Sadelik fikri ile ilgili küçük çaplı bir inceleme yapalım:
Sadelik sözlükte isim olarak yalın olma durumu; edebiyatta ise yalınlık demektir.
Dinimizde hem Kuran anlayışında hem de süneti uygulama bakımından sadelik çok önemlidir, bu konu da Atatürk'ün söylediklerini kayda değer buluyorum: 'Milletimiz daha da dindar olmalıdır diyorum. Ama bütün sadelik ve güzelliği ile. Dinime, bizzat gerçege nasıl inanıyorsam buna da öyle inanıyorum. Şuura aykırı ilerlemeye engel hiçbir sey ihtiva etmiyor. Şu anda batıl itikatlardan oluşan ikinci bir din mevcuttur. Fakat bu cahiller sırası gelince aydınlatılacaktır.'
İslâmda, muaşeret (güzel geçinme) âdâbında müslümanların birbirleriyle geçinmelerinde ise samimiyet, tevazu, zorlanmama, karşılıklı yardım, nezaket, saygı, sevgi, hayırseverliğin yanında sadelik bir esastır.
Tevcid sözlükte bir şeyi süslemek, güzel ve hoşça yapmak anlamlarına gelir. Istılahta ise; kuvvet, zayıflık, şiddet, yumuşaklık vb. anlamlar yanında sadelik anlamına da gelir.
Budizm, Hindu dini gibi diğer dinlerde de sadelik çok önemlidir. Tabi her inanışta olduğu gibi madde daha baskın çıkarak mesala Hristiyanlık'da, ilk başta dinin kutsallığı ile keşişlerin sadelik fikri hüküm görmesine rağmen sonradan bölünmelerle, kilisenin kutsallığıyla bu ruhani ihtişamı örterek, her kuramda olduğu gibi insanları maddenin ihtişamı ile etkileme anlayışına gidilmiştir.
İngilizce'de simplicity yani basitlikle anlamına gelir ayrıca ilginç olan ignorance olarak sadelik anlamına da gelir ki esasen saflık, cahillik demektir. Tabi bu nokta çoğu modern sözlükte bahsedilmez. Fakat tahminimce eski sözlüklerde kilisenin etkisi olmuştur.
Menekşe sadeliği ve alçak gönüllülüğü temsil edermiş.
Kültürde sadelikle ilgili Nilgün Gedik bir yazısındaki paragraf dikkatımi cekti: ''Bizim kültürümüz minimalisttir, Anadolu, yaşam, geliştirilmiş araç gereç, mimaride minimaldir. Ne Türk kültüründe, ne Müslüman Türk, Anadolu Hırıstiyanlık veya Hırıstiyanlık öncesi kültürde teferruat yoktur. Güç ve gösteriş olabilir ama, sadedir. Oysa Avrupa'da bu sadelik yok, Gotik olsun Barok olsun abartılı teferruat görülür...'' Bu konuda 1850-1923 yılları arasında yaşamış ince ruhlu Fransız yazar Pierre Loti (Julien Vioud Pierre) sadelik konusunda Türkleri örnek göstermiştir: '...Sadelik içinde ihtişamı, sükûnet içinde hitabeti, zarif bir durgunluk içinde duygulu bir hayatiyeti ve pırıltılı bir hayat içinde kibar bir hakikati hissettiren yegane mevcut Türklerdir... ' Aynı şekilde Granville Murray de: '...Türkler'de sonsuz bir iyilik, şefkat ve sadelik hazinesi, güzel olan her şeye karşı derin bir merhamet mevcuttur...' ve TH. Gatuer da '...Türkler saffet ve sadelikle doludur...'
Modayla ilgili: 'Bir türlü bu işten kurtulamıyoruz. Ne kadar minimalizm, sadelik, natürellik bilmem ne de desek moda dünyasında karşımıza çıkan insanların çirkinliğinden kurtulamıyoruz' Nora Romi bu sözunden sonra kemikleri ortaya çıkmış kürdan olmuş mankenlerin resmini koymuş yazısına.
Bunun yanında tasarımlarda Dieter Rams, sadelik, anlaşılabilirlik, mütevazılık ve basitlik ve öte yandan ürünü kullanışlı hale getirme hedefindeki tasarımı savunur.
İnternet ortamında ise önce ideal olan sadelik, fonksiyonellik, kullanışlılık gibi kavramlar yerine daha farklı oluşumlara geçildi. 'Fanatik'ler, tartışmaların alevlenmesinde etkili oldu. Bu konulara olan ilgiyi daha da fazla noktalara çekti yani bir bakıma faydalı da oldu. Fakat bunun yanında, tartışmaların körüklemesiyle fikirlerin çok katı şekilde birbirinden farklıymış gibi ayrışmasına sebep oldu.
''Kompozisyonda sadelik, uyarlanan resmin anlam ve amacının ne olduğunu ilk bakışta anlamamıza denilmektedir...'' Gökhan Sert
Görülüyor ki yaşantımızda, sanatta, siyasette, dinlerde vb baska kuramlarda sadelik fikri her zaman önemli esaslardan birisi olmuş. Fakat ihtişam ve sadelik ruh dünyasının güzel bir armonisi olmasına rağmen günümüzde ya da tarihimizde görüldüğü gibi olayların gelişimine değil sonucuna bakılarak sondan başa gidilmeye çalışılmıştır. Yani sadelikteki ihtişam kaybedilip, altın, boyama, yalan, abartma gibi süslemelerle ihtişama ulaşılmaya çalışılmış, çalışılıyor...
Ayrıca sadelikle ilgili sözler:
'Hiç bir şey büyüklük kadar sade değildir. Sade olmak, büyük olmaktır.' Emerson
'Sadelik, iyilik ve doğruluk olmayan yerde büyüklük (özgürlük) yoktur.' Lev Nikolayeviç Tolstoy
'Tevakkî (çekinme) deyiminde yorgunluğa katlanma, ittikâda sadelik vardır. ' Elmalılı M. H. Yazır
“Allah-u Teâlâ’nın bize ihsan ettiği nam ve şöhret, müslümanlığa âittir. Kendi şahsım için sadelik kâfidir.” Hz. Ebu Bekir
'Birinde sadelik esas iken diğerinde renk ve süs esastır.'...
eğer güneş parlaklığını kaybederse ve etrafındaki ağaçlar
ölmeye başlarsa, yine de ümitle dolu olacaksın.
Eğer rüzgarlar artık yaşlanmışsa ve denizler kurumaya yüz
tutmuşsa, yine de sevgiyle dolu olacaksın. Sorma bana
Neden? ÇÜNKÜ; ALLAHA İNANIYORUM.
Yusuf islam (Cat Stevens)
Aşağıdaki yazı Gaffar Okan adına yazılmıştır ama konun genelliği için sadece belli bir kısmını aktarıyorum:
Türkiye’de adettir “Kör ölür, badem gözlü; kel ölür sırma saçlı olur.”...
...Keşke biz, insanların kıymetini öldükten sonra değil, hayatta oldukları zaman bilebilsek. Ne yazık ki bunu beceremiyoruz...
... Tarih boyunca “önemli” ve “değerli” insanlar gelip geçmişlerdir. Önemli insanlar, mevkilerini, makamlarını, rütbelerini muhafaza ettikleri sürece önemlerini de muhafaza ederler. Ancak değerli insanlar, makam ve mevkilerinden, mal ve mülklerinden dolayı değil, bizzat övgüye layık insanî vasıflarından dolayı takdir edildikleri için ölüm onlar için son değildir. Onlar, öldükten sonra da yaşarlar. Sokrat, değerli bir insandı. Onu ölüme mahkum eden 501 kişilik mahkeme heyeti ise önemli kişilerden oluşuyordu. Sokrat aradan geçen binlerce yıla rağmen bütün görkemi ile yaşıyor. Malum mahkeme heyetinden hiçbirinin adı ve sanı bile bilinmiyor. Tarihe olumsuz vasıfları ile mal olmuş önemli insanların da adı yaşar, ancak onlar, milyonlarca insanın katili Stalin ve Hitler gibi hep lanetle yad edilirler.
