İLAHİ
Gözüm Yok Elin Baharında
(Nakarat – her kıtadan sonra tekrarlanabilir):
Gözüm yok elin baharında,
Yeter bana aşk yarında.
İlkbaharın Müjdesi
Albeni var albeni, çiğdemlerde sar beni,
Gönüllere umut sal, kırlarda bul beni.
Ağaçlar gelin olur, dallar giyer inciler,
Bülbüller şarkı söyler, gönüllere sevinç gelir.
İlhami abi, yılların eskitemediği bir çınar,
Saçlarına düşmüş aklar, zamanın izleri var.
Kısa boylu, balık etli, yüreği engin deniz,
Tatlı diliyle konuşur, herkes onu sever, bilir.
İşçilerin maaşlarını bir bir hesaplar,
On beş yaşında aşık oldum ben bir kıza
Gel dese gelirdim hemen tek bir söze
O mahzun bakışları kalbimi yakıyor
Nede yakışmış ela gözler o güzel yüze
On altıda sevgimiz daha da arttı
İlkbahar geldi her taraf çiçeklerle doldu
Kurdu kuşu hepsi kırları çığlığa boğdu
Bağlar bahçeler hep yemyeşil oldu
Doğan la güzelsin sen ilkbahar
Ağaçların durmadan çiçekler açar
Başlangıçta bilim, insan ve doğa arasında anlamlı bir köprü kuruyordu. Bu köprü, anlam arayışını ve bilgeliği temsil ederken, doğayla uyumlu bir keşfetme çabasını da içeriyordu. Günümüzde ise bilim, kontrol ve hakimiyet arzusuna dönüştü; insana ve doğaya hükmetme isteği, adeta “Tanrı kompleksi” ile yer değiştirdi. Artık bilimsel arayışın temel dinamikleri, anlamdan çok iktidar, kontrol ve hız peşinde koşan bir mekanizmaya dönüştü. Modern bilim, artık doğaya uyum sağlamaya değil, onu dizginlemeye çalışıyor. Bu dönüşüm, bizi varoluşsal bir yol ayrımına getiriyor.
İslam dünyasında Endülüs’ten başlayan bilimsel hareket, Abbasiler döneminde yoğunlaşan çeviri faaliyetleri ile doruğa ulaşmıştı. Müslüman bilim insanları, bilginin ışığında insan ve doğa arasındaki mesafeyi azaltmaya çalışıyordu. O dönem Müslüman coğrafyasındaki yüksek medeniyet, Batı’ya ilham kaynağı olurken, ne yazık ki İslam dünyası bu bilimsel mirası koruyamadı. Batı, İbn-i Sina’nın, İbnü’l-Heysem’in, Nasreddin Tûsî’nin ve diğer İslam bilginlerinin eserlerinden yararlanarak Rönesans ve Aydınlanma dönemine geçti. Osmanlı’da ise bilimsel gelişmeler iç siyasi çekişmelere ve dini yanlış anlamalara kurban edilerek, gerileme sürecine girildi. Şeyhülislam Ahmet Şemseddin Efendi’nin rasathanenin yıkılması için fetva vermesi, bilimsel ilerlemeye verilen değeri özetliyordu. Oysa bilimsel keşifler doğayı anlamayı ve onunla uyumlu bir yaşam sürdürmeyi teşvik ederken, bilim ile güç arasındaki bu kopukluk, bizi bugünkü krizlerle baş başa bırakmıştır.
Bilimin hızla ilerlemesi, yaşama dair temel kavrayışları zayıflattı. Aydınlanma çağında akıl ve bilim arasındaki bağ, insanları özgürleştirirken, zamanla insanın diğer varlıklarla kurduğu bağları kopardı. Bilim, yalnızca hız ve teknik ilerlemeyle değil, aynı zamanda derin bir anlam arayışına da odaklanmalıydı. 20. yüzyılda bu kopukluğun izleri, Einstein’ın izafiyet teorisinden makineleşmeye, psikanalizden sezgiciliğe kadar uzanan bir eksende görünmeye başladı. Modern insan, bilgiyi hızla üretiyor ancak onu sindirecek ve anlamlandıracak bir zamandan yoksun yaşıyor. Günümüzde bilim ve teknoloji, insana hizmet eden bir araç olmaktan çıkıp, insanın hız ve hazza esir düştüğü bir sistem haline geldi.
İnal köyü derler bizim köyün adına
Meşhurdur kebabı doyum olmaz tadına
Kış gelince herkes yiyip içip yatıyor
Bazen isterlerse gidiyorlar dağa oduna
Büyüktür şu İnal Köyünün ovası
Kararlılığın Adı, Güvenin Simgesi
Bir baba gibi güçlü, bir dost gibi yakın,
Serkan Hocam, okula umut dolu bir akın,
Her zor anın kahramanı, yılmaz bir rehber,
Öğrencilerinin kalbinde sönmeyen bir değer.
Dünyaya gelmiş saf ve tertemiz
Küçük bir çocuk o hiçbir şeyden habersiz
Bir gün belki de o da büyüyecek
Ana kucağında dertsiz kedersiz
On yaşına basmış ne yapacağını bilir
İyi insan daima gülen ve güldürendir
Kini ve nefreti içinde söndürebilendir
Kederi kısaltıp sonunu görebilendir
İyilik edip, iyilik sevendir
İyi insan daima kendini yeniler
elinize yüreğinize kaleminize sağlık.