Öğrenmenin yaşı yokmuş. Son günlerde de çok şey öğrendim. Hem de hiç aklıma gelmeyecek kadar çok. Devletin, egemen güçlerin baskı aracı, Yasaların bu baskı aracının
vermek zorunda kaldığı hakların son sınır noktası olduğunu, bu hakların da tarihte gördüğümüz gibi ezilenlerin zoru ile elde edildiğini bilmeyen de yoktur sanıyordum…
Son haftaların tartışmalarından dolayı acı duymaya başladım. Uzanıp saatlerce uzun uzun düşündüm ‘’Ne oluyor böyle! ’’ diye… Mücadele birikimlerinin sonucu olarak diyelim, ya da
1980 darbesi ile dayatılan faşist anayasada geriye doğru kaymadan sonra, küçük de olsa ileri bir adım olarak fazla önemsemediğim bu Anayasa değişikliğinin ve referandum yarışının bu boyutlarda bir siyasi kavgaya neden olacağını düşünemiyordum.
Ama, 80 öncesi siyasi ve ekonomik mücadelelerden sonra, siyasi alandaki pasifizmin de nedenlerini bir türlü çözemiyordum… 80 öncesi, sosyal demokrat, sosyalist, komünist gibi
terimler kullanılırken, 80 sonrasının yuvarlak sol kavramı egemen olmuştu… Bunun içine
milliyetçisi, ırkçısı, militaristi, sosyalisti, sosyal demokrasisi vs… tümü giriyor.
İşte bu konuda bazı çözümler netleşmeye başlıyor. Hayat sınıf bilincini kendisi dayatarak öğretiyor.
Nasıl kaliteyi reklamlardan seçen insanlar varsa, siyasi tercihler de öyleymiş…
Bilinçten çok parlaklık ve yüksek sesin etkisinde kalıyor insanlar…
Bunda, insanın bilinçaltındaki kendini frenleyen tembelliği var.
Kendini aşabilmenin sınavı bu… Bu tembelliği yenebilen ve düşünerek karar veren, yarınların kazanımı için bu gün fedakarlıkta bulunabilen insanla, yani kendi olabilen insanla,
başkalarının güdümünde olan insanları ayıran çizgi de buradan geçiyor…
Kendi olabilen insanla, sürü olan insan arasındaki çizgi…
Dün İstanbul’daki ‘’YETMEZ AMA; EVET’’ toplantısına saldırı ve ardından İzmir’de yapılan toplantıdaki boyalı saldırı, kafamdaki bazı soruları netleştirdi.
Bu saldırılar neden?
CHP liderinin sıradan yalan ve yanlış çığlıkları neden?
Bu güne kadar topyekün ‘’sol’’ kavramı altında anılan kesimin bu yarılması neden?
Üzerinde durulması gereken bu…
Kendi değerlendirmemi yaparak bunu tartışmak istiyorum. Umarım bundan doğru sonuçlar çıkarırız hayalci programlar da yapmayız artık.
Saldırı neden olabilir? Benim cevabım cehaletten… Zaten ‘’sözün bittiği yerde, şiddet başlar’’ sözü de bunu içeriyor.
Cehaletin nedeni ise kör inançlar… Dine karşı olsun, kişilere karşı olsun, liderlere karşı olsun!
Kendi olamayanların inandığı güç kaynakları… Sayıların kabarıklığı… Seslerin yüksekliği…
Maddi zenginlikler… Kendine güvenmeyen kendi olamayan insanların güven kaynakları…
Bir inanç ne kadar uzun ömürlüyse, ne kadar çok insan tarafından kabul edilmişse, hakkında ne kadar çok kitap yazılmışsa, ne kadar çok heykeli dikilmişse, ona olan güven ve inanç da o kadar kuvvetli oluyor. Denizlerde derine indikçe basınç nasıl artarsa, bu yoğunluk da öyle…
İnanan insanların üstünde o kadar çok psikolojik etkisi oluyor.
Devrimci insan bu etkilerin dışında kalabilendir. Kendi özgür düşüncesiyle, hiçbir baskı altında kalmadan karar verebilendir. Değişebilen ve değiştirebilendir…
Yani devrimi önce kendi içinde yapabilendir. Ondan sonra fedakarlık, sabır, cesaret, örgütlülük vs… diğer faktörlerin de birleşimi ile insan devrimci sayılır.
Kendini değiştiremeyen ise başkalarını hiç değiştiremez. Ancak başkalarının aracı olabilir.
Birey olabilmek çok değerlidir ama… Her değerli şey gibi o da pahalıya mal olur…
Bu günlerde ortaya çıkan yarılmayı buradan bakarak şöyle açıklayabilirim…
Dünyada feodalizmden kapitalizme geçiş, 1600-1700 yıllarında, Rönesans la kendini ifade eden dönemle Avrupa’da başlamış…
Bizim ülkemizde ise, 1900 yıllarda kendini gösteriyor. Yani yüz elli yol sonra…
Yani Avrupa’da kapitalist sermeye geliştiğinde bizde daha cenin halinde…
Bir ülke bir başka ülkeyi sömürmeden gelişebilir mi?
İşte gelişen Avrupa kapitalizmi, Cumhuriyet ile feodalizmden kapitalizme geçişi gerçekleştiren Türkiye’deki cılız sermayeyi kendi avuçları içine almış…
Bütün dünyada Feodalizmden kapitalizme geçişte Burjuvazi, kölelikten kurtulmak isteyen, köleleri, daha ileri bir sistem olan ücretli işçiliğe geçmek istedikleri için yedeğine almış.
