Bülbülvâri nidâlarla bir sahtekâr, âhüzâr edip gûyâ aşkını âşikâr eder,
Gül sükûtta bu sahtekârlık karşısında, zirâ gerçek aşık âr eder.
Yolunu mu şaşırdın ey kuşum?
Ki sözlerin alevden taşlar..
Gülün bağrında ateş...
Yandıkça ruhum yanar
Taşa, toprağa döndü kemiklerim
Ki yanmamıştı bu kadar
Ah güzel HadRa!
Yüzünden gülüşlerinin izini silen kederinin sebebi ne?
Yüreğinden usulca kaçıp giden umudun...
Bakışlarında karanlığın korkusu var
Ve saçlarında soğuklar...
Ah güzel HadRa!
Cam kırıkları gözlerinde kanadığım
Dudaklarımdan sızar kızılca bir damla
Sessiz çığlıklarla haykırır kalbim
Diyorsun ki uzak dur, canımın canı
Mevsimlerim hep kış, hikayem acı
Silemezsin gönlümden, gözümden yaşı
İstiyorsan sen git, hayalin kalsın
Aşkı yaşadım yeter, kalsın dahası
Hüzünden dem almış ruhum benim
Zevk û sefadan dem vurma bana
Bir aşk mevta olmuş, kabri benim
Koynunda meftahla gelme bana
*
Bilesin Eyyüb'ün sabrı benim
Düşlerimin karantinasında
Gezinen,
Buzlarımı ateşe verdim
Bugün.
Bugün kimine göre düğün,
Kimine göre ölüm.
Çocuksun derdi...
Hiç dert görmemiş gibi...
Yüzün çizgisiz ve ellerin narin
Işıl ışıl, hiç sönmemiş gözlerinin feri
Dudaklarınsa her an gülmeye meyilli
Saçlarında bahar kokuları...
Masmavi bulutlar görürdük sevgilinin gözlerinde
Gecenin koynundan çalınan yıldızlar takılırdı saçlarımıza
Mutluluklarımız, bir papatyanın narin yapraklarında,
Bir uçurtmanın kanatlarında süzülürken umut,
Ölü nefesler üflendi canlarımıza
Sen, Uhud tepesinde sabırsız, yaydan çıkmış bir ok
Sen, göğsümün üstünde oturan Taif’ten bir taş
Sen, Kerbela’da Hüseyin’den bir damla su esirgeyen Fırat
Ben, kurtuluşun, son çaren, kaderine kazınan derin hendeğim
Ben, yüreğindeki buzdan putları kıran Mekke’nin fethiyim
Ben, ben sana gökten zembille inen her şeyim
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!