Sempatik, iri yapılı, şık giyimli, gösterişli bir adamdı. Yanında ve arkasında saygıyla yürüyen bir kalabalık göze çarpıyordu. Dönüp kendilerine baktı, gülümsedi. Sonra birşeyler söylediği kalabalığına işaretler yaptı, eğilmeden hepsiyle selamlaşıp tokalaşıp ayrıldı. Diğerlerinin uzaklaşmasıyla ilgilenmeden bahçeye girdi. Koşuşan garsonlar metrelerce uzakta durup buyruk beklemeğe başlamışlardı.
Nami Bey önce delikanlıyı ona tanıttı. Sonra:
- Bu da bizim Nihat. Dedi. Sivas milletvekili.
Oturdular. Garsonlara gerekenler söylendi.
Müdür, Nihat Bey ‘le senli benli konuşuyordu. Onda da insanı rahatlatıcı olgun, sıcakkanlı bir hava vardı. Seçmenlerini gerçekten temsil edebilen, onların sağlam karakterlerini, sıcakkanlılıklarını, yakınlıklarını, konukseverliklerini, hatta konuşmalarını kendi kişiliğinde toplayabilen bir yeteneğe, seçkinliğe, gösterişe ve erdeme sahipti.
Nami Bey ‘in bütün anlattıklarını dinledikten sonra, delikanlıya dönüp büyük bir candanlıkla:
- Peki Kubi. Dedi. Araştırdın mı, soruşturdun mu eşinin neden henüz buraya atanamadığını? Herhalde birşeyler yapmışsındır. Zira; bir haftada olacak sandığın şeyin üzerinden çok fazla zaman geçmiş.
Delikanlı:
- Soruşturdu. Diye karşılık verdi. Şimdilik olanak olmadığını söylediler.
- Bu yeterli cevap değil. Olanak bulunamayışına engel neymiş? Herkes İstanbul ‘a kaçmak için can atarken oradan seve seve buraya atanmasını isteyen bir memura neden olumsuz cevap verilebilsin? Neden bu kadar zaman içinde atanması yapılamasın? .. Üstelik bu memur bir kadındır, evlidir ve kocası da başka ildeki bir devlet dairesinde çalışmaktadır. Temel olarak keyf için de atanma istenmemektedir. Çalışan kadının, çalışan kocasının yanında bulunmak istemesi normal ve uygarca bir haktır. Daha bir üstelik; yasalar böyle atanmalarda evli eşlere, bekar memurların atanmalarına bakarak öncelik hakkı da tanımıştır.
- Evet.
- Neymiş öyleyse engel?
- Burada memur sayısı kadro sayısından fazlaymış. Fazlalığın onüç kişi kadar olduğu söyleniyor. Yani bu fazlalık, idarenin onüç kadar kadroyu kaldırmak istemesinden doğagelmiş.
- Peki, bu durumda senin yapabileceğin nedir?
- Yapabileceğim hiçbir şey yok galiba.
Nami Bey sevimli gülüşüyle ve zorlukları çok acı biçimde alaya alışıyla delikanlının sözlerini tamamladı:
- Senin anlayacağın; şu durumda, bu oğlanla o kız bekleyecekler. Ama ne zamana kadar? Bunu bilmesi kolay. Açıklayayım: Keyfi deprenip bu daireden tam onüç memur türlü yollarla ayrılacaklar. Ayrıldıklarında onların zaten idareye ağır gelen kadroları kaldırılacak. O zaman kadro sayısı memur sayısına denk gelecek. Bundan sonra, ondördüncü bir memur kalkıp herhangi bir yolla bu dairedeki işini bırakacak, onun boşalmış yerine bir başka memur almak gerekecek ve işte o zaman da Kubi ‘nin karısı bu gereken yere atanacak. Cakcak da, cakcak.
- Ama bu korkunç bir şey.
- İşte onu ne Kubi diyebilir, ne de ben. Bizzat kendin de ki; suç olmasın.
Nihat Bey delikanlıya baktı:
- Konuştun mu sen bu işin buradaki büyükleriyle, Kubi?
- Konuştum. Adamlar iyi niyetli ve yasa anlayışı olan kimseler. Ellerinde bir şey yok. Yasalar çıkmaza sokuyormuş kendilerini. Kadro olmadan bu atanma için yukarıya ‘Olur’ diyemiyorlarmış.
- İyi ama sana hiçbir çıkar yol göstermediler mi?
- Gösterdiler. Dairede çalışan bir kız varmış. Bu kız yeni nikahlanacakmış. İstanbul ‘da memur olarak çalışan bir oğlanla. Dediler ki; ‘Kızla konuş. Haliyle İstanbul ‘a gitmek istiyor bu kız. Tabii, atanma yoluyla. Fakat atanırsa kadrosu zaten kaldırılacağından sana hiçbir faydası olmayacak. Ama konuş. Atanmasını doğrudan doğruya değil de, senin eşinle yol değiştirmek suretiyle yaparsa, bu iş olur biter. Hem yasalara uygun olarak, hem de kimsenin burnu kanamadan, canı sıkılmadan.’
- Hemen konuşsaydın kızla.
- Konuştum. Kız bin lira para istedi.
- Şantaj mı bu? Yoksa soygun mu?