Orhan Veli 13 Nisan 1914'te İstanbul'da doğdu,14 Kasım 1950' de aynı kentte öldü. babası Veli Kanık, Cumhurbaşkanlığı Armoni Orkestrası şefiydi. Orhan Veli'nin çocukluğu köklü bir sanat kültürü alabileceği bir ortamda, İstanbul'da geçti. İlköğrenimine Galatasaray'da başladı. Daha sonra babasının görevi nedeniyle gittikleri Ankara'da okudu. Şiir serüvenine birlikte atılacağı arkadaşları Oktay Rıfat ve Melih Cevdet ile lise sıralarında tanıştı. Liseden sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'ne girdiysede,1935'de bitirmeden ayrıldı.1936-1942 yılları arasında PTT Genel Müdürlüğü'nde memurluk yaptı. Askerlik görevini 1942-1945 arasında Gelibolu'da yedek subay olarak tamamladıktan sonra Ankara'da Milli Eğitim Bakanlığı Tercüme Bürosu'nda çalışmaya başladı.1947' de bu kurumda kendi değimi ile 'antidemokratik bir hava' esmeye başlayınca istifa etti.1 Ocak 1949'da yayımlamaya başladığı iki sayfalık 'Yaprak' dergisini 15 Haziran 1950' ye değin yirmi sekiz sayı çıkardı. Bir gece Ankara'da belediyenin yola kablo döşemek için kazdırdığı bir çukura düşerek başından yaralandı. Ertesi gün İstanbul'a geldi, bir arkadşının evinde otururken fenalaşması üzerine kaldırıldığı Cerrahpaşa Hastanesi'nde vefat etti. Mezarı Rumeli Hisarı'ndadır.
Orhan Veli küçük yaşlarda başlayan edebiyat tutkusunu, lise yıllarından arkadşı Oktay Rıfat ve Melih Cevdet ile birlikte, çeşitli şiir sorunları üzerine düşünerek geliştirdi. Üç arkadaş ilk şiirlerini Ocak 1936 da 'Varlık' dergisinde yayınladılar.Orhan Velinin 1936' dan 1940'a kadar yayınladığı otuz sekiz şiir, genellikle gençlik döneminin ürünleri kabul edilir. Bunlar, genel havasıyla, Ahmet Hamdi Tanpınar, Ahmet Muhip Dıranas şiirini çağrıştıran, Fransız sembolistlerinden etkiler taşıyan şiirlerdir. Orhan Veli bu dönemde ağırlıklı olarak hece ölçüsüne ve uyağa önem vermiş, duru ve akıcı bir türkçe kullanmıştır. Eski Türk şiirini, Divan Edebiyatı kalıp ve ölçülerini iyi bilmeye özen göstermiştir. Ama bu gençlik dönemi şiirlerini sağlığında yayımlanan kitaplarına almamıştır.
Orhan Veli,1937'den sonra, Oktay Rıfat ve Melih Cevdet ile birlikte, Türk edebiyatında çığır açaçak olan yadırgacı şiirlerine örnekler vermeye başladı. Şiiri reim ve müzikten ayırmaya, şairaneliğe bütünüyle sırt çevirmeye, düşlerden ve alışılmış benzetmlerden uzaklaşmaya çalışıyordu. Bu şiirler yayınlanır yayınlanmaz edebiyat çevrelerinde büyük yankı uyandırmış, tartışmalara yol açmış, uzun süre alay konusu edilmiştir.
1941'de basılan Garip adlı kitapda Orhan Veli'nin önsözüyle topluca sunulan Oktay Rıfat, Melih Cevdet ve Orhan Veli'ye ait şiirlerin yaslandığı ilkeler önsözde uzun uzadıya açıklanır. Buna göre şiir 'bütün hususiyeti edasında olan' ve 'insanın beş duyusuna değil, kafasına hitap eden bir söz sanatıdır. Bu sanat 'azınlığı oluşturan varlıklı sınıfların zevkine' değil, çoğunluğa seslenmesini bilmelidir. Bunun yolu ise, şiiri, artık ona yük olmaya başlayan söz sanatlarından, şairane imgelerden, kısıtlayıcı biçim özelliklerinden kurtararak halıkın en geniş kesimlerinin malı olan gündelik yalın bir dille yazmaktır.
Orhan Veki ve arkadaşlarıının Türk edebiyat tarihinde 'Garip' hareketi olarak anılan bu çıkışları, bir yandan, halkın diline olduğu gibi, sırt çeviren Ahmet Haşim şiir geleneğine; bir yandan, artık kalıplaşmış bir hale gelen hece şiirine; bir yandan da, dönemin siyasal koşulları sonucu yaygınlaşması engellenmiş olan ve halkın davalarını eski şiir kuralları içinde kalarak savunan, bir ' beğeni devrimi' yapmamakla suçladıkları toplumcu gerçekçi şiir geleneğine bir tepki niteliğindedir.
Orhan Veli'nin Garip'ten sonra yazdığı şiirlerde ise yeni eğilimler, önemli biçimsel değişiklikler görülür. Ölçü, uyak yeni bir anlayışla şiirine girerken, şaşırtma ve zeka öğeleri azalır, duygular ağır basmaya başlar. Daha önce hor görülen lirizme yer verilir.
Bu değişiklerin yanı sıra toplumsal eğilimler ağırlık kazanmaya, gündelik yaşamın ve sokaktaki insanın sorunları ele almaya başlar. Özgürlük dileği, yaşama sevinci, insan sevgisi gibi temalar iyice belirginleşmişir. Bu tavır değişikliğinin temelinde II. Dünya Savaşı'yla gelen toplumsal sarsıntıların yattığı bir gerçektir. Öte yandan olağan üstü bir ilgiyle karşılaşan Garip şiirinin, çoğu özgün olmaktan uzak taklitçilerce alabildiğine sömürülmesi, şiirin küçük, akıllaca buluşlara kolayca yazılıveren bir söz oyunu gibi görünmesi de bu akımı büyük ölçüde hırpalamış, yozlaştırmıştır.
Orhan Veli'nin Vazgeçemediğim ve Yenisi adlı kitaplarda gelişen değişim süreci, Karşı adlı kitapta daha geniş ve kesin bir düzeye ulaşır. Artık toplumdaki haksızlıkları, bozuklukları ele alan, gericiliğe ve demokrasi anlayışına karşı şiir yazan bir şairdir. Kısa süren yaşamının son döneminde Yaprak dergisinde yayınladığı yazılarla toplumsal yönü ağır basan bir eylem adamı kimliğine bürünür.
Orhan Veli'yi değerlendirirken en ön planda şiirinin geçirdiği aşamaları, evrimi göz önünde tutmak gerekir. O tek bir şiir yazmamış, durmadan aramış, değişmiş, büyük bir şiir serüveni yaşamıştır. Okta Fırat'ın değimiyle 'Birkaç neslin belki arka arkaya başarabileceği bir değişmeyi, o bir kaç yıl içinde tamamlamıştır.' Bunu yaparken hem kendini, hem Türk şiirini ileriye götürmüş, yozlaşmış değerlerin yıkılıp ortadan kalkmasını sağlamıştır. Onun Türk edebiyatına katkısı, şiiri seçkin kişilere özgü olmaktan, halka uzak değer yargılarından kurtarıp 'demokratikleştirmek' biçiminde özetlenebilir. Bu tavrıyla tüm bir dönemi etkilemiş, kendinden sonra gelen bir çok şaire önderlik etmiştir.
