Şu masada duran telefon birazdan çalacakda
Çok uzaktan, epeydir görmediğim biri
Hâl hatrımı soracak gibi...
Çocukluğumun kıraathanelerinde
Yeleği köstekli saatle bezeli amcaların
Herkes bir karşılık bekler
Sanki ayna âlemi bu âlem...
Kaybetmet karşılıklı olsa geçerli
Kazanmak... Sakın ha!
Tek kişi kazansın o da sahibi...
Yıllardır mütevazi konuşurlar bana
Başka bir geçit varmış çıkmazlarımda
Bunu bana güldüğünde anladım.
Toz gibi tanelediğinde derdimi
Uçup dağıldığında zifrim aklımdan
Ne büyük servete konduğunu kalbimin
Çilemi izlerken bir Anka kanadından
Yağmurda tentemsin yazımda asma
En büyük devletim senmişsin baba
Zaman aheste git, yarına atma
Biraz daha kal bu canında baba
Yeri geldi kalbini kıymadan kırdım
Patikadan gidiyorsun Ay olmuş pusulan
Senin gibi sakin adımların
Kalpimi çırpıyor...
Beni bul !
Bul ki kendime geleyim huzrunun kestirmesinden...
Dört yana da dört nala koşabilenler tanıdım.
Ne yengece benziyorlardı
Ne de atlara.
İnsan hiç değillerdi...
Bu çağ senin çağın değil çocuk!
Ne gençliğinin ne ilminin ne de adamlığının çağı değil...
Bu çağ, demir dişlilerin
Etleri kıydığı, fil dişi kulelerden atılan
Kılçıkların sıyrıldığı bir çağ.
Ne ölüm temizler bu çağı ne toprak ne de tarih.
Kemendin incir, ölümün üzüm
Kalsam âsâlıyım, gitsem yol uzun.
Herkese eşiksin, bana uçurum.
Kol açışında çarmıhlığın
Saçlarını salışın, dar ağaçlığın
İyisi mi sen var öldür beni,
İstikbâlimde hep bir uzaklık görürüm
Sanki yaşlanmadan ölecek gibiyim
Zaman asmalarda kararan bir üzüm
Işıkları açık bırakıp gidecek gibiyim.
Hasret kalburu eler uzaklıkları
Gençliğim hızlı geçti zamandan
Eylül'ün ilk yaprağı düşmeden
Bende yağmur yağardı.
Arnavut kaldırımları akşamlaşır
Sonbahar öğlesi beni kıskanırdı.
O sevgili şakakları
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!