Tarih şuuru çok önemlidir. Dününü bilmeyen, bugününü iyi anlayamaz. Bugününü bilmeyen yarın için hazırlıklı olamaz. Onun için tarihimizi çok iyi tetkik edip, öğrenmemiz lazım. Atatürk beşer tarihini çok iyi biliyordu. İslam dini, milli heyecana karşı değildir, ırkçılığa karşıdır. Yine okuduğunuz zaman göreceksiniz, Atatürk ırkçılığa şiddetle karşı çıkmıştır. Irkçılık milletimizi parçalara ayırmak için düşmanlarımız tarafından ortaya atılmış bir fikirdir. Ancak milliyetçilik, yani her insanın milletini sevmesi,milli tarihiyle övünmesi, milli menfaatlerini düşünmesi, dinimizde yasaklanmamıştır. Nitekim Kur’an-ıKerim’de, birçok ırkların varlığından bahsedilir. Ancak bunu ideoloji haline getirmek yasaklanmıştır. Kavmiyetçilikle, ırkçılık arasında veya milliyetçilik ile ırkçılık arasında fark vardır. Birisi psikolojik hadisedir. Diğeri ise ideolojiktir. İdeolojik hale getirilirse o zaman zararlı olur. Şüphesiz tarihimiz övünülecek çok şeylerle doludur. Türk Tarihi sadece Cumhuriyetle veya Osmanlı Tarihi ile başlamıyor. Daha gerilere 8.bin yıla kadar giden bir tarihimiz vardır ve bu tarihimizde bize ışık tutan yönler, hikmetler ve ibretler vardır. Bir milleti ayakta tutan bu tarih şuurudur.
Salt 'ırkçılık' üzerine kurulu milliyetçilik duygusu birçok toplumu felakete sürüklemiştir. Fakat bazı yabancı dillerden farklı olarak, Türkçemizde 'milliyetçilik' sözcüğü daima olumlu bir anlam taşımıştır. Milliyetçi olmak, millet gerçeğine ve milleti oluşturan unsurlara gereken yüksek değeri vermektir. Çağımızın en büyük gerçeklerinden biri olan 'millet' gerçeğini reddetmeye kalkışan, milli bilinci ve beraberliği yok edip onun yerine sadece sınıf bilincini ve sınıf kavgasını geçirmek isteyen, milliyetçiliğin asıl anlamını çarpıtıp, bu kelimeye aşırı ve ters anlamlar yüklemeye uğraşanlar vardır. Atatürk'ün milliyetçilik anlayışı, milliyetçilikle taban tabana zıt olan komünizmle yan yana gelemeyeceği gibi, ırkçılıkla, totaliter faşizmle, şovenizmle, teokratik düzen savunuculuğuyla da bağdaşmaz...
www.bilimarastirmavakfi.org
Vatanın dahili ve harici herhangi bir tehlikeden en az fedakarlıkla, en kısa zamanda kurtulması için yegane çare, herhangi bir seferberlik davetine her vatandaşın derhal, bir an kaybetmeksizin icabet etmesidir.
Mustafa Kemal Atatürk
İslam Dini’ni ihya etmek amacı ile ilim yolunda çalışırken eceli erişen bir kişi ile Peygamberler arasında Cennet’te sadece bir derecelik fark vardır.
TANIM: Hadis-i Şerif
KAYNAK: Müttefakün Aleyh
AÇIKLAMA:
İslam bir güneştir, bir ışıktır, bir nurdur. Bu nurun bir katresini bile başkalarına eğiterek, öğreterek taşımak; bu dini ihya etmiş olunur. İslam’ın Nur’u Peygamberimiz’in Nur’una eşit olduğundan, başkalarına öğrettiğiniz her İslami bilgiye karşılık Cennet’te Peygamberimiz’e çok yakın olma imkanı kazanacaktır.
(Bu tabir ve açıklama Avam’a yapılacak olan bir açıklamadır. Hakikat İlmi alan kişiler için bu Hadis’in yorumu biraz daha farklıdır.)
Allahü Teala, yalan sözü ve onunla amel etmeyi ve bilmezliği terktemeyen kimsenin içmemesine ve yememesine muhtaç değildir.
TANIM: Hadis-i Şerif
KAYNAK: Buhari
AÇIKLAMA:
Allahü Teala bize farz kıldığı ibadetlerde kendisi için hiç bir şey dilemiyor. Bizim yapacağımız her ibadet bizin için geçerlidir, sevgi müstesna. Allah(c.c.) için severseniz aslında bunu bir tek Allah Rızası için yapmış oluyorsunuz.
Oysa üzerimize farz olan (namaz kılmak, zekat vermek v.s.) ibadetler Müslüman’ın kendisi içindir. Ancak bu ibadetlerin, Müslüman’a bir şey kazandırmak için yapılan bütün ibadetlerin, yalansız ve riyasız olması şarttır.
İnsanoğlu incelendiğinde; Allah’ın rızasını bırakmış, kulun rızası peşinde koşar görülüyoruz; Allah(c.c.) için namazı terketmiş, desinler diye namaz kılınıyor; Allah(c.c.) için orucu terketmiş, yalan ve riya üzerine oruç tutuluyor. Gönülde ise hiç bir şey yok.
Bilmezliği terketmemişten maksat; ana babasından ya da çevresinden öğrendiği ile amel eden (taklid-i iman) ve bunu terketmeyen demektir.
Oysa İslam Dini, araştırmayı, öğrenmeyi, ilim yapmayı Mü’min üzerine farz kılmıştır. Bakınız Müslüman taklid-i iman ile ibadetleri yerine getirebilir; ama Mü’min ilim yapmak zorundadır.
Bir kişi gönlüne indirerek bunu yapmak istiyor ise; araştırmayı, öğrenmeyi, sormayı, kısaca ilim yapmayı istemesi lazım. İstemezse “Bilmez” durumunda kalır. Bilmezlik; öğrenmemek, araştırmamaktır.
Kısaca taklid-i iman ile ibadet yapanın ibadetine Allah’ın ihtiyacı yoktur. Hakikat ilmine göre, Marifettulah’a göre bu böyledir. Biz burada şeriata göre konuşmuyoruz, Marifettulah’a göre konuşuyoruz.
Araştıracağız, öğreneceğiz ve öğrendiğimiz ile amel edeceğiz, gönüle indireceksiniz, bu size yarar sağlar. Onun dışındakilere Allah’ın ihtiyacı yok, bu açıdan ne yaparsak yapalım kendimiz için yapmış oluruz.
Allahü Teala, yalan sözü ve onunla amel etmeyi ve bilmezliği terktemeyen kimsenin içmemesine ve yememesine muhtaç değildir.
TANIM: Hadis-i Şerif
KAYNAK: Buhari
AÇIKLAMA:
Allahü Teala bize farz kıldığı ibadetlerde kendisi için hiç bir şey dilemiyor. Bizim yapacağımız her ibadet bizin için geçerlidir, sevgi müstesna. Allah(c.c.) için severseniz aslında bunu bir tek Allah Rızası için yapmış oluyorsunuz.
Oysa üzerimize farz olan (namaz kılmak, zekat vermek v.s.) ibadetler Müslüman’ın kendisi içindir. Ancak bu ibadetlerin, Müslüman’a bir şey kazandırmak için yapılan bütün ibadetlerin, yalansız ve riyasız olması şarttır.
İnsanoğlu incelendiğinde; Allah’ın rızasını bırakmış, kulun rızası peşinde koşar görülüyoruz; Allah(c.c.) için namazı terketmiş, desinler diye namaz kılınıyor; Allah(c.c.) için orucu terketmiş, yalan ve riya üzerine oruç tutuluyor. Gönülde ise hiç bir şey yok.
Bilmezliği terketmemişten maksat; ana babasından ya da çevresinden öğrendiği ile amel eden (taklid-i iman) ve bunu terketmeyen demektir.
Oysa İslam Dini, araştırmayı, öğrenmeyi, ilim yapmayı Mü’min üzerine farz kılmıştır. Bakınız Müslüman taklid-i iman ile ibadetleri yerine getirebilir; ama Mü’min ilim yapmak zorundadır.