Ağlasam duyarmısın sesimi mısralarında
Dukunabilirmisiniz ellerinizle
Gözyaşlarıma
Bilmezdim şarkılarınız bu kadar güzel
Kelimelerinse kifayesiz olduğunu
Bu derde düşmeden
Bir şeyler var
Biliyorum
Herşeyi söylemek mümkün
His ediyorum farkına varıyorum
Ama derdimi, aşkımı karşımdaki
İnsanlara ANLATAMIYORUM
Ayrıca bakınız: O Bu ŞU / Birinci Giriş
Not: Lütfen dikkatli olalım ve şu fani dünyada elimizde olanlara değer verelim? Mesala nasıl altına değer verip çamura bile düşse yine de değerini kaybetmeyip altınsa, Nazım Hikmet, Orhan Veli ve daha niceleri olsun bu örenkteki gibi değerli şairlerimizdir. İşte bilip bilmediğimiz adları saymakla bitmez o kadar değerli insanlar geçtiki yaşadığımız topraklardan istediğiniz kadar belli sınırlar içinde onları değerlendirmeye çalışın... Onlar ki dünyaya mal olmuş kişilerdir!
Ek Bilgi: Bence kötü veya çirkin şiir yoktur. Şiir, şiirler vardır
İyi şiir, güzel şiir, hoş şiirler vardır. Şiirde duygu oldukça her zaman birisine ulaşacaktır o yüzden iki uçurum arasındaki koprü olmaya devam ettikçe hiç biir şiir anlamsız olmayacak.
Eleştiri, eğer hakkıyla yapılırsa geliştiricidir. Eylemci veya öncü, iyi bir eleştirmen sayesinde yanlışlarını görür, onları tekrarlamaz ve eğer mümkünse rotasını bu sayede düzeltir. Buna karşın sorumluluk sahibi bir eleştirmen, kalem oynattığı veya şifahi olarak konuştuğu konu hakkında derin bir bilgi birikimine sahip olmalıdır. Eleştirmen kasdi hareket etmemeli, sürecin başarısı için çırpınmalıdır. Yapıcı eleştiri bunu gerektirir. Çünkü yapıcı eleştiri dost veya aynı hedefe yönelik bir programı olan güçler veya kişiler tarafından yöneltilir. Karşı taraftan yapıcı eleştiri gelmez. Onlar sadece tahribat için uğraşırlar. Oysa yapıcı eleştiri geliştiricidir. Düşmanca değildir. Eleştirmen kalemini çok sivri kullanmaz. Hele çok hassas bir süreç yaşanıyorsa daha da dikkatli olunmalıdır. Tıpkı şu yaşadığımız süreçte olduğu gibi.. Bu süreçte yıkıcı eleştiri egemendir. Düşmanca olan bu 'eleştiri' furyasının temelleri, yanlış anlamadan ziyade kasdi yorumlarda saklıdır.
....
(-i durum ekiyle kullanılan fiil)
Bir düşüncenin, bir eserin, bir yargının doğruluk veya yanlışlığını ortaya çıkarmak ve gerçek değerini belirtmek için onu incelemek, tenkit etmek.
'Allah'ın bile insanlar hakkındaki hükmünü, ömürleri sona erdikten sonra verdiğine inanırken... Biz kim oluyoruz da insanları birkaç kez görmekle, iki-üç yazı okumakla, birkaç dedikodu dinlemekle... Yargılama hakkına sahip olabiliyoruz! '
Ümmet, İslam-i dünya görüşünde ve İslamın Peygamberinin manevi şahsiyeti etrafında birleşmiş Müslüman toplumunun adıdır. Bu itabarla dil renk, iklim, ırk ve sınır tanımayan evrensel bir kavramdır. Hatta İslam’a göre bütün insanlık Hazret-i Peygamber’in ümmeti durumundadır. Müslüman olanlara ‘’’Ümmet-i İcabet’’’ (Çağrıya olumlu cevap vermiş olanlar): gayrimüslümlere ise ‘’’Ümmet-i davet’’’ (çağrılanlar) denir.
Kur’an’a göre başlangıçta tüm insanlar bir tek ümmet (Ümmet-i Vahide) idi. Zamanla inançlarını kaybedip dağıldılar. Sonra peygamberler gelip onları yeniden bir araya getirdiler. İslam ümmeti tüm insanlar içinde orta ümmettir ve öteki insanlara tanıklık edecektir. Çünkü İslam ümmetine adaleti gerçekleştirme ve diğer topluluklara ‘’’örnek olma’’’ görevleri verilmiştir.
Kelime anlamı, ‘’’olanları, olacakları ve gerçeği görebilme, sezebilme ve buna uygun davranabilme kabileyeti’’’, sağduyu sahibi olma demektir.
Tasavvuftaki anlamı ise, ‘’’eşyanın ve hadislerin iç yüzünü ve gerçek mahiyetini görmek, olayları kalp gözü ile idrak etmektir’’’. Bu anlamda basiret sahibi olabilmek için önce kalbi temiz tutmak, düşmanlıklardan, dunyevi heveslerden temizlenmek gerekir. Bu da ciddi bir mürşidin yardımı ile olur. Basiret sahibi insan önce kendi kusurlarını görür, ayıplarını bilir ve onlardan kurtulmak için çalışır.
Tasavvufta ve tarikatların özel terminolojilerinde, gizli hakikat, görünenin derinindeki anlam, ayet ve hadislerin öz olduğu maksadı gibi anlamlara gelir.
Tasavufta, dini kuralların ve şeriat hükümlerinin bir zahiri (dış) bir de batani (iç) anlamlar olduğu kabul edilmektedir. Batani ve zahiri yorumlar İslam tarihinde, özellikle tasavvufta en önemli tartışma konularındandır. Batıniliği ön plana çıkaranlardan ve asıl önemli olanın iç anlam olduğunu ileri sürenlerden bir kısmı şeraiti toptan red edecek kadar ileri gitmişlerdir. Bu yüzden, tasavvuf ile şer’i hükümler arasında hiçbir ayrılığın olmadığını söyleyen din bilginleri ve büyük mutasavvuflar her iki görüşün de dengeli olması gerektiğini hiçbir batıni görüşün şekil olarak bile şer’i hükümlere aykırı olamayacağını savunmuşlardır. Mutasavvuflar, batına önem vermekle beraber, zahiri de ihmal etmez ve küçük görmezler.
Çok sayıda alıcı, buna karşılık yalnızca ıkı satıcının oluşturduğu piyasa.
Düpol piyasası alıcılar bakımından tam rekabet piyasasına benzer bir yapıdadır. Firmalar ise alacakları kararlar açısından birbirine bağlıdırlar. Bu nedenle bir firmanın faaliyeti diğer firmanın kararından etkilenir.
Belli bir malın üretiminin sınırlı sayıda firma tarafından yapıldığı piyasa türü.
Bu tür piyasanın temel özelliği, firmaların kararlarının karşılıklı birbirine bağımlılık derecesinin yüksek olmasıdır. Oligopol piyasasında bir firmanın üretim ve fiyat konsunda vereceği herhangi bir karar, piyasadaki diğer firmaların davranış ve kararlarıyla yakından ilişkilidir bla bla bla
Çıkarları çatışan rakiplerin davranışlarına ilişkin çeşitli varsayımlar altında, ortak bir dengeye ulaşılıp ulaşamayacağını analiz eden kuram. İktisatta oligopol ve düopol koşullarında piyasa davranışlarını açıklamada önemli katkılar sağlanmış olan teori…
Sömüreye karşı ahlak ve edeple savaşan isimlerdendir. Gönlüm çarpar adını duyduğumda ve orta doğu ağlarken ah bir Gandhi daha yetişse derim...
Selam olsun...
