fezayı bağlayarak yorgun kanatlarına
bir güvercin uçurup kıtalar arasından
çağırdın beni
geçerek birer birer sürgün kanyonlarını
derbeder koşup geldim ışıldayan tahtına
yarım koyup bir bardak kurşun rengi çayımı
yıkarak yalnızlığa kurduğum sarayımı
işte sana geliyorum
yumuşakbaşlı rüzgarların kanatlarında bir yer bul bana
suyun ışıltılı sesleri aksın bir yanımızdan,
bir yanımızı defneler sarsın...
demir kollarının yumuşaklığında uyanayım sabahları
zeytin ağacının gözlerinde büyürken bir çekirdek
Devamını Oku
yumuşakbaşlı rüzgarların kanatlarında bir yer bul bana
suyun ışıltılı sesleri aksın bir yanımızdan,
bir yanımızı defneler sarsın...
demir kollarının yumuşaklığında uyanayım sabahları
zeytin ağacının gözlerinde büyürken bir çekirdek
Fakat 'akılda kalmak' denilen şey aklın boyutuna, istidadına ve sınırlarına bağlıdır. Kimin aklı için ve ne kadar akılda kalmak? Belki uzun şiir iyi şiir demek değildir lakin akılda kalan iki mısrayı barındıran şiire de iyi şiir demek mümkün değil bence. Bu şiir ortalama bir şiir ayrıca; fazlası değil.
Ulviziya rumuzlu büyüğümün görüşlerine bende katılıyorum,çok uzun şiir güzel şiir demek değildir.
Bende şahsen bir şair olarak bile çok uzun şiiri okuduğumda sıkılıyorum ve dediğiniz gibi sonuçta akılda fazla bir şey kalmıyor.Tabiki de güzel şiir en fazla akılda bir şeyler bırakandır.Yinede güzel bir şiir
kutluyorum Nurullah Hocamızı.Saygılarımla
Mehmet Soykırlı
'Ulviziya' gibi düşünüyorum..İlk önce, farklı görüşlere ,hakaret görmüşçesine saldırmamak ,hoşgürülü olmak gerekli..Şiir bu..Biraz da 'renkler ve zevkler' işi değil mi.?Hakaret etmeden eleştirilebilmeli şiir..
Aynı görüşü bazı İstanbul şiirleri için de düşünüyürum..Çoğundan aklımda kalan bir dize yok..Ama dereceye girmemiş bir şiirin şu dizeleri
aklımda..'Başımda esen rüzgar İstanbul hatırası.'
..Şairin emeğine ,yüreğine sağlık diyorum..
Nurullah Genç.. yanlış hatırlamıyorsam Kocaeli Üniversitesi'nde işletme dersi hocalarından biri olarak devam ediyor hayatına.Güzel şiirleri de var, vasat şiirleri de.Bu da 'eh işte' şiirlerinden bir tanesi.
herşeye rağmen tebrik etmem gerekir. zira yiğidin hakkını yiğide teslim etmek gerekir...
Kitabınızı büyük bir zevkle okumuş bulunuyorum. Diğer kitaplarınızdan daha ayrı bir yere sahip oldu bende. Kalbimin kirini-pasını ve beynimin kırıntılarını temizleyen bazı mısraları, mısraların şairiyle paylaşmak isterim:
Bir arz-u hal niteliğinde olan ‘’ anla ki bir çınarım’’ adlı şiir:
‘uzat bakışlarını bir defa evimde kal
ey güz bilip ruhunda baharımı bulduğum
bahar bilip isyankâr güzünde kaybolduğum
anla ki bir çınarım evim taştan ve kumdan
aldırma okyanuslar çekilse de ruhumdan’
Mısralarıyla bir çınarın mevsimlerle savaşmasına tanık oluyoruz. Kendimizden, içimizden bir yerlerde aldanma ve muammanın tanımını buluyoruz.
‘’Hasat şiiriyle bir yandan açması için yıllarca ah çekilen çiçekleri koklayamazken diğer yandan; ‘’meğer ile şiire başlayarak her zaman başarıyla yaptığı Tehacül-i Arif sanatını okura halüsünasyon göstermekte kullanıyorsunuz.
