Sakarya Şiiri ve Düşündürdükleri

Nihat Gülle
613

ŞİİR


14

TAKİPÇİ

Sakarya Şiiri ve Düşündürdükleri

İnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya:
Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya.

Su iner yokuşlardan, hep basamak basamak;
Benimse alın yazım, yokuşlarda susamak.

Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir:
Oluklar çift, birinden nur akar, birinden kir.

Akışta demetlenmiş, büyük, küçük, kainat:
Şu çıkan buluta bak, bu inen suya inat!

Fakat Sakarya başka, yokuş mu çıkıyor ne?
Kurşundan bir yük binmiş, köpükten gövdesine:

Çatlıyor, yırtınıyor yokuşu sökmek için.
Hey Sakarya, kim demiş suya vurulmaz perçin?

Rabbim isterse, sular büklüm büklüm burulur.
Sırtına Sakaryanın, Türk tarihi vurulur.

Eyvah, eyvah, Sakaryam, sana mı düştü bu yük?
Bu dâvâ hor, bu dâvâ öksüz, bu dâvâ büyük! ..

Ne ağır imtihandır, başındaki Sakarya!
Binbir başlı kartalı nasıl taşır kanarya?

İnsandır sanıyordum mukaddes yüke hamal;
Hamallık ki, sonunda, ne rütbe var, ne de mal,

Yalnız acı bir lokma, zehirle pişmiş aştan:
Ve ayrılık, anneden, vatandan, arkadaştan!

Şimdi dövün Sakarya, dövünmek vakti bu ân;
Kehkeşanlara kaçmış eski güneşleri an!

Hani Yunus Emre ki, kıyında geziyordu?
Hani ardına çil çil kubbeler serpen ordu?

Nerede kardeşlerin, cömert Nil, yeşil Tuna?
Giden şanlı akıncı, ne gün döner yurduna?

Mermerlerin nabzında hâlâ çarpar mı tekbir?
Bulur mu deli rüzgâr o sedayı: Allah bir!

Bütün bunlar sendedir, bu girift bilmeceler;
Sakarya, kandillere katran döktü geceler.

Vicdan azabına eş kayna kayna Sakarya.
Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!

İnsan üç beş damla kan, ırmak üç beş damla su:
Bir hayata çattık ki, hayata kurmuş pusu.

Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek:
Siz, hayat süren leşler, sizi kim diriltecek?

Kafdağını assalar, belki çeker de bir kıl!
Bu ifritten sualin, kılını çekmez akıl!

Sakarya, saf çocuğu, mâsum Anadolu nun
Divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun!

Sen ve ben, gözyaşıyle ıslanmış hamurdanız;
Rengimize baksınlar, kandan ve çamurdanız!

Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader;
Aldırma, böyle gelmiş, bu dünya böyle gider!

Bana kefendir yatak, sana tabuttur havuz:
Sen kıvrıl, ben gideyim, Son Peygamber kılavuz!

Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya:
Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya!

