bir gün maziye dalarsan
mevsimlerden tatil vaktiyse
aylardan temmuz ise
sahildeysen
kumsalda kor bir ateş varsa
saatlerin sıfırüçleri gösteriyorsa
gökyüzüne baktığında dolunay'ı görüyorsan
..
Küçükken bizim köylerde çocuklar hep patik denen ayakkabı, iskarpin karışımı karışımı yazlık naylonlar giyerlerdi.Bu patik çarığa benzer ama çarıktan farklı olarak ayağın üzerinden geçip bileğinin alt tarafına doğru tam aşık kemiğinin altına gelen bir naylon parçası vardı, bu naylon kısmı Kilte denen demirle patige birleşirdi.
Bu demir o kadar uyduruktu ki patigi giydiğinin 3. Günü paslanır ve bu pas ayağının o kısmında pas rengi lekeler yapardı.Bu leke öyle çabuk geçecek gibi bir şeyde değil di hani.Mesela; patiği giymeyi bıraksan bile birkaç hafta o pas çıkmazdı.Patiğin özellikleri sadece bunla da sınırlı değildi.Çarığa benzedigi için üzerinde her hangi bir hava deligi bulunmuyordu.Tabii ki Çukurova’da yaz günü naylon ve kapalı bir ayakkabı varii olan bu nesnede ayakların durumunu tahmin edersiniz.Ben o sıcak yaz günlerinde ayakkabımı her çıkarışta aklıma Babaannemin çamaşır yıkadığında ellerinin aldığı o şekile benzetirdim ayağımı.Elleri de benim ayağım gibi buruş buruş ve bembeyaz olurdu babaannemin.Aarmızda bir fark vardı sadece benim ayağımın patigin içindeki kısmı bembeyaz diger tarafı kısmen güneşten ve çoğunlukla toz ve kirden simsiyah olurdu.
Kadirli’den tatil için köye geldiğimde ilk işim Büyükbabam’a bana bir patik aldırmak için baskı yapmak olmuştu.Çünki biliyordum ki Büyükbabam beni kırmazdı, nede olsa onun ismini taşıyordum.Bunu hep kullandım çocukluğum boyunca, belki şimdi bile kullanıyorumdur, kısıtlı zamanlarda bile olsa görüştüğümüzde.
Ve nihayet köyümüzün müdavim çerçisi Mahmut emmi yürümeye bile mecali kalmamış atıyla köyümüze geldi.Koşarak Büyükbabamı çağırdım birlikte çerçiye(çerçici derdik) gittik.Bana beyaz bir patik aldık.Tam o sırada köydeki arkadaşlarımın beni alel acele çağırdıklarını duydum, koş diyorlardı bana koş.
Ben de koşarak yanlarına vardığımda hep bir ağızdan gökyüzündeki leyleklere”LEYLEK YUVANA YILAN GİRMİŞ”diye bağırdıklarını duydum.Ne olduğunu anlayamamıştım, Mustafa bana sende bağırsana diyordu.Bende bağırınca ne olucak ki dedim.-Böyle bağırınca leylekler hemen hızla uçup evine giderler dedi.Ben de onlara katıldım, hep bir ağızdan bağırıyorduk”LEYLEK YUVANA YILAN GİRMİŞ”diye.Gerçekten de bizim duyan leylekler bir tek daire çizdikten sonra kararlı ve çok daha hızlı bir şekilde bir yöne doğru uçarak uzaklaşıyorlardı.Belki sesimizden ürküyorlardı? Kimbilir belki de dediğimizi anlıyorlardı.
Bu nerden mi aklıma geldi? Arkadaşlarla Sapanca Gölü’nün kıyısında hafta sonunu geçirmeye gittik.Orda, gökyüzünde göç eden leylekleri gördüm.Bir grup leylek nasılda beni alıp nerelere ve hangi zamanlara götürmüştü.Bağırmak istedim aslında yine”LEYLEK YUVANA YILAN GİRMİŞ”diye, ama bağıramadım, bağırsam kimse beni anlamayacaktı, anlasa bile acaba bu cümle çocukluğumdaki kadar güzel gelirmiydi ki bana?
..
Bir yıl oldu düştüm kara sevdaya
Üç aylık da tatil girdi araya
Ne hayallerle geldim buraya
Benim aşktan yana şansım olmadı
Divane gönlüm bir gün huzur bulmadı
Canım bile verirdim onun uğruna
..
