Ay, sevilmiş bir dost gibi, aheste gidiyor;
Söndü lambaları birer birer sokakların...
Bir kimsesiz, verinsene annemi, diyor,
Sessiz ve tozlu yataklarında durakların...
Hayalim o günden kalma; ve gözlerim kuru;
Uyuyun ey gözlerim;
Uyu sen de sefil baş! ..
Kan pıhtısı her yerim;
Kuş tüyünden, sert bir taş...
Ne çare ki bilirim:
Meçhul perdesinden yırtılan bu yağmur;
Ve mavi çatıya örtülen bu yağmur...
Birkaç muttasıl ses; bir ölgün karanlık
Veriyor korkusundan gülen bu yağmur...
Ah, hülyalarımı harmanlayan atlı! ..
Bir dem olup 'gel' diyen;
Bir dem olup eriyen...
Beni kalbimden yiyen
Bu aşktan bize talan;
Yalan dünya hep yalan...
Toza gark olan bir karıncayım, belli;
Önüm tümsek baksam, arkam uçurum...
Bir kırıntı ekmek bana teselli;
Saraylarım benim; yeraltı, bodrum...
On misli ağırlık benim sırtımda!
Belki kopuyor bizim de;
İçimizde fırtınalar...
Titreterek kalbimizi,
Yürür gölgemde, izimde...
Uzaktan gelen turnalar,
Hoş gör insandır bu, geçmişle yaşar,
Durmadan atılan bir kaç adımda...
Her ne kadar söylese de şarkılar;
Anılar yaratır, olmaz farkında...
Uyudukça inanmış rüyasına;
Ağlamamaktan açıldı mı konu,
Konuşmamak için sebep arıyor...
Ağlamaklı sema bu öğle sonu;
Bir an ağlamakta, bir an duruyor...
Ağzında damlayla bir garip gonca;
Bir bitkin anne, bir ağlayan çocuk;
Bir ince yankı, pejmürde yolculuk.
Gözlerde tuzlu yağmur: oluk, oluk...
Ölüm ve ayrılık, karmaşık düğüm;
Bir varlığın ruhundan geçen zulüm...
Ne düşündü ve hissetti ilk insan?
İlk gece nasıldı; ilk sabah nasıl?
İlk insan dedi mi ilk varlık asıl:
'Ey nazlı güneş, artık hiç batmasan...'
Niçin gündüz yoksunuz siz, yıldızlar?
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!