NECİP FAZIL KISAKÜREK

Şiirin yazılış tarihi ve vesilesi:
Necip Fazıl, Sakarya Türküsü nü 1949 yılında trenle bir Ankara dönüsü, bozkırlar arasından yol boyunca kıvrıla kıvrıla akısını seyrettiği Sakarya nehrinin verdiği ilhamla yazmış.
Şiirin Konusu:Şiirde bireysel ıstıraplar yerine toplum sorunları ön plandadır. Sosyal bir ülkü dillendirilir. Şiirin konusu, Türk milletinin 1949 yılındaki durumudur.
Bir aksiyon ve dava adamı olarak Necip Fazılın cemiyet şiirlerinin baslıcalarından biri Sakarya Türküsü-1949 (Çile, s.312) dür. O, bu şiirinde geleceği kuracak olan neslin dava çilesini Sakarya nehri temsilciğinde, onunla özdeşleştirerek veriyor.
Necip Fazıl, Anadolu Oğuz Türklerinin tarihini, halini, geleceğini değişik çağrışımlarla özetliyor. Taliplisi olduğu geleceği kurma mücadelesi kolay değildir.
Benimse alınyazım, yokuşlarda susamak.
Yorulmadan, zahmet, çile çekmeden, büyük bir mücadele vermeden bu davayı kazanmak mümkün değildir. Şiirde ayni zamanda bir tarih felsefesi ve yorumu yapılır.
Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir; Oluklar çift; birinden nur akar, birinden kir.
Burada ilk insandan bu yana devam edip gelen iyi ve kötü mücadelesine değiniliyor. İyi ve kötü, doğru ve yanlış hep yan yana birlikte birbirleriyle mücadele ede ede gelmektedir. Bu mücadele de dünya varolcukça sürecektir. Dolayısıyla bu mücadelenin dışında kalmak mümkün değildir. Mücadelenin gereği olan neyse o yapılacaktır.
Fakat Sakarya başka, yokuş mu çıkıyor ne,Kurşundan bir yük binmiş, köpükten gövdesine;
Çatlıyor, yırtınıyor yokuşu sökmek için.Hey Sakarya, kim demiş suya vurulmaz perçin?
Rabbim isterse, sular büklüm büklüm burulur,Sırtına Sakarya'nın, Türk tarihi vurulur.
Nehrin yokuşa doğru akma mücadelesi, olmazları oldurma inadı ve azmidir. Necip Fazıl, şiirinde etkiyi ve vurguyu genellikle paradoksal bir yapı içinde ortaya koyar. Burada da o var. Nehir aşağı doğru akar, yokuşa doğru akmaz. Ama Sakarya; ki Sakarya nın temsilciliğinde Türk milleti, tarih boyunca hep sırtına kursundan ağır yükler yüklenerek büyük isler başarmıştır. Hep imkansız görünene talip olmuştur. Azim ve kararlılıkla her isin üstesinden gelmiştir.
Türk milletinin tarihte gidişatı ve seyri hep bu yöndedir. Maddeye karsı mana önceliği. Kafasını hiçbir zaman pozitivist mantığa göre kurgulamamıştır. Görünen sebeplere göre sonucu hesaplamamıştır. Dolayısıyla determinizme esir olmadığı için hep hür kalmıştır. Malazgirt Savaşında büyük komutan Alparslan, 250.000 kişilik en modern silahlara sahip Bizans ordusuna karşı 50.000 kişiyle bir şey yapılamaz; bu sebeplerden zafer gibi bir sonuç çıkmaz, diye düşünseydi bugün buralarda; Anadolu'da, Türkiye'de olmazdık. Öyle düşünmedi. İnandı ve basardı. Tarihte birçok örnek var buna. Necip Fazılın yukarıdaki mısralarda verdiği son örnek de Milli Mücadeledir.
Rabbim isterse, sular büklüm büklüm burulur,Sırtına Sakarya nın, Türk tarihi vurulur.
Mısralarıyla Milli Mücadelenin destansı boyutuna değiniyor. 1912 Balkan savaşları, 1914 Birinci Dünya Savaşı, 1919 Milli Mücadele süreci içinde taş üstünde taş, omuz üstünde bas kalmamıştı. İngiltere, Fransa, İtalya, Yunanistan ülkeyi fiilen işgal etmiş, en modern silahlarla boğazımıza dayanmış bir halde, her şeyin bittiği sanıldığı bir anda necip Türk milleti, ruhunda barındırdığı tam bağımsız ve bağlantısız, hür yasama isteğiyle son bir Kuva-yı Milliye hamlesiyle ayağa kalktı, şanlı bir direnişle ülkesini emperyalist batılı işgalcilerden temizledi.
Burada da Necip Fazılın dediği gibi görünen sebeplere itibar etmeyiş ve yalnızca Allah'a dayanma inancı belirleyici olmuştur. O şartlarda görünen sebeplere göre direniş ortaya koymak delilik, çılgınlık olarak görülebilirdi. Nitekim mutlak iman teslimiyeti yerine pozitivist mantığın kıskacında sıkışmış kişiler, basta Atatürk olmak üzere Kuva-yı Milliyecilere maceracı, serüvenci, çılgın diyorlardı.