- İkisi de değil. Görünüşte kız biraz haklı. Az önce belirttiğim nedenle, hem atanmaya istekli, hem de atanmak zorunda. Atanması da çok kolay. Zira; İstanbul ‘da kadro fazla ve boşta bekleyen kadro var. Yani buradaki gibi kaldırılacak dolu kadro yok. Fakat kız, doğrudan doğruya değil de, eşimle yer değiştirmek suretiyle atanmayı dilerse, o durumda devletten yolluk alamayacak. Yasaları yapanlar böyle düşünmüşler. İşte bütün bunlar içindir ki; kız, devletten alamayacağı yolluğu bizden istiyor.
- Ama bin lira çok fazla. Ortalama bir memurun iki-üç aylığını geçiyor. Yasalara göre, tek bir bekar memurun yolluğu ne tutar ki?
Nami Bey o alaycı gülüşüyle söze karıştı:
- Orasını anla artık. Kız, ‘Hem yol paramı siz verin, ben paşa paşa İstanbul ‘a gideyim, hem de cebimi doldurun çeyiz alayım. Görüyorsunuz ki; evleniyorum. Kör müsünüz? Evlenene yardım etmek sevaptır.’ demeye getiriyor.
- Duruma bakılırsa mühür onun elinde. Verelim bu parayı olsun bitsin.
Delikanlı masanın örüsüyle oynuyordu:
- Söyledim, kız da kabul etti.
- Kabul ettiyse tamam.
- Tamam değil. Kızın İstanbul ‘a atanma isteyebilmesi her şeyden önce nikahlanabilmesine bağlı.
- Orasını merak etme. Kızlar evlenmeye can atarlar. Hele oğlan yakışıklıysa. Öyle miymiş bari?
Bu sorunun karşılığını Nami Bey verdi:
- İşin kötü yanı da o ya. Oğlan çok yakışıklıymış. Onun için de İstanbul ‘da birçok dalgaları olduğu söyleniyormuş. Senin anlayacağın, o oğlan o dalgalardan beri olursa, o kızla evlenebilirmiş.
- Sonuç olarak?
Nami Bey, içine düşen küçücük bir sinek yüzünden çayını yanındaki çiçekler üzerine dökerken:
- Ufaktır ama mide bulandırır. Dedi. Kısacasını istersen; bizim burada sadece iki çıkar yolumuz var. Bir: Sen milletvekili bir arkadaşımız olarak, ben bir koskoca müdür olarak, Kubi, deve kadar bir müfettiş olarak, Mine hanım işi Tanrı ‘ya kalmış bir küçük memur olarak toplanıp bir araya geleceğiz. Sonra ve hep birlikte, tıpkı tarlaları kuruyan köylülerin yağmur duasına çıktıkları gibi, duaya çıkacağız. Başı sen çekeceksin. Zira, bireyleri biryerlerde sızlatan böylesine yasaların kabulüne parmak kaldıranlar arasında belki sen de vardın. O zamanlar yok idinse, bundan sonraki böylelerinde parmak kaldırmayasın diye bizim bu şekilde bir tedbir almamız normaldir ve de vatandaşlık hakkımızdır. Önde sen, arkada bizler olmak üzere açacağız ellerimizi gökyüzüne ve aşk ile, firkat ile, şevk ile, saffet ile, birazıcık hiddet ile ve çok birazıcık da şehvet ile, o çapkın oğlanın İstanbul ‘daki dalgacı kızlardan, o balta olan, aşımıza zehir katan aşiftelerden kurtulup buradaki şol kızla evlenmesi için yaradana dua edeceğiz. Duayı etmesi bizden, kabul edip etmemesi de yaradandan. Biz bize düşeni yapalım da, gerisi bizi ilgilendirmez. Olursa olur suyu, olmazsa hamur suyu… Bekle, bitmedi… Nümeğo iki: Biz senin seçmen ricacıların olalım, sen de bizim torpilimiz ol. Yasalara aykırı bir iş için sanma. Yapacağın iş hem basit, hem de yasalara uygun. Sadece kalkıp gidip İstanbul ‘daki o zampara oğlana tarafımızdan ricada bulunacaksın, Tanrı aşkına gelsin, şu bizim akraba ile evlensin… Forslu adamsın, ola ki seni kırmaya da, bizim de işimiz, muradımız ola… İşte bizim çıkar yollarımız bunlar… Artık bilmem ki sen ne dersin? ..
- ‘Böylesine ciddi konularda bir daha böyle maskaralık gösterilerine, lafazanlıklara kalkışırsan; tepeni nah bu çay bardağıyla delerim.’ Derim. Nasıl cevabım ha?
Hep birlikte kalktılar. Nihat Bey:
- Nami beni tanır Kubi. Dedi. Sen henüz tanımazsın. Ama tanıyacaksın. Şimdilik sana şu kadarını söyleyeyim: Yasalara, vicdana ve erdeme aykırı olmayan her işini yaparım, yaptırırım. Onun için açmazlarını mutlaka ve mutlaka bana iletmeyi unutma.
Yürürlerken Nami Beyi hep o acı alaylarıyla, hep o açmazları can damarlarından yakalayan amansızlığıyla Kubi ‘nin sağından solundan sözedip duruyordu.
Her adımda sayısız tanıdıklarıyla karşılaşan milletvekilinden havuzbaşında ayrıldılar ve ana caddedeki insan kalabalığına karıştılar.
(Devam edecek…) 23
Kayıt Tarihi : 3.7.2005 13:33:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![İsmet Barlıoğlu](https://www.antoloji.com/i/siir/2005/07/03/sahmaranlar-23.jpg)
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!