Burjuvazi ile, kölelerin çıkarları o dönemde birleştiği için, her iki kesimin de işine gelen bu birlik, feodalizmi alt etmekte devrimci bir rol oynamış…
Avrupa’da burjuvazinin bağrından işçi sınıfı doğup güçlendiği, kendi bağımsız mücadelesini verirken, Türkiye’de de feodalizme karşı gelişen burjuvazi ile yeni doğan işçi sınıfının çıkarları birleştiği için, Kurtuluş savaşında aynı çıkarlar çerçevesinde buluşmuşlar…
Bu devrimci bir mücadele… Geri üretim şeklinden daha ileri bir üretim şekline sıçrama sonucu üst yapıyı da ona uygun hale getirme çabası…
Sıçramanın objektif şartları oluşmuş… Yerel alanlarda, çete şeklinde de olsa mücadeleler başlamış… Nihayetinde bu şartlar kendi liderini de yaratmış…
Bu gün ise aradan 90 yıl geçmiş, o gün modern olan, şimdi o yeniliğini yitirmiş, çürümüş,
dünya emperyalist sistemiyle kaynaşmış ve globalleşme adına uluslar arası şirketlere teslim olmuş…
O zamanki ulusal kurtuluş savaşının lideri Mustafa Kemal ile bu günkü Kemalizm arasında nasıl bir ortak nokta var?
Mustafa Kemal kapitalizmi tercih etti… O günün emperyalist paylaşımından, bugünkü kapitalist cumhuriyeti kurmak ve bu günkü emperyalist sömürünün aracı olarak emperyalizmin hizmetine sunmak…
O günün şartlarında, Ulusal kurtuluş savaşının devrimcileri etkilememesi mümkün değil…
Parlak ışıklardan gözü bozulanların, gözü karardığı için etrafını görememesi gibi, bu gün de hala o mücadelenin etkisinden kurulamayanlar, ama devir çok değiştiği halde onun etkisinde kalarak kendini devrimci zannedenler var.
Bir dönemin modern aracı olan ‘’Wolswagen tutkunları’’ (hala kafileler halinde Wolswagen turları yapıyorlar. Eski Wolswagen’leri tamir edip kullanıyorlar…) gibi, devrimciliği Kemalizm’i savunmaktan ibaret görüyorlar.
Bu gün Mustafa Kemal’in partisi CHP’nin bayrağında sembolleşen altı ilkenin de birer fosil olarak kaldığını herkes bildiği halde, devrimcilik adına onun peşinde koşanlara ne demeli…
90 yıl önce millet olarak doğan ve ilerici olan Kemalizm bu gün illet olmuştur, en gerici şeklini almıştır…
Millet olabilmek için milliyetçiliği aşılamış ve Türklük dışındaki bütün değerleri düşman ilan etmiş, o düşmanlıkla bütün vatandaşlara acı çektirilmiştir.
Ülkemizin en büyük sorunu olan Kürt sorunun çözümü değil, çözümsüzlüğü devrimcilik olarak benimsetilmiş, ortaçağ gericiliği hakim kılınmıştır.
Laiklik denilmiş ama farlı dini inançlara yaşam hakkı tanınmamıştır.
Ulusalcılıktan bahsederken, ordunun Emperyalizmin ordusu NATO’nun yedek parçası olduğu
unutulmakta ve unutturulmaktadır…
Başta da belirttiğim gibi, güçlü parlak ne varsa peşinden gidilmiş, ezilen ve zayıf olanlara düşman olunmuştur…
İşte bu gün karşımıza çıkan, hem de devrimcilik adına karşımıza çıkan, bu Kemalizm’in büyüsünden kurtulamayan, devrimciliği ulusal kurtuluş mücadelesi ile sınırlı görenlerle,
İşçi sınıfının bilincine sahip olanlar, yarının bu günden daha ileri olmasını isteyenler arasında.
İncil’e, Kuran’a, Peygamberlere körü körüne inananlarla, mutlak liderlere, lider örgütlerine inanalar arasında fark yok…
Mutlak bilgilerle kendini sınırlayan, okuyup araştırmayan, hazır düşünceler marketinden beslenip, düşünmeden, kafasını yormadan hareket edenler, ezberleri bozulunca şiddete sarılmaktan başka ne yapabilir ki?
Öfke acizliğin bir belirtisidir… Saldırganın öfkesine rağmen karşısındaki, sakin ve mütevazi ise, bu onun bilincinden kaynaklanan bir kararlılık ve kendine güvenden kaynaklanır.
Son iki saldırı olayında da bu dikkate değerdir…
Sonuç olarak unutulmamalı ki, sınıf nedir, devrim nedir, devrimcilik nedir, mücadele nedir,
İttifaklar nedir, uzlaşır ve uzlaşmaz çelişkiler nedir… Yani sıfırdan başlayan bir devrimci eğitim görevi önümüzdeki dönemin görevleri arasındadır…
Doğa ve insan kendini yenileyebildiği ölçüde gelişir…
Amaçlar, araç olmaya başladıktan sonra, başlar tehlike çanları çalmaya…
Kayıt Tarihi : 11.9.2010 09:16:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!