TATİL ŞİİRLERİ

TATİL ŞİİRLERİ

Ferit Teksoy

Tanrı herşeyini güzel yaratmış
Herhalde tatil günüydü o gün
Bir heykeltraş'a bakmış olmalı
Belki bir ressam'a,uzmanlığı nü! ..

Bir kalp cerrahından yardım isteyip
Sana takmış sanki en güzelini
..

Devamını Oku
Mehmet Soykırlı

Bugün ilk pazarı nisan ayının
Ilık güzel bir günü gelen ilk baharın,
Ve ben evde kahvemi yudumluyorum
Sen geliyorsun aklıma seni düşünüyorum.

Neredeyse on sekiz ay geçti üzerinden
Beni yalnız bırakıp gittiğin günden,
..

Devamını Oku
Muharrem Dalkıç

M utlu bir Türkiye yaratmak için çıkmıştın yola
U mudunu yitirmedin girdin halkınla kol kola
S oğan ekmekle mutluyduk ; sağımız solumuz kola
..............................................................................
T aarruzla aldığın topraklar elden çıkar oldu
A ntalya şimdi yabancıların tatil cenneti oldu
F abrikalar kapandı sokaklar işsizlerle doldu
..

Devamını Oku
Nuh Yıldız

Yüce Rabbim, bana bir erkek torun verdi
Babaannesi besmele ile adına MELİH dedi

Bütün özlemlerim bitti, işte geldi torunum
Onunla Keyif ediyorum, kalmadı sorunum

Görmeye değer, babaannesinin kucaklayışı
..

Devamını Oku
Nebi Ünler

TÜRKLER SOYKIRIM YAPSA

Türkler soykırım yaptı, diyen utanmaz deyyus
Neden sıfıra yakın, Kızılderili nüfus.

Aynaya bakarsanız, görünür gerçek katil
Gönülü bilmeyende, vicdan, merhamet tatil
..

Devamını Oku
Hamdi Özyurt

adının yeşil olması içindeki küfünden
her sokağı çıkmaz sokak, her durağı son durak
kabuslardan inilen bir tatil kasabası
denizleri çekilmiş, kumları hâlâ ıslak

babasız evin külfeti çürük omuzlarında
sıcak bir yatağı düşlemesi bile yasak
..

Devamını Oku
Fatma Akar

biraz cadıyım, biraz da deli
dilim de sivridir, incitir bel ki
ne güzel derler, ne ince belli
vakit geç olmadan, istersen vazgeç...

selviden kısayım, ottan az uzun
inadım inattır, ah! köyü huyum
..

Devamını Oku
A. Esra Yalazan

Yumuşayan ışıkla uysallaşan gökyüzünün akşamüstleri bakır rengine döndüğü kızıl bir mevsimin başlangıcındayız. Mahcup güneş, ürperen boğazda, tenhalaşan kır kahvelerinde, loş cami avlularında, solgun tabiatta, telaşlı insanların koşturduğu kalabalık caddelerde, cilveli seslerin uğuldadığı renkli çiçek pazarlarında, gümüşi pullarıyla parıldayan balıkların dizildiği ıslak tezgâhlarda kırılarak dolaşmaya başladığında en sevdiğim iklime kavuşmuş olacağım. Birkaç gün sonra, bütün günahları temizlemeyi seven eylül, hepimizi birazcık daha ağaran saçlarımızdan okşayarak bağışlayacak. Biliyorum, hep öyle yaptı. Dönüşü olmayan mahmur yaz aylarının masalsı zamanından sıyrılıp zarafetle canlanan bu ‘hülyalı’ mevsimi hep sevdim ben.

Doğrusu neden ona hüzünlü dediklerini pek anlamam. Bütün iklimlerin prensesi olan sarışın sonbahar serseri kız kardeşim gibiydi bir zamanlar. O yaklaşırken geleceğe dair hayallerim köpürürdü, heyecanlanırdım. Yılların hoyrat kaybını yılbaşlarında sorgulayanların tersine sonbahar benim için her daim kendisini yenileyen hayatın başlangıcı oldu. Malum, eylülle birlikte şehirler canlanır. Sanıldığının aksine fena halde şımarık olan bu mevsimde insanlar yeni kitaplar, filmler, oyunlar, sergiler hakkında konuşmaktan, farklı işler, arayışlar peşinde koşmaktan, taze ümitlerle beslenmekten hoşlanırlar. Ben de böyleydim.