Ama Necip Fazılın deyimiyle Allah isterse sular büklüm büklüm burulur, yani en olmayacak şeyler olur, imkansız mümkün hale gelir. Burada Kuran da geçen Allah ol! der, olur ifadesinin bir açılımı var. Pozitivizm, determinizmi esas alır. Yani görünen fiziksel sebepler ne ise sonuç da ona göre ortaya çıkar. İslam inancında ise sebepler ne olursa olsun Allahın dediği olur. Buna göre görünüşte hiç olmayacak gibi görünen şeyler de Allah isterse hemen oluverir. Bu bağlamda Türk milleti, Sakarya nın yani Anadolu'nun sırtına kendi mührünü vurur, bu topraklar üstünde millöee hakimiyetini sağlar.
Türk milleti, mukaddes yükün hamalıdır. Fakat bu hamallık, Allah rızası için, karşılık beklemeden, tam bir fedakarlık ve feragat içinde yapılan bir hamallıktır. Bu çalışma ve fedakarlığın sonunda rütbe ve mal gibi maddi bir ücret yoktur.
Şair, hale ve maziye birlikte bakıyor. Halin kötü durumuyla mazinin parlak durumu arasında mukayese imkanı veriyor. Tarihin derinliklerine gömülmüş, Kehkeşanlara kaçmış eski güneşler, tarihöee Türk büyükleridir. Anadolu'nun manevöee mimarlarından Yunus Emre, tozu dumana katan akıncı orduları; yani Necip Fazılın anlayışıyla mana ve madde kahramanları. Bu arada coğrafi anlamda yine büyük Osmanlı imparatorluğunu üç nehrin simgeselliğinde veriyor: Sakarya, Nil ve Tuna. Sakarya, Anadolu'nun, Nil, Orta Doğu ve Kuzey Afrika nın, Tuna da Balkanların simgesidir. Buralar, Osmanlının hakimiyet alanlarıdır. Sair, Türk-İslam tarihinin ihtişamını ve bugün onlardan eser kalmayışını değişik unsurlarla hatırlatırken, hem bir hayıflanma içindedir hem de yeni bir hamle için zemin oluşturmaktadır. Bu, yeni nesle tarihsel anlamda öz güven oluşturma zeminidir. Büyük bir tarihi yapan milletin çocukları tarihöee misyonuna uygun olarak yeniden büyük bir gelecek kurabilir.
Giden şanlı akıncı, ne gün döner yurduna?
Sorusu ayni zamanda bir çağrıdır. Şanlı akıncıların, Türk yiğitlerinin yeniden dirilerek, milletini içinde bulunduğu zillet halinden kurtarıp tekrar tarihin efendisi yapma isteği saklı burada. Bu zillet halini:
Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!
Mısraı açıkça ortaya koyuyor. Bu gariplik ve paryalık hali, milletin kendi ruhuna ve değerlerine uygun bir yönetim kademesinden yoksunluğu, millet ve yönetici tabakası arasındaki uyuşmazlığı, bürokrat / aydın kesiminin Türk milletinin ruh köküne ters tutumunu içeriyor.
Bir hayata çattık ki, hayata kurmuş pusu.Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek; Siz hayat süren leşler, sizi kim diriltecek?
Bir hayata çattık ifadesindeki hayat, millöee ve manevi değerleri dışlayan, materyalist ve pozitivist; hatta totaliter baskıcı bir hayattır. Şair, Türk milletinin bu devasa yöneticiler tarafından yönetilme durumuna düşürülmesine değiniyor. Bu hayat, bir başka hayata pusu kurmuştur. O bir başka hayat da Türk milletinin tarih boyunca sürdüre geldiği millöee ve manevöee değerlerle örülmüş yerli olan kendi hayatidir. Batıdan ithal edilmiş yabancı hayat biçimi, yerli hayat biçimini avlamak üzere pusu kurmuştur. Yerli hayati öldürerek yok edecektir.
Maddeci bir hayatin manacı bir hayati bastırması, sadece dünyayı esas alanların, hem dünya hem ahreti esas alanlar üzerinde baskı kurması meselesi üzerinde duruyor sair.
Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek;
mısraı bunu işaret ediyor. Ölümlü yalan, sadece dünya ile sinirli olan düşünme ve yasama biçimidir. Dünyadan öncesini ve sonrasını yok sayan yaklaşım biçimi. Bir başka ifadeyle din dışı bir hayat kurgusuna sahip olanların dünya görüsü. Bu, ölümlü bir yalandır; fanidir, geçicidir, hakikat ve doğru değildir. Fakat sair:
Siz hayat süren leşler, sizi kim diriltecek?
diyerek ölümlü yalan sahiplerinin ebediyen ölüme mahköfbm olduklarını, dirilme imköe2nlarının kalmadığını söylüyor. Sadece dünyaya, maddeye, tensel hazlara, biyolojik gereksinmelerine bağımlı bir hayat sürenleri, hayat süren leşler olarak tanımlıyor ve bunların hayatlarını da hayat olarak görmüyor. Bunların ebediyen dirilemeyeceklerini belirtiyor.
Üstad,Necip Fazıl:şanlı Türk tarihi ile sefil hal arasında gidip gelerek, değerlendirmeler ve mukayeseler yaparak yeni Oğuz nesline Bozkurtlara yeniden diriliş çağrısı yapıyor.
Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya; Yüz üstü çok süründün, ayağa kalk Sakarya!

