Sürgüne Yolculuk Şiiri - Erdoğan Tekinar ...

Erdoğan Tekinarslan
52

ŞİİR


2

TAKİPÇİ

Sürgüne Yolculuk

Sağ elimin parmak uçları, tırnaklarımla tırnak etlerimin birleştiği yerde kan revan içinde. Tekrar tekrar kazıyorum arabanın ağırlığından sıkışmış karı. Soğuktan çatlamış ellerimin jilet kesiği gibi kıymık kıymık olmuş parmakları. Yarıldıkça sıkıyorum acı veren avuçlarımı ve parmak uçlarımı.

Yaşamak veya ölmek, teslim olmak veya olmamak… Düşünemiyor insan artık kahpeliği, düşünemiyor insan artık çocuklarını… Ve çaresiz… Ve umutsuz… Ölümle yaşam arasında gidip gelmek, Ne kötü Allah’ım bunu yaşamak!

Hava karanlık, fırtına keskin ve şiddetli. Göz gözü görmüyor, sanki cehennem azabı, sanki cehennem ızdırabı… Şiddetle savrulan karlar olmuş bir tufan. Nefes aldırmıyor saniye geçmeden… Ne olur sevdiğim inan… Yaşamaksa seçtiğim yol, geçip gitmeliydi bu an. İşte, buydu içimdeki hırs ve heyecan…

Çağ uzay çağı, yıl iki bin beş, ay karakışın sonunda bir bahar ayı, gün Mart’ın on biri, yolculuk başı gece yarısı, saatin üçü, arkadaşımla ölüm vedalaşması, uyurken ayrılıyorum kendime Allahaısmarladık bile diyemeden…

Soğuk ve kar yağışı hafiften başlamış, yola çıkalı kırk beş dakika olmuş, Kop Dağı’nı tırmanıyorum ve Bayburt-Erzurum arasında oldukça yoğun kar yağışına yakalanıyorum. İlerliyorum yavaş yavaş hafiften ağaran ışık hüzmesindeki kar tanelerinin eşliğinde. Kop Geçidi’ne ulaştığımda sayısı artmış kar taneleri ve aklaşmış asfaltta kaybolan tekerlek izlerini takipteyim. Bir de bana can yoldaşı olan trafik levhaları, şimdilik oldular bana arkadaş…

İnerken dağın zirvesinden açık alanlara, suratıma doğru hızla çarpıyor camda kalıyor kar taneleri. Sert esen fırtına seriyor yola yol kenarındaki kar yığınlarını…

Yavaş yavaş İçimi sarıyor bir korku. İlerledikçe artırıyor hızını, yavaşlarken yoğunlaşıyor sanki tepemde. İlerliyorum hafiften bir hızla Erzurum’a doğru… Issız yollarda levhaları her görüşümde yeniden cesaretleniyorum. Yolda bir ben ve arkadaşlarım levhalar…

Hafiften günün ağarmasıyla aydınlanıyor beyaza bürünmüş Erzurum. Saat beş otuz işte bundan sonra başlıyor korkunç yolculuğum, anılar demiyorum korkunç anlarım…

Erzurum’u çıkıyorum Kars yolundan, yol çatallanıyor, karar veremiyorum hangisi gider Çat’a. Tercihim tesadüfen soldakidir. Erken saatte karşıdan gelen bir gence rastlıyorum, Sorduktan sonra doğrudur yolum basıyorum. Henüz rastlamıyorum şehir çıkışında benden önce geçmiş tekerlek izine.

Artık kar yolda yükselmeye başlarken giriyorum dönüşü olmayan yola, ilk izleri arkamda bırakarak yarıyorum kalınlaşan karı yavaş yavaş…

Saatteki hızım otuz, kırk iken içimi kaplıyor bir sıkıntı. Yollar uzadıkça uzuyor ve artarak devam ediyor kar yağışı. Bundan sonra rehberim yerdeki yol değil kenardaki ayakta kalmış levhalar… Gidiyorum sessizce, ne radyo, ne kasetçalar, zevk vermiyor dinlemek… Erkenden giriyorum ölüm sessizliğine, ileride başıma gelecekleri sanki hissedercesine, kurumuş dalda sallanan yaprak, rüzgârda kopacak gibi, gidip geliyorum ölümle kalım arasında. İçimdeki korkuyla ıssız yollarda… Bunu hisseder gibi…

Erzurum’la Çat arası dönemeçler(virajlar) , yükselerek uzayan dağ geçitleri ve zaman zaman kontrolümden çıkan arabam, karla kaplı bitmek tükenmek bilmeyen ıssız yollardayım.