Bir cümleyle anlatmaya çalışsam herhalde 'huzur verici bir film' derdim. Sıkıcı olabilecek bu film, insanı transa sokan muzikleri, vals yapan görünteleri, güçlü oyunculariyla ve konusuyla sürükleyici bir eser haline getirilmiş. Kevin Spacey'nin oyunculuğu, kabuklarıyla muzu yemeyi bile iştahlı yapabilecek kadar güçlü. Tabi film Fantastik-Macera türüne girse de esas filmi oluşturan ana tema Yap-boz/Kurgudur (Puzzle/Fiction) yani 'sonunda ne olacak acaba' dedirten kategoriye giren fantazi ile bilim arasında mekik dokuyan filmdir.
DVD'sinin arka kapağında sema ayininden küçük resimleri görünce bilmeden aldığım bir belgeseldi.
İzlediğimde ise sanki tarlada çapa yaparken sanş eseri bir hazineyi bulmuşum gibi heycanlandım.96 dakika boyunca, dünya etrafında, Amerka Kıtası'ndan Türkiye'ye, Orta Doğudan Uzak Doğu'ya, muhteşem bir mistik gezi yaptım.
Belgesel dememek lazım çünkü ne bir yorum, ne tarih, ne de yer adları var. Gösterdikleri yerler rastgale değişiyormuş gibi gözükse de, bazen tekrarlayan, bazen kısa suren, bazen uzun suren görüntelerle sanki ayet ayet konulmuş gibi belli bir düzen içinde izleyeni şaşırttan ve ibret veren sahneler var.
İzledikçe dünya hakkındaki bilgilerimin az ve kısıtlı olduğunu anladım. Bu şaheser, hayatımda görmediğim yerlere götürüp, hayatım da bilmediğim insanlarla tanıştırdı ama ne bir söz ne de bir isim vardı. Sadece fonda kan dolaşımını kontol eden bir muzik vardı. İŞurası Hindistan, evet evet orası Peru deyip yorumlar yapsamda sonunda akıntıya kapılmışım gibi izledim...
Not: 1992 yapımı olan bu eserin sanırım 1998 yapımı olanıda varmış. Bu çağda da hazine avcılığı bir başka oluyor :)
Hep kötü kararlar alınıyor diye üzülüyordum. Artık hep eleştireceğimize biraz da kutlayalım çünkü %94 oyla Irak Savaşına hayır dedik. Umarım böyle devam ederiz.
Türkiyemiz şu anda ne kadar kemerleri sıkmamız gerekse de, sözün gelişi, bugün bir veren ABD yarın beş alır.
Tarihi gerçekler değil iktidarda olanlar yazsada yine de geçmiş hakkında bize bir ipucu verir aynı mitolojiyi incelemek gibi.
Fakat burada önemli olan esasında bildiklerimizin göründüğü gibi olmaması söz konusudur. Bugün barış, özgürlük, bağımsızlık gibi kavramlar çarptırılmış, savaşımlar çıkarcı kuvetlerin daha güçlenmesi için malzeme olmuşlardır.
Kısaca bahçenin zenginliğini kıskanan o bahçeyi zarar vermek için her yola girişir ve en başta o bahçenin komşusunu baştan çıkartıp ona karşı kullanır ve aynı şekilde bu iki komşuyu birbirine karşı güdümleyerek aldatıcı bir güç dengeleri oluşması herhalde günümüzdeki sorunlara biraz ışık tutar umarım. Bu çıkar dengeleri korumak isteyen güçlere lütfen dikkat edip tuzaklarına kurban gitmeyelim.
Birlikten kuvvet doğar. Bundan doayı senlik-benlik nedir bırakalım, altımızda yanan kazanın ateşini daha körüklemeyelim. Barışa her yerden girelim ki sorunları daha güzel bir şekilde çözelim.
Kürt sorunu, Ermeni sorunu, Kıbrıs sorunu gibi başka sorunlar esasında barış ve huzur için bir fırsattır ve de bu fani dünyada bir imtihan vesilesidir. İnsansak gelin pozitif yönlere bakalım. Gelin hem vatandaş, hem de komşu olduğumuz sınırlar içinde kardeş kardeşe yaşamak için uğraşalım. Hz. İbrahim atıldığı ateşi söndürmek için bir damla su taşıyan karınca gibi binlerce olup bizi yakan bölücü ateşi söndürmek için uğraşalım...
Bir bilgi akışımı var, demek ki bir şekilde birbirimizden yararlanıyoruz. Gördüm ki insanın, sevdiği konularda, hassas olmasında bazı zorluklar var: Malesef hassas olan şeyler kolay kırılıyor, hele bunlar değer verdiğimiz
şeyler ise bu insanın daha dikkatli davranmasını gerektiriyor. Bu gibi davranışlarda güçlü olmak için sevgi ve sabır ister, (göze fazla batıp, hep dikkat çekip) zarar gelmemesi için tevazu, etrafa zarar vermemesi için ise hoşgörü, hatta değerini bilmek için de şükür ister. Bundan dolayı dilde, düşüncede ve gönülde arınamamız lazım. Hele bu değer bir konu değil insanın gösterdiği hassasiyet ise umarım ne demek istediğimi daha iyi anlıyorsunuzdur…
Bir konuya ya da konulara insanın verdiği değerin farkındayım. Bu yüzden saygım sonuzdur. Zaten bir insana yapılan suçlamaların ne kadar çirkin olduğunu çoğu sayflarda gördük umarım ders çıkartıp aynı şekilde başka insanların önem verdiği kişilere ve konulara karşı daha dikkatli (saygılı, hoşgörülü…) davranırız.
Lafı dolandırdığım için kusura bakmayın fakat ince konular olduğu icin çekinerek yazmak zorunda kalıyorum. İnsanlık için verdiğim değer belki beni safmışım gibi yazmaya itiyor ama bu demek değil ki sol yanağıma tokat atana sağ yanağımı döneceğim. Eninde sonunda insanlık davası için bir savaşım var bu savaşımda ad yapmış insanlara hayranım fakat bu savaşımlara karşı ad yapmış Leheblere, Yezidlere, tanrılık taslayan firavunlara karşıyım hatta Saddamlarla barış adında bozgunculuk yapan somürü çarkının dişleri olan Bushlara da karşıyım.
Amacım kesin bir iddiada bulunmak değil hele eleştirmeye ya da yorum yapılmasını engellemek hiç değil. Fakat doğruluğuna inandığım kavramlardan biriside birlikteliktir buna zarar veren yıkıcı eleştirilere ve yorumlara karşı tepkisiz kalamıyorum. Bundan dolayı hassasiyet terimi bana insana verdiğim değeri çağrıştırıyor.
bir ses duyulsa...koşsam sesin geldiği yere...katılsam o seslere...o sesleri çıkarsam...duyulsa seslerimiz...katılsa bütün sesler...ah keşke bir olsa sesler sessizliğin içinde de...bir ses duyulsa...sessizliği bozsak
sadelik fikri
13.03.2003 - 16:39Sadelik fikri ile ilgili küçük çaplı bir inceleme yapalım:
Sadelik sözlükte isim olarak yalın olma durumu; edebiyatta ise yalınlık demektir.
Dinimizde hem Kuran anlayışında hem de süneti uygulama bakımından sadelik çok önemlidir, bu konu da Atatürk'ün söylediklerini kayda değer buluyorum: 'Milletimiz daha da dindar olmalıdır diyorum. Ama bütün sadelik ve güzelliği ile. Dinime, bizzat gerçege nasıl inanıyorsam buna da öyle inanıyorum. Şuura aykırı ilerlemeye engel hiçbir sey ihtiva etmiyor. Şu anda batıl itikatlardan oluşan ikinci bir din mevcuttur. Fakat bu cahiller sırası gelince aydınlatılacaktır.'
İslâmda, muaşeret (güzel geçinme) âdâbında müslümanların birbirleriyle geçinmelerinde ise samimiyet, tevazu, zorlanmama, karşılıklı yardım, nezaket, saygı, sevgi, hayırseverliğin yanında sadelik bir esastır.