Bir kişi gönlüne indirerek bunu yapmak istiyor ise; araştırmayı, öğrenmeyi, sormayı, kısaca ilim yapmayı istemesi lazım. İstemezse “Bilmez” durumunda kalır. Bilmezlik; öğrenmemek, araştırmamaktır.
Kısaca taklid-i iman ile ibadet yapanın ibadetine Allah’ın ihtiyacı yoktur. Hakikat ilmine göre, Marifettulah’a göre bu böyledir. Biz burada şeriata göre konuşmuyoruz, Marifettulah’a göre konuşuyoruz.
Araştıracağız, öğreneceğiz ve öğrendiğimiz ile amel edeceğiz, gönüle indireceksiniz, bu size yarar sağlar. Onun dışındakilere Allah’ın ihtiyacı yok, bu açıdan ne yaparsak yapalım kendimiz için yapmış oluruz.
Biliniz, cesedin içinde öyle bir et parçası vardır ki o iyi olursa ceset iyi olur. O bozuk olursa bütün ceset bozuk olur. İşte o kalptir.
TANIM: Hadis-i Şerif
KAYNAK: Buhari ve Müslim
AÇIKLAMA:
Bu Hadis-i Şerif de, insanlara dünyasal, maddesel olarak bildirilmiş bir takım izahatlar veren bir Hadis’tir.
Nasıl maddesel olarak Cennet’i düşünenler manevi olarak Cennet’in hazzını düşünemez ise, gönlü düşünebilmek de zordur. Bu sebeple, gönlü kişiye anlatabilmek için, bu Hadis’te insan cesedinin içinde bir et parçası olarak tasviri yapılmıştır. Ancak bizler, gönül olarak düşündüğümüzde Hadis bütün açıklığı ile ortaya çıkıyor.
Manevi olarak kalbin iyi ya da kötü olması söz konusu olamaz. O et parçasının iyi ya da kötü olması; ancak zahiri hastalıkları anlatır. Oysa gönül, ruhun etkilendiği alanlardan birisidir. Nasıl ki ruhunuzu maddesel olarak gösteremiyor iseniz, nasıl ki düşüncelerinizi maddesel olarak gösteremiyor iseniz, gönlünüzü de vücudunuzun herhangi bir yerinde maddesel olarak göstermeniz mümkün değildir.
Onun için diyoruz ki mutlaka hayr olanları, mutlaka sevip tasvip ettiklerinizi, mutlaka alıp benimsediklerinizi gönle indirin. Bunu, o hareketi kendi içinizde özümleyerek, o hareketi aklınızda özümleyerek yapabilirsiniz. Benimserseniz, benimsediğiniz an o gönle gönderilmiş demektir. Benimsediğiniz; ama kabul etmenize rağmen uygulamadığınız bir hareket, asla gönle inmez.
Onun için denilir ki yaptığınız bütün hareketleri benimseyerek idrakli bir şekilde yapın. Örneğin: Namaz kılıyorsanız, o namazı size Allah(c.c.) mecbur ettiği için değil (farz kıldığı için değil) , dinin gereği olduğu için değil, Allah’ın gazabından korktuğunuz için değil; kendiniz için, Allah’a ulaşmakta tek yol gördüğünüz için, kısaca benimsediğiniz için yapın ki o namaz gönle insin.
İslam Dini’ni ihya etmek amacı ile ilim yolunda çalışırken eceli erişen bir kişi ile Peygamberler arasında Cennet’te sadece bir derecelik fark vardır.
TANIM: Hadis-i Şerif
KAYNAK: Müttefakün Aleyh
AÇIKLAMA:
İslam bir güneştir, bir ışıktır, bir nurdur. Bu nurun bir katresini bile başkalarına eğiterek, öğreterek taşımak; bu dini ihya etmiş olunur. İslam’ın Nur’u Peygamberimiz’in Nur’una eşit olduğundan, başkalarına öğrettiğiniz her İslami bilgiye karşılık Cennet’te Peygamberimiz’e çok yakın olma imkanı kazanacaktır.
(Bu tabir ve açıklama Avam’a yapılacak olan bir açıklamadır. Hakikat İlmi alan kişiler için bu Hadis’in yorumu biraz daha farklıdır.)
seçimdir, zorlama ile giyilir ya da çıkartılırsa hür iradeye saldırılmış olunur ama, ne kadar çalışkili gözükse de, toplumsal boyutta alınması gereken ölçülerin ve önlemlerin olduğuna inanıyorum, kişisel olarak da, her açıdan, giyimde-kuşamda aşırıya gidilmemesi gerektiğine inanıyorum...
Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.
Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilal!
Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet, bu celal?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal...
Hakkıdır, hakk'a tapan, milletimin istiklal!
Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.
Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar,
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,
'Medeniyet! ' dediğin tek dişi kalmış canavar?
Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma, sakın.
Siper et gövdeni, dursun bu hayasızca akın.
Doğacaktır sana va'dettiği günler hakk'ın...
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.
Bastığın yerleri 'toprak! ' diyerek geçme, tanı:
Düşün altında binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır, atanı:
Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şuheda fışkıracak toprağı sıksan, şuheda!
Canı, cananı, bütün varımı alsın da hüda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.
Ruhumun senden, ilahi, şudur ancak emeli:
Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli.
Bu ezanlar-ki şahadetleri dinin temeli,
Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli.
O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım,
Her cerihamdan, ilahi, boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır ruh-i mücerred gibi yerden na'şım;
O zaman yükselerek arşa değer belki başım.
Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilal!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helal.
Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlal:
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, hakk'a tapan, milletimin istiklal!
“Ey iman edenler! Bir topluluk diğer toplulukla alay etmesin, küçümsemesin. Belki alay ettikleri, küçümsedikleri kendilerinden daha hayırlıdırlar.”
(Hucurat, 49/11)
“Bir kavme/topluluğa olan kininiz sizi onlara karşı adaletsizliğe sürüklemesin, adil olun; bu takvaya daha yakındır.”
(Maide/6/8)
“Irkçılığa çağıran bizden değildir; ırkçılık yapan bizden değildir. Irkçılık üzere ölen bizden değildir, bu hâl üzere ölen cahiliye ölümü üzerine ölmüş gibidir.”
(Hadis-i Şerif olduğu rivayet edilir)
Ümmetimin içinde cahiliye döneminden kalma tamamen terkedemeyecekleri dört adet vardır:
Asaletleriyle (soy-sop) övünmek.
Başkalarının ırk/ulusuna dil uzatmak.
Yıldızlar vesilesiyle yağmur istemek
Ölülerin arkasından yüksek sesle ağlamak.”
(Hadis-i Şerif olduğu rivayet edilir)
“Bu ülkenin/coğrafyanın bütün ırklarını, tek ırk, tek kalp, tek insan haline getiren İslamiyet olmuş. Biyolojik bir vahdet değil bu. Ne kanla ilgisi var, ne kafatasıyla. Vahdetlerin en büyüğü, en mukaddesi. İster siyah derili, ister sarı... İnananlar kardeştir. Aynı şeyleri sevmek, aynı şeyler için yaşamak, ölmek, Türk’ü, Arap’ı, Laz’ı, Çerkez’i, Arnavut’u düğüne koşar gibi gazaya koşturan bir inanç; gazaya yani iradeye. Altı yüz yıl beraber ağlayıp, beraber gülmek. Sonra bu muhteşem rüyayı korkunç bir kabusa kalbeden meşûm bir salgın, maddecilik. Tarihin dışına çıkan Anadolu, tarihine hayatın. Heyhat, bu çöküşte kıyametin ihtişamı da yok, şiirsiz ve şikayetsiz.
(Cemil Meriç/Bu Ülke)
“Hani milliyetin İslam idi, kavmiyet ne
Sarılıp sımsıkı dursaydın o milliyetine
Arnavutluk ne demek, var mı şeriatte yeri
Küfr olur başka değil, kavmini sürmek ileri
Arab’ın Türk’e, Laz’ın Çerkez’e yahud Kürd’e
Acem’in Çinli’ye, rüçhanı mı varmış nerde?