Saat sıfır altı otuz gibi ulaşıyorum Çat’a. Çat dağın tepesinde küçük ve tek bir insanına rastlamadığım bir ilçe. Bu arada cep telefonuma hat geliyor. İçimdeki korkuyla arıyorum arkadaşımı. Sabahın uyuşukluğu ile açıyor telefonunu sersemce…-Yollar çok kötü, korkuyorum, diyorum ki en azından haberi olsun, başıma kötü bir şey gelirse diye. Arkadaşım çaresiz bir şekilde telefonun öte yanından üzgün ve titrek sesiyle “Allah kolaylık versin” diyor ve telefonu kapatıyoruz. Zaten bir süre sonra da hat gidiyor.

Bundan sonra henüz fark etmediğim, zorlu yolculuğuma başlıyorum. Kar yağışı gittikçe şiddetini artırıyor. Dağların zirvesine, geçit vermez bellere yaklaştıkça, tipi ve sis başlıyor. Yolun kenarlarındaki karları rüzgâr yer yer yola yığarak sürgün yapmış. Bir otobüsün karşı yönden geldiğini görüyorum ve dünyalar benim oluyor. Bir an yolların açık olduğu kanısıyla rahatlıyorum. Cesaretlenerek ilerliyorum yoluma otobüsün tekerlek izlerini takip ederek… Bir süre sonra izler kayboluyor.

Derken Çat-Karlıova arasındaki sarp dağların geçit vermez yolunda altı kilometrelik Çirişli Geçidini tırmanıyorum. Oldukça yavaş ve dikkatli ilerlerken altı kilometrelik tırmanmayı sürgünleri yara yara tamamlıyorum. Bitmek tükenmek bilmez yolda her nasılsa varıyorum belin zirvesine… Görüyorum ki, yarı yerine kadar karla dolmuş “ÇİRİŞLİ BELİ” yazan levha. Hatırladığım kadarıyla geçit rakımı 2400–2600 metreler arası. Levhanın hemen ilerisinde ise Karayollarının terkedilmiş görüntüsü veren iki aracı, yaşam belirtisi yok ve üzerleri karla örtünmüş kar kürüme makinesi ve grayder.

Yükseltisi iki bin dört yüz veya iki bin altı yüz metreler arasında olan Çirişli Beli’ni henüz geçmenin sevincini veya zirveye başarıyla ulaşmanın sevincini daha yaşayamadan… Başarabildim bundan sonra işim kolay bile demeye fırsat bulamadan yolu sürgünüyle kapatmış ve çok şiddetli bir kar fırtınası ve sisin içine girerek göz gözü görmez bir durumla karşılaşıyorum.

Görmez bir görüş mesafesinde ezbere birçok kar sürgününü otomobilimle yarıp geçerken, artık gözlerim seçemiyor neresi yol, neresi yolun kenarı? Kulaklarım duyamıyor otomobilin sesini, fırtınanın sesinden ve basınç farkından, kar yığınından levhalarda beni terk edip görünmez olmuşlar.

