TÜRKMEN BÜROKRAT MEHMET TURAN’ DAN
ÇERKEZ TEKNOKRAT YILMAZ EĞERCİ’ YE
YAZILMIŞ UZUN BİR MEKTUP
ÖNSÖZ
Bin dokuz yüz seksen öncesiydi. O yıllar, Ankara’ da deli gömlek Üniversite gençliğinin okullarda, sokaklarda birbirlerini kurşunladıkları yıllardı.
Genç ölümleri soluyan Ankara’ ın havası ağır ve kasvetliydi. Ankaralıların yüzleri asıktı. Yüzlerde, çaresizliğin verdiği hüzün, bıkkınlık ve bezginlik vardı.
Üniversitede okumak için Ankara’ da bulunuyordum. Olayların yoğun yaşandığı Devlet yurtlarında kalamıyordum. Ankara’ da ayakta kalmak, yaşantımı devam ettirmek için uğraşıyor, bir çıkış yolu arıyordum. O günkü mevcut koşullar içinde çözüm bulamadığım için de çaresizlik içindeydim.
Parasızlık, bıkkınlık, bezginlik bir türlü yakamı bırakmıyordu.
İşte o zor yıllarda, Kırşehirli, Mucurlu bir Türkmen’in yolu, Ankara’ da aynı şartları yaşamış olan Kayserili, Pınarbaşılı bir Çerkez’in yolu ile kesişti.
Ben Ankara’ ya iktisat, ekonomi, bankacılık, sigortacılık okumaya gelmiştim. O da elektrik mühendisliği tahsil etmeye.
Kısa sürede kaynaştık. Öyle ki bizler duygu, düşünce ve dünya görüşü olarak aynı düzlemdeydik.
Çerkez Arkadaşım, iki öğrenci arkadaşlarıyla birlikte, Ankara Demetevler 1.Cadde bulunan, 27 No’ lu apartmanda kalıyordu.
Tanışmışlığımızın ilerleyen günlerinin daha arifesi geçmemişti ki, Can Arkadaşım, bana bir teklif getirdi. Benim de kiraya katkı vermem şartıyla kendileriyle birlikte kalabileceğimi söyledi. Gözlerinin içine baktım. Gözlerinin içi gülüyordu. Teklifinde çok samimiydi. Teklifi hemen oracıkta, büyük bir memnuniyetle kabul ettim.
Bu teklif, benim için, içinde bulunduğum zor durumdan bir çıkış yoluydu. Teklif, batmakta olan, ölümün sıcaklığını ensesinde duyan, benim gibi bir genci, suda kurtaran can simidiydi.
Çok geçmeden bende aralarına katıldım. Aralarına katıldığım öğrenci evi; sevgiye, saygıya dayanan, aralarında iş bölümü olan, ortaklaşa oluşturulmuş elektrik, su ve mutfak masrafları için mütevazı bir harcama bütçesi olan sıcacık bir evdi..
.
Birimizi doyurmayacak kadar çok küçük olan bir katığımızı bile, adil ve adaletli bölüştüğümüz o evde, çok iyi günlerim geçti.
O gündür, bu gündür Çerkez Arkadaşımla analarımız farklı iki kardeş gibiyizdir.
O evde, üç sene kaldım.
Sonrasında kardeşimle benim yollarımız evlilik, çoluk çocuk, iş aş kaygısıyla ayrıldı. Yoğun iş koşuşturması içerisinde Türkiye’ nin değişik illerinde çalıştık. Ancak uzaktan da olsa telefonla arayıp zaman, zaman birbirimizin hal ve hatırını soruyorduk. Kardeşimle en son on beş yıl önce Kayseri’ de yüz yüze görüşmüştük
Kalıcı olarak ben Ankara’ ya yerleştim. Kardeşim de Adana’ ya yerleşti.
Geçenlerde yolum Çukurova’ ya düştü. Çukurova’ya varıp varmaz ilk işim, kardeşimi Ofisinde ziyaret edip, hasretlik gidermek oldu.
Kardeşim yoğun telefon trafiğini kapatıp, iki saatini bana ayırdı. Öğle yemeğini birlikte yedik. Geçmiş günleri andık. Adana'yı, Çukurova’yı konuştuk. Diğer insanlarımız gibi Türkiye sevdalısı, Anadolu sevdalısı iki insan, Çerkez bir teknokrat, Türkmen bir bürokrat olarak bizlerde, makro düzeyde, Ülkemiz ekonomisi hakkında geniş bir ufuk turu yaptık.