Tevcid sözlükte bir şeyi süslemek, güzel ve hoşça yapmak anlamlarına gelir. Istılahta ise; kuvvet, zayıflık, şiddet, yumuşaklık vb. anlamlar yanında sadelik anlamına da gelir.
Budizm, Hindu dini gibi diğer dinlerde de sadelik çok önemlidir. Tabi her inanışta olduğu gibi madde daha baskın çıkarak mesala Hristiyanlık'da, ilk başta dinin kutsallığı ile keşişlerin sadelik fikri hüküm görmesine rağmen sonradan bölünmelerle, kilisenin kutsallığıyla bu ruhani ihtişamı örterek, her kuramda olduğu gibi insanları maddenin ihtişamı ile etkileme anlayışına gidilmiştir.
İngilizce'de simplicity yani basitlikle anlamına gelir ayrıca ilginç olan ignorance olarak sadelik anlamına da gelir ki esasen saflık, cahillik demektir. Tabi bu nokta çoğu modern sözlükte bahsedilmez. Fakat tahminimce eski sözlüklerde kilisenin etkisi olmuştur.
Menekşe sadeliği ve alçak gönüllülüğü temsil edermiş.
Kültürde sadelikle ilgili Nilgün Gedik bir yazısındaki paragraf dikkatımi cekti: ''Bizim kültürümüz minimalisttir, Anadolu, yaşam, geliştirilmiş araç gereç, mimaride minimaldir. Ne Türk kültüründe, ne Müslüman Türk, Anadolu Hırıstiyanlık veya Hırıstiyanlık öncesi kültürde teferruat yoktur. Güç ve gösteriş olabilir ama, sadedir. Oysa Avrupa'da bu sadelik yok, Gotik olsun Barok olsun abartılı teferruat görülür...'' Bu konuda 1850-1923 yılları arasında yaşamış ince ruhlu Fransız yazar Pierre Loti (Julien Vioud Pierre) sadelik konusunda Türkleri örnek göstermiştir: '...Sadelik içinde ihtişamı, sükûnet içinde hitabeti, zarif bir durgunluk içinde duygulu bir hayatiyeti ve pırıltılı bir hayat içinde kibar bir hakikati hissettiren yegane mevcut Türklerdir... ' Aynı şekilde Granville Murray de: '...Türkler'de sonsuz bir iyilik, şefkat ve sadelik hazinesi, güzel olan her şeye karşı derin bir merhamet mevcuttur...' ve TH. Gatuer da '...Türkler saffet ve sadelikle doludur...'
Modayla ilgili: 'Bir türlü bu işten kurtulamıyoruz. Ne kadar minimalizm, sadelik, natürellik bilmem ne de desek moda dünyasında karşımıza çıkan insanların çirkinliğinden kurtulamıyoruz' Nora Romi bu sözunden sonra kemikleri ortaya çıkmış kürdan olmuş mankenlerin resmini koymuş yazısına.
Bunun yanında tasarımlarda Dieter Rams, sadelik, anlaşılabilirlik, mütevazılık ve basitlik ve öte yandan ürünü kullanışlı hale getirme hedefindeki tasarımı savunur.
İnternet ortamında ise önce ideal olan sadelik, fonksiyonellik, kullanışlılık gibi kavramlar yerine daha farklı oluşumlara geçildi. 'Fanatik'ler, tartışmaların alevlenmesinde etkili oldu. Bu konulara olan ilgiyi daha da fazla noktalara çekti yani bir bakıma faydalı da oldu. Fakat bunun yanında, tartışmaların körüklemesiyle fikirlerin çok katı şekilde birbirinden farklıymış gibi ayrışmasına sebep oldu.
''Kompozisyonda sadelik, uyarlanan resmin anlam ve amacının ne olduğunu ilk bakışta anlamamıza denilmektedir...'' Gökhan Sert
Görülüyor ki yaşantımızda, sanatta, siyasette, dinlerde vb baska kuramlarda sadelik fikri her zaman önemli esaslardan birisi olmuş. Fakat ihtişam ve sadelik ruh dünyasının güzel bir armonisi olmasına rağmen günümüzde ya da tarihimizde görüldüğü gibi olayların gelişimine değil sonucuna bakılarak sondan başa gidilmeye çalışılmıştır. Yani sadelikteki ihtişam kaybedilip, altın, boyama, yalan, abartma gibi süslemelerle ihtişama ulaşılmaya çalışılmış, çalışılıyor...
Ayrıca sadelikle ilgili sözler:
'Hiç bir şey büyüklük kadar sade değildir. Sade olmak, büyük olmaktır.' Emerson
'Sadelik, iyilik ve doğruluk olmayan yerde büyüklük (özgürlük) yoktur.' Lev Nikolayeviç Tolstoy
'Tevakkî (çekinme) deyiminde yorgunluğa katlanma, ittikâda sadelik vardır. ' Elmalılı M. H. Yazır
“Allah-u Teâlâ’nın bize ihsan ettiği nam ve şöhret, müslümanlığa âittir. Kendi şahsım için sadelik kâfidir.” Hz. Ebu Bekir
'Birinde sadelik esas iken diğerinde renk ve süs esastır.'...
inanmak
12.03.2003 - 16:35eğer güneş parlaklığını kaybederse ve etrafındaki ağaçlar
ölmeye başlarsa, yine de ümitle dolu olacaksın.
Eğer rüzgarlar artık yaşlanmışsa ve denizler kurumaya yüz
tutmuşsa, yine de sevgiyle dolu olacaksın. Sorma bana
Neden? ÇÜNKÜ; ALLAHA İNANIYORUM.
Yusuf islam (Cat Stevens)
değerli insanlar
11.03.2003 - 17:55Aşağıdaki yazı Gaffar Okan adına yazılmıştır ama konun genelliği için sadece belli bir kısmını aktarıyorum:
Türkiye’de adettir “Kör ölür, badem gözlü; kel ölür sırma saçlı olur.”...
...Keşke biz, insanların kıymetini öldükten sonra değil, hayatta oldukları zaman bilebilsek. Ne yazık ki bunu beceremiyoruz...
... Tarih boyunca “önemli” ve “değerli” insanlar gelip geçmişlerdir. Önemli insanlar, mevkilerini, makamlarını, rütbelerini muhafaza ettikleri sürece önemlerini de muhafaza ederler. Ancak değerli insanlar, makam ve mevkilerinden, mal ve mülklerinden dolayı değil, bizzat övgüye layık insanî vasıflarından dolayı takdir edildikleri için ölüm onlar için son değildir. Onlar, öldükten sonra da yaşarlar. Sokrat, değerli bir insandı. Onu ölüme mahkum eden 501 kişilik mahkeme heyeti ise önemli kişilerden oluşuyordu. Sokrat aradan geçen binlerce yıla rağmen bütün görkemi ile yaşıyor. Malum mahkeme heyetinden hiçbirinin adı ve sanı bile bilinmiyor. Tarihe olumsuz vasıfları ile mal olmuş önemli insanların da adı yaşar, ancak onlar, milyonlarca insanın katili Stalin ve Hitler gibi hep lanetle yad edilirler.