Ve her zaman kullanageldiği ‘’Eylül’’ bu kez çiçeklerin açmasını engelleyen bir maraz kılığında…
‘’kal deyince rengârenk’’ şiirinde daha önce Nurullah Genç şiirinde nadir gördüğüm-gözden kaçırdığım sözcüklerle türkü söyleme sanatını kullanılmış:
‘’sağnak sağnak yağsa da göğsümden bin bir cefa
Şimdi mevsimler üstü bir tebessümdür hayat
Dumanlı bir muamma…’’
‘’şiir, bir ıstırabın sefasıdır içimde’’ ile on bin yıldır köşe bucak tanımını arayan şiir bu serüvene mutlu bir son veriyor.
21. yüzyılın envaiçeşit musibetleriyle meyus olan insanoğluna bir bardak soğuk umut niteliğinde ki ‘’buluşma duyguları’’
‘’ümitalmaküzeredirintihardanöcünü’’ ulamasıyla mezkur vazifesini yerine getiriyor.
‘’şimdi binlerce kuşun gölgesi dağılacak
Katiller maktullerin kalbinde boğulacak’’
vaadiyle bir kez daha buz değdiriyor ciğerimize.
Tahliye şiirinde bir azatlının bir daha yeşermeyeceğini ‘’kuruyan çiçeklere yağmur yağsa ne çare’’ mısraı ile anlıyoruz.
Saka kuşunun çokça bilinmeyen bir hikayesi vardır: Daha iyi ötsün diye gözleri oyulurmuş sakaların.
‘’saka kuşu ağıdı’’ nda Irak’ta akan kanın kokusunu burnumuza geliyor. Güncel
Bir zulme değinilmiş saka kuşunun dilinden:
‘’her akşam parçalanmış bakarım çocuklara’’
ağıdını duyuyoruz…
Saka , adeta kendi ızdırabını unutmuş ve parçalanmış bebeklere ağıt yakmaktadır.Bir hayvanın ‘’hayvanlara’’ isyanı…
Kitap, şiirle terapi olmak isteyenler için birinci adres.
Velhasıl-ı kelam:
‘’Gün olur bir rüyaymış: işte uyandık’’ deriz
Mühür son kez vurulur alnımıza gideriz…
Kitaba ismini veren şiir arka kapakta arz-ı endam etmekte:
BİR KAÇ DELİ GÜVERCİN
gözlerin aydınlıksa ben neden karanlığın
gözlerin ab-ı hayat,neden çatlar toprağım
yüzümün her yerinde ıslaklık var hüveyda
sen nerden bileceksin her gün ağladığımı
gözlerim hep suskundur yürek ağlar hüveyda
güvercin kanadına umut bağladığımı
nereden bileceksin hergün ağladığımı
her satırım uğruna gözyaşıdır hüveyda
her gözyaşı beni temizler kirlerimden
Rüveyda
fezayı bağlayarak yorgun kanatlarına
bir güvercin uçurup kıtalar arasından
çağırdın beni
geçerek birer birer sürgün kanyonlarını
derbeder koşup geldim ışıldayan tahtına
yarım koyup bir bardak kurşun rengi çayımı
yıkarak yalnızlığa kurduğum sarayımı
yetim çığlıklarımı duyurmak üzre sana
koşup geldim; iliştir beni memnu bahtına
adını söylemek istemiyorum
her hecesi amansız bir kor dudaklarımda
her harfine yıllardır şimşeklerle yarıştım
zindanlara karıştım, ölümlerle tanıştım
adını söylemek istemiyorum
rüveyda dediğim zaman
anla ki, senin için yürüyor kelimeler
çığlığmın atardamarlarından
hangi yıldızdır bilmem, gözlerin
kayar da üzerime rüveyda
önce tuhaf bir deprem yayılır bedenime
sonra açılır önümde ıstırab vadileri
silik renkleriyle adımlarıma
çözülmeye yüz tutan bir mazi mühürlenir
hayalin bittiği menfeze doğru
alaca bir at koşar içimde
zamansız, mekansız nefese doğru
uslanmaz bir yürek taşıdığıma dair
yaygın bir kanaat dolaşır aynalarda
oysa rüveyda
baştanbaşa ben
kevser akan, gül kokan bir kalbin filiziyim.
