Bu sabah küçük bir tomurcuktun
Minik az biraz siyah ve kırmızı
Başını göğe çevirmeye çalışan
Yeşille korunaklıydın....
Büyümüşün de vardı
Başı göğe dönük....
Ortası siyah dört yapraklı yonca
..
Sözlerin ebeveyni gibi görürken seni,
Sığındığın harita metod defterin şu telleri
Engeller mi sanıyorsun başına gelecek
Siyah fötr şapkaların ucuz silüetlerini?
..
Belki de sen gördügüm en derin maviydin ya da bildigimiz mavilerden farklı bi siyah olmadıgmz renklerden seni vurmayan idamlıktır adam
mavine özendirme beni.
..
Lime lime hayatımın
Sağlam bir tarafını arıyorum
Tutunduğum bir parça umut
Ellerimde dağılıyor.
Umutsuzum şimdi
Karanlık uçurum gibi derinleşiyor
Girdabına kapılmamak için direniyorum…
..
şimdi kime anlatsam derdimi
bir yanımda siyah deniz,bir yanımda mavi gece
birbirine mi karışmış sinsice
bulutlar dağılmış herbiri yerlerde
insanlar kaybolmuş hepsi gökyüzünde
şimdi kime anlatsam derdimi
..
Beşiktaşlıyım,gittim Beşiktaşa.
Her taraf görünür bana siyah,beyaz.
Renkliler dünyasında yoktur işim.
Gerçekler belli; siyah ve beyaz.
Sizi bilmem renkli resimler.
Alır götürür siyah beyaz albümler.
..
+Ne kadar zaman aldı ona aşık olman?
-Konuşmasak..? Aklıma gelmeyen birinden mi bahsedeyim şimdi?
+Doktorlar ısrar etmese sormam inan. Yardımcı olmak istiyoruz sana.
-Şizofreni olmadığımı biliyorsun dimi?
+Bak sana ne diyicem, sorularıma çelişkisiz ve hayallere dalmadan cevap ver ki, çık artık bu tımarhaneden.. Hadi lütfen kısaca cevapla. Ne kadar zaman aldı ona aşık olman?
-Anlıktı, anlayamadım.. Birkaç gün sonra ona aittim.
+Ayrıldıktan sonra peki, unuttun mu hemen?
..
Esir ettin siyah gözlerine
Hasta ettin şirin sözlerine
Yerleştin kalbimin en güzel yerine
Senden nasıl kurtulurum bilemiyorum
Saçların sapsarı altın gibi parlıyor
Siyah gözlerin yüreğimi her an dağlıyor
..
Siyah Ruhlu Kehribar Yürekli Adamlar Sevin!
Yoksa iflah olmaz yaranız.
..
Sana öyle kırgınım ki, gizleyecek değilim
Ne kadar beddua etsen, âh edecek değilim
Yaradan affetsin seni, affedecek değilim
İstanbul şahit, ben istemedim böyle olmasını
...............Yalnızlığa alıştım, siyah gül ellerimde
...............Gelsen de olur artık, hatta hiç gelmesen de
..
Siyah sayfalara yazdım adını
Kimse görmesin diye,
Zaten öyle başlamamış mıydık
Karanlıklarda sevdaya
Hep geceleri yelken acmamışmıydık
Duygu denizlerine
Karanlık kuyulardan aşk yudumlamamışmıydık!
..
Hayat öylesine bir renk cümbüşü ki; ruh halimiz hayatın içinde her an değişken. Olaylar ve çevre etkisi karşısında bazen savunmasız grilere bulanan bir tablo gibi; ruhumuz hüzne yatkın. Bazen de benliğin gücüyle duvarlarla çevrili kendi içimizdeki ben sevgimizden kaynaklı toz pembe bakabiliyoruz dünyaya. Bu farklılıkları olaylar, durumlar, yaşanan acı, tatlı anlar değiştirebilse de güç çevrenin etkisinde olsa da biz nasıl bakarsak öyle görürüz, öyle hissederiz genelde. Baskı hissedildiğinde üzerimizde ruh daralır çıkış yolu arar kara bulutlar sarar birden etrafı gözler gök gürültülü şekilde yağmura hazırdır, isyana yatkın dil sitemdedir çıkış arar.