Doç.Dr.Hüseyin ÇELİK
orhan veli
11.03.2003 - 17:38Orhan Veli Kanık (1914 - 1950)
Orhan Veli 13 Nisan 1914'te İstanbul'da doğdu,14 Kasım 1950' de aynı kentte öldü. babası Veli Kanık, Cumhurbaşkanlığı Armoni Orkestrası şefiydi. Orhan Veli'nin çocukluğu köklü bir sanat kültürü alabileceği bir ortamda, İstanbul'da geçti. İlköğrenimine Galatasaray'da başladı. Daha sonra babasının görevi nedeniyle gittikleri Ankara'da okudu. Şiir serüvenine birlikte atılacağı arkadaşları Oktay Rıfat ve Melih Cevdet ile lise sıralarında tanıştı. Liseden sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'ne girdiysede,1935'de bitirmeden ayrıldı.1936-1942 yılları arasında PTT Genel Müdürlüğü'nde memurluk yaptı. Askerlik görevini 1942-1945 arasında Gelibolu'da yedek subay olarak tamamladıktan sonra Ankara'da Milli Eğitim Bakanlığı Tercüme Bürosu'nda çalışmaya başladı.1947' de bu kurumda kendi değimi ile 'antidemokratik bir hava' esmeye başlayınca istifa etti.1 Ocak 1949'da yayımlamaya başladığı iki sayfalık 'Yaprak' dergisini 15 Haziran 1950' ye değin yirmi sekiz sayı çıkardı. Bir gece Ankara'da belediyenin yola kablo döşemek için kazdırdığı bir çukura düşerek başından yaralandı. Ertesi gün İstanbul'a geldi, bir arkadşının evinde otururken fenalaşması üzerine kaldırıldığı Cerrahpaşa Hastanesi'nde vefat etti. Mezarı Rumeli Hisarı'ndadır.
Orhan Veli küçük yaşlarda başlayan edebiyat tutkusunu, lise yıllarından arkadşı Oktay Rıfat ve Melih Cevdet ile birlikte, çeşitli şiir sorunları üzerine düşünerek geliştirdi. Üç arkadaş ilk şiirlerini Ocak 1936 da 'Varlık' dergisinde yayınladılar.Orhan Velinin 1936' dan 1940'a kadar yayınladığı otuz sekiz şiir, genellikle gençlik döneminin ürünleri kabul edilir. Bunlar, genel havasıyla, Ahmet Hamdi Tanpınar, Ahmet Muhip Dıranas şiirini çağrıştıran, Fransız sembolistlerinden etkiler taşıyan şiirlerdir. Orhan Veli bu dönemde ağırlıklı olarak hece ölçüsüne ve uyağa önem vermiş, duru ve akıcı bir türkçe kullanmıştır. Eski Türk şiirini, Divan Edebiyatı kalıp ve ölçülerini iyi bilmeye özen göstermiştir. Ama bu gençlik dönemi şiirlerini sağlığında yayımlanan kitaplarına almamıştır.
Orhan Veli,1937'den sonra, Oktay Rıfat ve Melih Cevdet ile birlikte, Türk edebiyatında çığır açaçak olan yadırgacı şiirlerine örnekler vermeye başladı. Şiiri reim ve müzikten ayırmaya, şairaneliğe bütünüyle sırt çevirmeye, düşlerden ve alışılmış benzetmlerden uzaklaşmaya çalışıyordu. Bu şiirler yayınlanır yayınlanmaz edebiyat çevrelerinde büyük yankı uyandırmış, tartışmalara yol açmış, uzun süre alay konusu edilmiştir.
1941'de basılan Garip adlı kitapda Orhan Veli'nin önsözüyle topluca sunulan Oktay Rıfat, Melih Cevdet ve Orhan Veli'ye ait şiirlerin yaslandığı ilkeler önsözde uzun uzadıya açıklanır. Buna göre şiir 'bütün hususiyeti edasında olan' ve 'insanın beş duyusuna değil, kafasına hitap eden bir söz sanatıdır. Bu sanat 'azınlığı oluşturan varlıklı sınıfların zevkine' değil, çoğunluğa seslenmesini bilmelidir. Bunun yolu ise, şiiri, artık ona yük olmaya başlayan söz sanatlarından, şairane imgelerden, kısıtlayıcı biçim özelliklerinden kurtararak halıkın en geniş kesimlerinin malı olan gündelik yalın bir dille yazmaktır.
Orhan Veki ve arkadaşlarıının Türk edebiyat tarihinde 'Garip' hareketi olarak anılan bu çıkışları, bir yandan, halkın diline olduğu gibi, sırt çeviren Ahmet Haşim şiir geleneğine; bir yandan, artık kalıplaşmış bir hale gelen hece şiirine; bir yandan da, dönemin siyasal koşulları sonucu yaygınlaşması engellenmiş olan ve halkın davalarını eski şiir kuralları içinde kalarak savunan, bir ' beğeni devrimi' yapmamakla suçladıkları toplumcu gerçekçi şiir geleneğine bir tepki niteliğindedir.
Orhan Veli'nin Garip'ten sonra yazdığı şiirlerde ise yeni eğilimler, önemli biçimsel değişiklikler görülür. Ölçü, uyak yeni bir anlayışla şiirine girerken, şaşırtma ve zeka öğeleri azalır, duygular ağır basmaya başlar. Daha önce hor görülen lirizme yer verilir.
Bu değişiklerin yanı sıra toplumsal eğilimler ağırlık kazanmaya, gündelik yaşamın ve sokaktaki insanın sorunları ele almaya başlar. Özgürlük dileği, yaşama sevinci, insan sevgisi gibi temalar iyice belirginleşmişir. Bu tavır değişikliğinin temelinde II. Dünya Savaşı'yla gelen toplumsal sarsıntıların yattığı bir gerçektir. Öte yandan olağan üstü bir ilgiyle karşılaşan Garip şiirinin, çoğu özgün olmaktan uzak taklitçilerce alabildiğine sömürülmesi, şiirin küçük, akıllaca buluşlara kolayca yazılıveren bir söz oyunu gibi görünmesi de bu akımı büyük ölçüde hırpalamış, yozlaştırmıştır.
Orhan Veli'nin Vazgeçemediğim ve Yenisi adlı kitaplarda gelişen değişim süreci, Karşı adlı kitapta daha geniş ve kesin bir düzeye ulaşır. Artık toplumdaki haksızlıkları, bozuklukları ele alan, gericiliğe ve demokrasi anlayışına karşı şiir yazan bir şairdir. Kısa süren yaşamının son döneminde Yaprak dergisinde yayınladığı yazılarla toplumsal yönü ağır basan bir eylem adamı kimliğine bürünür.
Orhan Veli'yi değerlendirirken en ön planda şiirinin geçirdiği aşamaları, evrimi göz önünde tutmak gerekir. O tek bir şiir yazmamış, durmadan aramış, değişmiş, büyük bir şiir serüveni yaşamıştır. Okta Fırat'ın değimiyle 'Birkaç neslin belki arka arkaya başarabileceği bir değişmeyi, o bir kaç yıl içinde tamamlamıştır.' Bunu yaparken hem kendini, hem Türk şiirini ileriye götürmüş, yozlaşmış değerlerin yıkılıp ortadan kalkmasını sağlamıştır. Onun Türk edebiyatına katkısı, şiiri seçkin kişilere özgü olmaktan, halka uzak değer yargılarından kurtarıp 'demokratikleştirmek' biçiminde özetlenebilir. Bu tavrıyla tüm bir dönemi etkilemiş, kendinden sonra gelen bir çok şaire önderlik etmiştir.
Kaynak: www.geocities.com/Paris/Cafe/2253/orhanveli/Orhan_Veli_Kanik_Hayati.htm
Anlatamıyorum
Ağlasam duyarmısın sesimi mısralarında
Dukunabilirmisiniz ellerinizle
Gözyaşlarıma
Bilmezdim şarkılarınız bu kadar güzel
Kelimelerinse kifayesiz olduğunu
Bu derde düşmeden
Bir şeyler var
Biliyorum
Herşeyi söylemek mümkün
His ediyorum farkına varıyorum
Ama derdimi, aşkımı karşımdaki
İnsanlara ANLATAMIYORUM
Ayrıca bakınız: O Bu ŞU / Birinci Giriş
Not: Lütfen dikkatli olalım ve şu fani dünyada elimizde olanlara değer verelim? Mesala nasıl altına değer verip çamura bile düşse yine de değerini kaybetmeyip altınsa, Nazım Hikmet, Orhan Veli ve daha niceleri olsun bu örenkteki gibi değerli şairlerimizdir. İşte bilip bilmediğimiz adları saymakla bitmez o kadar değerli insanlar geçtiki yaşadığımız topraklardan istediğiniz kadar belli sınırlar içinde onları değerlendirmeye çalışın... Onlar ki dünyaya mal olmuş kişilerdir!
