legend of Darkmoon
Eye of the Beholder III - Assault on Myth Drannor
Eye of the Beholder (GBA Version)
Dungeon Hack
Gateway to The Savage Frontier
Treasures of The Savage Frontier
Menzoberranzan
The Forgotten Realms Archives
Descent to Undermountain
Baldur's Gate
Baldur's Gate: Tales of the Sword Coast
Baldur's Gate II - Shadows of Amn
Baldur's Gate II - Throne of Bhaal
Baldur's Gate - Dark Alliance
Baldur's Gate - Dark Alliance II
Pool of Radiance II - The Ruins of Myth Drannor
Icewind Dale
Icewind Dale: Heart of Winter
Icewind Dale II
Neverwinter Nights
Neverwinter Nights: Collectors Edition
Neverwinter Nights: Shadows of Undrentide
Neverwinter Nights: Hordes of the Underdark
Neverwinter Nights: Community Expansion Pack
Demon Stone
kuran-ı kerim
29.07.2004 - 18:58Altinoluk: Hocam Kur’an’in indirilis gayesini açiklar misiniz?
Mahmut Toptas: Indiren ben degilim. Indiren Allah (c.c) oldugu için indirilis gayesini de O kendisi Kur’ani Kerim’inde bildirmistir. Ben Kur’an’dan bazi nakiller vereyim:
Kur’an, insanlari küfrün karanliklarindan imanin aydinligina çikarmak için (Ibrahim 1) , insanlik ailesinin adalet içinde yasamasi için (Hadid 25) , Allah’in gösterdigi dogrultuda hükmetmek için (Nisa 105) , daha önce indirilen kitaplardakileri dogrulamak için (Maide 48) , insanlari en dogru yola iletmek için (Isra 9) , bizim zikrimiz, sanimiz, serefimiz olmasi için (Zuhruf 44) indirilmistir.
Altinoluk: Kur’an bütün insanlar için inmistir. Herkes Kur’an’i anlayabilir mi?
Mahmut Toptas: Kur’an, Allah’dan gelen bir kitaptir. Bir feylesofun kitabiyla, bir sairin kitabiyla, bir hukukçunun kitabiyla kiyas yaparak akil yürütmeyelim. Gönlünü ve kulagini Kur’an’a açan herkes Kur’an’dan birsey alir. Günes, Allah’in ayetlerinden bir ayettir. Günese bakan her çiçek ondan nasibini alir. Bir kayanin arkasinda, bir çinarin gölgesinde kalan bitkiler az da olsa nasibini alirlar.
Bülbül milyonlarca girtlak nagmesiyle gülüne ne diller dökerdir ama biz anlamayiz. Anlamayiz diye bülbül sesinin güzelliginden uzak durmayiz; hayran hayran dinleriz. Kur’an-i Kerim anlasilmak için indirilmistir. Kur’an’da geçen yüzlerce ta’kilûn, ya’kilun, ta’lemûn, ya’lemun, yetedebberun, tetefekkerun, yetefekkerun, yefkahûn kelimeleri Kur’an’in anlasilmasini istemektedir.
Anlasilmadan okunup zevk alinan tek kitap Kur’an’dir. Dünyada anlasilmadan zevkle okunan ikinci bir kitap yoktur. Bildiginiz harflerle yazilmis yabanci dilden bir kitabi okumayi deneyin. Okuyamazsiniz. Her ay hatim indiren babaniz veya annenizden bu yabanci dildeki kitabi okumasini isteyin. Bir satir okur ve birakir. Ama her ay hatim inen müslüman gül koklar gibi, ay isiginda yürür gibi, dost yüzüne bakar gibi, Hak dostun kelamini can kulagiyla dinler ve bir tatli huzur alir Kur’an ikliminden.
Altinoluk:Ya bir de anlayarak okuyabilsek...