Böylesi anlarda yağmur sonrası mucizevi gökkuşağı belirsin isteriz bir an önce dünyamıza, yitik, bitkin beden yüreğin baskısından çöküştedir olaylar karşısında, dokunsalar fırtına kopacak yürekte benlik alabora olacak gibi; hazır durur yıkıma. Bunu engellemenin yolu yine bizim elimizde olaylara direnmek, acıların bizi olgunlaştırdığını her yaşanmışlığın bize tecrübe olarak döndüğünü o anında geçici olduğunu bilip öyle davranmak olgunluğun belirtisi. Her an güzelliklerle karşılaşamayız yaşadığımız dünyada mutluluklar her anımızda yaşanıyor olsa adı mutluluk olur muydu acaba? tabi ki olmazdı. Mutluluklar az yaşanan onun için çabalandığında anlamlı ve kısacıkta olsa yaşamak için; çabaladığımız hedef belirlediğimiz umutlarımız varılana dek anlamlı. Varıldığında hedeflere hep daha fazlası istenir nedense.
O yüzdendir adı baldan tatlı.
Yaşamımızı bir tabloda renklendirmiş olsak en çok hangi renkleri kullanmış olurduk düşündünüz mü hiç? koyu tonlar hep ağırlıkta oluyor çizimlerde bile kara kalem yazılır bir beyaz sayfaya. Çizeriz renkler katarız içimizden geldiğince hissimizi yansıtırız resmimize, şeker pembeler, deniz mavileri, güneşin göz alıcı sarısı karanlık yanımızı perdeler bir an.
..
Bundan sonra ne halim varsa siyah beyaz...
Ruhumu sök at,
Iflas etti kalbimin gökkuşağı,
Ruhumun ücralarında kiraya yatıyor tımhanelik iklimlerim..
Ilkim olan neyim varsa şimdi hepsi ikinci elim..
Paramparça ve tükenmiş bir haldeyim.
Ne halim varsa siyah bundan sonra beyazıda sıyırdım attım ruhumdan,
..
Ruhumda yabanıl taylar oynaşırdı. Düzen tutmaz serkeşliğimde gün olur sellere kapılır, gün olur sellere kaptırırdım. Bir serseri umursamazlığında ruhum açmazlara sürüklenirdi. Sonra sen doldun yalnızlığıma. Seni gecelerime taşıdım. Karanlıkları sevdim, karanlıkların derinliklerindeki gizemi sevdim. Umut taşıdım, heyecan taşıdım, sevinç taşıdım yalnızlığına gecelerimin. Kendimle yalnız kaldığım, yalnızlığımda seni bulduğum gecelerde hasret üstüne şiirler yazdım, şarkılar söyledim. Ay ışığında oynaşan sulara anlattım da seni denizlerin maviliklerine yolladım.
Şimdi bir temmuz akşamında yine seni yaşıyorum. Ay ışığına hasret gecede yıldızlar oynaşıyor uzak yerlerde. Sen o yıldızların altındasın diye, senden gelen gül kokusu rüzgâra açıyorum bağrımı. Önce hayalin doluyor, ardından anıların huzur veren ışıltıları. Yuvadan yeni uçmuş kuşun ürkekliğini yaşarken, bir kayboluşta ararken kendi ruhumu öksüzlüğümü paylaşıyorum seninle. Açlığını paylaşıyorum ruhumun. Bana sunduğun sevdada yol bulurken karanlıklarda yanıp sönen deniz feneri oluyorsun. Bir ateş böceği gibi dönüp sana koşuyorum.
İftar soframda bir siyah zeytin oluyor sevdan. Açım, doymak bilmeyen oburluğumda bir siyah zeytinde bütün açlığımı gideriyorum. İçimde sen, dışımda sen, beladan uzak olmayan başımda sen. Karanlıkların gizemli derinliğinde hayatıma yön veriyorsun. Bir kuyu ki dibi görünmüyor da düştüğüm o boşlukta senin elin uzanıyor. Biliyorum ki içinde sevda taşıyanlar asla kaybolmayacaklar. Hasret üstüne şiirler yazıyorum, şarkılar dinliyorum sevda çeken yürekler adına. Önce bir sızı başlıyor tam şuramda. Sonra hayalin doluyor gözlerime. Avuçlarımda hiç eksilmeyen kokunu kokluyor, avuçlarımdan hiç eksilmeyen sıcaklığını yanaklarıma sürüyor ve derin bir iç çekişle sana dönüyorum.
“Bir insan söylediği şeylerden çok söylemedikleriyle insandır” diyor Albert Camus. Ben söyleyemediklerimle geliyorum sana. Anlayacaksın diye, eksik kalanlarımı toparlarsın diye. Sen hep eksik kalan tarafımı toparlamadın mı? Vincent Van Gogh Theo’ya yazdığı mektubunda asıl anlatmak istediklerimi özetliyor. “ Üç aşama vardır; birincisi sevmemek ve sevilmemek, ikincisi sevmek ve sevilmemek, üçüncüsü de sevmek ve sevilmek.”Ben üçüncü aşamayı yaşıyorum seninle. Ah, ne bahtiyarım ki sevilmek gibi yüce bir duyguya layık görüldüm.
