Daha dokunmadan kurudu irem
çöllere bir türlü yağamıyorum
yeni bir koşunun başlangıcında
biraz deprem sonrası
biraz şehir hülyası
bir kalp yangınından geriye kalan
siyah gözlerine beni de götür
..
Önce ellerinde İncil,
Sonra omuzlarında tüfekle geldiler.
Evleri, ekinleri bizim olan topraklara
Uzak ülkelerin uğursuz insanları...
Ne hakla geldiler anam,
Ne hakla geldiler?
..
Biz iki serseriyiz bu yeryüzünde
Kibar konakları bizim harcımız değil, biliyorsun
Ne güne duruyor balıkçı meyhaneleri, kotu evler
Bizi karanlıklara götüren ayaklarımız değil, biliyorsun
Biz oldum olası böyle sarhoş, böyle umursamaz
Bu ilk saltanatımız değil, biliyorsun
..
Beni dünyadan ötelere götürdün
Kollarımı bağladın dur dedin
Tuz kokan geceler dur dedi
Durdum bekliyorum, gelme
Ay aydınlık gece kara
Gözlerimin ardında karanlık ölesiye
..
'O, anlar! 'a
İnanma, geçitin sonunda çıkış yokk
O iki çıplak adam da seni orada beklemiyorr
Sessizlik farklı bir anamnezdii
Son konuşan, ilk sözü etmiş demektirr
..
Siyah kaküllerin dökmüş
Kızıl güllere güllere
Ela gözlerini dikmiş
İnce yollara yollara
Gel Ayvaz'ım dolaşalım
Çamlı bellere bellere
..
Siyah perçemini dökmüş yüzüne
Salınarak gelen hümaya bakın
Kimden söz işitmiş düşmüş hüzüne
Keder yakışmayan simaya bakın
Ak göksün üstüne bir bağ dikilmiş
Bin bir çeşit çiçeklerden ekilmiş
..
Siyah sürme çeksin ela gözüne
Eller beni kınar deyü korkmasın
Aldanmasın rakiplerin sözüne
Eski sözden döner deyü korkmasın
Bahar seli gibi dolup taşıp da
Bilmediğim karlı dağlar aşıp da
..
1. izmir vapurunun bacakları kızılten beyaz
tülden akar üstüne dumanı ölü karanfillerin
uslu bir çocuk omzu okşar saçlarını körfezin
2. ışıkları sarı gri bir yelkovan kızını kışkırtan zaman
beyaz yüzlü aydın
..
Neler mi istiyorum uyaninca her sabah
Ne bahardan bir nese, ne de yazdan bir cicek
Siyah, siyah cok siyah kadife kadar siyah
Bir sacin buklesini bana kim getirecek
Neler mi istiyorum gurbette aksamlardan
Ne ruzgardan bir buse, ne de bir pembe kelebek
..
Sezâ ki sürmeveş olsam siyâh-mest-i nigâh
Bu gün o merdüm-i çeşmüm libâs itdi siyâh
İdince câme-i şebgûnı ile cilve-gerî
Siyâh ider ruh-ı hurşîdi dûd-ı şu‘le-i âh
Nezâresine o şûhun çıkar girîbân-çâk
Sevâd-ı şâm-ı şeb-i kadr olursa hil‘at-ı mâh
Tasavvur-ı ruhına çeşm-i dâg-ı nâ-mahrem
..
Gece siyah, yol siyah,
ev beyaz, bembeyaz,
fener sarı !
Siyah, beyaz, sarı !
Yolda gezen gecenin
kör gözlerinde kara gözlükleri var...
..