Kardeşim Yılmaz, Adana' nın, Çukurova’nın büyük ölçekli mal ve hizmet üreten, ekonomik aktörlerini iyi tanıyor ve biliyordu. Hatta bulunduğu mevki ve konum itibariyle Türkiye’ nin ekonomisine yön veren aktörlerle de ile ilişkisi oluyordu.
KOBİ’ ler hakkında bilgi derinliği inanılmaz ölçüdeydi.
Bu kısa sürelik zaman diliminde tecrübe, bilgi ve deneyimlerini kardeşiyle paylaştı.
Öteden beri iyi bilim ki, kardeşim, prensip sahibi çalışkan bir teknokrattır. Seçkin bir kişiliği vardır. İşiyle ilgili stratejik planlaması mükemmel olan bir insandır.
Türkiye’mizin daha iyi bir geleceğine ilişkin öngörüleri, kardeşimden dinlemek, insana mutluluk veriyor.
Herhalde üstün uzak görüşlülük sahibi bir insan olmak böyle bir şey olsa gerek.
Mehmet TURAN
UZUN BİR MEKTUP
Ankara, 9 Ağustos 2004
Değerli Arkadaşım Yılmaz,
Bil ki, seni çok özledim. Dünyanın güzelliği ile dost olan bir dostun güzelliği sende biliyorsun ki tartışılmaz.
Yüreği Güzel İnsan,
İnan ki tartışılmaz olan bir şey daha var, nedir biliyor musun? İnsani bir sevgi… Doğru ve anlamlı olan insani bir sevgi...
Öyle ki, bu sevgi karşılıklı olursa bu sevginin güzelliğine, yüceliğine hiç doyum olur mu?
Çok iyi bilmenizi isterim ki, bu insani sevgi benim gibi insanlarda bir duygu olur... Hem de bahar sabahının erken bir zamanında bir insanın seher rüzgârlarını içine çektiği gibi yüreğinin derinliğine akıp giden bir duygu…
Bahar aylarının sabahında hafif esen seher rüzgârları, başlangıçta biraz soğuktur, insanın içini ürpertir. Ya sonrası…
Sonrası; baharın o seher rüzgârları, o bahar sabahın sarhoşluğunda, kuş cıvıltıların içinde, insanın içine akan anlatılması çok zor olan ıpılık bir duygu olur, çıkar.
Değerli Arkadaşım Yılmaz,
Uzun zaman geçti. Ankara’ da üniversite öğrencilik dönemin üzerinden… Üniversite sonrası; iş, aş kaygısı, kavgası nedeni ile yollarımızı birbirimizden ayırdık.
Ancak Değerli Arkadaş bil ki, o yıllarda arkadaşlar olarak birlikte kaldığımız o ev ortamında, özellikle de seninle orada, yaptığım, o doyulmaz tartışmaları çok özledim. Hem de ne çok…
Yüreği Güzel İnsan,
Sende biliyorsun ki bu Dünyanın güzel yörelerinin alabildiğine doyumsuz olan manzara güzellikleri ile şer duygulardan uzak, yüreğinde iyilikler, güzellikler olan bir insanın güzelliği hiçbir zaman tartışılmaz.
Tartışılmaz olan bir şey daha vardır, nedir biliyor musun? Tartışılmaz olan, karşılıklı saygıya dayanan ve ömür boyu sürecek olan doğru ve anlam kazanmış olan bir arkadaşlıktır, bir arkadaşlık sevgisidir…
Değerli Arkadaşın Yılmaz,
Benim bu içten geçen duygularıma bilmem katılır mısın? Ancak katılacağını ümit etmek isterim. Biliyor musun, Değerli Arkadaşım? Daha dün gibi hatırlıyorum. Ömür yolunu bir arada tükettiğimiz o yılların bir zaman aralığında, konuşmalarınızın bir yerinde, hep: “Dünyaya pembe baktığımı,” söylerdin.
Biliyorum, Sen, her şeye çok karamsar bakardın. “Dünyanın çok kalleş olduğunu, haksızlıklarla dolu olduğunu,” söylerdin.
“Niçin insanların akıl ve fiziki olarak bir birlerin aynısı olarak yaratılmadıklarını,” söylerdin.
Derdin ki: “Eğer aynı yaratılsaydı, Bu Dünya’da insanların birbirine karşı olan haksızlığı vahşi savaşlar yapacak kadar acımasız ve kanlı olmazdı,” derdin.
