Yaş geçiyo rartık hasiret bitcek
Engel olmak zor deyil kiyapacam
Başa gelen zor olanı yapacam
Yol uzaktır bir gün sonu gelecek
Sabırla bu yola devam edecem
Ya bitecek ya bu yolda ölecem
..
Sevincimden uçuyorum havaya
Çok mutluyum okulumuz açıldı
Tatil bitti yine döndük yuvaya
Çok mutluyum okulumuz açıldı,
Güzel davranışlar kazanacağız,
Çeşitli kitaplar okuyacağız
..
RAMAZAN BAYRAMI
Ramazan Bayramı, Ramazan ayı boyunca tutulması Farz kılınan Orucun da sonunu İfade eder. Ramazan Bayramı’nın günü aynı Zamanda Şevval ayının birinci günüdür ve bu günde oruç tutulmaz.
Ramazan Bayramı’nın ilk günü sabah namazına kalkılır. Çoluk çocuk herkes o gün erken kalkar ve sabah namazına giderler. Namaz kılındıktan sonra hutbe okunur. Ondan sonrada eş dost ve bütün yakınlar bayramlaşırlar. Küsü tutanlar ve birbirine kırgın olanlar bayramın birinci gününden başlarlar barışmaya. Bu bayrama şeker bayramı deniyor. Çoluk çocuk şekerlerini ve harçlıklarını alırlar.
Bayram tam üç gün sürüyor. Bayram boyunca büyüklerimizi ziyaret ederiz. Büyüklerimizin ellerinden öperiz onlara saygıda kusur yapmayız. Bayramda bakımlı ve temiz giysiler giyeriz, kokular süreriz. Eskiden beri var olan geleneklerimiz de; bütçesi iyi olan ya da olmayan birbirlerine yardım ederlerdi.
Şeker bayramı denince ilk akıla gelen çocuklarımız oluyor. Bazı büyükler ellerini öpen çocuklara el harçlığı verirler. Hediye verirler. Şeker, çikolata ve saire gibi şeyler veriyorlar çocukları sevindiriyorlar.
Her zaman büküklerimizi ziyaret etmek. Onların yanına gidip de onlarla bayram yapmak büyüklerimizi de sevindiriyor tıpkı çocuklar gibiler.
Birde Müslüman kardeşlerimiz bu bayramda zekâtlarını maddi durumu olmayan ailelere verirler. Ve zekât farziyesini yerine getirmiş olurlar.
..
Biliyor musun en çok mektuba başlamam gereken hitap şeklinde zorlandım. Bir başlasam sonu gelecekti eminim! Ama sıradan sözcükleri hiç yakıştıramadım sana, yapmacık sözlere konduramadım seni... Sonra sana hiç mektup yazmadığım aklıma geldi, içim burkuldu, canım acıdı...
En acısı, dost bildiklerim, yâr seçtiklerim toplanıp bir araya gelseler, senin çeyreğin bile edemezmiş Annem…Hani küçükken en çok kimi seviyorsun diye sıkıştırıp dururdum seni. Ağzından "Seni! " cevabını alana kadar bırakmazdım etekleriniSeni, ablalarımdan kardeşlerimden kıskanırdım. Hâlâ büyüyemedim, hem şimdi daha çok kıskanıyorum. İçindeki sevgiyi ve gözlerindeki derin şefkati yalnız benim için sakla... Ama yapamazsın degil mi? Ana yüreği dayanmaz... Senin sevgin hepimize yeterSeni kelimelerle ifade etmek ne kadar zor.Oysa binlerce güzel söz söylenebilir hakkında.Ama seni anlatmak o kadar zor ki...Sen beni yüzümdeki gülücüklerle dünyana aldın..yetiştirdin geliştirdin..Sen hayatımın her karesinde oldun.sana danışmadan yaptığım her hareketimin hatayla sonuç vermesini bana en güzel sözlerle anlattın.Asla kızmadın.yüzündeki gülümsemeyle anlattın.sacımı okşayarak bana tecrübelerini aktardın.Sırası geldi çocuğun gibi azarladın,arkadaşın gibi sevdin,dostun gibi sırdaşın olarak gördün.Seni kendime örnek aldım.İdeallerim hayallerim oldun.Hüzünlü günlerimiz oldu,beraber ağladık.sevinçli günlerimiz oldu beraber güldük.az kazandık çok kazandık.ama hep vardık.yağmur yaz kış demedik hep beraber olduk.Tatil hayalleri kurduk.ama hiç beraber gidemedik.Ana kız gibi olduk,Kardeş abla gibi olduk.Yinede hep güldük Şimdi çok daha iyi anlıyoruz birbirimizi...Çünkü küçücük bir el saçlarımı kavrıyor geceleri...Karyola başlarında uykusuz geceler geçiriyorum. ninnilerle büyütüyoruz kızımı; yalancı çocukların burunları uzuyor masallarda, öpülen kurbağalar prens oluyor....Ve yaşamın değiştiğini, eski tecrübelerin geçersizleştiğini anlatan kitapları kaldırıyoruz salondan gizli gizli... O korkunç çark, acımasız bir hızla dönmeye devam ediyor. Zaman, öğütüyor kuşakları... İnsan ancak mahrum kalınca anlıyor sevginin değerini...Bense sevginden mahrum kalmaya fazla dayanamayacağımıbiliyorum.O yüzden bu gün senin doğum günün sana upuzun bir ömür diliyorum.