Gece bitecek sevgilim. Az sonra güneş doğacak. Silinecek bütün gizemi karanlıkların. Gün ışığında uyanıyor bütün kötü ruhlar. Bunu biliyor musun? Bütün açgözlülükler, bütün iki yüzlülükler ve çirkeflikler uyanıyor. Ben yalnızlığıma seni alarak çekiliyorum.
Bu gece yine benimleydin.
Bil ki seni seviyorum…
..
Yağmurla gelen bir günden binlerce selam olsun sana, yollarda sekerek geçen insanlar arasından geçtim, suların sellere dönmediği durgun bir şekilde yol kenarlarından aktığı derelerden geçtim, ayakkabımın üzerine sıçrayan su damlalarına baktım çiğ düşmüş yaprak misali göründüler birden. Sonra insanlara baktım, ellerinde şemsiyeler birbirlerine çarpmamak için –ki bazende çarpıyorlardı- dar kaldırımlarda hızlı ve çevik hareketlerde bir yerlere gitme telaşındaydılar, bu da nerden çıktı der gibi bakıyorlardı yağmura bazıları. Yol kenarına dizilmiş iki üç şemsiye satıcısıyla karşılaştım, aklıma çocukluğumdaki görüntüler geldi birden. O zamanlar yaşadığım mahallede yollarda asfalt yoktu, kaldırımlarına parke taşları döşenmemişti, her yağmur yağışında ortalığa onlarca, yüzlerce solucan çıkardı, kurbağalar sıçrardı arada bir sağdan soldan, sadece yağmur yağdığında çıkarlardı ya ben hep yağmurla beraber onlarında yağdığını düşünürdüm o vakitler, şimdide şemsiye satanlar için bunları düşünüyorum garip bir benzerlikleri var.
Yürümeye devam ettim, yol kenarında çıplak ağaçlar vardı. Aslına bakarsan daha ağaç olamamış iki metrenin biraz üzerinde ağaç fidanlarıydı. Yandan bakınca uzun bir orman gibi görünebilir diye düşündüm de olmadı çünkü yolun soluna ağaçların sağına parkeden araçlar yüzünden böyle görmek zor oldu. Ağaçlar arabaların renk çümbüşleri arasında kimliğini silikleştirip yitmişlerdi. Gerçi araya dikilen sokak lambalarının direkleri de ağaçların sürekliliğini engelliyorlardı ya arabalar daha çok detay yaratıyorlardı görüntüde.
Kamburu çıkıyor toprağın artık, üzerine örtülen bu kadar demir, bina, asfalt, arabalarla nereye kadar dayanır. Onunda yağmuru teninde hissetmeye ihtiyacı var diye düşündüm birden, sonra toprağın yağmurla ıslandığı coğrafyalar aklıma geldi gitmenin en güzel düş olduğunu hissettim nedense.
Gün pek o kadar aydınlık değil lakin yinede gecenin karanlık örtüsünü atmış üzerinden. Bulutların grimsi rengi görüntüyede işlemiş herşey grinin tonları şeklinde görünüyor, güneşin ışık kırılmalarıyla yansıttığı o renk cümbüşü –ki o da bir yanılsama- nedense bugün sadece gelip geçen arabaların renklerinde var. Doğa tamamen grinin tonlarına bürünmüş. Gri dedimde siyahla beyazın birleşmesinden ortaya çıkmış bir renk değil mi gri? Yani kararsızlıkların rengi oluyor bu durumda ne siyah ne beyaz. Olmadı biraz ondan biraz ondan ne kadar çok siyah o kadar koyu gri ne kadar beyaz o kadar açık gri. Yaşamımız gibi değil mi? Ne kadar çok sorun o kadar çok kara gün, ne kadar çok mutluluk o kadar aydınlık ve beyaz gün. Tercih hakkının bizde olduğunu düşününce aydınlık güzel günleri yaşamak elimizde dedim kendi kendime.
..
Siyahtan başka da renk düşünemiyor muyuz?
İlerleyemeyeceğiz biz, anlayamıyoruz…
Kolay kayboluyorlar, neden boyamazsınız?
Boya çok mu pahalı da renk bulamazsınız?
Maksadınız bilinir, güya kaybolacaklar,
..
Geceler aydınlık mı?
Gündüzler karanlık?
Mavi mi denizler,siyah mı gökyüzü
Kızılsa bulutlar..
Maviler yanıyor, siyahlar kül
Mavi yalandır, siyah hiç
..
Daima koyu siyah, Hak fark edilemiyor,
Yüzlerce renk içinde, renk mi bulunamıyor?
Eflatun yap beyaz yap, altın sarısı olur,
Bebek mavisi hoştur, pembe olur, mor olur…
Niçin ısrarla siyah, özel mi yaptıralım?
..