Öykü İbo Öldi Şiiri - Rahim TAŞ

Rahim TAŞ
132

ŞİİR


2

TAKİPÇİ

Öykü İbo Öldi

İbo Öldi

Çocuklar, köy meydanında "Deli ibo, deli ibo" diye bağırarak sataşır, ellerindeki çubuklarla dürterek İbrahim'i çılgına döndürürlerdi. İbrahim saldırganlaşır, yakaladığı çocukları tüm hıncı ve gücüyle döver, ısırır, canlarını yakardı, çocuklar ağlayarak büyüklerine İbrahim'i şikâyet ederlerdi. İri yarı bir çocuktu İbrahim. Bu yüzden bir kişinin baş etmesi mümkün değildi. Canı ne kadar yanarsa yansın hiç ağlamazdı.

Herkes İbrahim'in ilk defa çığlık çığlığa ağladığını görüyordu. Dövdüğü çocuklardan birinin babası kürekle vurup İbrahim'in kolunu kırmıştı. Annesi Şehriban "ne istiyler benim gerip oğlumdan, Allah onların da başına versin" diye beddualar edip, çiğ eti döverek oğlunun kolunu sarmış, daha sonra da yumurta yakısı yapmıştı. Ama İbrahim söz dinlemiyordu. Bazen askısını, bazen yakılarını çıkarır, bazen de kolunun kırık olduğunu unutarak oyuna dalardı. Bir türlü rahat duramadığından kırıkları iyileşmiyordu.

Şehriban Hamit'in amcakızı ve aynı zamanda ikinci karısıydı. On dört yaşındayken almıştı, ilk karısından erkek çocuk olmuyor diye. İki kez düşük yapmış, ama sonunda İbrahim'i ve iki yaş küçük İsmail'i doğurmuştu. İbrahim zihinsel engelli idi. On üç yaşında olmasına rağmen hızlı büyüyor ve en az yirmi yaşında gösteriyordu. İsmail ise konuşamıyor, hareket edemiyor ve gelişmiyordu. Hamit, çocukların özürlü olduğunu öğrendikten sonra hep Şehriban'a yüz çevirmiş, çocuklarla birlikte köyde boş olan evlerden birine yerleştirmişti. Arada bir uğrayıp erzak bırakıyordu.

Şıh İdris, namaz kılmadığı için Allah'ın Hamit'i cezalandırdığını ve ibret olsun diye iki özürlü çocuk verdiğini söylüyordu. Köylü de buna inanıp Hamit'e selam bile vermiyordu. Hamit, Şıh İdris'in sözlerinden rahatsızlık duyduğundan sabah erken köyden çıkar ilçeye gider, akşam karanlığında dönerdi. Amelelik, hamallık yaparak geçinmeye çalışırdı. Bu durum Şıh İdris’in işine geliyordu. Şehriban'ı sıkıştırıp kendisinin gönlünü hoş etmesi halinde çocuklarının şifa bulacağını söylemişti. Şehriban çok düşünmüş, belki çocuklar düzelir umuduyla Şıh İdris'in teklifine boyun eğmişti, ama çocukların durumunda bir değişiklik olmamıştı.

İbrahim'in kolu günden güne şişmeye, morarmaya başlamıştı. Hatta o kadar şişmişti ki, giysilerinin koluna parça kumaşlar ekleyerek genişletip öyle giydiriyordu Şehriban. İbrahim sürekli ağlıyor, sızlanıyor, kolunu tutup bir köşeye yığılıp kalıyordu. Köydeki yaşlı kadınlar Şehriban'a, İbrahim'i ya Şıh İdris'e ya da ilçe merkezindeki türbeye götürüp şifa aramasını öğütlüyorlardı. Şıh İdris'ten fayda görmediğinden, şifa bulmak için en iyisi türbeye götürmektir diye düşündü Şehriban.