Ortada bir masa,
Otuzbeşlik Tekirdağ rakısı,
Tabakta beyaz leblebi,
Ortamda bir sıcaklık,
Dostluk, samimiyet ve sohbet,
Bir de sen ve ben varız,
Günlerden Cumartesi
..
Başkentte yaşayan bir Ankaralı olarak bazen bu şehir neden bu kadar gri diye düşünürüm. Ülkemin başkentinde yaşamanın avantajlı mı yoksa dezavantajlı mı olduğunu da.
Büyük şehirlerde yaşamak insanı doğadan uzaklaştırıp, robotlaştırıyor. Her sabah kalkıp rutine bağlanmış gününüzü sırasıyla yaşamak zorundasınız.Trafik, koşturmaca,insan kalabalığı.
Bu görüntülere o kadar alışmışsınızdır ki ne olduğunu, nedenini düşünmeden, akıntının içinde sürüklenen ağaç dalları gibi kapılıp gidersiniz.
Her sabah kalktığımda güneşi görmek, derin bir soluk almak için penceremi açarım. Aldığım o solukla birlikte temiz hava çektiğimi düşünmeyin. Sadece kendimi kandırıyorum. Ağaçsızlıktan, egzoz gazlarından nasibini almış kentimiz, şu sıralarda doğal gaza yapılan zamlarla birlikte, seçmenlerin bol miktarda bulunca yaktığı kalitesiz kömürlerle iyice kirlenmiş durumda. Durum böyle olunca da haliyle “güne merhaba” demek için aldığım soluk, nefes borumu sızlatıyor. Daha iyisi olmadığından alışkanlığımdan vazgeçemiyorum. Birde temiz havanın ne olduğunu bilmediğimiz için biz başkentliler ancak, mesire yerlerine, tatil kasabalarına veya ağacı, ormanı olan bir yerlere gidince farkına varıyoruz.
Son zamanlarda zaten gri olan şehrimiz, siyaha çalan bir gri oldu. Bürokrasi, memur, öğrenci kenti diye bilinen Ankara’mız maalesef bu rengin en iç karartan tonunu giymiş, üzerine birde sis perdesi eklemiş. Binaların büyük çoğunluğu nedenini anlayamadığım bir renge boyanmış, GRİ’ye… Asfaltından tutunda kaldırımlardaki bordür taşları bile gri olunca maksat uyum sağlamak herhalde diye düşünüyorum.
Ağaçsızlıktan da nasibini alan şehirlerimizden benim güzel Ankara’m. Zavallı hemşerilerim, yazın piknik yapabilmek uğruna Dörtyol ortalarındaki göbeklere yayılıp mangal bile yakıyor. Bu konuda en meşhur yer ise Konya yolunda Ahlatlıbel’e dönüş kavşağı. Karşı da halka açılmadan seyirlik bırakılan ODTÜ ormanının manzarasına bakarak piknik yapmak keyifli olmalı ki bazen onlarca aile yayılıp mangal yakıyor. Malum bu ara kentimizin her yanı dozerle, kepçeyle didik didik kazılıp krater görüntüsü aldığı için, bunu da bulamayacaklar bu baharda.
Yeşile, maviye hasret, renklerden yoksunuz. Suyumuz içilemez, havamız solunamaz, Ama birbirinin neredeyse aynısı büyük alışveriş merkezlerimiz, üniversitelerimiz, devlet dairelerimiz hepsinden önemlisi ülke yönetimine gelip, birçoğunun başımıza çorap örmekle meşgul olduğu birbirinden tanınmış siyasetçilerimiz var. Bu da Ankara’mıza rengini veren, bu kadar maddenin özü...
..
Hayatla Dalga Geç
Hafta sonu tatil yap dinlen,
Ama aklı başında planların olsun,
Bulunduğun yere bir, iki saat
uzaklıktaki yerleri tercih et.
..
İbadet vardı dün gece koca konakta,
İnsanlar toplandı müzik eşliğinde,
İnsanlar dağıldı bittiğinde.
Kar başlamıştı geceyle beraber yeryüzüne,
Bir gece yağdı...birde kar yağdı.
İstanbul sokaklarına.
..
Biri şiirler yazar,
Diğeri tatil planları yapar,
Biri cefa çeker,
Diğeri sefa sürer,
Biri aşkım der,
Diğeri yokum,
Biri biz der,
..