Hem biliyor musun? 'SENİ ÇOK SEVİYORUM'..
Deniz GÜLYÜZ
..
pazartesinin suçu halay başı olması
salının günahı pazartesiye itimadı olmaması
çarşamba gerisine bakar perşembeyi karşılar
perşembe cumaya hazırlanır
cuma esmez gürlemez tezbihin son halkasıyım der
cumartesi tatil pazar katil
pazartesi günahın başı her şeyin başlangıcı
..
Karanfil kokardı sabahları
bülbüler düğün ederdi
melekler semah dönerdi
çeşmeler zemzem akardı
bayram sabahları
uyku girmezdi gözümüze
bayramlıklarımız baş uçunda asılı
..
Bavul tatil için toplanır,
Bavul yeni hayat için toplanır,
Bavul mutluluk için toplanır,
Bavul terk etmek için toplanır
Ve bavul kimsenin bizi bulamayacağı yerlere gitmek,
Kendimizi unutturmak için toplanır.
..
Babam nasihat eder, sabah erken kalk derdi.
Güneş doğarken evden çıkıp işe giderdi.
Dünya hırsı hiç yoktu, mütevazi yaşardı.
Helal lokmayla bizi yetiştirmekti derdi.
Ruhun şad olsun baba, duamdasın beş vakit.
Gün doğmadan kalkarım,tatil,bayram her vakit.
..
Hepimizin hasretle özlediğidir 1 Mayıs. Hepimizin yolunu gözlediği, sloganlar biriktirdiği, türkülerini ceplerinde sakladığı bir isyanın duygusal halidir 1 Mayıs. İşçi Bayramı, Emek ve Dayanışma günü, artık ne dersek diyelim, temelinde ezilen, sermeyeye peşkeş çekilenlerin yılda bir kez hatırlandığı bir gün. Binlerce işçinin kanıyla günümüze dek gelen, ülkemizdeyse 70 lerde özelliklede 77'de efsaneleşen bir miras. Şimdilerde "Resmi Tatil" kazanımıyla iade-i itibarlaştırmaya çalıştığımız bir gün...
2013'ün 1 Mayısına gelmek istersek; köhneleşmiş düzen içerisinde nasılda kimi değerlerimizin yitip gittiğini açıkça görebiliriz. 1 Mayıs kimin bayramıydı? Kime hizmet edecekti? Getirisi ne olacaktı? gibi bir kaç küçük soruyu açmak istiyorum. Öncelikle belirtmek gerekirse alanlarda gövde gösterisi yapmak değildir 1 Mayıs. İşçilerin, köylülerin, emekçilerin, memurların taleplerini haykırdığı bir platformdur en basit haliyle. Oysa dün fabrikalarda çalışan çoğu işçi aynı iş temposuna devam etti yine. İnşaatlarda işçiler yine harç yaptı, kiremit taşıdı, yaşamları uçurum kenarında canla başla çalıştı. Büyük alış veriş merkezlerinde, iş yerlerinde, pazarlarda, yol boylarında yine binlerce işçi, patronlarına emeğini sunmaktan çekinmedi. İşte asıl sorun burada kanımca; sendikaların, siyasi partilerin kendi propagandaları için araç gördüğü 1 Mayıs, gün geçtikçe, devir değiştikçe, kapitalizmin alt kümesi olacak şekilde, kendi sisteminin çelişkisi içerisinde yerini almaya başlamıştır. Bu duruma alışığız aslında, sosyete kadınlarının 8 Mart'ı şaşalı bir biçimde kutlamalarından ne farkı vardı ki 1 Mayıs'ın. Samimi bir biçimde olayı sınıfsal bakış açısıyla değerlendirip alanlara gelen gruplarda vardı elbet, fakat 1 Mayıs misyonunun asıl amacından uzaklaştığını görmemek için aptal olmak gerekir... Umuyorum ki, işçi sınıfı koşulsuz bir birliktelikle kendi 1 Mayıslarını özgürce kutlayacak elbet...