Gece hiç uyumamıştı İbrahim, sürekli kolunu tutup ağlıyordu. Şehriban çaresizce dolanıyordu evin içinde. Sonra aklına dereden topladığı yapraklar geldi. "Aney gurban ibooom, iboooom" diye ağıtlar yakarak yaprakları İbrahim'in koluna sardı. Biraz rahatlamıştı. Şehriban öteki dizine de İsmail'i yatırıp içinden dualar ediyordu. Öylece uyuyakalmışlardı. Şafak söküyordu. İbrahim'in çığlığına uyandılar. Yapraklar düşmüş, kolunun morluğu ve şişliği iyice ortaya çıkmıştı. Hızla fırladı yerinden Şehriban. Kuru bir ekmeği İsmail'in önüne koyup, İbrahim'i alarak evden çıktı. Bir süre yürüdü ana oğul. Arkasında toz bulutu bırakarak gelen traktörün römorkuna atlayıp İlçeye ulaştılar. Düşük yaptığı dönemlerde de gitmişti türbeye. Zaten ondan sonra olmuştu İbrahim. Şifa bulacağına inanıyordu. Türbenin ziyaretçisi oldukça fazlaydı. Komşu illerden bile gelirlerdi. Şehriban İbrahim'i kapıda bırakıp türbeden içeri girdi. İbrahim diğer kolunun üstüne yatmış, ceketinin altında kalan eteği açılmıştı. Morarmış kolu açıktaydı. O sırada türbeye bir otobüs yanaştı. Otobüsten inenlerden biri İbrahim'i fark edip yaklaştı ve ceketinin açılmış eteğine para attı. Bunu gören diğer yolcular da kimi madeni, kimi kâğıt para atarak yürüdüler. İbrahim olup bitenin farkında değildi, sadece içten içe ağlıyordu. Şehriban duasını bitirmiş İbrahim'in yanına gelmişti. Yaşlı bir yolcunun gözü İbrahim'in koluna takılmıştı. Şehriban'a "bu çecuk senin mi baci" diye sordu. Şehriban "he" dedi. "Bu çecuğun goli gangren olmiş, kesilmesi lazım, yoksa çecuk ölir. Sen bu çecuğu türbeye degil, hestehanaya, dohtora götir bacim" dedi. Şehriban donakaldı. Yaşlı adam bir taksi çağırıp, "aha bunlari hestehanaya götir" dedi. Şehriban İbrahim'in önündeki paraları toplayıp mendil diye taşıdığı bez parçasına sarıp koynuna koydu ve yaşlı adamın elini öpüp oğlunu da alarak taksiye bindi.

Beyaz önlüklüler İbrahim'i oda oda dolaştırıyorlardı. Şehriban o zamana dek kimsenin İbrahim'le bu kadar yakından ilgilendiğini görmemişti. İbrahim'in iyileşeceğine dair inancı artmıştı. İçini tarif edilemez bir huzur kaplamıştı. Yaşlı adamın rastlaması, hastaneye göndermesi, hatta İbrahim'in önüne konulan paralar hep türbede yatan ermişin işidir diye düşündü. "İbo eyi olacak, eyi olacak" diye geçiriyordu aklından, yüreğinden. "Bacım sen evine git, bu gün yapacağın bir şey yok, çocuk ameliyata alındı, yarın gelirsin " sesiyle irkildi. Başını sallayarak hastane koridorundan dışarı çıktı. Aklına İsmail geldi. Gitmek istedi, Birkaç adım attı, durdu. Gitse aklı İbrahim de, gitmese İsmail de kalacaktı. "Bekleme git" diyen beyaz önlüklü adamın sesindeki güveni hissederek hastaneden ayrıldı.

Köyün minibüsüne yetişmişti. Minibüste Hamit'i gördü. Hamit şaşırmıştı, "ne işi vardı kadın başına buralarda" diye sorgulayıcı bakışlarla baktı Şehriban'a. Şehriban olanları anlattı ve koynundaki paraları Hamit'e verdi. Hamit minibüsten inip hastaneye giderken Şehriban' a "sen artık gelme, ben çecuğu alıp gelirim" dedi. Şehriban arkada kalan gözlerini alarak köye döndü. İsmail Şehriban'ı görünce kollarını kuşların kanat çırpması gibi çırparak kucağına atlamak istedi. Annesinden hiç bu kadar uzun süre ayrı kalmamıştı. Şehriban koştu, İsmail'e sımsıkı sarıldı. İsmail ekmeğin yarısını yemiş ve altını pislemişti. İsmail'in altını temizlerken İbrahim'in çığlıkları kulağında uğulduyordu. Yorulmuştu Şehriban, İsmail'e daha sıkıca sarılıp uykuya daldılar.