Ek Bilgi: Bence kötü veya çirkin şiir yoktur. Şiir, şiirler vardır
İyi şiir, güzel şiir, hoş şiirler vardır. Şiirde duygu oldukça her zaman birisine ulaşacaktır o yüzden iki uçurum arasındaki koprü olmaya devam ettikçe hiç biir şiir anlamsız olmayacak.
eleştiri
10.03.2003 - 19:21Eleştiri, eğer hakkıyla yapılırsa geliştiricidir. Eylemci veya öncü, iyi bir eleştirmen sayesinde yanlışlarını görür, onları tekrarlamaz ve eğer mümkünse rotasını bu sayede düzeltir. Buna karşın sorumluluk sahibi bir eleştirmen, kalem oynattığı veya şifahi olarak konuştuğu konu hakkında derin bir bilgi birikimine sahip olmalıdır. Eleştirmen kasdi hareket etmemeli, sürecin başarısı için çırpınmalıdır. Yapıcı eleştiri bunu gerektirir. Çünkü yapıcı eleştiri dost veya aynı hedefe yönelik bir programı olan güçler veya kişiler tarafından yöneltilir. Karşı taraftan yapıcı eleştiri gelmez. Onlar sadece tahribat için uğraşırlar. Oysa yapıcı eleştiri geliştiricidir. Düşmanca değildir. Eleştirmen kalemini çok sivri kullanmaz. Hele çok hassas bir süreç yaşanıyorsa daha da dikkatli olunmalıdır. Tıpkı şu yaşadığımız süreçte olduğu gibi.. Bu süreçte yıkıcı eleştiri egemendir. Düşmanca olan bu 'eleştiri' furyasının temelleri, yanlış anlamadan ziyade kasdi yorumlarda saklıdır.
....
Yazan: M. Sirac Bilgin
eleştirmek
10.03.2003 - 19:07(-i durum ekiyle kullanılan fiil)
Bir düşüncenin, bir eserin, bir yargının doğruluk veya yanlışlığını ortaya çıkarmak ve gerçek değerini belirtmek için onu incelemek, tenkit etmek.
2002
10.03.2003 - 17:48Fotoğraflarla 2002
www.ntvmsnbc.com/modules/interactive/fotograflarla2002/
yargılamak
10.03.2003 - 14:07'Allah'ın bile insanlar hakkındaki hükmünü, ömürleri sona erdikten sonra verdiğine inanırken... Biz kim oluyoruz da insanları birkaç kez görmekle, iki-üç yazı okumakla, birkaç dedikodu dinlemekle... Yargılama hakkına sahip olabiliyoruz! '
Dale Carnegie
ümmet
09.03.2003 - 14:14Ümmet, İslam-i dünya görüşünde ve İslamın Peygamberinin manevi şahsiyeti etrafında birleşmiş Müslüman toplumunun adıdır. Bu itabarla dil renk, iklim, ırk ve sınır tanımayan evrensel bir kavramdır. Hatta İslam’a göre bütün insanlık Hazret-i Peygamber’in ümmeti durumundadır. Müslüman olanlara ‘’’Ümmet-i İcabet’’’ (Çağrıya olumlu cevap vermiş olanlar): gayrimüslümlere ise ‘’’Ümmet-i davet’’’ (çağrılanlar) denir.
Kur’an’a göre başlangıçta tüm insanlar bir tek ümmet (Ümmet-i Vahide) idi. Zamanla inançlarını kaybedip dağıldılar. Sonra peygamberler gelip onları yeniden bir araya getirdiler. İslam ümmeti tüm insanlar içinde orta ümmettir ve öteki insanlara tanıklık edecektir. Çünkü İslam ümmetine adaleti gerçekleştirme ve diğer topluluklara ‘’’örnek olma’’’ görevleri verilmiştir.
basiret
09.03.2003 - 13:48Kelime anlamı, ‘’’olanları, olacakları ve gerçeği görebilme, sezebilme ve buna uygun davranabilme kabileyeti’’’, sağduyu sahibi olma demektir.
Tasavvuftaki anlamı ise, ‘’’eşyanın ve hadislerin iç yüzünü ve gerçek mahiyetini görmek, olayları kalp gözü ile idrak etmektir’’’. Bu anlamda basiret sahibi olabilmek için önce kalbi temiz tutmak, düşmanlıklardan, dunyevi heveslerden temizlenmek gerekir. Bu da ciddi bir mürşidin yardımı ile olur. Basiret sahibi insan önce kendi kusurlarını görür, ayıplarını bilir ve onlardan kurtulmak için çalışır.
batın
09.03.2003 - 13:42Bir meselenin, bir sözün iç yüzü, içi, iç anlamı.
Tasavvufta ve tarikatların özel terminolojilerinde, gizli hakikat, görünenin derinindeki anlam, ayet ve hadislerin öz olduğu maksadı gibi anlamlara gelir.
Tasavufta, dini kuralların ve şeriat hükümlerinin bir zahiri (dış) bir de batani (iç) anlamlar olduğu kabul edilmektedir. Batani ve zahiri yorumlar İslam tarihinde, özellikle tasavvufta en önemli tartışma konularındandır. Batıniliği ön plana çıkaranlardan ve asıl önemli olanın iç anlam olduğunu ileri sürenlerden bir kısmı şeraiti toptan red edecek kadar ileri gitmişlerdir. Bu yüzden, tasavvuf ile şer’i hükümler arasında hiçbir ayrılığın olmadığını söyleyen din bilginleri ve büyük mutasavvuflar her iki görüşün de dengeli olması gerektiğini hiçbir batıni görüşün şekil olarak bile şer’i hükümlere aykırı olamayacağını savunmuşlardır. Mutasavvuflar, batına önem vermekle beraber, zahiri de ihmal etmez ve küçük görmezler.
kuran-ı kerim
09.03.2003 - 12:37Bir
yağmurda damla olayım,
gözlerden akan yaş…
sevgime sevgi ekleyim de
bir harfin olayım.
ateşte kıvılcım olayım,
yaradan akan kan…
çoşkuma çoşku katayım da,
bir harfine köle olayım.
rüzgardan, toprağa düşen tohum olayım,
alınlardan akan ter…
ne olursam olayım,
bir harfine layık olayım.
nizam,2003
düopol
09.03.2003 - 01:47Çok sayıda alıcı, buna karşılık yalnızca ıkı satıcının oluşturduğu piyasa.
Düpol piyasası alıcılar bakımından tam rekabet piyasasına benzer bir yapıdadır. Firmalar ise alacakları kararlar açısından birbirine bağlıdırlar. Bu nedenle bir firmanın faaliyeti diğer firmanın kararından etkilenir.
oligopol
09.03.2003 - 01:47Belli bir malın üretiminin sınırlı sayıda firma tarafından yapıldığı piyasa türü.