Bir tatil günü canınızı sıkmak istemem ama artık tam böyle hissetmiyorum. Bu türden fazla ‘şeffaf’ yazılar yazdığım vakit, hiç değilse söylenen yakınlarımı memnun etmek için daha ‘neşeli’ bir ruh haliyle yazabilmek isterdim lakin o ben değilim. Affetsinler. Bu aralar yazma fikrine de pek bayılmıyorum zaten.


..

Devamını Oku
Fuat Eriçok

bahar yaza dönüyor
günlük güneşlik ortalık
rüzgarsız… ılık.
fakat ne yazık tatil günü
rumelihisarı sahili tıklım tıklım kalabalık
dolaşılmaz ki…

..

Devamını Oku
A. Esra Yalazan

Yürek kamaştıran yıldız kaymaları gibi ansızın belirip kaybolan kıvılcımlı sürprizleri kendinden uzaklaştırdığın hayatını sündürmekten yorulmadın mı? Biliyorum sen de pek çoğumuz gibi güvenli anlaşmaların, tehlikesiz konforun, huzurlu bir mutsuzluğun esirisin. Poyrazlı, lodoslu, karayelli hülyaların dindikten sonra kendini de unutup dingin bir umarsızlıkla seyre daldın dünyayı. Ne kalabalıklardaki tenhalığı ne de yalnızlığının mahcubiyetini görebiliyorsun artık. Hislerine inatçı bir deniz hayvanı gibi yapışan kayıtsızlık ruhunu epeydir kemiriyor. Eskiden sokaklarda utanmadan yüksek sesle konuşurdun. Kendinle konuşurken aslında şeftali kokulu kadınlara, zeytin dalı gibi bükülen zarif erkeklere, yatsıdan çıkan kambur ihtiyarlara, dost köpeklere, nadir bulunan mavi çiçeklere, nazlı vapurlara eşlik eden deniz kuşlarına da seslenirdin, hatırlıyor musun? Hem o vakitler insanın belini büken sıradan kötülüklerle, basit ama incelikli zevkleriyle mukabele eden bir garip insanlar yaşardı değil mi?

Hâlâ var onlar. Bildiğin hayattan biraz müsaade almak için biriktirdiğin şu planlı tatil günlerini heybenden çıkar at önce. Boş ver, tavandaki çatlakları, camlardan süzülen damlaları, aynadaki kırışıklıkları da itinayla sayma bu defa. Yabancı sokaklarda, kalabalık meydanlarda, kedilerin topal masa altlarına kıvrılıp uyukladığı kır kahvelerinde, düşünceli kargaların dolaştığı parklarda avareliğin tadını çıkar. Sakın acele etme... Onu daha evvel tanışmamış olman veya hikâyelerini defalarca okuman arasında pek bir fark yok. Her dem taze kalabilen dili, insanı tabiatla birlikte her şeyin üzerinde tutan tavrı her okuyuşunda “ilk sevdaların” diriliğini hissettirecek zaten sana.

Aheste adımlarla yürürken cebinde şıkırdayan bozuk paraların sesine kulak ver. O demir parçalarıyla içini başka şeylerle kolayına dolduramayacağın küçük-dev bir dünya alabilirsin. Hem yeniden doğan Son Kuşlar’ın ve diğerlerinin kapaklarını öyle güzel yapmışlar ki bir görsen... Hele bir de kendini unutup yaşamanın buruk heveslerini hatırlatan ışıltılı hikâyelerin içinden geçebilsen...