Hamit hastaneye geldiğinde İbrahim ameliyattan çıkmıştı, ama daha uyanmamıştı. Koğuşun kapısından İbrahim'in kolunun kesilmiş olduğunu gördü. Sabaha kadar hastane bahçesinde oturdu. Sigara içip, Şehriban'ın verdiği paraları sayıyordu. Bir günde kazandığından çok çok fazlaydı bu para.

"Siz kimsiniz" diye sordu hemşire İbrahim'in yanında dikilip duran Hamit'e. "Babasıyım" dedi Hamit. İbrahim soğuk bir şekilde Hamit'in yüzüne baktı. Baba nedir bilmiyordu. Aslında hiç bir şey bilmiyordu İbrahim, bir "aney" demeyi, bir de İbo denildiğinde kendisine seslenildiğini biliyordu. Hemşire Hamit'in eline bir kaç kâğıt verip, hastaneye giriş işlemlerini yaptırmasını istedi. Hamit, kayıt işlemlerinin yapıldığı yeri hastane içinde sora sora bulmuştu. Görevlinin sorduğu sorulara yanıt veremiyordu. Sorulan her soruya "Biz fakırız, oğlum özirlidir, gartimiz de yoktır, garnemiz de" diyordu. Nüfus kaydı yoktu İbrahim'in. İsmail'in de yoktu. Hatta köyde çoğu çocuk ilkokula başlarken kayıt edilirdi. Özürlü çocukların okula gitme gibi bir durumu olmadığından nüfusa kayıt edilmesine de gerek duyulmuyordu. Görevli memur Hamit'i, İbrahim'i kayıt ettirmek için Nüfus Müdürlüğüne gönderdi. Hamit, hastane bahçesine çıktıktan sonra, başına iş açtığı için Şehriban'a kızıp bir köşeye oturdu. Akşam olmuştu. Hastane bahçesinden hiç ayrılmayan Hamit, eline kâğıt tutuşturan hemşireye görünmeden koğuşa çıkıp İbrahim'e baktı. Hastabakıcının İbrahim'e yemek yedirdiğini görünce, hastaneden sessizce çıktı ve köyün yolunu tuttu. Şehriban kapıda bekliyordu. Hamit'i görünce sevinçle ona doğru yürüdü. "Golini kesmişler İbo'nun" dedi Hamit. Şehriban biliyordu İbrahim'in kolunun kesileceğini, ama yine de kendi kolu kesilmiş gibi acısını hissetti. İsmail'i yere bıraktı ve titreyen elleriyle kendi koluna dokundu. Hamit, "Bir hefteye galmaz getiririm çecuğu" deyip ayrıldı Şehriban'ın yanından. Aklında İbrahim, kucağında İsmail, "Oğlumu golinden edenin goli gırılsin" diye beddualar ederek içeri girdi.

Hamit, bir hafta boyunca hastaneye uğramadı. Ama her akşam Şehriban'a uğrayıp "İbo eyidir" diyordu. O sabah hastanenin önünden geçerken İbrahim'i bahçede gördü. "İbo, İbo, gel gel " diye seslendi, hastanenin bahçe duvarının dibine saklanarak. İbrahim Hamit'e doğru yürüyerek hastane bahçesinden çıktı. Omzundaki sargı duruyordu üstünde. Hamit İbrahim'i alarak hastaneden uzaklaştı. Çarşıdan geçerken eskiciden eski bir pantolon ve ceket alıp İbrahim'e giydirdi. Hızlı adımlarla yürüyordu Hamit. İbrahim'i de elinden tutup, adeta sürüklüyordu. Türbenin önüne gelmişlerdi. Ceketini çıkarıp yere serdikten sonra İbrahim'i üzerine yatırdı ve "sakgın galkma ha" diye tembihleyerek türbeden içeri girdi. Biraz zaman geçtikten sonra ziyaretçiler art arda türbeye gelmeye başladılar. Her gelen İbrahim'in önüne para atıyordu. Hamit türbeden çıkmış, uzak bir köşeden İbrahim'i ve önüne atılan paraları izliyordu. Ziyaretçiler türbeden ayrıldıktan sonra İbrahim'in yanına gelerek paraları saymadan cebine koyup, İbrahim'i de alarak köye döndü. Şehriban her akşam beklediği gibi yine kapıda bekliyordu. İbrahim'e koştu. Sarıldı, ağladı. Oğlunu getirdiği için Hamit'in ellerine sarılıp "Sağolasin, Allah seni başimizdan esgik etmesin" dedi. Hamit, "çecuğu yarın gontrole götürecağam, erken galksin" deyip öteki evine doğru yola koyuldu. Şehriban çocuklarla birlikte eve girdi. İbrahim'i öptü, kokladı, sarıldı, ağladı. İsmail, bakışlarını İbrahim'in kolsuz omzuna demirlemişti. İbrahim sessiz ve sakin bir halde uzanmıştı sekiye, kolu ile birlikte ağlaması da kesilmişti.