Diğer insanlarla olan ilişkilerimizde, genellikle, daha önceden belirlenmiş rollerden birini benimser, karşımızdakinin de bilinen rollerden birini üstlenmesini bekleriz; ilişkilerde, biri beklenildiği gibidavranmadığında, rolünü oynamayı reddettiğinde, rol dağıtımını küçümseyip aşağıladığında, aslında hayatımızı ne kadar kırılgan bir zeminin, her an hırpalanabilecek alışkanlıkların üstüne bina ettiğimizi görürüz. Rolünü reddeden biri, bu insan ne kadar önemsiz biri olursa olsun, bütünhayatımızı karmakarışık edip, üstünde durduğumuz zemini çökerterek bizi beklenilmeyen takıntıların, tutkuların esiri haline getirebilir. Size şimdi anlatacağım hikaye karlı bir kış gecesi Paris'te başlıyor. Hikayemizin kahramanı genç bir adam, geceleri geç saatlere kadar çalıştığı bir işi var ve kendi yaşındaki biri için çok iyi para kazanıyor. Hemen hemen her gece yaptığı gibi gene bir gece geç vakit, işten döndükten sonra biraz hava almak ve işin gerginliğinden kurtulabilmek için köpeğini gezdirmeye çıkarıyor. Kar yağıyor. Her zaman hareketli olan Paris bile sessizleşip sakinleşmiş, herkes evlerine çekilmiş. Sokaklar bembeyaz. O durgun beyazlığın bir kenarında, çirkin bir leke gibi siyah bir karaltı yatıyor. Soğuktan korunabilmek için, altından sıcak buharların tüttüğü bir metro ızgarasının üstüne kıvrılmış, paçavralara sarınmış, kir pas içinde, yaşlıca bir 'clochard' bu; Paris'in, hayatın içinde koşuşturmayı, başarılı olmaya çabalamayı reddeden 'filozof serserilerinden' biri. Köpek, beyazlıklar içindeki karaltıyı görür görmez ona doğru hamle ederek, mazgalın üstünde büzüşerek uyumaya çalışan yaşlı serseriyi uyandırıyor. Genç adam köpeğini çekerek oradan uzaklaşıyor. Beyazlaşmış sokaklarda köpeğiyle epeyce gezdikten sonra aynı yoldan evine dönerken, biraz önce köpeğinin adamı uyandırmış olmasından duyduğu rahatsızlıkla, siyah karaltının başucuna bizim paramızla yaklaşık bir milyon lira bırakıyor. Karşılığında, farkında olmadan beklediği tek şey, yaşlı serserinin 'minnettarlığını' gösteren küçük bir tebessüm, bir teşekkür mırıltısı. O sessiz beyazlığın ortasında, yerde yatan yaşlı serseriyle, başucunda duran genç adam bir an birbirlerine bakıyorlar. Kirden rengini kaybedip keçeleşmiş saçlarıyla biçimsiz bir çirkinlikle uzamış sakallarının arasına saklanmış, çizgileri alabildiğine derinleşip keskinleşmiş, yıllarca sokaklarda kalarak eskimiş yüzde bir 'minnet' ifadesi değil tam tersine aşağılayıcı bir ifade beliriyor; 'sadakayı' alan sadakayı vereni, sadaka verebilecek durumda olduğu için küçümsüyor. yilik yapmanın gizli gururunu taşımaya hazırlanan genç adam, yaptığı iyilik karşılığında şağılandığını görerek şaşırıyor. Ertesi gece, gene sabaha karşı ıssız ve beyaz sokaklarda köpeğini gezdirmeye çıkarıyor. O çirkin leke, o tuhaf karaltı, bir gece önceki mazgalın üstünde yatıyor. Köpeğiyle birlikte karaltının yanından geçiyor. Bu kez köpek yaşlı serseriyi rahatsız etmiyor. Genç adamın kendisini yaşlı serseriye borçlu hissetmesi için hiç bir neden yok. Köpeğini dolaştırıp dönerken, anlayamadığı bir nedenden dolayı gene yaşlı serserinin başucunda durup, bir milyon lira daha bırakıyor. açavralarının içinde büzüşmüş yaşlı adam başını çevirip, bir gece önceki küçümseyici bakışlarıyla bakıyor. Tek kelime bile konuşmuyorlar. Ertesi sabah uyandığında genç adam, sokakta yatan o yaşlı serserinin görüntüsünün aklına takıldığını farkediyor. Gece işten dönünce tekrar köpeğiyle dolaşmaya çıkıyor. Ama artık amacı köpeğini gezdirmek ya da biraz hava alıp günün yorgunluğunu tmak değil, o partal adamı görmek istiyor. Serseri herzamanki yerinde yatıyor. Mazgaldan tüten dumanların arasında rengi solmuş eski bir kilim gibi kıvrılıp yatmış serserinin yanından ona hiç bakmadan geçtikten sonra dönüşte, 'hayır, bu sefer ona para vermeyeceğim' diye kendi kendine öylenmesine rağmen gene durup parayı bırakıyor. Aldığı karşılık gene o küçümseyici bakış. Yaşlı serseri bir kerecik gülümseyip teşekkür etse genç adam ondan kurtulacak, ona bir daha para vermeyecek belki bir daha o sokaktan bile geçmeyecek ama serseri ya bu gerçeği bilecek kadar akıllı olduğundan ya da gerçekten 'iyilik yapabilecek' durumda olan herkesi küçümsediğinden asla ülümsemiyor. Ve, o aşağılayan bakışlarıyla genç adamın hayatının vazgeçilmez bir parçası, bir tür hastalığı haline geliyor. Her gece sabaha karşı gidip yaşlı adamın yanına parayı bırakıyor. Her kşam yaşlı serserinin gözlerinde aynı küçümsemeyi görüyor. Bir ay geçiyor, iki ay geçiyor. Karlar eriyor, sokaklar kalabalıklaşıyor. Genç adam hiç aksatmadan her gece, artık kendisine acı vermeye aşlayan gezintisine çıkıp, dönüşte 'küçümsenmesinin bedelini' ödüyor. Her gün bir daha o sokaktan geçmeyeceğine yemin edip her gece oraya gidiyor. O parayı bırakıyor. Üç ay geçiyor, dört ay eçiyor. Her gece birbirlerinin yüzüne neredeyse düşmanca bakıyorlar. Birçok dostlukta rastlanmayacak kadar güçlü bir ilişki ve koparılması her gün biraz daha zorlaşan bir tutku haline geliyor bu düşmanlık. Beşinci ayın sonunda, ihtiyarın hiç bir zaman gülümsemeyeceğini ve kendisinin, hayatını, alışkanlıklarını, beklentilerini altüst eden bu takıntıdan kurtulamayacağını anlıyor. Yapabileceği tek şeyi yapıyor. Evini bırakıp Paris'in uzak bir mahallesine taşınıyor. Bir zaman sonra adam Paris'ten ayrılıp memleketine dönmek zorunda kalıyor. Aradan yıllar geçiyor, bir gün yeniden Paris'e dönüyor ve Paris'teki ilk gecesinde, ihtiyar serseriye ilk rastladığı sokağa gidiyor. Mazgalın üstü boş. İhtiyar serseri yok artık. Ama o küçümseyici bakış hâlâ o genç adamın aklında ve hep orada kalacak.