Şiirin Düşünce Boyutu
Şiir, düşünce bakımından ideolojik bir şiir. Belli bir siyasi ve sosyal, kültürel uygulama biçimini eleştirirken bunun karsısında kendi ideolojik yaklaşımını sergiliyor. İdeolojik bir çatışma sergileniyor. O da seküler batici bir dünya görüsüne karşı Türk-İslam dünya görüsünün öncelenmesidir.
İzlek: Türk milleti, tarih boyunca büyük çileler, zorluklar çekerek büyük isler başarmıştır. İçine düştüğü olumsuz durumlardan yine imanı, azmi ve büyük zorluklara karsı direnme gücüyle kurtulacaktır.
Duygu: Şiirde sosyal kurtuluş ümidi duygusu telkin ediliyor.
Görüntü
Öznel / Resimsel Görüntü: Şiirde öznel / resimsel bir görüntü hakim. Sair, Sakarya nehrinin akısını kendi izlenimlerine, duygu ve düşüncelerine göre tasvir ediyor. Sakarya nehrini teşhis sanatıyla kişileştiriyor ve Kursundan bir yük binmiş, köpükten gövdesine; gibi mısralarda ona kendi izlenimlerini yüklüyor. İzlediği Sakarya nehrinin akısında Türk milletinin tarihini, sosyal, kültürel ve sosyal durumunu görüyor. Ve Türk milletiyle nehir arasında bir özdeşlik kuruyor.

ŞİİRİN EDEBİ YÖNÜ

teşbih i mufassal
Teşbih sanatı, anlama güç katmak için, aralarında gerçek yada mecaz, çeşitli yönlerden ilgi, benzerlik bulunan en az iki varlıktan zayıf olanı nitelik bakımından güçlü olana benzetme sanatıdır. Şair, kendisini etkileyen bir olay veya varlık karşısında heyecanlanır, bu heyecanını daha kuvvetli ve tesirli anlatabilmek için, o ruh halini okuyucuda daha iyi canlandırabilecek benzetmeler yapma yoluna gide ve bunun sonucunda da teşbih sanatı meydana gelmiş olur.

Teşbih sanatı'nda en az iki, en fazla dört öge bulunur ve yapılan teşbih bu ögelerin bulunup bulunmamalarına göre bazı isimler alır. Bu dört benzetme ögesi (erkan-ı teşbih, teşbihin rükunları, ögeleri) şunlardır:

1. Benzeyen (müşebbeh, teşbih edilen, benzetilen) : Birbirine benzetilen şeylerden nitelik bakımından güçsüz olanıdır.

2. Kendisine Benzetilen (Müşebbehünbih, kendisine teşbih edilen, benzetmelik) : Birbirlerine benzetilen şeylerden nitelik bakımından daha üstün ve güçlü olanıdır.