Hava henüz aydınlanmamıştı. Kapının vurulmasıyla uyandı Şehriban. Hamit İbrahim'i almaya gelmişti. Kimsenin görmesini de istemiyordu Hamit, anayola kadar yürüdüler ve geçen ilk araca binip ilçeye ulaştılar. İbrahim'i türbenin girişine yatırıp, biraz ötede beklemeye başladı. Akşam olduğundan türbenin ziyaretçilerinin verdiği paralarla birlikte köye döndüler. Hamit İbrahim'i bırakırken, "gontrol bitmedi, yarın gene götürecağım" dedi. İbrahim'in sargısında kan vardı. Şehriban bunu fark etti ama önemsemedi. Ertesi gün Hamit İbrahim'i yine türbenin önüne götürmüştü. Akşam döndüklerinde Şehriban İbrahim'in sargısındaki kanı gördü ve sargının hiç açılmadığını anladı. "Gontrol ettiremedin" diye sordu, "Şifa bulsun diye türbeye götürdüm" dedi Hamit. Şehriban başını eğip, Hamit'in getirdiği erzakı alarak içeri girdi. Dışarı çıktığında Hamit gitmişti. Kal diyecekti, çocuklarla birlikte hiç değilse bir gün yemek ye diyecekti. Çocukları alıp içeri girdi. Uzun zamandır makarna yememişti çocuklar. Üstelik domates de vardı.

Hamit artık çalışmıyordu. Her sabah İbrahim'i alıp türbenin önüne götürür, akşam ellerinde erzakla köye dönüyordu. İbrahim'in yarası iyileşmişti. Şehriban, Hamit'in İbrahim'i dilendirdiğini anlamıştı, ama boğazları lokma gördüğü için bir şey diyemiyordu. Hem nasıl desin, Hamit hem erkek ve hem de çocuklarının babasıydı. Ondan daha mı iyi bilecekti. Köylülerinden birisi Hamit'in İbrahim'i her gün alıp gittiğini fark edip, “bunlarda bir iş var” diyerek onları izlemiş ve gördüklerini gelip Şıh İdris'e anlatmıştı. Şıh İdris, aynı akşam köyden bir kaç kişiyi yanına alıp, Şehriban'ın evinin önünde Hamit'i beklemeye başladılar. Hamit'i minibüsten iner inmez yanına çağırdı. "Ule heyvan, Allah sene akli, eli, eyaği sekgat iki çecuk verdi, sen ibret almadin ve götürüp dilendiriyursun. Utanmaz, ule sende heç vicdan yok mi, namıssız" diye azarladı ve yanındakilere dönerek, "bu namıssıze selam veren dinsizdir", minibüs şoförüne de Hamit'i göstererek "Ule sende bir daha bu dürziyi arabane alma " dedi. Şehriban çocukları alıp içeri girerken, Hamit başı önde sessizce uzaklaşıyordu. Şıh İdris ve beraberindekiler de söylene söylene evlerine döndüler. Ertesi gün ne Hamit, ne Şehriban, ne de çocuklar dışarı çıkmadı.