Başın sağolsun sabah seheri
demek bir daha üşümeyecekmişiz kapı hafif aralıkken
bindokuzyüzseksenyedi kışından küçük bir fısıltı dahi...
aralığın son günleri,
belki de nefes almanın çaresiz mahpusluğu
kar bütün yollarını kapamış çığlığımızın
okullar bu sabah da tatil
..
Evet...Şu günlerde bir telaşımız var.Malum yılbaşı geliyor.Hani şu insanların günler önceden hazırlandığı,evine konuklarını davet ettiği,ya da edildiği.Ya da parası olan için eğlence yerleri ve tatil beldelerine akın ettiği...Yılbaşı işte...
Yılbaşı geceleri bana hep çocukluğumu hatırlatır.Ne güzel günlerdi onlar öyle.O gece herkes içinden nasıl geliyorsa öyle olurdu.Başı örtülü komşu teyzelerimiz makyaj yapar,üstelik başını da açardı.Hep güzel şeylerden bahsedilir, insanlar isteklerini gizlemeden açıkça söylerlerdi.İlerleyen satlerde, alkolün de dozu arttıkça suskun olanlar suskunluklarını bozar, en insan yanlarını,en güzel dileklerini paylaşırlardı birbirleriyle.Babam,hoş hergün içerdi ama yılbaşı gecesi dozu artardı içkinin.'''Nasılsa serbest,yasak yok,gel keyfim gel,yaşasın özgürlük''' derdi...Canım benim...Hasretim babacığım...Sahi ne güzel günlerdi onlar öyle..Babam dilediğince içerdi yılbaşı gecesinde.Annem bile bugün yılbaşı der birkaç duble içer neşelenirdi.'''Bu mereti içen boşuna içmiyor''' derdi.Şaşırırdım...Bu öyle hoşuma giderdi ki,en azından annem yılın bir günü babama içtiği için kızmazdı :))) Konu komşu nasıl da eğlenirdik.Tombalayı unutmadım tabii ki o olmazsa olmazdı zaten...Veee gece tam onikide Nesrin Topkapı...Kadınlar gözlerinin ucuyla kocalarına bakarlar,dikkatlerini dağıtmaya çalışırlar ama boşuna tabii ki :))) Arada küçücük cingarlar çıkar ama çabuk geçerdi...Dans bittikten sonra derin bir nefes alınır...Rahatlanır :)) Şimdi herkesin yeni yılını kutlama vaktidir.Ve en sevdiğim zaman bu işte.Benim de bu geceye özel küçücük bir özgürlüğüm vardı.Komşu oğlu aşkımı kimse ne der demeden yanaklarından öpeceğim :)) Bunlar en güzel yılbaşı manzaralarıydı benim için...O günlerde herşey daha bir başkaydı.Nasıl unutabilirim ki...
Yılbaşı geceleri bir başkadır bizim insanımız için.Umursamayana ender rastlanır.İnsanlar sokaklara dökülür günler öncesinden.Yiyecek,içecek,hediye telaşına düşülür.Delice alışverişler edilir.Herkesin payına mutlaka birşeyler düşer,öyle ya da böyle.Sonuç olarak alan da satan da memnundur.Benim bu günlere özel alışveriş tasam olmadı.Bundan böyle olmaz da.Derdim alışveriş olmasa da yılbaşı arifelerinde sokağa atarım kendimi.Bu sanırım sekiz yıldır gelenek haline geldi bende.Böyle günlerde tek zevkim şehrimin insan manzaralarını seyretmektir.İnsanların telaşı bana bambaşka şeyler hissettirir.Kimine güler,kimine üzülürüm.Ayaklarıma kara sular inene dek dolaşırım sokaklarda,alışveriş merkezlerinde.Her yılbaşı,sadece kendime çok sevdiğim yılbaşı çiçeğini hediye ederim.Tıkış tıkış otobüslerde ya da dolmuşlarda incitmeden,kırmızı toplarını dökmeden eve getirir,bir yıl önce aldığımla yerlerini değiştiririm.Eskiyi çöpe atmadan önce geçen yılı yeniden içimden geçiririm.
