gelirken
mavi iki bin bir al bana
kısa
sesin yine
sular altında bıraksın istanbul'u
yine düşüyor ipek mendil
bir yeşildir
sızıyor yine
güneşin
dudağının
kenarından
Robenson’unkine benzer bir yalnızlık değil
benimkisi
ben üç tarafı sularla çevrili
yetmiş milyonluk bir yarımadanın
iki anakaranın tam ortasında
ben gurbete giderdim
telefon direkleri
ağaçlar
sıra sıra dağlar bizim eve giderdi.
ben gurbete giderdim
ben ne zaman
çıkacak olsam böyle
yollara yollara
uzaklarda yuvası bozulur bir kuşun
kar yağar Evir'e
dökülür bacımın kınalı saçları
bu evler
kızları ellerinden alınmış
taş basmaya dururlar çalı diplerinde
elleri kıl çuval olur birinin
biri eteklerini döver
bir rüzgar esiyor
bir rüzgar çocukluğumun
babamı beklediğim kızıl akşamlarından
eve gidip uyumak istiyorum
duyar duymaz ayak seslerini
sen uyuyunca
başka bir evrende karşılığı var her şeyin
suyun karşılığı var
toprağın taşın
başka bir şey bu sevgilim
bulutlar üstü bir şey
eliyle koymuş gibi söktü biri yerinden
söktü neyim varsa söylenecek yarınlara kilitli
ki
biz utancıydık zamanın
ve tüm dönencelerin alnında
gitmişsin
yıllar geçmiş aradan
yuvan vardır şimdi
çoluk çocuğun.
eşin vardır
görsem utanırım
Mutlu ve sağlıklı nice nice yıllar diliyorum değerli öğretmenim.
Kuşlar
bende bu
uzaklara gitme sevdası oldukça
yazacağım anlaşılan
ne kadar yazarsam
sanki/o kadar kuş uçacak
yine bir sonbahar
bakarken böyle
son kırlangıcın ardından
son yaprak da
düştümü toprağa
içimde ne varsa fısıldayıp
bir arı kovan ...
Dibinde Uyuduğum
memleketim ayrık otu içimde
büyür
çocukluğumdan kalma sürgünlerle
saçak saçak
bi kökü babam
ığranır da ığranır
babam ayrık sürer
ayrık ayıklar
bi eli elimde gurbetleri dolaşır
acır ötekinde yandaklar
babam soframızda ...