Gece olunca Hamit, Şehriban'a gidip "tasi taraği topla, yarın şehre göçecağız" dedi. Şehriban şaşırdı, ama kocası hep yanında, çocuklarının başında olacak diye sevindi. Sevincini belli etmeden "peki" dedi. Toplanması kolaydı Şehriban'ın. Birkaç tabak ve kaşık, iki de yorganı vardı. Sekinin üzerine ot yayıp yorganların yarısını altlarına, yarısını da üstlerine alarak yatarlardı. Tabakları ve kaşıkları erzak poşetlerinden birine, çocukların birkaç parça olan giysilerini de bir poşete koydu. Tek tenceresi vardı Şehriban'ın. Yemeği o tencere de yapar, suyu o tencerede ısıtırdı. Üç taş parçasının üstüne koyup altında tezek yaktığından tencerenin her tarafı is olmuştu. Tencereyi almadı. Bir de keçi kılından örülme sicim buldu. Çocuklar uyanınca yorganları dürüp bağlayacak ve Hamit'i bekleyecekti. Gece boyunca uyumadı Şehriban. Hayal kurmayı bilmiyordu, sadece "şehir nasıldır acaba" diye düşünüyordu. Kocası, yanında, çocuklarının başında olacak ya, bu yeterdi Şehriban'a.

Şafak söküyordu. Pencereye takılı naylonu kaldırdı ve Hamit'in geldiğini gördü. Çocukları uyandırdı ve yorganları dürüp bağladı. Hamit yorganları sırtlayıp İbrahim'in elinden tuttu, Şehriban da İsmail'i kucağına, poşetleri eline alıp anayola kadar hiç konuşmadan yürüdüler. Hamit şehre gideceğiz demişti, ama bir tanıdığa rastlarım diye kendi şehirlerine gitmeyi de pek düşünmüyordu. Anayolda biraz beklediler. Bir kamyon geliyordu. El kaldırdı, kamyon önlerinde durdu. "Nere gidirsin hemşerim" dedi şoföre. Şoförün söylediği büyük bir şehirdi. Zaten kararsızdı, o an kararını verdi. "Bizi de götürürsün" diye sordu, "götürürüm ama yanımda bir kişilik yer var, kasada da koyunlar var, nasıl götüreyim" dedi şoför. "Olsun " dedi Hamit, "biz kasada da giderık." Şoför şaşkınlıkla başını salladı "en az iki gün sürer yol, dayanabilir misiniz" dedi, Hamit güldü, şoför eliyle kasayı gösterdi, "binin hadi". Kamyonun kasasında yorganları yayacak kadar yer açtılar, önce yorganları yaydılar sonra kendileri yayıldılar. Koyunların meleşmeleri ninni gibi geliyordu. Hamit, ilk molada şoförün yanına geçti. Yolculuk boyunca gidecekleri şehri sorup durdu. Şoför, sorduklarından daha fazlasını anlattı. Hamit, daha varmadan gidecekleri şehri öğrenmişti. İki gün süren yolculuk boyunca Şehriban ve çocuklar kamyondan hiç inmemiş, mola yerlerinde Hamit'in verdiği ekmekleri, koyunlardan sağdığı süte doğrayıp yiyerek açlıklarını gidermişlerdi.