Bu yıl da bu geleneğimi yerine getirdim.Ama bir keyifsizlik,yetersizlik vardı içimde.İnsanları izledim...telaşlarını...birşeyler vardı,karmakarışıktı kafam...Sordum kendime...neden...nedir bu telaş...Görmek istediğim,anlamak istediğim insanların yeni yıla girerkenki beklentileri neydi...Ya da var mıydı...göremedim...Her gelen yıl yeni bir umut muydu...Her gelen yıl hayata daha da sıkıca sarılmamızı sağlayacak mıydı...Umut vaadediyor muydu yeni yıl...göremedim...Yeni yılda gözlerimiz daha iyi görecek miydi...önce kendimizde,sonra yakın çevremizde,sonra ülkemizde,sonra dünyada olan biteni,olmayanı bitmeyeni görecek miydi gözlerimiz...Gözümüzün önünde seyreden yanlışları,haksızlıkları,çirkinlikleri görecek miydi gözlerimiz...Adaletsizlikleri görecek miydi...Yoksa kabullenip,olağan sayıp olduğu olacağı buydu mu diyecektik...Ya da geleceğe dair umutlarımız var diyebilecek miydik...Yoksa her keresinde gelecekten umudumuzu kesip,geçmişin anılarına mı gömüleceğiz.
..
Herkes Tatili bekledi bense okulların açılmasını
Çünkü seni görmek vardı koridorlarda
Ve bana güleceğin günleri beklemek
Sana Yazdığım son şiirlerden haberin bile yok
Sadece kendim için; Rahat bir yatak düşler oldum nicedir.
Tatil sabahı gibi dingin, bütün sabahları istiyorum.
Artık toparlayamaz oldum. Dağılmış parçalarımı.
..
Hayat mutluluk değildir
Hayat üzüntü değildir
Hayat aşk değildir
Hayat eğlence değildir
Hayat bunalım değildir
Hayat iş ders değildir
Hayat zirve değildir
..
eser rüzgar denizden
meltem olur
kurak dağlardan eser poyraz
aşka doyurur...
denizin dişiliği vardır içinde kadının
o yüzden eser her geceye meltem
..
İyi tatil yaptın bunca ay;
Yüreğim de, belleğimin içinde..
Gezdirdim seni yeşil dağlarda.
Denizleri atladık beraber!
Zorluklara koşarken incinmeyesin diye,
Göğsüme soktum seni.
Susadığımda önce sana uzattım avuçlarımı.
..
Oct,14/04
Bir tatil olsun bu!
Nereye gideceğimizi bilmeden çıkalım yola...
..
Buruk Bayramlar…
Sabri Bey, konsolun çekmecesinden çıkardığı zarfları ve tebrik kartlarını masaya koydu. Dostlarının adreslerini yazdığı defteri çıkardı. Ceketinin cebinden dolmakalemini aldı. İçerden kızına seslendi:
-‘Hâlenur! Gel kızım, gel benim küçük kâtibem… Hadi gel de bayram tebriklerini yazalım. Geç kalmasın. Yarın atmam lazım.’ Dönüp karısına gülümsedi.
-‘Kızımın yazısı çok güzel, şimdi hepsini yazar, yarın atarız. Aman unuttuklarımız olmasın.’
Küçük kız, babasının övgü dolu sözleri üzerine gülümseyerek geldi. Masaya oturdu. Babasının söylediği bayram kutlama mesajlarını inci gibi yazısıyla pür dikkat yazdı. Kartları tek tek yazıyor, önceden adreslerini yazdığı zarflara özenle yerleştiriyordu. Büyük bir iş yapıyor gibi, gururla gülümsüyordu.
………………………………………..
..
Hayvanım,
birkaç gün olmak isterim,
kendime tatil.
Yer yeşil üzerine mavi atlas bakmak isterim,
ömrüm ağaç gölgem altında,
yer gümüş su akmak isterim.
Kendime kalmak isterim.
..
Deniz ve mavi beni bekliyor,
Her zamanki gibi.
Deniz açmış kollarını sarılmak için,
Mavi ise en açık tonunda...
Ben de özledim sevdiğimi,
Rakıyı, balığı ve Ayvalık'ı...
..
Okula bir hafta kala
Herkes başladı ödevlerini yapmaya
Okul alışverişlerini de yapıp
Hazırlandılar okullarına.
Okulun birinci günü
Ana baba günü
..
Birkaç gün sonra mağazalar “ babalar günü” reklamlarıyla hediye pazarlamaya, yazarlar babalarına yazılar yazmaya, babası olanlar ne hediye alsak diye konuşmaya, babası vefat edenler mezarlıklara akın etmeye başlayacak…
Oysa ben her günü babasızlar günü ilan etmişim, bilen yok…
Babasız mıyım? Hayır!
Elbet benim de bir babam var hem de aslanlar gibi bir “ biyolojik babam”…
..