Kitaba ismini veren ilk hikâyede güz mevsiminde birdenbire canavar kesilen bir tüccarın kuşları “pilavlık” yapmak için nasıl avladığını anlatıyor. İki yüz elli gram bile et vermeyen sakaların, serçelerin yenmesi evet merhamet duygunu incitecek ama sakin ol n’olur. Biraz sonra sana iyilikle yıkanmış hayatın resmini sade anlatımıyla çiziverecek: “Hâlbuki sonbahar koca yemişleri, beyaz esmer bulutları, yakmayan güneşi, durgun maviliği, bol yeşili ile kuşlarla beraber olunca, insana sulh, şiir, şair, edebiyat, resim, musiki, mesut insanlarla dolu anlaşmış, sevişmiş, hırssız bir dünya düşündürüyor. Her memlekette kıra çıkan her insan, kuş sesleriyle böyle düşünecektir.”
..

Devamını Oku
Tayfur Işıkoğlu

Bunaldım sıcaktan gölge ararım.
Ararım da dostlar boşa ararım.
Her taraf yakıcı kime sorarım.
Serin bir esinti nerde sorarım.

Yaz güneşi yakıyor ha yakıyor.
Kumsalda plajda güzelleri yakıyor.
..

Devamını Oku
A. Esra Yalazan

Sadakat kelimesini, tınısı, manası ve insana göre değişebilen alacalı rengi itibarıyla içinde binlerce farklı türden canlı yaşatan laciverdi bir okyanus gibi algılıyorum. Dolayısıyla, ‘sadakatin’ ahlakla kurduğu ilişkiden ziyade her defasında başka maskelerle aramızda dolaşması ilgimi çekiyor. Sadakatle ‘itaat’ arasında yalpalayanların medcezirli ruh hali, aynı zamanda siyasi bir varlık olduğunu unutan insanı da iyi anlatıyor çünkü.
Neredeyse bir asırdır karşılaştığınız yasaklar listesini, onu güçlendiren yasalar koyan, ‘toplum mühendisliğini’ evvel ezel seven yöneticilerin sisteme ‘sadakat tutkusunu’ gördüğünüzde ne hissediyorsunuz? Sadakatin bir ‘görev’ olduğunu mu yoksa o erdemin, kalleşliğin, menfaat düşkünlüğünün, vefasızlığın tersi olması gerektiğini mi? Ben haliyle kendilerine bir önceki neslin hoyratlığından miras kalan o acımasız ‘vazife aşkını’ görüyorum.
Ve böyle yorgun zamanlarda yine edebiyatın iyileştirici gücüne sığınıyorum. Yazı bütün hayatımıza istila eden zehirli unutkanlığın kapılarını kelimelerin büyüsüyle aralayıp, insanın şuursuzluğunu mağrur baş kaldırışın şiiriyle derinden hissettiriyor. Geçmişe merhamet eden bir yazarın, ‘küçük şeylere’ akıldan ve vicdandan yoksun bir körleşmeyle bağlanan insanları anlattığı ‘Almanca Dersi’ni okuyunca hüznü ve sevinci bir arada yaşıyorum. Hâlâ dünyada büyük bir kalabalığın bu romanın inceliğinden, anlatımından etkilendiğini bilmek ‘yasaklarla’ hırpalanan ruhumu sağaltıyor. Sonra insandaki ‘görev duygusunun’ giderek bir takıntı halini aldığını, bunun hemen her çağda ve coğrafyada kendine has koşullarla sıkıcı bir döngü içinde tekrarlandığını bilmek beni umutsuzluğa sürüklüyor.
Çağdaş Alman edebiyatının klasikleşmiş eserlerinden biri olan Sigfried Lenz’in başyapıtı kabul edilen roman, Siggi isimli bir çocuğun ‘görev tutkusu’ konulu kompozisyon ödevini yazmadığı için ıslahevine konmasıyla başlıyor. Siggi, kompozisyonu yazmak istiyor ama öğretmenlerinin ondan istediği gibi değil. Kasabanın polisi olan babası, 1943’de nasyonal sosyalistler tarafından ressam Nansen’i resim yapmaktan men etmek ve yasağa uyup uymadığını kontrol etmek ve devlete rapor edip cezalandırmakla görevlendiriliyor. Aldığı talimatları hiç sorgulamadan yerine getiren baba karakteri, kuşkusuz tüm zamanların totaliter rejimlerini de temsil ediyor.
Beğenilmediği için yıkım emri verilen heykelleri, müstehcen bulunduğu için dört yüz sene sonra yasaklanan tiyatro metinlerini, çağdaş oyunları, kitapları, kireçlerin altına taammüden gizlenen resimleri her gün hatırlatmaya lüzum var mı? Lenz, bir çocuğun gök kuşağı renkleriyle beslenen hayal gücünü, ‘göreve’ değil hayata, duyguya, yaşanmış olana sadık kalma bilincini, arzusunu, ilk bakışta baş döndüren benzersiz bir tablo gibi resmetmiş. Milyonlarca okur, başta Thomas Mann ve Goethe olmak üzere pek çok saygın ödüle sahip bu yazar sayesinde hâlâ küf kokan ‘yasaklar’ karşısında kendini güçlü ve sağlam hissedebiliyor. Yasak koyanların hazin yenilgisi de her zaman bu oluyor!
Kitabın iz bırakan cümlelerinden biri: “Yalnızca itaat etmeyi bilenler emir verebilir”. Genellemelerden korkarım lakin bu cümlenin çelişkili sertliği pek çok zehirli hırsı da gün ışığına çıkarıyor. Etrafınıza bir bakın. Bırakın yaşadığınız ülkeyi yönetenleri, işyerinizde, mahallenizde, evinizde hiç sorgulamadan itaat etmenizi isteyen ifadesini yitirmiş yüzlere dikkatlice bakın. Ne görüyorsunuz? Lenz, size o hastalıklı ruh halinin yazıdaki tılsımlı karşılığını gösteriyor işte.
İki farklı zamanda geçen kitabın anlatıcısı Siggi, suçlu çocukların ıslah edildiği bir adada yaşıyor. O yaşadığı sert gerçekliği ‘şimdiki zamanda’ eğip bükmeden anlatırken, ‘suskun defterleri’, sislerin arasından gördüklerini büyülü bir masala dönüştüren cesur ve romantik bir korsan misali konuşuyor okurla. Lenz, bu romanı yazarken ekspresyonist ressam Emil Nolde’den esinlenmiş. (1867-1956) . Kaynaklar, Lenz’le aynı dönemde yetişmiş ressamın, Nazi döneminde büyük bir gizlilik içinde yaptığı, sonradan ‘yapılmamış resimler’ diye adlandırılan bin üç yüz resimden oluşan bir seriye işaret ediyormuş.
..