İslamiyette anasır mı olur ne gezer
Fikr-i milliyeti tel’in ediyor Peygamber
En büyük düşmanıdır ruh-i Nebi tefrikanın
Adı batsın onu İslam’a sokan kaltabanın.”
Mehmet Akif Ersoy
Senlik Benlik Nedir Bırak
Allah birdir Peygamber Hak
Rabbül alemindir mutlak
Senlik benlik nedir bırak
Söyleyim geldi sırası
Kürtü Türkü ne Çerkezi
Hep Ademin oğlu kızı
Beraberce şehit gazi
Yanlış var mı ve neresi
Kurana bak İncile bak
Dört kitabın dördü de hak
Hakir görüp ırk ayırmak
Hakikatte yüz karası
Binbir ismin birinden tut
Senlik benlik nedir sil at
Tuttuğun yola doğru git
Yoldan çıkıp olma asi
Yezit nedir, ne kızılbaş
Değil miyiz hep bir kardaş
Bizi yakar bizim ataş
Söndürmektir tek çaresi
Kişi ne çeker dilinden
Hem belinden, hem elinden
Hayır ve şer emelinden
Hakikat bunun burası
Şu alemi yaratan bir
Odur külli şeye Kadir
Alevi Sünnilik nedir
Menfaattir var varası
Cümle canlı hep topraktan
Var olmuştur emir Haktan
Rahmet dile sen Allah'tan
Tükenmez rahmet deryası
Veysel sapma sağa sola
Sen Allah'tan birlik dile
İkilikten gelir bela
Dava insanlık davası…
Aşık Veysel Şatıroğlu
“Hepiniz birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın. Parçalanıp ayrılmayın. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani siz birbirinize düşmandınız, O sizin kalblerinizi birleştirdi ve O’nun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Bir ateş çukurunun kenarında idiniz, sizi oradan kurtardı. Allah, doğru yola erişesiniz diye size ayetlerini böyle apaçık bildiriyor.” (Al-i İmran, 3/103)
Asabiye (şovenizm/faşizm) kendi soyunu, ulusunu, ırkını başkalarından üstün görme, sadece kendi soy/ulus, ırkının çıkarlarını düşünme ve istilacılık, sömürge edinmektir ki şiddetli taassuba her zaman müsaittir. Bu da faşizme, emperyalizme zemin hazırlar. Dünya kaynakları bir avuç istilacı, emperyalist ulusun/topluluğun eline geçer; adalet, huzur ve barış yok olur. Yeryüzü fitne ve fesada boğulur. Bu duygular uluslar arasındaki tecavüzlerin, işgallerin, savaş ve katliamın teorik zeminidir. Bazı ülkelerde görülen yabancı düşmanlığının sebebi de budur. Irk/ulus teorisi tarihte çoğu zaman toplumların politikasına, günlük hayatlarına etki etmiştir. Ancak bir doktrin olarak Avrupa’nın yayılma politikasından sonra ortaya çıkmıştır. Kendi sınırlarını zorlamak mecburiyetinde kalan burjuvazi, hakim olduğu piyasayı başkalarına kaptırmamak için feodal yapay merkeziyetçiliğin yerine milli sınırları koymuştur. Milli sınırlar içinde kurulan liberal devletlerde milletin adına içerdeki hakim sınıfı ve onun çıkarlarını diğer milletlere karşı korumuşlardır. Daha sonraları bütün dünyaya burjuvazinin tutarsız ve anlamsız bir düşüncesi olarak ihraç edilmiş, milliyetçilik akımlarının kökleşmesi sonucu birçok devletler, imparatorluklar yıkılmış, Batı emperyalizminin yayılma çabalarını kolaylaştırmıştır. Osmanlı devletini yıkan ve İslam ümmetini uluslara/kavimlere (nasyonel anlayış) bölüp dağıtan en önemli sebeplerin başında Batılı emperyalistlerin içeride başlattıkları tahrik, destekledikleri ayrılıkçı/bölücü ve yıkıcı akımlar (ulusculuk/ırkçılık) ideolojiler gelmektedir ki Osmanlı Devleti de bundan nasibini almıştır. Daha önceleri 600 sene boyunca böyle bir tartışma ve çekişme yok iken Batı emperyalizmi gözünü Osmanlı’nın dört (4) milyon km2’lik zengin topraklarına dikince birden bire sunî olarak Araplar, Türkler, Kürtler, Arnavutlar ve diğer müslüman uluslar birbirlerine düşman kesilmişlerdir. Bu hususta milli şairimiz Mehmet Akif’in şu mısraları gerçeği ne güzel ifade ediyor:
“Hani milliyetin İslam idi, kavmiyet ne
Sarılıp sımsıkı dursaydın o milliyetine
Arnavutluk ne demek, var mı şeriatte yeri
Küfr olur başka değil, kavmini sürmek ileri
Arab’ın Türk’e, Laz’ın Çerkez’e yahud Kürd’e
Acem’in Çinli’ye, rüçhanı mı varmış nerde?
İslamiyette anasır mı olur ne gezer
Fikr-i milliyeti tel’in ediyor Peygamber
En büyük düşmanıdır ruh-i Nebi tefrikanın
Adı batsın onu İslam’a sokan kaltabanın.”
Bu düşüncenin yaygınlaşmasından sonra hemen hemen her ulus kendi ırkının üstünlüğünden bahsetmiş dünya insanlarını kendisinin kurtaracağından söz etmeye başlamıştır. (Hitler’in Nazi Almanyası, Mussolini’nin faşist İtalya’sında olduğu gibi.)
Aynı iddialar birtakım Türkçü (panturanist) kimseler tarafından da (Ziya Gökalp, Moiz Cohen, Nihal Atsız vb.) ortaya atılmıştır. İslam dininin Türk ırkının dini olmadığını (Sanki İslam bir tek ırka aitmiş gibi) bunun içinde eski milli dine(!) şamanizme dönülmesi gerektiğini söylemişlerdir. Ve yine dünyada bütün dillerin aslını Türkçe’den türediğini(!) , bütün ırk/ulusların Türk olduğunu(!) iddia ettiler. Bu amaçla “Güneş-Dil Teorisi” ortaya attılar, binlerce kafatası ölçüldü. Bu rakam (Prof. Dr. Afet İnan’a göre 64 bin. Kendisi Mustafa Kemal’in manevi kızıdır.) Öyle ki cesetleri bile mezarlardan çıkarıp saf Türk ırkı bulmak için kafatası ölçümü (antrope-matrik) yaptılar, Mimar Sinan örneğinde olduğu gibi. Türk ırkından/ulusundan gelmeyen bütün ırk/uluslar hor görüldü, aşağılandı. Türkoloji araştırmalarına hız verildi. Bilindiği gibi ilk Türkoloji araştırmaları Fransa’da Avrupalılar tarafından başlatılmıştır. Batı’da Türkler’in soy olarak tarihlerinin araştırılması boşuna değildi. Emperyalist emellerle yıkılmasına karar verilen bir devletin üzerinde bu sözde ilmi araştırmalarla yıkılışına zemin hazırlanıyordu. Bir akım düşününüz ki fikir babası Yahudi (Moiz Cohen) daha sonra Tekinalp ismini alacaktır ki Ziya Gökalp’ın hocasıdır. Bu hoca-öğrenci ilişkisi daha sonra fikirdaşlığa dönüşecektir. Zaza Kürt’ü Ziya Gökalp “Türkçülüğün Esaslarını” kaleme alacaktır ki; içerdiği fikirler, aynı zamanda atadan beri hahamlık yapan, Hamburg’da yapılan 9. siyonist kongresine katılıp bir tebliğ sunacak olan Yahudi Moiz Cohen’e aittir. Daha sonra Tekinalp soyadını alacaktır.