Güneş doğmamıştı, ama şehrin ışıkları ortalığı aydınlatıyordu. "Geldik mi" dedi Hamit. "geldik, geldik" diye yanıtladı şoför. Ara sokaklardan geçerek koyunları teslim edeceği adreste durmuştu.Burası şehrin kenar mahallelerinden biriydi ve gecekondularla doluydu. Şoför Hamit'e "Buralarda boş ev çoktur. Bu evleri yıkıp yerine apartman yapacaklar. O yüzden çoğu terk edilmiştir. Uygun bir ev buluncaya dek bunların birinde kalabilirsiniz" dedi. Hamit'e yardım edip, Şehriban ve çocukları kamyondan indirdi. "Koluna ne oldu bunun" diye sordu Hamit'e, "gangren olmişdi, kesdiler" dedi Hamit. Şoförün gözü bir süre Şehriban'ın kucağında sımsıkı sarıldığı İsmail'e takıldı. İsmail'in ağzından salyalar akıyordu. Bir şey soracak oldu, ama soramadı. Hamit,"on bir yaşindedir ema, doğuştan beledir, gonuşamiy, eşitmiy, gezemiy" dedi. Kendi çocuğunu düşündü. Zihinsel engelliydi, ama hiç değilse konuşup, hareket edebiliyordu. Şükretti Şoför. Hamit "seğolasin gurban, sen rastlamasaydın helimiz ne olirdi, çok seğolasin" diyerek minnettarlığını belirtip "borcim nedir" diye sordu. Şoför, "borcun falan yok" diyerek Hamit'in sırtını okşadı. "Allah yardımcınız olsun" diyerek uğurladı şoför, iki günlük yol arkadaşlarını. Hamit ve ailesi yokuş yukarı çıkarak boş bir evin önünde durdular. Kamyon buradan görünüyordu. Şoför, koyunları almaya gelen iki kişi ile kamyonu boşaltıp, Hamit'e el sallayarak uzaklaştı ve gözden kayboldu. Hamit, kamyonun arkasından bakarken, "Ne iyi adammış, üstelik para da almadi" diye mırıldandı.

Aralık duran kapıdan içeri girdiler. Terk edilmiş olmasına rağmen, evin örümceklerden, böceklerden, karıncalardan başka da ziyaretçilerinin olduğu belliydi. Girdikleri odada döşemesi kirli, kırık bir kanepe, odanın ortasında içi kül dolu isli bir teneke vardı. Bir ayağı kırık bir masa duvara dayalıydı. Yanmış gazete kâğıtları duvarları is yapmıştı. Ortalık sigara izmariti doluydu. Hamit yerdeki küçük boş ve ezilmiş karton kutuları ayağıyla bir köşeye toplarken, "bura hep benzin gohiy" diye söylendi. Şehriban dışarıdan topladığı çalılardan süpürge yapıp odayı süpürdü. Odaların pencerelerinin camları kırıktı ve birinde paslı bir somya vardı. Şehriban yorganların birini somyanın üstüne, diğerini kanepeye yaydı. İbrahim kanepeye, Hamit ile Şehriban yanlarına İsmail'i de alarak somyanın üzerine uzandılar. Yorgundular. Neredeyse on yıl olmuştu Şehriban'ın kocasıyla yan yana yatmadığı. Hamit'e iyice sokuldu, "nedecağız şındi" diye sordu. Hamit elleri başının altında, gözleri tavana bakar bir halde "hele bir soluklanak, bakarık" dedi. Şehriban Hamit'e sarıldığında Hamit'in uykuya daldığını fark etti. Şehriban uyumuyor, düşünüyordu. Ama endişe taşımıyordu. Durumları köydekinden daha kötü olmayacaktı ya. Nasıl olsa kocası yanındaydı. Bir süre sonra "çecuklarin garni acikmiştır" diyerek Hamit'i uyandırdı. Hamit kalktı, "Ekmek bulam gelem" dedi ve evden çıktı. Yolunu kaybetmişti. Akşama doğru bir kaç ekmek ve biraz peynirle eve döndü. Karınlarını doyurdular. Hava kararmış, evde ışık olmadığından yatmaktan başka seçenekleri kalmamıştı.