Devamını Oku
Muharrem Güney

Yaşamak sınırlıymış.
Dünya yaşamı sınırlıymış.
Ama sınır yürekle yıkılırmış.
O yürek neredeymiş?
Tarihte bazen kendini göstermiş.
O yürek çocuk için atan yürekten çok yüceymiş.
Dünyaya bırakacağı üç beş şeyden yüceymiş.
..

Devamını Oku
Buse Arı

Ders işledik sözlüye kalktık erken kalktık
92 Günlük tatile hemen şimdi kalktık
Karnelerimizi aldık başarılarımızı saydık
Şimdi koşuyoruz yaz tatiline

İşte geldi yaz tatili
Koşun canlar denize
..

Devamını Oku
A. Esra Yalazan

Bu pazar, tembellik hakkınızı biraz erteleyip vatandaşlık hakkınızı kullanmak için her zamankinden daha hızlı ve çevik hareketlerle güne başlayacaksınız muhtemelen. Kim olduğunuza, var oluşunuzla neye hizmet ettiğinize, eskimiş hayallerinize, hayatta gerçekten ne istediğinize, gündelik hayatınızı düzenleyecek ihtiyaçlara çok da aldırış etmeden birilerine ‘evet’, kaçınılmaz olarak birilerine de ‘hayır’ diyecekseniz. Düzenin çoktandır sizi sıkıştırdığı kapanın adı ‘siyaset’ çünkü. Tercihlerinizi, epeydir hissettiklerinizle, vicdanınızla, aklınızla değil size dayatılan çürümüş bir sistemin artık pek geçerli olmayan ölçüleriyle kullanmak durumunda bırakıldınız. İşin tuhafı, bu sadece burayı yönetenlerin kabahati de değil.