Hükümet diktası altındaki polis zulmünü ise hiçbir harfi yanyana getirerek anlatmak istemiyorum. Keza onlar yitirdikleri vicdan altlarında, yüreklerini yaktığı çoğu insanın gözyaşında ve acı deryasında boğulup gidecekler bir gün. Ama mutlaka bir gün.
Venceremos!
..
Bugün
Yoğun ayrılık yağışı nedeniyle
Yüreğim tatil edildi biline...
Yollar gözyaşı ile kapandı
Sevgiler hayat köylerinde mahsur kaldı
..
Evlerine mi çekildi
Yine çocuklar ahhh!
Hem tatil hem yaz
Hem pazar, rüzgarda var
Olmasınlar da kalkar kalkmaz
İnternet başında yada televizyonda
Eğer bu sessizlik semtimizde
..
Tatil çekti canım bu yaz
Gidip dinleneyim dedim
Darbuka cümbüş ve de saz
Efkar dağıtmak istedim
Uzandım geniş kumsala
Rüzgar okşadı tenimi
..
Yıllar su gibi akıp gidiyor,emekliliği düşünemiyorsunuz derken kovalanan yıllara sonunda yetişiyorsunuz
Emekliliğin önceleri ne olduğunu anlamıyorsunuz, izin dönüşü emeklilik istiyorsunuz,,uzun süren bayram tatili gibi,o tatil uzuyor sonra.bitmiyor, artık işe başlama tarihi geldi diyorsunuz, bir kaç sabah erkenden kalkıyorsunuz işe gidecek gibi, yılların alışkanlığı, gitmiyorsunuz,,gidemiyorsunuz
çağıranda yok sizi işe,,,, yüreğiniz işyerinde,sanki uzaktan orada ki çalışmalar film şeridi gibi önünüzden geçiyor,, sonra sık sık emekli olurken arkadaşlarınızın üstüne duygularını yazdıkları panoya takılıyor gözleriniz yürekten yazılmış dost yazılarını, usanmadan bıkmadan okuyorsunuz,
onlarla bir daha beraber olamıyacağınızı düşünüyorsunuz,, üzülüyorsunuz,,
onları ne kadar çok sevdiğinizi günler geçtikçe anlıyorsunuz ilk zamanlar onlarda alışamıyor telefonlar mailler,hal hatır sormalar, duygu fırtınası bitmiyecek gibi sanki sonra iş güç yaşam gailesi ve zamanın vefasızlığı giriyor araya yavaş yavaş azalıyor herşey telefonlarınız çalmaz,mailler gelmez oluyor işte o zaman emekliliğin ne demek olduğunu anlıyorsunuz
ikinci bir hayatın emekleme dönemini yaşıyor,alışmaya çalışıyorsunuz,
gündüz vakti boş sokaklarda yürürken kendinizi suçlu hissediyorsunuz iş vakti burada ne arıyorum,diye geçiyor içinizden sonra onada alışıyorsunuz
..
Seninle karşılaşmamız,tesadüf;
Hatta konuşmamız,gülmemiz.
Aynı taşıtta gelmemiz bile tesadüf.
Tesadüf,tesadüf
Ya sonrası?
Gene tesadüf!
..
Kapalıyız paydos demek olurmu
Saltanatın sarayında yaşarken
Kapalıyız paydos demek olurmu
Sorumsuzluk haddinizi aşarken
Kapalıyız paydos demek olurmu
..
Biz çocukkende fakirdik şimdide
Soğuk on kasım günleri cümlemiz garibandık.
Önceki gün mukadder abladan krizantem istemeye başlardık.
On kasım günü elimizde emanet çiçekler ata ya saygımızı sunardık.
Haziran ayında tatil olurdu mahallede çay ocakları favorimiz
Sabahın sekizinde ya babamızın yanında yada çay ocaklarında geçerdi vaktimiz.
..
Kış geldi
Kar yağdı
Etrafa doldu
Okullar tatil oldu
Çocuklara gün doğdu
Bırakın çocukları
Büyükler bile çocuk oldu
..
