Yürümekse vahada unutup çölde hatırlayarak
güya benden evvel nice kök yürümüş nice yaprak
halbuki çürümüş de olsa bir damlanın peşinde
her sabah ve her akşam alnımdan ter akıta akıta
yürüdüm usanmadan uzaklarımda akan suya
Sükûn olduğu kadar bakırdandır suyun bir tarafı
suyla ıslanmış toprak, yükünü kaldırmış bulut
ve gözleri demli bir çay gibi bakan kadınlardan başka
hangi şey taşıyıp iletebilir acı, aşk ve hayat
Hazırdır çıkmaya her yeni serüvene su
açar iri geniş göğsünü, açar bütün vadilerini ona dünya
bunun kâinatı bile içtiğini insan idrak etse
zalimce esirgenir miydi hiç hüseyin’den su
Hüseyin yürüdü
yürüdü kir ve leke
kan ile kin yürüdü
fakat en çok ateş yürüdü suya kavuşmak için
Gözlerin yaşı, devenin hörgücü, çölün kuyusu var
benim neyim var şu ateşten şu kırmızından başka
doğduğum gün alev alev yanmaya başlayan bu huy
sönsün diye kırk yıl usanmadan yürüdü suya
Ne tandırlar kaldı geride, ekmeği çocuklara aç
ne kitaplar, cildi tanrısının yüzüne kapanan
geride külden ayaklar bırakıp yürüdüm sadece
yaşım kırka erdi ama hayır, ben değilim yalvaç
annem terzi
ömrünü çıplak bir ağaca kesip elbise diye giydiren
teni dağlayan o alev desenli kumaştan düğmelerini açıp açıp parçalar halinde çıktım ben
Söyleyin bu odun
bu kâğıt
bu yanık kokan ten beni nasıl unutsun
Ey rüzgâr, esme yeter artık bu tabiatım kurusun
daha öpüldüğüm ilk gün alev alan içim yeniden tutuşmayacak biçimde sönsün
Daldan dala sıçrayıp yangınlarla geçti hep yıllarım
sonunda buldum kentlerin solgun yüzünde kendime bir balkon
beni son kez üfür oraya ey rüzgâr
küle dönüp o balkonda açan kırmızı gül olayım
Kayıt Tarihi : 24.1.2019 10:19:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!