Alnına konsun bu öpüş
Ve, şimdi senden ayrılırken,
İtiraf edeyim ki
Günlerimi bir düş
Sayarken yanılmıyorsun;
Ama, Umut gitmişse uzaklara
Bir gece ya da bir gün
Bir görüntüde ya da bir şeyde olmaksızın
Fark eder mi bu yüzden?
Bütün gördüğümüz ve göründüğümüz
Yalnızca bir düşün içinde bir düş.
Kırılan dalgaların dövdüğü bir kıyının
Haykırışları içinde duruyorum:
Ve altın kum taneleri tutuyorum avucumda
Ne kadar az! Ama nasıl da
Süzülüyorlar parmaklarımın arasından derinlere
Ben ağlarken- ben ağlarken!
Ah Tanrım! Daha sıkı
Tutamaz mıyım onları?
Ah Tanrım! Tekini bile kurtaramaz mıyım acımasız dalgadan?
Bir düşün içinde bir düş mü
Bütün gördüğümüz ve göründüğümüz?
A DREAM WITHIN A DREAM
Take this kiss upon the brow!
And, in parting from you now,
Thus much let me avow-
You are not wrong, who deem
That my days have been a dream;
Yet if hope has flown away
In a night, or in a day,
In a vision, or in none,
Is it therefore the less gone?
All that we see or seem
Is but a dream within a dream.
I stand amid the roar
Of a surf-tormented shore,
And I hold within my hand
Grains of the golden sand-
How few! yet how they creep
Through my fingers to the deep,
While I weep- while I weep!
O God! can I not grasp
Them with a tighter clasp?
O God! can I not save
One from the pitiless wave?
Is all that we see or seem
But a dream within a dream?
You with the sad eyes
don't be discouraged now i realise
it's hard to take courage
in a world full of people
you can loose sight of it all and the darkness inside you makes you feel so small
but i see your true colours shining through and i see your true colours
and thats why i love you so don't be afraid to let them show your true colours
your true colours, your true colours, are beautiful like a rainbow
Show me a smile then
don't be unhappy
can't remember when i last saw you laughing
if this world makes you crazy and you've taken all you can bare
you call me up
because you'll know i'll be there
And i see your true colours shining through
and i see your true colours and thats why i love you
so don't be afraid to let them show your true colours, your true colours,
are beautiful like a rainbow
If this world makes you crazy and you've taken all you can bare
you call me up because you'll know i'll be there
And i see your true colours shining through
and i see your true colours and thats why i love you
so don't be afraid to let them show your true colours, your true colours are shining through
And i see your true colours coloursand thats why i love you
so don't be afraid to let them show your true colours, your true colours
are beautiful like a rainbow
and i see your true colours and thats why i love you
so don't be afraid to let them show your true colours, your true colours,
are beautiful like a rainbow
sevgi, saygı gibi vasıflar istenilmez, kişi önce kendisinde bunu hak etmeli.... Hakaret ve aşağılamalarla ile sevgi ve saygıdan bahsetmekse tutarsızlıktır... Elbette kişi, sinirlerine hakim olamayıp, doğal olarak bu tuturarsızlıklara girebilir ama farkedip geri adım atmazsa hem suçlu hem güçlü olur...
İbnu İshak'ın bildirdiğine göre, Müslümanlara karşı şiddetli bir kin besleyen ve Müslümanları çok kıskanan, Şa's ibnu Kays adında yaşlı bir yahudi, Resulullah (s.a.s.) 'ın Evs ve Hazrec kabileleri mensuplarından oluşan sahabilerinden bir grubun bir araya gelerek birbirleriyle sohbet ettiklerini gördü. Bu iki kabilenin cahiliye devrinde aralarında düşmanlık olmasına rağmen aralarının böyle düzelmesi, birbirleriyle kaynaşmaları ve İslam inancı üzere tek bir cemaat haline gelerek bütünleşmeleri yahudiyi son derece kızdırdı. Bunun üzerine yahudi (kendi kendine) : 'Beni Kayle (Evs ve Hazrec kabilelerinin lakabı) halkı bir araya geldiği zaman onlarla birlikte istikrarlı bir şekilde yaşamamız mümkün değildir' dedi ve kendisiyle birlikte olan bir yahudi gence: 'Onların yanına git, onlarla otur ardından da Buas'ı (Evs ve Hazrec arasında daha önce vuku bulan bir savaş) ve ondan önceki savaşları dile getir. Birbirlerine sataştıkları şiirlerden bazılarını seslendir' diye emretti. O genç de, yaşlı yahudinin emrini yerine getirdi. Bu fitne üzerine oradaki topluluk birbirleriyle münakaşaya ve herkes kendi ecdadıyla iftihar etmeye başladı. Münakaşa kızışınca her bir kabileden bir adam ortaya fırlayarak birbirine karşı diz çökerek sataştılar. Sonra biri diğerine: 'İstiyorsanız o savaşları ihya etmeye şimdi yeniden başlayalım' deyince, her iki taraf da hiddetle: 'Kabul ettik, karşılaşma yeri Harre olsun' dediler. Bunun üzerine herkes kabilesine seslenerek: 'Haydi silaha sarılın, haydi silaha sarılın' dediler. Sonra herkes oraya (savaş alanı Harre'ye) koşmaya başladı. Bu haber Resulullah (s.a.s.) 'a ulaşınca, muhacir sahabilerden bir grupla onların yanına geldi ve onlara: 'Ey Müslüman topluluğu Allah'tan korkun, Allah'tan korkun. Allah sizi İslam'la hidayete erdirdi. Onunla size ikramda bulundu. Onunla cahiliye örf ve adetlerini sizden kesti. Onunla sizi küfürden kurtararak kalplerinizin arasına ülfet yerleştirdi. Bütün bunlardan sonra ve ben hala aranızdayken cahiliye davalarına mı döneceksiniz? ' diye buyurdu.
Bunun üzerine insanlar bu hale gelmelerinin şeytanın bir oyunu ve düşmanlarının hilesi olduğunu anladılar. Hep birlikte ağlayarak birbirlerine sarıldılar. Sonra hep birlikte Resulullah (s.a.s.) 'ı dinleyerek ve itaat
bir ses duyulsa...koşsam sesin geldiği yere...katılsam o seslere...o sesleri çıkarsam...duyulsa seslerimiz...katılsa bütün sesler...ah keşke bir olsa sesler sessizliğin içinde de...bir ses duyulsa...sessizliği bozsak
türk-kürt kardeştir
15.08.2004 - 05:32Tarih şuuru çok önemlidir. Dününü bilmeyen, bugününü iyi anlayamaz. Bugününü bilmeyen yarın için hazırlıklı olamaz. Onun için tarihimizi çok iyi tetkik edip, öğrenmemiz lazım. Atatürk beşer tarihini çok iyi biliyordu. İslam dini, milli heyecana karşı değildir, ırkçılığa karşıdır. Yine okuduğunuz zaman göreceksiniz, Atatürk ırkçılığa şiddetle karşı çıkmıştır. Irkçılık milletimizi parçalara ayırmak için düşmanlarımız tarafından ortaya atılmış bir fikirdir. Ancak milliyetçilik, yani her insanın milletini sevmesi,milli tarihiyle övünmesi, milli menfaatlerini düşünmesi, dinimizde yasaklanmamıştır. Nitekim Kur’an-ıKerim’de, birçok ırkların varlığından bahsedilir. Ancak bunu ideoloji haline getirmek yasaklanmıştır. Kavmiyetçilikle, ırkçılık arasında veya milliyetçilik ile ırkçılık arasında fark vardır. Birisi psikolojik hadisedir. Diğeri ise ideolojiktir. İdeolojik hale getirilirse o zaman zararlı olur. Şüphesiz tarihimiz övünülecek çok şeylerle doludur. Türk Tarihi sadece Cumhuriyetle veya Osmanlı Tarihi ile başlamıyor. Daha gerilere 8.bin yıla kadar giden bir tarihimiz vardır ve bu tarihimizde bize ışık tutan yönler, hikmetler ve ibretler vardır. Bir milleti ayakta tutan bu tarih şuurudur.