Hayatı cam bir kavanozdan seyrederken, soru sormamanın, fazla merak etmemenin, diğerlerini korku ve kibirle ötekileştirmenin, hakikati kalple idrak etmeye çalışanları küçümsemenin, bazen gerçekleri gizlemenin sinsi rahatlığıyla yaşıyoruz aslında. Hayatın gerçekte ne olduğunu, bize ne ifade ettiğini çok iyi tarif edemediğimiz için belki, kendimizi yok ederek oynadığımız tuzaklı bir oyunun içindeyiz sürekli. Hepimiz farklı kimliklerle bir biçimde bu oyunu oynuyoruz.

Peki, bir gün için bütün kuralları toplum tarafından ezberletilmiş bu oyunu oynamaktan vazgeçsek ne olur, ne değişir hayatımızda? Bütün gün televizyonlarda ve gazetelerdeki yorumlara, soğuk rakamların dizili olduğu grafiklere baktıktan sonra ertesi gün hayata nasıl devam edeceğimizi bilmiyor muyuz? Kimlere kızacağımızı, kimlerden demokrasi dileneceğimizi, iktidarın çizdiği yolda hayatımızın nasıl şekilleneceğini bilmiyor muyuz, elbette biliyoruz. Hayatın kendisi bunu sürekli farklı biçimlerde hatırlatıyor zaten.

Bir türlü ne yapacağını bilemeyen tedirgin baharı, yabani manolya ağaçlarının pembemsi diri yapraklarıyla, mimozaların dokununca toz gibi uçuşan sarı çiçekleriyle karşılarken herkese saçma gelen sorular sorsak, ne olur sanki? Biz o ‘şuursuz’ sorularla oyalanırken birileri bize mutfakta yumurtalı ekmek kızartsa, biz o kızgın yağın cızırtısını ve ocakta kaynayan çaydanlığın tıkırtısını dinlerken başka birileri loş arka bahçelerde içimizi ısıtacak şefkatli hikâyeler anlatsa ne olur. Çok ciddiye alınan bir seçim günü hayat aniden çok mu gayrı ciddi olur?
..

Devamını Oku
Çetin Özdemir 2

Dolu geçti otobüs
Yolcular durakta kaldı
Ne diye tatil oldu
Çocuklar sokakta kaldı
Gelmeyince nazlı yar
Sevgiler ulakta kaldı
Tez göçtü analarımız
..

Devamını Oku
Muhterem Aslan

Cebinde beş kuruş para olmadan
Bütün dünyanın sahibi olmaktır
Beş yıldızlı otellerde kalmadan
Mutluluk içinde tatil yapmaktır
Çocuk olmak

En temiz duygularla sevmek öpmek
..

Devamını Oku
Said Ertuğrul Işık

Bu gece sonbahar rüzgarları esti içimde
Sonra yağmur çiseledi hafiften
Ağaçlar yapraklarını döktü içinden
Kökler suya isyan etti ilk defa
Bu gece kış oldu yüreğimde.

Aklımın yolları kırağı olmuş
..

Devamını Oku
Tunahan Ermihan

Sessiz saatler başladığında bekle ayrılığı
Kelimeler anlamını yitirene kadar konuş
Sonra susmaya başlayınca misafir olan sevda yollara düşecektir
Biz ise son yalanlarımızı savurup rüzgara karşı
Kapıya kadar geçireceğiz sevdayı

Sonrası faili meçhul cinayet dosyaları gibi
..

Devamını Oku
Mehmet Atılgan

Kerpiç evlerde geçti çocukluğum
Tam bir silgim hiç olmadı
Yeni alınmış kitabım...
Bir elbiseyi hiç ilk kez ben giymedim,
Kışın bot ne ne de güzelmiş
Yıllar sonra tanıdım.
Okulların tatil olmasını hiç istemedim
..

Devamını Oku