Peynir gemisi yürütmekteki ‘ustalığımız…’

Mehmet Halil
1192

ŞİİR


6

TAKİPÇİ

Peynir gemisi yürütmekteki ‘ustalığımız…’

Mevcut Anayasalara, yasalara, uluslar arası yasalara bakıyorum da, işçilere emekçilere ve aydınlara, demokratik kamuoyuna olanak tanıyan yasaların kaç maddesi doğru dürüst uygulanıyor?
Yasal haksızlığa uğrayan kaç bin vatandaşımız cezaevlerinde? Hangi kurum bu yasalara
saygı duyuyor?
Yasaları uygulayacak yasal kurumların, o yasalara saygısı var mı?
‘’Ben yaptım oldu.’’ Mantığıyla yapılan 20-30 kişilik eylemlerle bu işin bir adım ileri gitmediğini artık anlamış olmalıyız…

Tabi bu yazımdan dolayı, yeni Anayasa üzerine tartışmaların yapılmamasını düşündüğüm gibi bir sonuç çıkaran olmaz sanırım…

Ama dikkati çekmek istediğim nokta şu…

Anayasanın yapılması için olsun, Anayasanın ve yasaların uygulanması için olsun, belli bir güce sahip olmak gerekiyor.
Dünyayı sadece kendi gölgesiyle sınırlayanlar kendilerini güçlü sanabilirler… Bir sözleriyle
uçan kuşu vurabilirler… Çok söz söyleyerek çok iş yaptıklarını sanabilirler…
Nedense herkesin gözü kendisi haksızlığa uğrayınca açılıyor ve en yakındakileri o zaman görebiliyor…

Hani bir fıkra var…
Üç feminist karar almışlar. Eve gidince işleri kocalarımıza yaptıralım diye… İngiliz kadın ertesi günü döndüğünde, kocasını çamaşırları yıkarken bulmuş… Alman kadın kocasını yemek yaparken, sıra Fadime’ye gelince… ‘’Ben kocama iş verdim, onu bir daha üç gün sonra görebildim’’ demiş.

Fıkra çok bilindik olduğu için hatırlatmak için bu kadar yeterli sanıyorum…

Hepimizin durumun burada Fadime’nin durumundan farklı değil…

Teorik olarak çok biliriz uzlaşılan ayrılıklar, uzlaşılamayan ayrılıklar ders verirken çok anlatılır da, her nedense uygulamaya gelince hatırlanmaz…
Kime sorsak Türkiye’de 12 Eylül devam ediyor… 12 Eylül de faşist diktatörlüktür de,
yine ders verirken anlattığımız, Dimitrov’un faşizme karşı birleşik cephesini, uygulamaya gelince bir türlü hatırlamayız…

Her gurubun önünde bir örs, elinde bir çekiç, karşısındakileri kendi kalıbına uydurmak için hazırlanmış… Neden? İlla da benim doğrum olacak? Her kes kendi doğrusunu dayatırsa bu işin sonu ne olur? ‘Ben’im gurubumun, dükkanımın çıkarları mı önemli, yoksa toplumsal genel çıkarlarımız mı önemli, hiç düşünmeden saldırılara devam… Empati dersi vermesini biliriz de uygulamaya gelince yapamayız…
İşçilere, emekçilere, köylülere, küçük esnafa güçlü partilere oy verdikleri için, kibirle ‘’Herkes, layık olduğunu bulur… Bu millete bu layık, … ne yaptığımın halkı…’’ diye suçun kendine düşen payını örtmeye çalışmak, son yılların en aktif siyasi çalışması oldu… Kendini aydın, daha da fazlası toplum lideri olarak görenler, siz neler yaptınız? Neler yapıyorsunuz?

Daha ne kadar oldu… bir referandum yaşandı hala guruplar birbirinin kafasını gözünü yarmakla meşgul… Harıl, harıl Anayasa taslakları hazırlanıyor, ama bunu kabul ettirecek güç nerede?
Sonunda Hitler’in sözüne mi geleceğiz. ‘’Ne kadar çok ve yüksek sesle bağırırsak, semsiz o kadar gerçek olur’’ hayata geçer… Kimse kendini aldatmasın…

Çatı partisi çalışmaları deniliyor… tartışmalarda, eleştiri, yapıcı eleştiri değil yıpratma ön plana çıkıyor…
Otuz yıllık sancımız… Güven kaybı… ÖDP deneyimi de bu güven kaybına tuz biber oldu.
Kürt meselesinde de işimiz ‘’Hık deyicilikten’’ öteye gitmiyor…
Tek kalıptan çıkmak, tek kişilik ordu demektir… Önce farklılıklara tahammülden geçer kitleselleşmek… Yoksa, herkes kendi tarikatına bir parça koparmayı düşünürse, ilerde şimdikinden daha kötü durumlara düşeriz…

Güç, çok konuşmakla elde edilmez, çoğunluğu ikna ederek elde edilir. ‘’İlle de sonuca bağlama budalalığını gösterip*’’ dayatma anlamında tartışmak değil tabi… İkna etmenin en önemli yollarından biri de iş yaparak, güven vererek olur.
Birinci görevimiz… Bu gücü akıllı kullanmakla mevziler elde edilir…
Üretimin ana damarlarını tutan birimleri örgütleyerek mevzi kazanılır… Kim bunu bu güne kadar yapmış? Mevcut demokratik kuruluşlar bölünmelerden dolayı ellerimizden kayıp gitti. Parti kurulunca yaparız demeyin! Bunun için parti de şart değildi. Parti bütün bu örgütlenmelerin tepe noktası olarak önemli. Kaç kişi bunu kendine hedef olarak önüne koyabilmiş… Kendi kendine bağırıp çağırmak politika değildir…
Kimse milyonların kaderiyle öyle hovardaca oynamaya kalkmasın…
Kitlelerin güveni bir daha istismar edilirse, bunun faturasını ödemeye kimsenin gücü yetmez.
Kimse kendini diğerlerinin üstünde görmesin… O zaman mevcut burjuva yöneticilerinden farkınız kalmaz…
Büyüklenmeyi, kibiri bir yana bırakarak, herkesin görüşüne saygı duyarak, sabırla mücadele edilmeli… Yıllardır kısır çekişmelerden bir adım ileri atılmadı… Kürtlerin başarısını da kimse kendine mal etmeye kalkmasın… Kürtler de bu başarının sarhoşluğuyla kimseye küçümseyerek bakmasın… Her eleştiriye ciddiyetle kulak vermek zorundayız…
Yeni bir oluşuma soyunacaksak, konuşmalara ve davranışlara çeki düzen vermek zorundayız.
Bu görev kendimizle sınırlı değil, milyonların geleceği söz konusu…
Toplumsal mücadelede, herkesin aynı derecede söz hakkı vardır. Buna saygılı olmak ve farklılıklara tahammülü göze almak, kendi dışındaki en yakın çevrelere saygı göstermek en başta kabul etmemiz gereken kural olmalıdır. Buna saygılı olmayanların güven kazanması, ortak iş yapması ve kitleselleşmesi mümkün değildir. Tartışmalardaki, sözlerin iticiliği hiç de güven verici değil…
Gurupların kendilerini inkar etmeden oluşturacakları bir parti, 20-30 kişilik göstermelik eylemlerden farklı bir girişim olmayacaktır.
Bir iki yıllık ömrü olan, iç kavgalar partisi, bu topluma faydadan çok zarar verecektir…

* Gustave Flaubert.

Mehmet Halil
Kayıt Tarihi : 6.10.2011 21:11:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Mehmet Halil