bir mevsim dönüşürken diğerine,
altın sarısı geçişleri
karanlığa hapsediyordu toprak
-ki toprak aşktan önceydi
hep aynı vedada kaldığımı gösteriyordu
kaybolduğum mor kuytuluk
bir resmin peşi sıra ‘ıslak adımlarla’ aranan ne varsa
-aşka, yani sana dair-
kaybettiğim bütün yüzlere denk düşürüyordu yokluğunu…
/hiçbir ayrılık güzel değildi ölüm kadar. oysa ki
güzel olur derlerdi ‘eylül ölümleri’/
bu yüzden olsa gerek, git de diyemiyorum..kal da.
anlamsızlıkların namlu ucuna verilmiş öldürücü kurşunum,
açıklanamayan korkularımın çıkış noktası,
bir bakışa hapsolabilen sarhoş gülüşüm…
aynada yanarken yüzüm
ben
yüreğimle ödüyordum
kaybolacağım beyazın
derinliğinde
sen beni gümüş
yüreğimden tanıyacaksın
şövalyeler olacak
etrafımda
öznesi
kaybedişi
olan bir cümlenin
son noktası duyulan ‘keder’ sesi
elveda ise
Dila’nın dudaklarından dökülen
suya değil ateşe yazı yazmak bizimkisi
düşünde yanıp ateşin
külünden can çıkartmak yaptığımız…
kavrulurken yangınıyla yüreğin
dans ederken kızılların ciniyle
ateşin teridir içtiğimiz..
öyle bir kabustu ki
sen yoktun…
hasret yanımıza değil,
tam içimize düşmüştü..
ölümün girdabına kapılıyorduk
sen acı içinde
çıplak bakışlarını kaybetmiş şehrin
sokaklarındaydım
yoktun
yalnızlığın infilakıydı şakaklarımda patlayan
ziyan bir zamandı harcadığım
tramvaylar geçiyordu özlemlerimin içinden
gemilerin pervaneleri döverken denizi
günahların süngüleri parlak bir gülüşle
parçalıyordu aşkın dilenci bakışlarını
düşlerin yüreği, bir martı ağzında
götürülürken ıssızlığa
şairler satırlarında kaparken gözlerini
bohem zamanlarda
nedensiz başı boş yalnızlıklar
içimi acıtıyor
dudaklarımdan öperken
yalın bir zehir ayrılık
karanlık sızıyor gözlerimden
merhaba,rasih yilmazin yazilarini cok begeniyorum ama yazilarin tamami yok.neden acaba?