Padişahın şamar oğlanları ne ise, silgi de öyleydi özel kalem müdürlerinin elinde, onları hep silgileri kemirirken bulurduk yerinde… Silgiler engel oluyordu onların hap yapma faaliyetlerine… Hap imalatı araçsız yapılabilen tek imalat… Ama teknolojiye karşı ayıp olmasın diye, silgi girdi daha sonraları devreye,
Zaten elbirliğiyle kabul edildiği üzere, bu yakışırdı koca koca özel kalem müdürlerine… Yoksa maaşı hak etmek için zılgıt çekerlerdi kapıdan içeri girenlere… Şu bilgisayar çıkalı ne silgi kaldı ne kalem… Bir imza atmak için bile, yerine göre dört oda dolaşıyorlar, kalem bulalım diye… Müdürlüklere tüneyenler…
Bilgisayar kağıt tüketimini azalttı. Kağıt tüketiminin azalması demek ağaç tüketiminin azalması demek.
Kalem de silah olmaktan çıktı böylece, aksesuar oluyor burna, kulağa,.öte…
‘’Her ağaç bir insandır! ’’ sloganına anlam veremiyordum daha önce, yığın yığın kesilmiş ağaçlar gelirdi gözümün önüne, meğer insan kıyımına alıştırmak içinmiş bütün bu çabalar… Öyle ya ucuz şeyler için atılmaz önemli sloganlar. Şimdi her yer yığın yığın insan kütükleriyle dolu, kesilmiş ve kesilmemiş… yer üstünde boş alan kalmadığı için gizlenmiş bir kısmı toprak altına… adresi bilinmeyen kayıplar… Ağacın kurdu yine ağacın içinde saklıymış...
Güç karşısında iki büklüm olanlar, dik durmayı başaramayanlar, dik duranlara benzemek istememekte haklılar. Gövdelerine bakınca diğerlerinden farklı oldukları hemen sezilmeliydi… İçeriği okuyup anlamayanlar için biçem çok önemlidir. Hatta içerik hiç yok sayılır. ‘Edebiyatçı’ dostlar bile buna bayılır.
İçerik öyle bir şey ki önemli miktarda eğitim ister, ama esin kaynağı bol olan ve ‘L’ demeden leblebiyi anlayan yaratılış harikası insanlar da yok değildir. Onlar sadece biçemle ilgilenir.
Biçemde farklı olmak isteyenler ve, ‘ötekiler’ gibi olmak istemeyenler, kendileri eğik oldukları için diğerleriyle arasında bir fark yaratmak isteyenler için yapılabilecek tek şey vardır, ‘öteki’leri dik ve diri tutmak. Onun için copla dolaşır onlar. Onun için dik durmasını istediklerine cop sokarlar. 12 Eylülden kalan orta direğimiz olmakla meşhurdur coplar. (Ama o coplar bizim mi orta direğimiz yoksa bu sistemi ayakta tutanların mı? orası tartışılabilir.) Bunu yapmak için de bayağı para alırlar. Belki de para almak için bunu yaparlar. Ayrı bir meslek olarak, özel kurslarla yetiştirilir bu elemanlar. Yaptıklarıyla övünemezler, maske kullanırlar, işlerini en yakın çevrelerine bile açıklayamazlar. Geçim derdi bu iş için mazeret sayılırsa, onlar da yaşamak için katlanırlar bu hayata… Teşvik edici mazeretler de hazırlanır bedava… vatan, millet, Sakarya… Arada bir vicdanı olanlar da çıkar. Bunalım geçirir, saldırır… Basıncın büyük olduğu tarafta patlayamaz, yine zayıf tarafa verir hasarı… İşini kendine itiraf etmekten bile korkarlar… Bütün sorulardan kaçarlar… yapayalnız yaşarlar…
Bu olumsuzlukları örtecek tek ‘onur’dur onlar için vatan, millet, bayrak… Tek çaresidir evine ekmek ve diğer ihtiyaçlarını alabilmek, çocuklarını gecelerin soğuğundan, gündüzlerin açlığından koruyabilmek. Ama diğer anne ve babaları düşünecek, empati yapabilecek yetenekten mahrumdurlar. Dar kapasiteli hafızaları yapacakları işin teferruatıyla doldurulmuştur. Artık başka bir şey girmez oraya…
