Üstümde tüm obaların yorgunluğu
kalmak istiyorum
uzun, bitmez bir kışa
düşümde odun kırıyorum
Yalnız bir düş uzağımda bükülüyor belim
konaklamasız sevdalara...
Yürüyerek varılamayan bir fil mezarlığı / uzak-saklı
Güneşler batırıyor içinde, hesapsız
Sakalımda büyüteceğim bu mezarı, kent kent
Taşıyamazsa atar bir kuyuya, susar ağırlığımı.
Ben büyüyemem, ben çocuğum, susamam!
(Çünkü şiirler hastalıklı birer zindan, mesaisiz şairler tüketerek varolan. Şairler tanıdım geceleri tek parça uyuyan; dışındaydı kime baksam her zaman. Bir ben mi içindeydim, bir ben mi içinde kanayan)
S e n;
uzadıkça uzuyordun usumda
İçimin fırtınalarında kurşuna diziliyordu anlar
Eksilmiyordu varlığında, yokluğunda
susman olası değildi, olmamıştı hiç ama susuyordun, niye
alışkın değildim böyle sessizliğe
Başka ve özürlü yaşamalardayız.
Zehirlenmek var
Gündemde
Şehirlenmek var
acemice yaşlanmak
yerçekimsiz düşmek
Nice yaşamlardan
alıp gitmek istedimse
aldım gittim.
Doğduğumdan beri
hayatın kapısında asılıydı
Temiz çamaşırlarını
toplayan/katlayan kadınlar
Hiçbirinizi tanımam
Hoş siz de beni tanımazsınız
Öyleyse neden
Benim ellerimi kanatır
Küçük hesap bilmem
Büyük hesap da bilmem
ben hesap bilmem…
24.02.2004
Tatlı serin bir rüzgar
Dolmuş bir miadı anlatmakta
Bıraktım kendimi akarına
durum yeterince çetrefil
her şey bütünüyle dert
Yalın ve ak ayaklarınızla girdiğiniz güneşli odalarınız vardı. Bana göre fazla aktı ayaklarınız, odalarınız fazla aydınlıktı. Nereye gitsem peşimden gelen şeylerim vardı. Şeylerimin barışıklıkları, dargınlıkları… Ne yazsam, ne söylesem delil sayılırdı. Her saniye yabancılaşan, her fırsatta kendileşen, nefesi akşam yemeği kokan kapılardı. Önlerinden geçip gözümün içine içine yağan bu yağmurları anlamıyor, açıklayamıyordum. Kapılarınızın uzağında yaşanan iç kırgınlıkları, yakınlaştıkça depremleşiyordu. Kalabalıktı kapılarınız, tek anahtarlıydı.
Birde her gün iki kapılı geniş ve yalnız avlusundan geçtiğim bekar odaları vardı. Avlunun iki yanında, önünde, arkasında ve üst üsteydiler. Her pencere başka bir öyküye perdeliydi. Uzaktan birbirlerine benziyorlardı ama başkaydılar. Odalar ayaza karşı sanki sımsıkı sarılmışlardı birbirlerine. Birde o adamlar vardı. Odaların en karanlık köşelerini bilen, oralarda ruhlarına rötuş yapıp yarına yenileyen… sessizliği ve kendi gibiliği olan adamlardı. Gözlerinin ortak rengiydi yalnızlık. Kendimi o avlulu hissediyordum. Gözlerimizin rengi aynıydı… ruhlarımızı onarmamız, yalnızlığımız, kendi gibiliğimiz… hepimiz ruhumuzu başka ve aydınlık bir yarın umuduyla besliyorduk. Üzerimize inatla devrilen her günde bizi var kılacak yeni sesler, tümceler türetiyorduk. “Biz” demekten hoşlanıyordum üstelik. Yoksa bu yalnızlığa dayanılmazdı.
-Üstü günlük gülistanlık değilse de-
Başka elbiselerin yırtık suskunluğu altından sonbahar sarısı yer altı nehirleri geçiyor. Meydana şöyle bir bakınca görülüyor bütün çıplaklığıyla, yağmurun kimin içini ıslattığı.
Birine rastlıyorum içi ıslak, hemen belli oluyor. Tanıdık geliyor, belki Hasan… Hasan olamayacak kadar yaşlanmış görünüyor. Üzerine büyük gelen ceketinin altında kendi kendine bir şeyler söyleyip belirsiz bir yöne doğru yürüyor. Mutlu bir bahar gözüyle görülemeyecek kadar belirsiz bir yöne…
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!