Mehmet Nuri YILMAZ
Diyanet İşleri Başkanı
türk-kürt kardeştir
15.08.2004 - 05:26Salt 'ırkçılık' üzerine kurulu milliyetçilik duygusu birçok toplumu felakete sürüklemiştir. Fakat bazı yabancı dillerden farklı olarak, Türkçemizde 'milliyetçilik' sözcüğü daima olumlu bir anlam taşımıştır. Milliyetçi olmak, millet gerçeğine ve milleti oluşturan unsurlara gereken yüksek değeri vermektir. Çağımızın en büyük gerçeklerinden biri olan 'millet' gerçeğini reddetmeye kalkışan, milli bilinci ve beraberliği yok edip onun yerine sadece sınıf bilincini ve sınıf kavgasını geçirmek isteyen, milliyetçiliğin asıl anlamını çarpıtıp, bu kelimeye aşırı ve ters anlamlar yüklemeye uğraşanlar vardır. Atatürk'ün milliyetçilik anlayışı, milliyetçilikle taban tabana zıt olan komünizmle yan yana gelemeyeceği gibi, ırkçılıkla, totaliter faşizmle, şovenizmle, teokratik düzen savunuculuğuyla da bağdaşmaz...
www.bilimarastirmavakfi.org
Vatanın dahili ve harici herhangi bir tehlikeden en az fedakarlıkla, en kısa zamanda kurtulması için yegane çare, herhangi bir seferberlik davetine her vatandaşın derhal, bir an kaybetmeksizin icabet etmesidir.
Mustafa Kemal Atatürk
güzel
14.08.2004 - 20:12GÜZEL
Güzel Allah’ım, senden ne gelecekse gelsin;
Sen ki, rahmetinle de, kahrınla da güzelsin...
NFK
müslüman bilginler
14.08.2004 - 04:23İslam Dini’ni ihya etmek amacı ile ilim yolunda çalışırken eceli erişen bir kişi ile Peygamberler arasında Cennet’te sadece bir derecelik fark vardır.
TANIM: Hadis-i Şerif
KAYNAK: Müttefakün Aleyh
AÇIKLAMA:
İslam bir güneştir, bir ışıktır, bir nurdur. Bu nurun bir katresini bile başkalarına eğiterek, öğreterek taşımak; bu dini ihya etmiş olunur. İslam’ın Nur’u Peygamberimiz’in Nur’una eşit olduğundan, başkalarına öğrettiğiniz her İslami bilgiye karşılık Cennet’te Peygamberimiz’e çok yakın olma imkanı kazanacaktır.
(Bu tabir ve açıklama Avam’a yapılacak olan bir açıklamadır. Hakikat İlmi alan kişiler için bu Hadis’in yorumu biraz daha farklıdır.)
biliyor muydunuz
13.08.2004 - 21:35bilmemek değil öğrenmemek ayıp...
fethullah gülen
13.08.2004 - 18:44Bin şeyi bilmektense, bir şeyi anlamak daha iyidir.
(Gülen)
Irkçılık
13.08.2004 - 18:41Kuran, putperestlik gibi, ırkçılık gibi aynı atanın Adem'in çocuklarını birbirine düşürmek için üretilmiş ilkellikleri yok etmek için gönderilmiştir.
BANET_SUAT (Konya, Bay, 31) 13.8.2004 11:45
allah (c.c)
13.08.2004 - 18:39Allahü Teala, yalan sözü ve onunla amel etmeyi ve bilmezliği terktemeyen kimsenin içmemesine ve yememesine muhtaç değildir.
TANIM: Hadis-i Şerif
KAYNAK: Buhari
AÇIKLAMA:
Allahü Teala bize farz kıldığı ibadetlerde kendisi için hiç bir şey dilemiyor. Bizim yapacağımız her ibadet bizin için geçerlidir, sevgi müstesna. Allah(c.c.) için severseniz aslında bunu bir tek Allah Rızası için yapmış oluyorsunuz.
Oysa üzerimize farz olan (namaz kılmak, zekat vermek v.s.) ibadetler Müslüman’ın kendisi içindir. Ancak bu ibadetlerin, Müslüman’a bir şey kazandırmak için yapılan bütün ibadetlerin, yalansız ve riyasız olması şarttır.
İnsanoğlu incelendiğinde; Allah’ın rızasını bırakmış, kulun rızası peşinde koşar görülüyoruz; Allah(c.c.) için namazı terketmiş, desinler diye namaz kılınıyor; Allah(c.c.) için orucu terketmiş, yalan ve riya üzerine oruç tutuluyor. Gönülde ise hiç bir şey yok.
Bilmezliği terketmemişten maksat; ana babasından ya da çevresinden öğrendiği ile amel eden (taklid-i iman) ve bunu terketmeyen demektir.
Oysa İslam Dini, araştırmayı, öğrenmeyi, ilim yapmayı Mü’min üzerine farz kılmıştır. Bakınız Müslüman taklid-i iman ile ibadetleri yerine getirebilir; ama Mü’min ilim yapmak zorundadır.
Bir kişi gönlüne indirerek bunu yapmak istiyor ise; araştırmayı, öğrenmeyi, sormayı, kısaca ilim yapmayı istemesi lazım. İstemezse “Bilmez” durumunda kalır. Bilmezlik; öğrenmemek, araştırmamaktır.
Kısaca taklid-i iman ile ibadet yapanın ibadetine Allah’ın ihtiyacı yoktur. Hakikat ilmine göre, Marifettulah’a göre bu böyledir. Biz burada şeriata göre konuşmuyoruz, Marifettulah’a göre konuşuyoruz.
Araştıracağız, öğreneceğiz ve öğrendiğimiz ile amel edeceğiz, gönüle indireceksiniz, bu size yarar sağlar. Onun dışındakilere Allah’ın ihtiyacı yok, bu açıdan ne yaparsak yapalım kendimiz için yapmış oluruz.
ilim
13.08.2004 - 18:39Allahü Teala, yalan sözü ve onunla amel etmeyi ve bilmezliği terktemeyen kimsenin içmemesine ve yememesine muhtaç değildir.
TANIM: Hadis-i Şerif
KAYNAK: Buhari
AÇIKLAMA:
Allahü Teala bize farz kıldığı ibadetlerde kendisi için hiç bir şey dilemiyor. Bizim yapacağımız her ibadet bizin için geçerlidir, sevgi müstesna. Allah(c.c.) için severseniz aslında bunu bir tek Allah Rızası için yapmış oluyorsunuz.
Oysa üzerimize farz olan (namaz kılmak, zekat vermek v.s.) ibadetler Müslüman’ın kendisi içindir. Ancak bu ibadetlerin, Müslüman’a bir şey kazandırmak için yapılan bütün ibadetlerin, yalansız ve riyasız olması şarttır.
İnsanoğlu incelendiğinde; Allah’ın rızasını bırakmış, kulun rızası peşinde koşar görülüyoruz; Allah(c.c.) için namazı terketmiş, desinler diye namaz kılınıyor; Allah(c.c.) için orucu terketmiş, yalan ve riya üzerine oruç tutuluyor. Gönülde ise hiç bir şey yok.
Bilmezliği terketmemişten maksat; ana babasından ya da çevresinden öğrendiği ile amel eden (taklid-i iman) ve bunu terketmeyen demektir.
Oysa İslam Dini, araştırmayı, öğrenmeyi, ilim yapmayı Mü’min üzerine farz kılmıştır. Bakınız Müslüman taklid-i iman ile ibadetleri yerine getirebilir; ama Mü’min ilim yapmak zorundadır.
Bir kişi gönlüne indirerek bunu yapmak istiyor ise; araştırmayı, öğrenmeyi, sormayı, kısaca ilim yapmayı istemesi lazım. İstemezse “Bilmez” durumunda kalır. Bilmezlik; öğrenmemek, araştırmamaktır.
Kısaca taklid-i iman ile ibadet yapanın ibadetine Allah’ın ihtiyacı yoktur. Hakikat ilmine göre, Marifettulah’a göre bu böyledir. Biz burada şeriata göre konuşmuyoruz, Marifettulah’a göre konuşuyoruz.