Mahmut Toptas: Biz gülü koklar ve zevk aliriz. Bülbül ise hem koklar, hem anlar ve o gül ugruna bagrini dikenler kana boyasa aldirmaz. Okumakdan zevk aldigimiz Kur’an’i bir anlasak yerimizde duramazdik. Mekke’den Medine’ye kosan, Medine’den Kudüs’e kosan, Kudüs’den Istanbul’a kosan sahabe gibi yerimizde duramazdik. Kur’an ayetlerine bakarak cehennemi görür gibi (Tekasur 6) cenneti koklar gibi (Muhammed 6) bir hale gelseydik Yeltsin, Clinton, Netanyahu gibi zalimlerin önüne geçer, cehenneme giden yollarini cennete çevirmeye çalisirdik. Divanda, dergâhda, barigâhda, meclisde ve meydanlarda Kur’andan baska ses olmazdi.
Altinoluk:Kur’an’i anlamak için ne yapmak lazim?
Mahmut Toptas: Bir Amerikalinin siyasetine hizmet etmek, ticaretinden arta kalanlari toplayabilmek için ana okulundan ünversite sona kadar ingilizce ögrenen, bu konuda agzini doldurarak, avurdunu sisirerek Ingilizce ögrenmenin özelliklerini ve güzelliklerini anlatan, anlatanlari hayran hayran dinleyen insanlarimiz, iki dünyamizi da mutlu edecek olan Kur’an-i Kerim’in dilini de ögrenmelidirler.
Altinoluk:Ya ögrenemezlerse?
Mahmut Toptas: Ögrenenler içinden Allah’a ve Rasûlüne gönülden baglanan, Allah’in Kur’aninda razi oldugunu bildirdigi (Tevbe 100) muhacir, ensar ve onlari iyilikle takip edenleri seven, müminlerin yolundan (Nisa 115) ayrilmayan, Allah’in ayetlerini okudukça benlik putunu eritip Allah’a kul olmakta izzeti ve hürriyeti gören insanlarin tefsirlerinden yararlanirlar.
gerisi: http://www.davetci.com/rop_mahmut_toptas.htm
michael moore
29.07.2004 - 18:51100 milyon dolarlık gişe yaptı
Michael Moore'un 'Fahrenheit 9/11' isimli tartışmalı filmi sadece ABD gösteriminde 100 milyon dolarlık bir hasılatı aşarak belgesel filmler arasında bir rekora daha imza attı.
11 Eylül saldırıları sonrası izlediği politikalardan dolayı ABD Başkanı George W. Bush'a sert eleştiriler yönelten filmin, bu hafta sonu elde ettiği 5 milyon dolarlık gelirle birlikte şu ana kadar ki toplam hasılatının 103,35 milyon doları bulduğu kaydedildi.
Pazar günü yaptığı bir açıklamada, Beyaz Saray'ın son üç yıldır Amerikan halkına gerçeklerin tamamını söylemediğini kaydeden Moore, insanların gerçekleri görmek için sinemalara koştuğunu ve ülkede büyük ihtiyaç duyulan önemli konuları tartışmaya başladıklarını ifade etti.
Bundan önceki en fazla hasılat yapan belgesel filmin 21,6 milyon dolarla yine Moore'a ait olan Oscar Ödüllü “Bowling for Columbine - Benim Cici Silahım” isimli film olduğu kaydediliyor. Ancak önceki filmi söz konusu hasılatı gösterimde kaldığı dokuz ay içinde yaparken, ”Fahrenheit 9/11” gösterime girdiği ilk hafta sonunda 23,9 milyon dolarlık bir hasılat gerçekleştirdi.
“Fahrenheit 9/11” filmi 2 Kasım'da Başkanlık seçimlerinin yapılacağı Amerika'da Irak işgali konusunda tam anlamıyla siyasal bir kutuplaşmaya yol açarken, “Control Room” ve “Outfoxed” gibi yeni siyasi belgesellerin de daha fazla izleyici ile buluşması konusunda teşvik edici bir etki yaptı.