3. Benzetme Yönü (Vech-i Şebeh) : benzeyen ve kendisine benzetilen arasındaki ortak noktadır. Zaten benzetme bu ortak noktayı belirtmek için yapılır. (Ancak bu ortak nokta her zaman vurgulanarak zikredilmeyebilir.)

4. Benzetme Edatı (Edat-ı Teşbih) : Benzeyen ve kendisine benzetilen arasında benzetme ilgisi kuran kelime veya ektir. Teşbihte genellikle şu kelime yada ekler benzetme edatı olarak kullanılır:

Adeta, andırır, benzer, bigi, çü, çün, gibi, gûna, gûne, gûya, gûyiya, kimi, manend, meger ki, misal, misillü, misl, nitekü, nitekim, sanki, sıfat (gül. sıfat) , tek, tıpkı, -asa, -var, -veş vb.

Aşağıdaki örnekte benzetme ögelerini topluca görebilmekteyiz.

Durmuş zaman gibiydi geçmeyen zaman.
1. Benzeyen (benzetilen, müşebbeh) : zaman

2. Kendisine benzetilen (mişebbehünbih) : durmuş saat

3. Benzetme yönü (Vech-i şebeh) : durup geçmemek, ilerlememek, durmuş

4. Benzetme edatı (edat-ı teşbih) : gibiydi

Bu örnekte geçmeyen zaman durmuş bir saate benzetilmektedir. Bu mısrada kullanılan kelimelerin tamamı gerçek anlamlarında kullanılmıştır. Bununla birlikte � durup geçmeyen zaman� gerçekten durmuş bir saat değildir. Mecazi bir benzerlik söz konusudur. Yani kelimeler gerçek anlamlarında kullanıldıkları halde meydan getirdikleri anlam bütünlüğü mecazi bir yapı kazanır. Bu örnekte, şair kendi ruh sıkıntısından doğan zamanın bir türlü geçmeyişini, durmuş bir saate benzeterek okuyucu üzerindeki etkiyi arttırmaya çalışmıştır.

Teşbih Çeşitleri
Benzetme ögelerinden (erkan-ı teşbihten) birisinin yada birkaçının kullanılıp kullanılmamaları açısından yaygın tarife göre dört türlü teşbihten söz etmek mümkündür.

1. Mufassal Teşbih (Teşbih-i Mufassal, tafsilatlı, ayrıntılı teşbih) :
Benzetme ögelerinin tümünün bulunduğu teşbihe mufassal teşbih denir.

Ali aslan gibi cesurdur.


1. Benzeyen-benzetilen: Ali

2. Kendisine benzetilen: aslan

3. Benzetme yönü: cesaret

4. Benzetme edatı: gibi

Meltem'in gözleri deniz rengi gibi masmavidir.


1. Benzeyen: Meltem'in gözleri

2. Kendisine benzetilen: deniz rengi

3. Benzetme yönü: masmavilik

4. Benzetme edatı: gibi

Bir güzel yırtıcı kuş gözleri gördüm, baktım


Som mücevher gibi kan kırmızı tırnaklarına

1. Benzeyen: tırnaklar

2. Kendisine benzetilen: som mücevher

3. Benzetme yönü: kırmızılık, kırmızı renkte oluş

4. Benzetme edatı: gibi 2. Muhtasar Teşbih (Teşbih-i muhtasar, kısaltılmış, ayrıntısız teşbih) : Teşbihin ögelerinden (erkan-ı teşbihten) benzetme yönü (vech-i şebeh) söylenilmeden yapılan teşbihtir. Yani bu tür teşbihlerde benzetme yönü bulunmaz.

Ali aslan gibidir.


1. Benzeyen: Ali

2. Kendisine benzetilen: aslan

3. Benzetme yönü: -

4. Benzetme edatı: gibi

Hizmetçiye gel der gibi Azrail� e gel der.