Araştıracağız, öğreneceğiz ve öğrendiğimiz ile amel edeceğiz, gönüle indireceksiniz, bu size yarar sağlar. Onun dışındakilere Allah’ın ihtiyacı yok, bu açıdan ne yaparsak yapalım kendimiz için yapmış oluruz.
kuran-ı kerim
13.08.2004 - 18:29Biliniz, cesedin içinde öyle bir et parçası vardır ki o iyi olursa ceset iyi olur. O bozuk olursa bütün ceset bozuk olur. İşte o kalptir.
TANIM: Hadis-i Şerif
KAYNAK: Buhari ve Müslim
AÇIKLAMA:
Bu Hadis-i Şerif de, insanlara dünyasal, maddesel olarak bildirilmiş bir takım izahatlar veren bir Hadis’tir.
Nasıl maddesel olarak Cennet’i düşünenler manevi olarak Cennet’in hazzını düşünemez ise, gönlü düşünebilmek de zordur. Bu sebeple, gönlü kişiye anlatabilmek için, bu Hadis’te insan cesedinin içinde bir et parçası olarak tasviri yapılmıştır. Ancak bizler, gönül olarak düşündüğümüzde Hadis bütün açıklığı ile ortaya çıkıyor.
Manevi olarak kalbin iyi ya da kötü olması söz konusu olamaz. O et parçasının iyi ya da kötü olması; ancak zahiri hastalıkları anlatır. Oysa gönül, ruhun etkilendiği alanlardan birisidir. Nasıl ki ruhunuzu maddesel olarak gösteremiyor iseniz, nasıl ki düşüncelerinizi maddesel olarak gösteremiyor iseniz, gönlünüzü de vücudunuzun herhangi bir yerinde maddesel olarak göstermeniz mümkün değildir.
Onun için diyoruz ki mutlaka hayr olanları, mutlaka sevip tasvip ettiklerinizi, mutlaka alıp benimsediklerinizi gönle indirin. Bunu, o hareketi kendi içinizde özümleyerek, o hareketi aklınızda özümleyerek yapabilirsiniz. Benimserseniz, benimsediğiniz an o gönle gönderilmiş demektir. Benimsediğiniz; ama kabul etmenize rağmen uygulamadığınız bir hareket, asla gönle inmez.
Onun için denilir ki yaptığınız bütün hareketleri benimseyerek idrakli bir şekilde yapın. Örneğin: Namaz kılıyorsanız, o namazı size Allah(c.c.) mecbur ettiği için değil (farz kıldığı için değil) , dinin gereği olduğu için değil, Allah’ın gazabından korktuğunuz için değil; kendiniz için, Allah’a ulaşmakta tek yol gördüğünüz için, kısaca benimsediğiniz için yapın ki o namaz gönle insin.
dindar bilim adamları
13.08.2004 - 18:19İslam Dini’ni ihya etmek amacı ile ilim yolunda çalışırken eceli erişen bir kişi ile Peygamberler arasında Cennet’te sadece bir derecelik fark vardır.
TANIM: Hadis-i Şerif
KAYNAK: Müttefakün Aleyh
AÇIKLAMA:
İslam bir güneştir, bir ışıktır, bir nurdur. Bu nurun bir katresini bile başkalarına eğiterek, öğreterek taşımak; bu dini ihya etmiş olunur. İslam’ın Nur’u Peygamberimiz’in Nur’una eşit olduğundan, başkalarına öğrettiğiniz her İslami bilgiye karşılık Cennet’te Peygamberimiz’e çok yakın olma imkanı kazanacaktır.
(Bu tabir ve açıklama Avam’a yapılacak olan bir açıklamadır. Hakikat İlmi alan kişiler için bu Hadis’in yorumu biraz daha farklıdır.)
türban
13.08.2004 - 18:08seçimdir, zorlama ile giyilir ya da çıkartılırsa hür iradeye saldırılmış olunur ama, ne kadar çalışkili gözükse de, toplumsal boyutta alınması gereken ölçülerin ve önlemlerin olduğuna inanıyorum, kişisel olarak da, her açıdan, giyimde-kuşamda aşırıya gidilmemesi gerektiğine inanıyorum...
hz.muhammed
13.08.2004 - 18:03Peygamberim seni haketmedik ama gönderilmen bile Allah'ın şefkatinin ne kadar geniş olduğunun delili...
favori şiirlerim
13.08.2004 - 17:52Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.
Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilal!
Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet, bu celal?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal...
Hakkıdır, hakk'a tapan, milletimin istiklal!
Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.
Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar,
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,
'Medeniyet! ' dediğin tek dişi kalmış canavar?
Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma, sakın.
Siper et gövdeni, dursun bu hayasızca akın.
Doğacaktır sana va'dettiği günler hakk'ın...
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.
Bastığın yerleri 'toprak! ' diyerek geçme, tanı:
Düşün altında binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır, atanı:
Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şuheda fışkıracak toprağı sıksan, şuheda!
Canı, cananı, bütün varımı alsın da hüda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.
Ruhumun senden, ilahi, şudur ancak emeli:
Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli.
Bu ezanlar-ki şahadetleri dinin temeli,
Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli.
O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım,
Her cerihamdan, ilahi, boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır ruh-i mücerred gibi yerden na'şım;
O zaman yükselerek arşa değer belki başım.
Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilal!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helal.
Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlal:
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, hakk'a tapan, milletimin istiklal!
Mehmet Akif Ersoy
Irkçılık
13.08.2004 - 09:07“Ey iman edenler! Bir topluluk diğer toplulukla alay etmesin, küçümsemesin. Belki alay ettikleri, küçümsedikleri kendilerinden daha hayırlıdırlar.”
(Hucurat, 49/11)
“Bir kavme/topluluğa olan kininiz sizi onlara karşı adaletsizliğe sürüklemesin, adil olun; bu takvaya daha yakındır.”
(Maide/6/8)
“Irkçılığa çağıran bizden değildir; ırkçılık yapan bizden değildir. Irkçılık üzere ölen bizden değildir, bu hâl üzere ölen cahiliye ölümü üzerine ölmüş gibidir.”
(Hadis-i Şerif olduğu rivayet edilir)
Ümmetimin içinde cahiliye döneminden kalma tamamen terkedemeyecekleri dört adet vardır:
Asaletleriyle (soy-sop) övünmek.
Başkalarının ırk/ulusuna dil uzatmak.
Yıldızlar vesilesiyle yağmur istemek
Ölülerin arkasından yüksek sesle ağlamak.”
(Hadis-i Şerif olduğu rivayet edilir)
“Bu ülkenin/coğrafyanın bütün ırklarını, tek ırk, tek kalp, tek insan haline getiren İslamiyet olmuş. Biyolojik bir vahdet değil bu. Ne kanla ilgisi var, ne kafatasıyla. Vahdetlerin en büyüğü, en mukaddesi. İster siyah derili, ister sarı... İnananlar kardeştir. Aynı şeyleri sevmek, aynı şeyler için yaşamak, ölmek, Türk’ü, Arap’ı, Laz’ı, Çerkez’i, Arnavut’u düğüne koşar gibi gazaya koşturan bir inanç; gazaya yani iradeye. Altı yüz yıl beraber ağlayıp, beraber gülmek. Sonra bu muhteşem rüyayı korkunç bir kabusa kalbeden meşûm bir salgın, maddecilik. Tarihin dışına çıkan Anadolu, tarihine hayatın. Heyhat, bu çöküşte kıyametin ihtişamı da yok, şiirsiz ve şikayetsiz.
(Cemil Meriç/Bu Ülke)
“Hani milliyetin İslam idi, kavmiyet ne
Sarılıp sımsıkı dursaydın o milliyetine
Arnavutluk ne demek, var mı şeriatte yeri
Küfr olur başka değil, kavmini sürmek ileri
Arab’ın Türk’e, Laz’ın Çerkez’e yahud Kürd’e
Acem’in Çinli’ye, rüçhanı mı varmış nerde?