Şimdiden Oscar Ödülleri için en büyük aday olarak gösterilen ve bu ödüller için sadece Mel Gibson'ın “The Passion of Christ - İsa'nın Çilesi” isimli filmiyle yarışacağı tahminleri yapılan “Fahrenheit 9/11”, gösterime henüz girmeden katıldığı bu yılki Cannes Fim Festivali'nde en büyük ödül olan Altın Palmiye ödülüne layık görülmüştü.
(aa)
istiklal marşı
29.07.2004 - 18:37Altınoluk: İstiklal Marşı’nın bir ruh dünyası var. İklimi var. Bunu Akif inşa etmiş ve Meclis o dünyayı coşkun bir tarzda alkışlamış. Acaba geçen zaman içinde Türkiye’nin yönelişleri ile o ruh dünyası arasında bir farklılaşma oluşturulduğundan söz edilebilir mi? Varsa nasıl bir farklılaşma bu?
Mehmet DOĞAN: İstiklal Marşı, Türkiye’de en çok okunan edebî metindir. İlk iki kıt’ası toplu olarak bulunulan yerlerde, merasimlerde, hatta spor karşılaşmalarında besteli olarak okunmaktadır. Tam metin, bütün ilk ve orta tedrisat yapan okulların sınıflarında duvarlarında yer almaktadır. Bazılarına göre bu bir sızma olarak değerlendirilebilir. Çünkü İstiklal Marşı’nı dikkatle okuyan bir zihin, onun değerler ve idealler dünyasını kavramakta güçlük çekmez. Onun dili, hissiyatı, kavrayış biçimi bazılarını rahatsız edecek unsurlar taşımaktadır. Millî mücadele, zamanında müslüman toplumun emperyalistler tarafından yok edilmesine karşı bir mukavemet, bir karşı koyuş olarak değerlendirilmiştir. Bu yüzden “Millî Mücahede” de denilmiştir. Onun “Kurtuluş Savaşı” olarak adlandırılması sonradandır. Peki “Milli Mücahede” ne demektir? Mücahede, en yalın manasıyla “cihad” demektir, İslamiyet uğruna savaş demektir... Mehmed Akif, Milli Mücadele’nin davet edilenler kadrosundandır, bu şüphe götürmeyecek delillerle ortadadır. Kendisi en üst seviyede davet edilmiş, mebus yapılmış, dergisi Sebilürreşad’a Milli Mücadeleyi desteklemesi için imkân sağlanmıştır. Hem iç kamuoyu için, hem dış dünyadaki müslümanları etkilemek için, hem de büyük bir İslam kongresinin organizasyonu için Mehmed Akif’e ve arkadaşlarına ihtiyaç hissedilmiştir. Mücadele başta anti emperyalist, dolayısıyla o zaman emperyalist dünyanın lideri olan İngiltereye karşı, dolayısıyla bütün İslâm âlemini gözönünde bulunduran, gerektiğinde İslâm âleminin tepkilerinden faydalanmak isteyen bir karakterde idi. Mücadelenin sona erişinde bu muhteva belli ölçede değişmiştir, bunun izahı uzun yapılmalıdır, biz sadece temas ediyoruz. Bu değişim, Devletin oluşumunu ve sonrasını elbette etkilemiştir. Bununla birlikte, Cumhuriyeti kuran irade sahipleri, ne Mehmed Âkif’i ortadan kaldırmayı düşünmüşler ve ne de İstiklâl Marşı’nı değiştirme düşüncesini kuvveden fiile çıkarmışlardır. İstiklâl Marşı sırf metin olarak güzelliğinden, şiir kudretinden ötürü değil, tarihi değerinden ötürü de önemini korumuştur. Ancak zamanenin türedi konseptçileri böyle uçuk şeyler düşünüyor olabilirler!