1. Benzeyen: azrail

2. Kendisine benzetilen: hizmetçi

3. Benzetme yönü: -

4. Benzetme edatı: gibi

Ab-gine içinde mey gibidir

Leb-i la� lin hayali dilde müdam

leb: dudak

la� l: yakut

müdam: devamlı, sürekli,daima

ab-gine: billur, kristal; şişe, sürahi; kadeh; ayna, elmas; kılıç; gözyaşı; şarap

mey: içki, şarap

(Yakuta benzer, yakut renkli dudağının hayali gönülde devamlı kadeh içindeki şarap-içki gibidir. / Yada: ey sevgili, senin yakuta benzer dudağının hayali gönlümde sürekli kadeh içindeki içki-şarap gibidir. / Senini dudağının hayali hiç aklımdan, hatırımdan gitmiyor, çıkmıyor.)

l (yakut) : Kırmızı; kırmızı renkte bir taş. Şarap da kırmızı renktedir. Kadehin şekli de kalp şekline benzer şeklinde düşünülmüştür. Şarap da dudağa götürülerek içilir vs. Dudak-lal aynileştiriliyor, özdeşleştiriliyor. Şairin dudağında tıpkı mey tadı, lezzeti veriyor ve onun gibi aklımı başımdan alıyor, sarhoş ediyor.

1. Benzeyen: Sevgilinin dudağının hayali

2. Kendisine benzetilen: Kadeh içindeki şarap, mey

3. Benzetme yönü: Sarhoş etme, aklı baştan alma, kırmızılık

4. Benzetme edatı: gibi

2. Müekked Teşbih (Teşnih-i müekked, te� kid edilmiş, eksiltilmiş) :
Benzetme edatı bulunmayan teşbih türüne denir.

Yalnız bu katta mümkün olur daimi uçuş


Her hamlesiyle rûh, o çelikten kanatlı kuş

1. Benzeyen: ruh

2. Kendisine benzetilen: çelik kanatlı kuş

3. Benzetme yönü: uçma, uçuş (ruhun da uçar gibi göğe yükseldiği fikri)

4. Benzetme edatı:. Sürekli sevgiyi duydukça anne topraktan

1. Benzeyen: toprak

2. Kendisine benzetilen: anne

3. Benzetme yönü: sevgi duymak, göstermek

4. Benzetme edatı: -

3. Beliğ (güzel, uz) Teşbih (Teşbih-i Beliğ) :
Sadece benzeyen ve kendisine benzetilen ögeleriyle yapılan teşbih türü olup teşbihin en makbul çeşididir.

Som gümüşten sular üstünde giderken ileri


1. Benzeyen: sular

2. Kendisine benzetilen: som gümüş

3. Benzetme yönü: -

4. Benzetme edatı: -

Fark etmez anne toprak ölüm maceramızı


1. Benzeyen: toprak

2. Kendisine benzetilen: anne

3. Benzetme yönü: -

4. Benzetme edatı: -

Hulya tepeler, hayal ağaçlar


1. Benzeyen: tepeler, ağaçlar

2. Kendisine benzetilen: hulya, hayal

3. Benzetme yönü: -

4. Benzetme edatı: -

Bu örnekte görüldüğü üzere birden fazla unsurun da birbirine benzetildiği olur. Hatta özellikle birden fazla unsur arasında yapılan edebi sanatlar vardır. Edebi sanatlardan bahseden eserlerde teşbihin bu yaygın dört çeşidinin dışında, kullanışlarına göre de teşbih çeşitleri hakkında bilgi verilmiştir.

Nihat Gülle
Kayıt Tarihi : 2.9.2010 19:58:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Melek Gül Kanakıtan
    Melek Gül Kanakıtan

    üstadın cok sevdiğim sözlerinden biri paylaşmak istedim Tutuşturanşlar lügat kitabını elime
    Bilsin, Allah’tan başka bilmiyorum kelime

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (1)

Nihat Gülle