Arada bir insan gibi düşünen varsa, çaresizlik tüketir onları, öfkelenirler, coplarının ucundan bir elektrik akımı gibi fırlaröfkeleri hedefe, yanlış bir hedefi vurur yine… Sistemi hiç tanıyamamış ki, kızsın kendini o hale getiren sisteme… Kiminin gözünü patlatır, kiminin boynu kırılır, kimi dünyadan ayrılır kurbanların…
Onları küçümsemek için yazmıyorum bunları, her birimiz ikişer yıl askerlik yapıyoruz mecburen, emir kulu oluyor, onların istediği gibi kullanılıyoruz. Rahat… Hazır ol… Tüfek al… nışan… ateş… hep bir makinenin parçası olarak emirleri yerine getiriyoruz. Silah fabrikalarında çalışırken, elbise ve postal fabrikalarında, gıda üretiminde, kan bankalarında… Hem katil olarak hem kurban olarak rol alıyoruz…
Zenginleri daha zengin yaparak ve böylece daha fazla azdırarak, o azgınları yüksek makamlara tırmandırarak, gücün önünde, saygıyla durarak…
Kendileri uluslar arası boyutlarda, dil, din, ırk, millet… tanımadan birlik oldular, bizi dil, din, millet, mezhep diye hep bölüp zayıflattılar… Bize hep imkansızı dayattılar… Bir kurtarıcı aratırlar…
Bizim kendi kurtuluşumuz için çabalamamıza gerek yok onlara göre… Biz de cellatımıza inanıyoruz... boynumuzu uzatıyoruz...
işin farkında olan bazılarımız, kendini geri çekip, başkalarının öne geçmesini bekler.
Kurtarıcılar harekete geçsin, nasıl olsa alınan haklardan bende yararlanırım...
Kolay olana sarıldık hep, bir kurtarıcı gelecek bizi kurtaracak… sonsuza kadar bekleyeceğiz...
kurtarıcı olarak çıkanlar da kilitlenmiş günlük basit hedeflere...
en akıllımızla en cahilimiz arasında fark kalmadı böylece..
Onlar da sürdürecek iktidarlarını güzelce…
Mecliste zorbalığa boş veriyoruz... Engel nasıl olsa kürtlere diyoruz...
Dini ayırımcılığa ses çıkarmıyoruz... Biz nasıl olsa korunuyoruz...
neden 15-16 haziranı unutuyoruz, neden 12 Eylül darbesini unutuyoruz. O zaman darbe kürtlere mi yapıldı? Demek ki ayrımcılık bir oyundan ibaret...
hangi işçi kürtlerden daha az eziliyor çalıştığı işyerlerinde?
Şunu iyice bilelim ki, zengin daha zengin olmak için hiç bakmaz kimliğe...
Bizim sesimiz olmaya çalışan yazarlara destek vermiyoruz, çoğumuz bu sesi bile duymuyoruz.
Cezaevleri dolu, onlar terörist, suçlu, anarşist diye düşünüyoruz...
Askere ağlayarak gidiliyor, gözyaşları mehtar takımıyla gizleniyor, çoğu zaman dönüşümüz acılara boğuluyor... Hep suçu tetiği çekende buluyoruz... Ben neye gidiyorum askere? öldürmek için değil mi? Karşımda silahlı varsa elim kolum bağlı durabilir miyim? Peki be seyirci kalamazsam üstüme silahla gelene, o, seyirci kalabilir mi? karşımdaki de yaşamla ölüm arasında yaşamı tercih etmez mi?
''Vicdanı ret''çileri yalnız bırakıyoruz... Ne istediklerini hiç düşündük mü?
Onların ''Biz insan öldürmek istemiyoruz! '' diye haykırdıklarını biliyor muyuz?
Artık inanmayalım egemen güçlerin sesleri olan, onların tekelinde bizi uyutan TV ve renkli gazetelerin seslerine...
Bize yakın duran, emekten yana birlik olmaya çalışanlara kulak verelim...
kendimiz olalım ve kendimizi kurtaralım...
Kayıt Tarihi : 26.6.2011 16:15:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!