İslamiyette anasır mı olur ne gezer
Fikr-i milliyeti tel’in ediyor Peygamber
En büyük düşmanıdır ruh-i Nebi tefrikanın
Adı batsın onu İslam’a sokan kaltabanın.”
Mehmet Akif Ersoy
Senlik Benlik Nedir Bırak
Allah birdir Peygamber Hak
Rabbül alemindir mutlak
Senlik benlik nedir bırak
Söyleyim geldi sırası
Kürtü Türkü ne Çerkezi
Hep Ademin oğlu kızı
Beraberce şehit gazi
Yanlış var mı ve neresi
Kurana bak İncile bak
Dört kitabın dördü de hak
Hakir görüp ırk ayırmak
Hakikatte yüz karası
Binbir ismin birinden tut
Senlik benlik nedir sil at
Tuttuğun yola doğru git
Yoldan çıkıp olma asi
Yezit nedir, ne kızılbaş
Değil miyiz hep bir kardaş
Bizi yakar bizim ataş
Söndürmektir tek çaresi
Kişi ne çeker dilinden
Hem belinden, hem elinden
Hayır ve şer emelinden
Hakikat bunun burası
Şu alemi yaratan bir
Odur külli şeye Kadir
Alevi Sünnilik nedir
Menfaattir var varası
Cümle canlı hep topraktan
Var olmuştur emir Haktan
Rahmet dile sen Allah'tan
Tükenmez rahmet deryası
Veysel sapma sağa sola
Sen Allah'tan birlik dile
İkilikten gelir bela
Dava insanlık davası…
Aşık Veysel Şatıroğlu
“Hepiniz birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın. Parçalanıp ayrılmayın. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani siz birbirinize düşmandınız, O sizin kalblerinizi birleştirdi ve O’nun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Bir ateş çukurunun kenarında idiniz, sizi oradan kurtardı. Allah, doğru yola erişesiniz diye size ayetlerini böyle apaçık bildiriyor.” (Al-i İmran, 3/103)
favori şiirlerim
13.08.2004 - 09:05Senlik Benlik Nedir Bırak
Allah birdir Peygamber Hak
Rabbül alemindir mutlak
Senlik benlik nedir bırak
Söyleyim geldi sırası
Kürtü Türkü ne Çerkezi
Hep Ademin oğlu kızı
Beraberce şehit gazi
Yanlış var mı ve neresi
Kurana bak İncile bak
Dört kitabın dördü de hak
Hakir görüp ırk ayırmak
Hakikatte yüz karası
Binbir ismin birinden tut
Senlik benlik nedir sil at
Tuttuğun yola doğru git
Yoldan çıkıp olma asi
Yezit nedir, ne kızılbaş
Değil miyiz hep bir kardaş
Bizi yakar bizim ataş
Söndürmektir tek çaresi
Kişi ne çeker dilinden
Hem belinden, hem elinden
Hayır ve şer emelinden
Hakikat bunun burası
Şu alemi yaratan bir
Odur külli şeye Kadir
Alevi Sünnilik nedir
Menfaattir var varası
Cümle canlı hep topraktan
Var olmuştur emir Haktan
Rahmet dile sen Allah'tan
Tükenmez rahmet deryası
Veysel sapma sağa sola
Sen Allah'tan birlik dile
İkilikten gelir bela
Dava insanlık davası…
Aşık Veysel Şatıroğlu
türk-kürt kardeştir
13.08.2004 - 09:02Asabiye (şovenizm/faşizm) kendi soyunu, ulusunu, ırkını başkalarından üstün görme, sadece kendi soy/ulus, ırkının çıkarlarını düşünme ve istilacılık, sömürge edinmektir ki şiddetli taassuba her zaman müsaittir. Bu da faşizme, emperyalizme zemin hazırlar. Dünya kaynakları bir avuç istilacı, emperyalist ulusun/topluluğun eline geçer; adalet, huzur ve barış yok olur. Yeryüzü fitne ve fesada boğulur. Bu duygular uluslar arasındaki tecavüzlerin, işgallerin, savaş ve katliamın teorik zeminidir. Bazı ülkelerde görülen yabancı düşmanlığının sebebi de budur. Irk/ulus teorisi tarihte çoğu zaman toplumların politikasına, günlük hayatlarına etki etmiştir. Ancak bir doktrin olarak Avrupa’nın yayılma politikasından sonra ortaya çıkmıştır. Kendi sınırlarını zorlamak mecburiyetinde kalan burjuvazi, hakim olduğu piyasayı başkalarına kaptırmamak için feodal yapay merkeziyetçiliğin yerine milli sınırları koymuştur. Milli sınırlar içinde kurulan liberal devletlerde milletin adına içerdeki hakim sınıfı ve onun çıkarlarını diğer milletlere karşı korumuşlardır. Daha sonraları bütün dünyaya burjuvazinin tutarsız ve anlamsız bir düşüncesi olarak ihraç edilmiş, milliyetçilik akımlarının kökleşmesi sonucu birçok devletler, imparatorluklar yıkılmış, Batı emperyalizminin yayılma çabalarını kolaylaştırmıştır. Osmanlı devletini yıkan ve İslam ümmetini uluslara/kavimlere (nasyonel anlayış) bölüp dağıtan en önemli sebeplerin başında Batılı emperyalistlerin içeride başlattıkları tahrik, destekledikleri ayrılıkçı/bölücü ve yıkıcı akımlar (ulusculuk/ırkçılık) ideolojiler gelmektedir ki Osmanlı Devleti de bundan nasibini almıştır. Daha önceleri 600 sene boyunca böyle bir tartışma ve çekişme yok iken Batı emperyalizmi gözünü Osmanlı’nın dört (4) milyon km2’lik zengin topraklarına dikince birden bire sunî olarak Araplar, Türkler, Kürtler, Arnavutlar ve diğer müslüman uluslar birbirlerine düşman kesilmişlerdir. Bu hususta milli şairimiz Mehmet Akif’in şu mısraları gerçeği ne güzel ifade ediyor:
“Hani milliyetin İslam idi, kavmiyet ne
Sarılıp sımsıkı dursaydın o milliyetine
Arnavutluk ne demek, var mı şeriatte yeri
Küfr olur başka değil, kavmini sürmek ileri
Arab’ın Türk’e, Laz’ın Çerkez’e yahud Kürd’e
Acem’in Çinli’ye, rüçhanı mı varmış nerde?
İslamiyette anasır mı olur ne gezer
Fikr-i milliyeti tel’in ediyor Peygamber
En büyük düşmanıdır ruh-i Nebi tefrikanın
Adı batsın onu İslam’a sokan kaltabanın.”
Bu düşüncenin yaygınlaşmasından sonra hemen hemen her ulus kendi ırkının üstünlüğünden bahsetmiş dünya insanlarını kendisinin kurtaracağından söz etmeye başlamıştır. (Hitler’in Nazi Almanyası, Mussolini’nin faşist İtalya’sında olduğu gibi.)
Aynı iddialar birtakım Türkçü (panturanist) kimseler tarafından da (Ziya Gökalp, Moiz Cohen, Nihal Atsız vb.) ortaya atılmıştır. İslam dininin Türk ırkının dini olmadığını (Sanki İslam bir tek ırka aitmiş gibi) bunun içinde eski milli dine(!) şamanizme dönülmesi gerektiğini söylemişlerdir. Ve yine dünyada bütün dillerin aslını Türkçe’den türediğini(!) , bütün ırk/ulusların Türk olduğunu(!) iddia ettiler. Bu amaçla “Güneş-Dil Teorisi” ortaya attılar, binlerce kafatası ölçüldü. Bu rakam (Prof. Dr. Afet İnan’a göre 64 bin. Kendisi Mustafa Kemal’in manevi kızıdır.) Öyle ki cesetleri bile mezarlardan çıkarıp saf Türk ırkı bulmak için kafatası ölçümü (antrope-matrik) yaptılar, Mimar Sinan örneğinde olduğu gibi. Türk ırkından/ulusundan gelmeyen bütün ırk/uluslar hor görüldü, aşağılandı. Türkoloji araştırmalarına hız verildi. Bilindiği gibi ilk Türkoloji araştırmaları Fransa’da Avrupalılar tarafından başlatılmıştır. Batı’da Türkler’in soy olarak tarihlerinin araştırılması boşuna değildi. Emperyalist emellerle yıkılmasına karar verilen bir devletin üzerinde bu sözde ilmi araştırmalarla yıkılışına zemin hazırlanıyordu. Bir akım düşününüz ki fikir babası Yahudi (Moiz Cohen) daha sonra Tekinalp ismini alacaktır ki Ziya Gökalp’ın hocasıdır. Bu hoca-öğrenci ilişkisi daha sonra fikirdaşlığa dönüşecektir. Zaza Kürt’ü Ziya Gökalp “Türkçülüğün Esaslarını” kaleme alacaktır ki; içerdiği fikirler, aynı zamanda atadan beri hahamlık yapan, Hamburg’da yapılan 9. siyonist kongresine katılıp bir tebliğ sunacak olan Yahudi Moiz Cohen’e aittir. Daha sonra Tekinalp soyadını alacaktır.