Mehmed Âkif’in üzerine gidilmesinde onun sahib olduğu, temsil ettiği değerler sistemine duyulan -en hafif tabiriyle- antipatinin rol oynadığı şüphe götürmez. Mehmed Âkif, inandığı, düşündüğü gibi yaşamış, doğru bildiklerini sonuna kadar savunmuş, kendi öncelikleri yerine toplumun önceliklerini birinci plana almış örnek bir şahsiyet. Onu bazıları nezdinde tartışılır kılan arkaplanındaki değerler dünyasıdır. Mehmed Âkif, 1920’de kurulan TBMM’nin kayıt defterinde meslek hanesine “İslâm şairi” olarak kayd edilmiş bir şahsiyettir. Sırf bu tanımlama dahi bugün bazılarını rahatsız edebilir. Bu unvanı Mehmed Âkif icad etmemiştir. Bu adlandırma dönemin halk-aydın ortak adlandırmasıdır. Resmi kayıtlara da böylece geçmiştir. Onun muğlak bir “irtica” kavramı ile cedelleşenler tarafından hedef seçilmesi fazla şaşırtıcı olmamalıdır.
üç şey
29.07.2004 - 18:21ev-iş-ev üçlemi
edward said
29.07.2004 - 18:17Edward Said’i Anlamak?
Edward Said’in ölümünden sonra, necip Türk medyası, onun 1978’den bu yana, özellikle ‘Oryantalizm’ konusunda yazdıklarının, sanki bu ülkenin entelektüel ve siyasi tarihi ile hiçbir ilgisi yokmuş, ya da bu toplumun insanı için herhangi bir anlam ifade etmiyormuş gibi davrandı. Meğer, ne kadar çok Edward Said uzmanı varmış Türkiye’de de bizim haberimiz yokmuş!
Gazetelerin kitap ekleri, Said’in post–kolonyal düşünceye katkılarından söz eden yazılarla dolup taştı. Onun Albert Camus ya da Joseph Conrad üzerine söyledikleri, aktarmacı Türk entelijansiyası tarafından, her zamanki gibi mümkün olduğunca, aslına sadık kalınarak nakledildi. Kimileri de lütfedip, onun Oryantalizm hakkında söylediklerini özetlemeye gayret gösterdi; ama heyhat, Said’in Oryantalizm üzerine söylediklerinin, Türkiye’nin zihin ve siyaset tarihi bağlamında ne anlama geldiği üzerinde hiç durulmadı!
Daha önce de kimbilir kaç defa yazdım. Antiemperyalist bir kurtuluş savaşı vererek bağımsızlığını kazanmış olan bir ülkenin entelijansiyasının, rahmetli Cemil Meriç üstadımızın ifadesiyle ‘sömürgeciliğin keşif kolu’ olan Oryantalizm konusunda çok daha hassas olmaları gerekirdi; – ama öyle olmadı! Anlışanlı entelijansiyamız, nedense bu konuda en ufak bir hassasiyet bile göstermedi. Halbuki, Batı’nın bize bakışını temelli bir biçimde belirleyen, ‘Oryantalizm’ idi. Oryantalizm, Edward Said’in meseleyi ele alış tarzından çok önce, Fonksiyonalist Antropolojiyle entelektüel dolaşıma girmiş bir kavramdı. Tuhaftır, Edward Said’in temellendirdiği anlamda Oryantalizmin bir nevi tarihöncesi sayılabilecek olan Fonksiyonalist Antropoloji ile Emperyalizm ve Sömürgecilik (Kolonyalizm) arasındaki bağıntılara bizde ilk dikkati çeken, daha sonra Amerika’ya yerleşip Türkiye ile ilgili her şeyi (Türkçe dahil!) unutmaya and içen Muzaffer Şerif Başoğlu olmuştur. Başoğlu, 1939 yılında, ‘İnsan’ Dergisine yazdığı ‘İptidai Zihniyet Problemi’ başlıklı makalesinde, kendilerini ‘yüksek gören istilacılar’olarak tanımladığı