Korku dolu bir telaşla yavaş yavaş ilerlerken, Çirişli Geçidi’nin bir iki kilometre hafif eğimli iniş rampasında, sanki denizin veya derin bir gölün içine dalar gibi otomobilimle beraber kar yığınına saplanıyorum. Ön cam tamamen beyaz karla örtülmüş, motor stop etmiş çalışmaz durumda… O an kendime rahmet okuyorum ve ölüm hissini bir anlık duyumsuyorum. Artık benim için çocuklarımın özlemi değil sürgün üzüntüsü ile yaşamla ölüm arasında gidip gelen bir yolculuktur başlıyor. Biraz toparlandıktan sonra çocuklarım hayalimde yeniden canlanıyorlar. Önümde iki seçenek var. Ölmek ya da yaşamak… İkinci seçenek ağır basıyor ve kaplıyordu içimi mücadele hırsı…

Otomobilimden karları kapı ile iteleyerek güç bela indiğimde, gördüğüm manzara korkunç… Daha önce kar makinesinin kenara kürüdüğü set oluşturmuş kar yığınının hemen kenarı çok derin bir uçurum. Belki de o setti beni uçuruma yuvarlanmadan kurtaran. Eğer o set biraz ince otomobildeki hız da biraz fazla olsaydı bu satırları şimdi yazamıyor olacaktım. Kim bilir belki de cesedimi dahi bulamayacaklardı.

Otomobilin önü bir okun tarta(hedef tahtasına) , bıçağın ağaca saplandığı gibi saplanmış, çok şiddetli esen fırtına aracı görünmez yapmıştı. Artık yolu kar sürgünleri kaplamış sanki tipi doğadaki tek hâkim güç olmuştu ve hem beni hem de aracımı teslim almıştı. Görüş mesafesi sıfır, fırtınanın savurduğu kar zerreciklerinin yüzüme ve gözüme çarpmasından göz kapaklarımı açıp bakamaz durumdaydım…

Ölüm korkusuyla ön tekerleklerin etrafını, ellerimle, tırnaklarımla kazmaya başladım. Büyük bir ölüm-kalım mücadelesi vermeliydim… Yalnız soğuktan donmak değil aç kurtlar tarafından parçalanma korkusuna da kapılmıştım aynı zamanda.

Arabamın gövdesi kar kütlesinin üzerine çıkmış tekerlekler boşta kalmıştı. O tekerlekleri zemine değdirmeden hayatta kalamayacağımın farkındaydım. Bu sezgiyle hareket ederek büyük bir hırs ve telaşla karları tırmalayarak temizlemeye başladım.

Ellerimde ve kollarımda derman kalmamıştı. Karın suyu terime karışmış ve beni sırılsıklam etmişti. Hem terliyor hem de üşüyordum. Giysilerim ıslanmıştı. Otomobili, önce kara gömülmüş eksozun etrafını ve kaputun üstünü temizleyerek tekrar çalışır duruma getirmiştim. Hem karları temizliyor hem de zor bela açabildiğim kapısını açıp içine giriyor, biraz ısınıyor tekrar inerek temizlemeye çalışıyordum. Temizlediğim yerler ise bir iki dakikada tekrar kar fırtınasının etkisiyle sürgünle doluyordu.

Arabaya her binişimde televizyonlarda mahsur kalmış veya donarak ölmüş insanların haberleri geliyor aklıma. Fazla oturmadan çabukça tekrar iniyorum. Yine tırnaklarımla kazmaya başlıyorum, aracın önündeki ve yanlarındaki sertleşmiş kar kütlesini…

Bu arada araçta bulunan plastik oturağımı alıp kürek gibi kullanıyorum. Bicon anahtarı ile de bir yandan kırmaya bir yandan temizlemeye çalışıyorum kar kütlesini.

Ölümle yaşam arasında gidip gelirken şuurumu da kaybetmeden, önce fark edemediğim, fakat baktığımda bir buçuk iki saate yakın hep yaşamda kalma mücadelesinde geçtiğini anladığım süre sonunda ön tekerlekleri, arabanın altını da temizleyerek asfalt yola değdirmeyi başarıyorum. Aracımın altına tekrar yatarak motorla yol arasındaki son kar kütlesini de temizliyorum. Bu arada ellerim artık hissetmiyor. Vücudum sırılsıklam, kan-ter içinde kalmış vaziyetteyim ve titremeye başlıyorum. Son bir çabayla arabamın ayak paspaslarını ön tekerleklerin önlerine seriyorum.

Biraz umutsuz ve epeyce dermansız bir halde, artık neredeyse ölüm gerçekliğini kabullenmiş bir haldeyken ayağımı debriyajdan yavaş yavaş kaldırarak aracı hareket ettirmiş ve yolun ortasına gaza yüklenerek savurmayı başarmıştım.