kitaplara sürdüğüm kapkara lekelerden
bir anlatsam nasıl utandığımı
bir doğrulsam eğildiğim yerlerden
ağarır tanyeri nilüferlerin
alaca bir at koşar içimde
ezer toynakları ile anılarımı
sular köpürmemeliydi rüveyda
kırılamamalıydı ıslak dalları hasret selvilerinin
ben zehire alışkınım, şerbete değil
rüyalar hefret eder avare duruşumdan
kabuslar çeker ancak derdimi yeryüzünde
sen gün boyu simsiyah bir ufukla beraber
ben her gece bir Mehdi türküsüyle çilekeş
yargılamak için zeval kayıtlarını
inkılab bekliyorum
hangi umut çiçeğidir bilmem, ellerin
uzanır da gönlüme rüveyda
derinden bir ok saplanır bağrıma
beynimi çağıran bir sese doğru
alaca bir at koşar içimde
zamansız, mekansız nefese doğru
varlığın cinayettir memleketimde işlenen
akıtır kanını en asil pehlivanların
yokluğun sükunettir kuşatır evrenimi
varlığın ve yokluğun ölümüdür baharın
artık eskisi gibi bakamıyorsun
göklerinde bir belkıs otururdu rüveyda
binlerce gökkuşağı olurdu kirpiklerin
güneş bir anne gibi dururdu başucunda
artık dokunamıyor kakülün bulutlara
karalara bürünmüş saçlarında dolunay
ben bu kadar zulme layık mıyım rüveyda
hangi ressamı vurur bilmem, nedamın
sarar da benliğimi
ben beni tanımam kaldırımlarda
kafesleri yutan kafese doğru
alaca bir at koşar içimde
zamansız, mekansız nefese doğru
kırmızı bir kurdela bağlayarak alnına
duydun mu orkideye dua eden birini
bu ısmarlama yüzler yok mu rüveyda
bu yapmacık bebekler
gözyaşı akıtırken gülenler yok mu
beni kahrediyor geceler boyu
hangi çağın gelişidir bilmem, gülüşün
soluk bir dünyanın mezarlarına
gömerek gurbetimi
kapadı karanlığa Yesrip, kapılarını
meydan okuyuşun çağın ordularına
bilmem hangi mevsimin başlangıcıdır
doruklardan öte hevese doğru
alaca bir at koşar içimde
zamansız, mekansız nefese doğru
yasını tutuyorum yarattığım düşlerin
yıpranmış divaneler gibiyim sokaklarda
amansız bir ütopya üfleyen pencereler
lif lif yoluyor dram seyyahı bedenimi
önümde, haksızlığın hesaba çekildiği
hiç kimsenin kimseyi tanımadığı mahşer
arkamda, kare kare ömrümü belirleyen
hatırladıkça yanıp tutuştuğum resimler
söyle, nasıl aşarım pişmanlık dağlarını
yeniden bir nil olup taşar mıyım çöllere
kim giydirir başıma tacını nihayetin
kim takar bileğime hürriyet künyesini
karada balık gibi nasıl yaşarım, söyle
rüveyda, seziyorum; tahammülün kalmadı
ama dur, boşaltayım bütün çığlıklarımı
asırlardır köhne barınaklarda
küflenen, çürüyen çığlıklarımı
at vuruldu; içim paramparça rüveyda
gölgelerin ardına sakladım kusurumu
sen orda kayıtsızca gülümsüyor gibisin
ben burda damla damla eriyip akıyorum
yine de, çiğnetemem kimseye gururumu
istenmediğim yeri sessizce terkederim
hatıra kalsın diye bırakır da ruhumu
mahzun bir derviş gibi boyun büker, giderim
selamun aleykum hocam bu şiirde mubagla olmasın bence maneviyatın son safhasını yakalmışsınız ruveyda bambaşka bi şiir sagolun
az önceki mesaj yanlışlıkla düştü, özür dilerim. zaten 15 yıl önce ben üstadın 'YAĞMUR' şiirini okuyunca şiir yazmayı bıraktım. çünkü; 'YAĞMUR' dan daha güzel bir şiir yazılamaz..
Bu şiir ile ilgili 88 tane yorum bulunmakta