Avrupalıların, ‘muhtelif sebeplerin tesiri altında teknik ve kültürel gelişmelerinde geri kalmış olan iptidailer’in zihniyetini, ‘doğuştan alçak’ gördüklerini, bu suretle kendilerinde onlara (‘iptidai’, yani ‘ilkel’ diye adlandırdıklarına H.Y.) sürekli bir surette hükmetme hakkı buldukları vehmine’ kapıldıklarını bildirir. Bu konuda Türkiye’de, bilebildiğim kadarıyla, iki yazı daha yazılmıştır. Biri benim ‘Felsefe ve Ulusal Kültür’ adlı kitabımdaki ‘Bilim ve Emperyalizm’ başlıklı yazıdır; öteki ise, rahmetli Cemil Meriç’in ‘Kültürden İrfana’sında yer alan ‘Sömürgecilik ve Klasik Antropoloji’ başlıklı yazı.. Fonksiyonalist Antropolojinin, Emperyalizmi ve Sömürgeciliği meşru gösterme konusundaki ideolojik tavrını sergilemek, teşhir etmek; Oryantalizmin bilinçdışımıza nüfuz ederek, kendimizi Avrupalıların bizi gördüğü gibi ‘ilkel’ görmeye kışkırtan bir menhus hastalık olduğunu ortaya koymak, yukarda da belirttim, Emperyalizme karşı bağımsızlık savaşı veren bu ülkenin entelijansiyasına düşerdi. Ama bu üç yazı dışında ne bir ses, ne nefes!
‘Şarkiyatçılık’ üzerine yazan, hatta bu konuda kitap yayınlayan bazı öğretim üyesi dostlarımız, Edward Said’in tezlerini, maalesef, tıpkı onun eleştirdiği neviden bir ‘sömürge entelektüeli’ gibi okumuşlardır. Oryantalizmin, zihinler üzerine inşa ettiği tahakküm mekanizmasının teorik dökümünü, Said’den yola çıkarak ve sadakatle aktarmışlar, ama, bu mekanizmanın Türk entelijansiyası üzerindeki kuşatıcı, baskıcı yıldırıcı hakimiyetini çözümleme ve sergilemede aciz kalmışlar; bir yandan Said’in görüşlerini naklederken, öte yandan, romanlarında (hem de Said’in teorik dökümünü yaptığı anlamda!) Oryantalizmin dik alasını icra eden bir romancımızı göklere çıkarmakta asla beis görmemişlerdir. Hani tutarlılık, nerde ‘derin okuma’? İsmet Paşa’nın dediği gibi: ‘Hadi canım sen de! ’
Türkiye’deki ‘sömürge entelektüelleri’nin bilmedikleri şudur: Said’i ezberlemek bir şeydir, anlamak başka şey! Hiçbiri Said’den yola çıkarak Türkiye’yi, Türkiye’nin Modernleşme sonrası zihniyet tarihini, sözümona Türk entelijansiyasını analiz etmedi! Said, Necatigil’in deyişiyle, ‘onları onlara gösteren ayna’ydı; – o yüzden bakamadılar aynalara: Baksalar, kendilerini göreceklerdi çünkü...
HİLMİ YAVUZ
[email protected]
12.10.2003
hulki cevizoğlu
29.07.2004 - 17:43Hem beğendiğim hem de sinir olduğum bir programcı... Adam izletmesini ve kıl etmesini çok iyi biliyor. Güvenmediğim birisi ama değerli ve başaralı bir gazeteci olduğunu kabul etmem lazım...
russell crowe
29.07.2004 - 17:39Romper Stomper (1992) adında baba bir filmde dazlak rolüyle gerçekten dikkati çeken bir aktördü... Sonra L.A. Confidential (1997) kendini ispatlayıp Gladiator'la (2000) ününe ün yaptı ki İnsider filmi bile 1999 yapımı olmasına rağmen Gladiator filminden sonra daha çok ilgi gördü...Sonra
Beautiful Mind (2001) ıle holloywood'taki yerini sağlamlaştırarak klasik ünlüler arasına girdi...
Toplam 2591 mesaj bulundu