Bu tür piyasanın temel özelliği, firmaların kararlarının karşılıklı birbirine bağımlılık derecesinin yüksek olmasıdır. Oligopol piyasasında bir firmanın üretim ve fiyat konsunda vereceği herhangi bir karar, piyasadaki diğer firmaların davranış ve kararlarıyla yakından ilişkilidir bla bla bla
oyun teorisi
09.03.2003 - 01:00Çıkarları çatışan rakiplerin davranışlarına ilişkin çeşitli varsayımlar altında, ortak bir dengeye ulaşılıp ulaşamayacağını analiz eden kuram. İktisatta oligopol ve düopol koşullarında piyasa davranışlarını açıklamada önemli katkılar sağlanmış olan teori…
variant
08.03.2003 - 21:34başka biçim, varyant, değişik, değişiklik gösteren, farklı...
gandhi
08.03.2003 - 21:01Sömüreye karşı ahlak ve edeple savaşan isimlerdendir. Gönlüm çarpar adını duyduğumda ve orta doğu ağlarken ah bir Gandhi daha yetişse derim...
Selam olsun...
k-pax
06.03.2003 - 21:48Bir cümleyle anlatmaya çalışsam herhalde 'huzur verici bir film' derdim. Sıkıcı olabilecek bu film, insanı transa sokan muzikleri, vals yapan görünteleri, güçlü oyunculariyla ve konusuyla sürükleyici bir eser haline getirilmiş. Kevin Spacey'nin oyunculuğu, kabuklarıyla muzu yemeyi bile iştahlı yapabilecek kadar güçlü. Tabi film Fantastik-Macera türüne girse de esas filmi oluşturan ana tema Yap-boz/Kurgudur (Puzzle/Fiction) yani 'sonunda ne olacak acaba' dedirten kategoriye giren fantazi ile bilim arasında mekik dokuyan filmdir.
baraka
04.03.2003 - 17:58DVD'sinin arka kapağında sema ayininden küçük resimleri görünce bilmeden aldığım bir belgeseldi.
İzlediğimde ise sanki tarlada çapa yaparken sanş eseri bir hazineyi bulmuşum gibi heycanlandım.96 dakika boyunca, dünya etrafında, Amerka Kıtası'ndan Türkiye'ye, Orta Doğudan Uzak Doğu'ya, muhteşem bir mistik gezi yaptım.
Belgesel dememek lazım çünkü ne bir yorum, ne tarih, ne de yer adları var. Gösterdikleri yerler rastgale değişiyormuş gibi gözükse de, bazen tekrarlayan, bazen kısa suren, bazen uzun suren görüntelerle sanki ayet ayet konulmuş gibi belli bir düzen içinde izleyeni şaşırttan ve ibret veren sahneler var.
İzledikçe dünya hakkındaki bilgilerimin az ve kısıtlı olduğunu anladım. Bu şaheser, hayatımda görmediğim yerlere götürüp, hayatım da bilmediğim insanlarla tanıştırdı ama ne bir söz ne de bir isim vardı. Sadece fonda kan dolaşımını kontol eden bir muzik vardı. İŞurası Hindistan, evet evet orası Peru deyip yorumlar yapsamda sonunda akıntıya kapılmışım gibi izledim...
Not: 1992 yapımı olan bu eserin sanırım 1998 yapımı olanıda varmış. Bu çağda da hazine avcılığı bir başka oluyor :)
akp
04.03.2003 - 17:20Bilgi için AK partinin anasayfasından yararlanabilirsiniz: www.akparti.org.tr
t.b.m.m
04.03.2003 - 17:15Hep kötü kararlar alınıyor diye üzülüyordum. Artık hep eleştireceğimize biraz da kutlayalım çünkü %94 oyla Irak Savaşına hayır dedik. Umarım böyle devam ederiz.
Türkiyemiz şu anda ne kadar kemerleri sıkmamız gerekse de, sözün gelişi, bugün bir veren ABD yarın beş alır.
kıbrıs
03.03.2003 - 16:07Okuyunuz: Bölücülük / 1. Giriş - (eclemif,03.03.2003)
bölücülük
03.03.2003 - 16:03Tarihi gerçekler değil iktidarda olanlar yazsada yine de geçmiş hakkında bize bir ipucu verir aynı mitolojiyi incelemek gibi.
Fakat burada önemli olan esasında bildiklerimizin göründüğü gibi olmaması söz konusudur. Bugün barış, özgürlük, bağımsızlık gibi kavramlar çarptırılmış, savaşımlar çıkarcı kuvetlerin daha güçlenmesi için malzeme olmuşlardır.
Kısaca bahçenin zenginliğini kıskanan o bahçeyi zarar vermek için her yola girişir ve en başta o bahçenin komşusunu baştan çıkartıp ona karşı kullanır ve aynı şekilde bu iki komşuyu birbirine karşı güdümleyerek aldatıcı bir güç dengeleri oluşması herhalde günümüzdeki sorunlara biraz ışık tutar umarım. Bu çıkar dengeleri korumak isteyen güçlere lütfen dikkat edip tuzaklarına kurban gitmeyelim.
Birlikten kuvvet doğar. Bundan doayı senlik-benlik nedir bırakalım, altımızda yanan kazanın ateşini daha körüklemeyelim. Barışa her yerden girelim ki sorunları daha güzel bir şekilde çözelim.
Kürt sorunu, Ermeni sorunu, Kıbrıs sorunu gibi başka sorunlar esasında barış ve huzur için bir fırsattır ve de bu fani dünyada bir imtihan vesilesidir. İnsansak gelin pozitif yönlere bakalım. Gelin hem vatandaş, hem de komşu olduğumuz sınırlar içinde kardeş kardeşe yaşamak için uğraşalım. Hz. İbrahim atıldığı ateşi söndürmek için bir damla su taşıyan karınca gibi binlerce olup bizi yakan bölücü ateşi söndürmek için uğraşalım...
hassasiyet
03.03.2003 - 14:56Bir bilgi akışımı var, demek ki bir şekilde birbirimizden yararlanıyoruz. Gördüm ki insanın, sevdiği konularda, hassas olmasında bazı zorluklar var: Malesef hassas olan şeyler kolay kırılıyor, hele bunlar değer verdiğimiz
şeyler ise bu insanın daha dikkatli davranmasını gerektiriyor. Bu gibi davranışlarda güçlü olmak için sevgi ve sabır ister, (göze fazla batıp, hep dikkat çekip) zarar gelmemesi için tevazu, etrafa zarar vermemesi için ise hoşgörü, hatta değerini bilmek için de şükür ister. Bundan dolayı dilde, düşüncede ve gönülde arınamamız lazım. Hele bu değer bir konu değil insanın gösterdiği hassasiyet ise umarım ne demek istediğimi daha iyi anlıyorsunuzdur…
Bir konuya ya da konulara insanın verdiği değerin farkındayım. Bu yüzden saygım sonuzdur. Zaten bir insana yapılan suçlamaların ne kadar çirkin olduğunu çoğu sayflarda gördük umarım ders çıkartıp aynı şekilde başka insanların önem verdiği kişilere ve konulara karşı daha dikkatli (saygılı, hoşgörülü…) davranırız.
Lafı dolandırdığım için kusura bakmayın fakat ince konular olduğu icin çekinerek yazmak zorunda kalıyorum. İnsanlık için verdiğim değer belki beni safmışım gibi yazmaya itiyor ama bu demek değil ki sol yanağıma tokat atana sağ yanağımı döneceğim. Eninde sonunda insanlık davası için bir savaşım var bu savaşımda ad yapmış insanlara hayranım fakat bu savaşımlara karşı ad yapmış Leheblere, Yezidlere, tanrılık taslayan firavunlara karşıyım hatta Saddamlarla barış adında bozgunculuk yapan somürü çarkının dişleri olan Bushlara da karşıyım.
Amacım kesin bir iddiada bulunmak değil hele eleştirmeye ya da yorum yapılmasını engellemek hiç değil. Fakat doğruluğuna inandığım kavramlardan biriside birlikteliktir buna zarar veren yıkıcı eleştirilere ve yorumlara karşı tepkisiz kalamıyorum. Bundan dolayı hassasiyet terimi bana insana verdiğim değeri çağrıştırıyor.
Toplam 2591 mesaj bulundu