O anda buruk ve bitkin bir sevinç ve Allah’ıma şükredip artık hayata yeni gelmiş gibi hissediyordum kendimi.

Kâbus dolu saatleri bitirmenin ve yeniden yaşama umudunun doğduğu anda otomobilimle durmadan ilerliyorum aynı anda daha önceden karşılaştığım kar sürgünlerini yara yara… Bana göre ters istikamette kalmış iki kamyonu biraz aşağıda ve onlara göre rampada durur vaziyette gördüğümde otomobili durdurarak hemen yanlarına varmaktan başka çarem kalmamıştı.

İnsanları gördüğümde hayat bana daha anlamlı gelmişti ve duygulanmıştım. Devam eden kar fırtınasına aldırış etmeden arabamdan indiğimde sormuşlardı bana yolun durumunu… Ben de kar sürgünlerinin yolu kapatmaya başladığını söyledim onlara…

Soğuktan donmaya başladığımı anladıklarında kamyonlarına çağırmışlar ve beni ısıtmak için kamyonu çalıştırmışlardı. Şoförün adaşım olduğunu arkadaşının seslenişinden anlamıştım ve arkadaşı da İsmail’di, bana iyilik ettiler. Yeni tanışmamıza rağmen beni sıcak karşıladılar, içimi ısıtması için bana pekmez ikram ettiler ve ısınmam için beni battaniyeye sardılar buna rağmen donmak üzere olan ellerimin ısının etkisiyle acısını çok fazla ve derinden hissediyordum.

Onlarda gece yirmi üçten beri mahsur kalmışlar ve çaresiz dokuz saattir aynı yerde beklemişlerdi saatinde yetiştirmeleri gereken yükleri olduğu halde. Bunları konuşurken yukarıdan aşağıya inip gelen Karayollarının araçlarını gördüğümüzde hayat ışıkları yeniden yanmaya ve sanki güneş yeniden doğmaya başlamıştı. Saat ona geldiğinde gökyüzü de yavaş yavaş açılıyor, fırtına yavaşlıyordu.

Bundan sonra yaşama doğru pes etmezcesine ve tekrar sevgiyle sarılmış bir şekilde kâbus dolu saatleri geride bırakarak yolculuğum devam edecektir. Yeni bir yer, yeni bir düzen ve yeni bir heyecanla dolu günler başlayacak sönmüş umutlarımızla umut dolu günlere doğru, yeniden sardırıp başa alarak… Ve yeniden hayata MERHABA! Diyerek… Diyarbakır’dan sonra devam edeceğim Mardin’e… Yataktan kalktığım vakit yakın zamanda gerçek yaşantım, bir film şeridi gibi gözümün önünden geçiyorken yazmaya başladım, ertesi günü, saat sabahın yedisinde… İki bin beş on bir Mart kâbusunu yeniden yaşayarak…

Erdoğan TEKİNARSLAN
Diyarbakır: 12.03.2005
Saat:07.00
İlköğretim Müfettişi/MARDİN

Erdoğan Tekinarslan
Kayıt Tarihi : 11.4.2008 21:44:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Hikayesi:


Kış günü memuriyetimizdeki sürgünden dolayı gerçek bir sürgünde ölüm tehlikesi geçirdim. Memuriyet görevimi emeğimle aldığım halde haktemediğim sürgün yolculuğundan hayatıma oynadılar ama bunu yönetenlere inandırmak güç oldu. Çünkü onlar ölüm kalım savaşını birebir yaşamadılar. Ben yaşamak için çırpınırken onlardan bazıları sıcak yataklarında pis pis yatarken kimileride lüks döşenmiş bürolarında pis pis hesap yapıyorlardı. Yine onların keyifleri bozulmadı. Hakkımızı aradık ama kim gördü, hakkımızı teslim etmek için temiz olmaları gerekiyordu. Her şeye rağmen yaşamaya devam etmek benim onurum olmuştur.

Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Erdoğan Tekinarslan