...
MEHMET DERİ
favori şiirlerim
12.08.2004 - 17:33Bir Düşün İçinde Düş -
Alnına konsun bu öpüş
Ve, şimdi senden ayrılırken,
İtiraf edeyim ki
Günlerimi bir düş
Sayarken yanılmıyorsun;
Ama, Umut gitmişse uzaklara
Bir gece ya da bir gün
Bir görüntüde ya da bir şeyde olmaksızın
Fark eder mi bu yüzden?
Bütün gördüğümüz ve göründüğümüz
Yalnızca bir düşün içinde bir düş.
Kırılan dalgaların dövdüğü bir kıyının
Haykırışları içinde duruyorum:
Ve altın kum taneleri tutuyorum avucumda
Ne kadar az! Ama nasıl da
Süzülüyorlar parmaklarımın arasından derinlere
Ben ağlarken- ben ağlarken!
Ah Tanrım! Daha sıkı
Tutamaz mıyım onları?
Ah Tanrım! Tekini bile kurtaramaz mıyım acımasız dalgadan?
Bir düşün içinde bir düş mü
Bütün gördüğümüz ve göründüğümüz?
A DREAM WITHIN A DREAM
Take this kiss upon the brow!
And, in parting from you now,
Thus much let me avow-
You are not wrong, who deem
That my days have been a dream;
Yet if hope has flown away
In a night, or in a day,
In a vision, or in none,
Is it therefore the less gone?
All that we see or seem
Is but a dream within a dream.
I stand amid the roar
Of a surf-tormented shore,
And I hold within my hand
Grains of the golden sand-
How few! yet how they creep
Through my fingers to the deep,
While I weep- while I weep!
O God! can I not grasp
Them with a tighter clasp?
O God! can I not save
One from the pitiless wave?
Is all that we see or seem
But a dream within a dream?
by Edgar Allan Poe (1827)
renkler
11.08.2004 - 15:34True Colours
You with the sad eyes
don't be discouraged now i realise
it's hard to take courage
in a world full of people
you can loose sight of it all and the darkness inside you makes you feel so small
but i see your true colours shining through and i see your true colours
and thats why i love you so don't be afraid to let them show your true colours
your true colours, your true colours, are beautiful like a rainbow
Show me a smile then
don't be unhappy
can't remember when i last saw you laughing
if this world makes you crazy and you've taken all you can bare
you call me up
because you'll know i'll be there
And i see your true colours shining through
and i see your true colours and thats why i love you
so don't be afraid to let them show your true colours, your true colours,
are beautiful like a rainbow
If this world makes you crazy and you've taken all you can bare
you call me up because you'll know i'll be there
And i see your true colours shining through
and i see your true colours and thats why i love you
so don't be afraid to let them show your true colours, your true colours are shining through
And i see your true colours coloursand thats why i love you
so don't be afraid to let them show your true colours, your true colours
are beautiful like a rainbow
and i see your true colours and thats why i love you
so don't be afraid to let them show your true colours, your true colours,
are beautiful like a rainbow
hiroşima ve nagazaki
09.08.2004 - 12:04http://www.pcf.city.hiroshima.jp/top_e.html
türk-kürt kardeştir
08.08.2004 - 00:27sevgi, saygı gibi vasıflar istenilmez, kişi önce kendisinde bunu hak etmeli.... Hakaret ve aşağılamalarla ile sevgi ve saygıdan bahsetmekse tutarsızlıktır... Elbette kişi, sinirlerine hakim olamayıp, doğal olarak bu tuturarsızlıklara girebilir ama farkedip geri adım atmazsa hem suçlu hem güçlü olur...
türk-kürt kardeştir
07.08.2004 - 19:48İbnu İshak'ın bildirdiğine göre, Müslümanlara karşı şiddetli bir kin besleyen ve Müslümanları çok kıskanan, Şa's ibnu Kays adında yaşlı bir yahudi, Resulullah (s.a.s.) 'ın Evs ve Hazrec kabileleri mensuplarından oluşan sahabilerinden bir grubun bir araya gelerek birbirleriyle sohbet ettiklerini gördü. Bu iki kabilenin cahiliye devrinde aralarında düşmanlık olmasına rağmen aralarının böyle düzelmesi, birbirleriyle kaynaşmaları ve İslam inancı üzere tek bir cemaat haline gelerek bütünleşmeleri yahudiyi son derece kızdırdı. Bunun üzerine yahudi (kendi kendine) : 'Beni Kayle (Evs ve Hazrec kabilelerinin lakabı) halkı bir araya geldiği zaman onlarla birlikte istikrarlı bir şekilde yaşamamız mümkün değildir' dedi ve kendisiyle birlikte olan bir yahudi gence: 'Onların yanına git, onlarla otur ardından da Buas'ı (Evs ve Hazrec arasında daha önce vuku bulan bir savaş) ve ondan önceki savaşları dile getir. Birbirlerine sataştıkları şiirlerden bazılarını seslendir' diye emretti. O genç de, yaşlı yahudinin emrini yerine getirdi. Bu fitne üzerine oradaki topluluk birbirleriyle münakaşaya ve herkes kendi ecdadıyla iftihar etmeye başladı. Münakaşa kızışınca her bir kabileden bir adam ortaya fırlayarak birbirine karşı diz çökerek sataştılar. Sonra biri diğerine: 'İstiyorsanız o savaşları ihya etmeye şimdi yeniden başlayalım' deyince, her iki taraf da hiddetle: 'Kabul ettik, karşılaşma yeri Harre olsun' dediler. Bunun üzerine herkes kabilesine seslenerek: 'Haydi silaha sarılın, haydi silaha sarılın' dediler. Sonra herkes oraya (savaş alanı Harre'ye) koşmaya başladı. Bu haber Resulullah (s.a.s.) 'a ulaşınca, muhacir sahabilerden bir grupla onların yanına geldi ve onlara: 'Ey Müslüman topluluğu Allah'tan korkun, Allah'tan korkun. Allah sizi İslam'la hidayete erdirdi. Onunla size ikramda bulundu. Onunla cahiliye örf ve adetlerini sizden kesti. Onunla sizi küfürden kurtararak kalplerinizin arasına ülfet yerleştirdi. Bütün bunlardan sonra ve ben hala aranızdayken cahiliye davalarına mı döneceksiniz? ' diye buyurdu.
Bunun üzerine insanlar bu hale gelmelerinin şeytanın bir oyunu ve düşmanlarının hilesi olduğunu anladılar. Hep birlikte ağlayarak birbirlerine sarıldılar. Sonra hep birlikte Resulullah (s.a.s.) 'ı dinleyerek ve itaat
www.vahdet.com.tr
sting
07.08.2004 - 05:02düzeltme:
Sting ‘‘Hobbit’’te Bilbo tarafından bulunan, ‘‘Yüzüklerin Efendisi’’nde Frodo tarafından da kullanılan bir elf kılıcının adı.
deplasman
07.08.2004 - 04:58Dünya
Toplam 2591 mesaj bulundu