..
annemi özledim.özlemi anniyorum.anlıyorum zenit bana ne söylediydi,hatırlanamıyor.kurumlar ve kuramlar beni anneme üzüyor.bende şiir yazabilme kaabiliyeti varmış,öyle söylüyorlar.ne dediğimi bilmemek istiyorum.boş başıma dolaşmak istiyorum.sosyalleşmek istememek gibi bir hak tanınmak istendiriliyorduğum.sahipsizim.sonra sokokta dolaşırken her şeyi rasyonalize etmek durumunda kalıyorum.bazı kediler rasyonalize olmak istemiyorlar.annem rasyonel ne demek,ağlamıyor.kendimi bana bırakmak istiyorum.annemi özlediğim için kızlardan uzak duruyorum.kızlar bana yaklaşmakda zorluk çekiyorlar.köfteci de öyle.o da bana yaklaşmakda zorluk çekiyor.canım akşamları daha çok sıkılıyor.annem daha çok.akşamları hava siyah oluyor.havaya bakıyorum.hava bana bakıyor.bana salık verilecek sevgiliyi doğrudan reddetmek durumundayım.kızlar bana önem vermemek konusunda tutarlılar.köfteci de öyle.o da bana önem vermemek konusunda tutarlı.annemi özleyince,annem yok ya hani,bölece hayati'ye bakıp,hayati'ye bakıyorum işte.yani şey oluyor.hayati benim hayatımda etkili bir yere sahipmiş ben de hani hayati'ye bakıyorum ya,hah,işte hayati'nin yani şey.sonra dışarı bakınca bir küçük irrasyonel kedi görüyorum.kedi bana aç aç bakıyor.ben ona artık annemi özlediğim için konuşmakmak istemediğimi ancak rasyonel anne kedisiyle gidip korkunca istemediğim kitaplar okuyup anlamadığım annelere saygı duyuyorum.ataya saygı hamurumun içinde varmış.benim hamurum orda.annem beni sevip özler.ben de böylece peşinden gidemem.sonra annemi de rasyo...neyse...
..
Aksın, içimde siyah bir nehir gibi
dolanan keder
unuttuğum, unutmaya çalıştığım ne varsa
bende durmasın
içimde öyle çok ki, her gidenden
biriktirdiğim melekler
..
siyah dudaklı bir çift siyah giz
şarkı söylüyordu ince ayrıntısına
kalın damarlı parmaklarıyla hayatın
türküler mırıldanıyordu mızıkasıyla ömrün
marşlar geziniyordu kirpiklerinde
..
yordunuz beni
acı dolu taştı fincan
işte ben bu kadarım
incecik bir kadınım
bir su kabıyım ellerinize
suyun azaldığı yerde
bir buğu kadarım
..
Çocuklar okuldan çıkar şen şatır
Çılgın sürüsünü hatırlatır
Bir şıkırtıdır gider kaldırım kaldırım
Ah siyah nalın! Vah beyaz nalın!
-Gidin piç kuruları şamatayı kesin
Ortalıkta böyle gürültü etmeyin
..
Senin ey gönül, siyah balıklarına
Yem atar yolcular, gelip, burdan
Ver derinden bakanların gözüne
Görünür bir beyaz balık, nurdan.
..
Siyah örter günü,dönüştürür geceye..Siyah saklar sırları, düşürmez dile...Siyahtır asıl olan, asil olan asal olan...Siyah bilir beyazın kıymetini,siler bir kalemde suretini...
Siyah karanlıktır...Karanlıktan aydınlığa bakan en sağlam yapıttır. Sorudur siyah, renkleri kapatan karadelik gibi...Yanıttır siyah, karadelikten akdeliğe uzanır gibi...Zayıftır siyah, kapanmanın gölgesinde yaşar gibi...Zariftir siyah, üzerine giydiğin şık bir elbise gibi...
Matemdir siyah görünüşten gelen haberci bir güvercin gibi...Bahtır siyah; güçsüz yaralı, yardıma muhtaç kalınır gibi...Kıskanılır siyah, çarpmadaki yutan eleman gibi...
Yine de sevilir siyah....Ağlarken yüze kapatılan bir el gibi...
..