Yüreği Güzel İnsan,
Çok, çok haklısın. Biliyorum, senin bu görüşlerine katılmamak aptallık olur. Ama ben bu haksızlığa gülümsemek istiyorum. Umarım bu düşüncemle senin alınganlık yapacağın bir hata yapmamış olurum.
Değerli Arkadaşın Yılmaz,
Sen de takdir edersin ki sonsuz uzay ve uzay içindeki gök varlıklarından olan bu Dünya yeryüzünün tüm canlıları içinde; kadınlı, erkekli en güzel olanı, en iyi konuşanı, en iyi akıl yürüteni, iki ayakları üzerinde dik duranı, dik olarak yürüyeni insan değil mi?
Hiç şüphesiz ki, insandır.
Diğer yandan da düzenli ve uyumlu bir bütün olarak düşünülen Dünyanın kendisinin çekirdeği, fiziği ve kimyası ile bir saniye ve bir an olsun durağan olduğunu düşünebilir miyiz?
Hiç şüphesiz ki düşünemeyiz.
Değerli Arkadaşım,
Yine biliyorsun ki, Dünya’da her şey ama her şey zıtlıklar üzerine inşa edilmemiş midir?
Bu kuralın tüm kâinatın temel kanunu olduğunu hatırlatmamı ne olur bir basitlik olarak algılama.
Yüreği Güzel İnsan,
Bu yazdıklarımdan hoşlanmadığını, yüzünün biraz asıldığını görür gibi oluyorum. Yine de kibarlığınızdan ve nazikliğinizden ödün vermeden o yumuşacık ses tonunuzla: “Yazdıklarımın Dünya’da yapılan haksızlıklarla, gaddarlıklarla yapılan vahşi savaşlarla ne ilgisi var ki,” diye sorar gibi olduğunu düşünüyorum.
Değerli Arkadaşın Yılmaz,
Beni anlayışla karşıla. O canlı ve keskin bakışlarını gözlerimin derinliğinden eritmeni istemem.
Söylemek istediğim şu: biz insanlar için barış içinde yaşamak ile kanlı savaşlar yapmak ki her ikisi de birer uçtur ve kendi içinde bir zıtlıktır. Öyle ki, her biri birer uç olan bu zıtlık, biz insanların bu Dünya yaşantısı içinde aynı zamanda çok önemli olan iki ayrı yaşam farklığıdır, da…
Ancak bilmeni isterim ki, insanlar arası, devletlerarası barış ile senin sözünü ettiğin kanlı, ölümlü vahşi savaşlar bu Dünya’ da öteden var olmuş, bundan sonrada var olacak olan bu Dünyamızın kaçınılmaz bir gerçeğidir.
Kaldı ki, tüm canlıların yaşam alanı olan bu dünya, öteden beri tek düze değil, zıtlıklarla üzerine kurulmuş olan bir dünyadır.
Belki bu düşüncelerime güzel örnekler olacak olan şu oluşumlara dikkatini çekmek istiyorum.
Bu Dünya da sayılı olan günlerimizden her hangi bir gün seçin. Seçilen o gün içinde yaşadıklarımıza bir bakın.
Gündüzün gönül ferahlatıcı nurlu aydınlığına karşın gecenin zifiri karanlık durumu ürpertici korkulan yüzü bir zıtlık değil midir?
Evet, bir zıtlıktır.
Öte yandan ömür yolculuğunda ilerken iliklerimize kadar hissettiğimiz Temmuz - Ağustos ayının yakıcı sıcaklığına karşın Kış ayının zemherinin dondurucu soğuğu bir zıtlık değil midir?
Evet, bir zıtlıktır.
Yeryüzünün çok gençken tırmanmaktan çok da zorlanmadığımız dik yamaçlarına, heybetli dağlarına karşın, yeryüzünün bacaklarımızın çevik ve atak olduğu o güzelim çağlarımızda çok arşınladığımız uçsuz, bucaksız düzlükleri bir zıtlık değil midir?
Evet, bir zıtlıktır.
Derelerinden pınarlar çağlayan yamaçlarında yeşilin bin bir tonunun cümbüş yaptığı, bu Dünya diyarının cennet bahçelerine karşın bu Dünya diyarının cehennemi olan, canlıların yaşamaktan çok zorlandığı bir damla suya hasret, bir dal yeşile muhtaç çölleri bir zıtlık değil mi?
Evet, bir zıtlıktır.
..................................................
.............................
Mehmet Turan
Kayıt Tarihi : 11.11.2023 20:11:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!