Ben taa eskiden yanık korum mangalda,
Sen tatil yapıyorsun hâlâ kumsalda,
Aramızdaki tek fark işte bu anla,
Nasıl anlayabilirsin ki sende nerde o kafa...
Sıkılmaya başladım seni sevmekten,
Uzağımdasın her zaman sen benden,
..
Zaman takılmış bir dönenceye
Gece bitmek bilmiyor.
Yarın tatil günü olsaydı keşke
Abdi İpekçi Parkı’nda bekleseydim seni
Geliverseydin Cebeci yönünden
Elinde iki halka simit, sıcacık
Ve ölmüş bir şairin son kitabı...
..
(Bu öyküde adı geçen kişi ve olayın geçtiği yer gerçek değildir.)
80’li yıllardı. Copçuların Sefer derler bir gençle tanıştım Kırşehir’de... Anadolu’nun orta yerinden, çıkarak, ta Batı Amerika’nın Colorado eyaletinde Aspen kayak merkezine ekmek parası kazanmaya gitmişti. Burası dünya’nın en zenginlerinin para üstünde kaydıkları bir tatil beldesiydi. Yani benim diyenin gidemeyeceği kadar pahalı bir yerdi.
Sefer kazandığı paralarla biraz yoksulluğunu azaltınca çok sevdiği Zeyni’siyle evlendi. Fakat üç günlük eşini Aspen’e götürmedi. En çok da bu üzmekteydi, Sefer’i… Çünkü bu durum onu yılda ancak iki kere görmesi anlamına geliyordu. Ama ne çare bir kaç yıl çalışıp bir iş kuracak parayı kazanabilmesi için bu hasrete katlanması gerekmekteydi.
Günler haftaları, haftalar da ayları kovalarken tek tesellisi buram buram hasret kokan mektuplardı. Yine bir mektup aldı memleketinden… Hemen bir köşeye çekilerek sigarasını yaktı önce… Sonra derin derin içine çekerek kokladı Zeyni’sinin mektubunu. “Prensim” diye başlayan dizeler gözlerinden akıp geçerken; bir cümleye takılıp kalmıştı. Şöyle yazıyordu Zeyni. “Bende bir emanetin var.” Evet bir emaneti vardı gerçekten, çocuğu olacaktı Sefer’in. Gerisini okumadı mektubun. Ayağa kalkarak çalıştığı restauranta doğru bağırdı. “Hey millet bir çocuğum olacakmış benim! ..” Müşterilerin bir kısmı bu güzel haberi alkışlayarak bir kısmı da tebrik ederek paylaştılar. Patronunun izniyle müşterilere aperitif içki ikramında bulundu.
Neden sonra eşinin doğduğu ve bir kız çocuğu olduğu haberini aldı. Erkek çocuk beklentisi olduğu için fazla sevinememişti. İsminin ne olacağı soruldu telefonda… Sefer bir süre düşündükten sonra güzel bir yer olan Aspen ismini vermeyi kararlaştırdı kızına. Aspen olsun dedi telefonun öbür ucundaki babasına. Babası bir süre sessiz bekledi. Çünkü eşinin ismi Makbule verileceğini umuyordu torununa. Huzursuzluk çıkmaması için tamam olur, ilçeye gittiğimizde hemen nüfusa yazdırırız dedi. Dedi demesine de yanlış anlamıştı oğlunun verilmesini istediği ismi.Aspen’i Hasbel olarak algılamıştı.
Üç ay sonra nüfus müdürlüğüne giden anne Zeyni, kızının nüfus kaydı için geldiğini söyleyince; görevli memur isminin ne olacağını sordu. Zeyni “Hasbel” olacak deyince memur önce göbek hoplatarak, sonra da tepinerek gülmeye başladı. O güldükçe Zeyni öfkeleniyordu. Nihayet “yeter! ” diye bağırdı. Kahkahalar bitince “Sen ne biçim bir memursun ki kızımın adıyla alay ediyorsun? Babası ta Amerika’lardan böyle olmasını istedi. Hem sen köyün imamından daha iyisini mi bileceksin? Ona da sordum, “ uygundur” dedi. Seni Kaymakam Beye şikayet edeceğim. Görevini yapsana…” diye bağırınca; işin ciddiyetini kavrayan memur “Tamam hanım! Sesinizi yükseltmeyin… Dediğinizi yapacağım. Özür dilerim.” diyerek daktilo ile yazmaya başladı.,
..