Gecenin ilerleyen saatleriydi. Evin kapısından iki genç içeri girdi. "Mekânımızı birileri işgal etmiş" diyerek kendi aralarında konuşmaya başladılar. Birisi İbrahim'e bir tekme atıp "Kalk lan" dedi. İbrahim yerinden fırladı. "Çık lan dışarı" diyerek İbrahim'i kolundan çekti. İbrahim yere düşünce, diğeri de bir tekme savurdu. Hızla düştüğü yerden kalkan İbrahim gençlerden birisine saldırıp elini ısırdı. Boğuşma sürerken, İbrahim "aneeeey" diye çığlık atıp yere yığıldı. "Ne yaptın lan" dedi gençlerden birisi, diğer genç " bıçakladım, hadi kaçalım" diyerek hızla evden çıktılar. O arada Hamit uyanıp, gençlerin peşinden koşturdu. Gençlerin biri bir yana diğeri başka bir yana kaçarak izlerini kaybettirdiler. Şehriban İbrahim'in başına gelmiş, "ne oldi aney gurban" diyerek başını kolların arasına almıştı. İbrahim feryat figan ağlıyordu. Hamit nefes nefese geri döndü. İçeri girdiğinde bulup yaktığı gazete kâğıdı ile oda aydınlanmıştı. İbrahim kanlar içindeydi, bacağından yaralanmıştı. Şehriban İbrahim'i yerden kaldırıp çekyata yatırdı. Eteğinden bir parça yırtıp İbrahim'in bacağını sımsıkı sardı."Allahim nedir bu İbo'mun başına gelenler bele, gara bahtli yavrim benim" diye ağlıyordu. Yanan gazete kâğıdı küçük bir parça kalmıştı. Hamit'in elini yakınca, gazete kâğıdını yere fırlattı. O anda yerde bulunan naylon poşetten bir alev yükseldi ve odaya yayılmaya başladı. Korktular. Hamit, tenekedeki külü alevlerin üzerine dökerek, yangını söndürdü. Ne olduğunu anlamasa da, naylon poşetin kaçan gençlere ait olduğunu anlamıştı. İbrahim'in ağlaması kesilmişti. Sabaha kadar başında beklediler. Hava aydınlandığında, Hamit İbrahim'in bacağına baktı. Kanaması durmuştu. Yarası derin değildi. Ayağa kaldırıp yürütmeye çalıştı. Yere basabiliyordu İbrahim. Şehriban, İsmail'in bulunduğu odadan "Su" diye seslendi. İsmail kucağında İbrahim'in yanına gelince Hamit'i göremedi. Pencereye yaklaştı, Hamit'in gittiğini gördü. Su getirmeye gittiğini düşündü. Biraz bekledi. Eteğinden bir parça daha yırtarak İsmail'in altını temizledi. Çocuklara ekmek verdi. Birkaç lokma da kendisi yedi. Sık sık pencereden dışarı bakıyordu. "Yoli mi şaşirdi bu adam " diye söyleniyordu. Akşama doğru elinde paslı bir teneke dolu su ile geldi. "İbo nasil" dedi Hamit. Şehriban "eyidir" dedi ve ekledi,"Nerde galdin". Hamit yanıt vermedi. Dünden kalan ekmekten biraz yiyip erkenden yattılar. Sessiz ve sakin bir gece geçirdiler. Güneş henüz doğmamıştı. Şehriban uyuyordu. Hamit uyanıp, İbrahim'i de alarak evden çıktı. İbrahim ayağını yere basabiliyordu, ama yine de yürümekte zorlanıyordu. Hamit iki simit aldı. İlk defa yiyorlardı. Hamit gideceği yeri daha önce keşfetmişti. Bir caminin önüne geldiler. Hamit, İbrahim'i kaldırıma yatırıp önüne mendil açtı ve kendisi biraz uzaklaştı. İşlek bir cadde idi burası ve her geçen dakika daha bir kalabalıklaşıyordu. Hamit sık sık gelip mendilde biriken paraları alıyordu. Akşam cepleri para dolu bir şekilde eve döndüler. Şehriban, Hamit'in İbrahim'i dilendirdiğini anlamıştı. "Çecuğun eyağı eyleşseydi heç degil" diye söylendi. Hamit, "Ne yiyecağız, ne içeceğız, Allahın suyu bile yok, bu evde mi galacağız" diye sertçe çıkıştı. Hamit haklıydı belki, ama ana yüreği işte, yine de gönlü elvermiyordu İbrahim'in dilenmesine, üstelik yaralı yaralı.

Hamit artık her sabah İbrahim'i aynı kaldırıma koyuyor, akşam alıp eve dönüyordu. Bir akşam geldiğinde bütün evlerin yıkılmış olduğunu gördü. Şehriban ve İsmail enkazın başında bekliyorlardı. Geceyi dışarıda geçirdiler. Sabah olunca yorganlarını dürüp hep birlikte enkazı terk ettiler. Ara sokaklardan geçiyorlardı. Pencereleri camlı, kapısı kilitli boş bir gecekondunun önünde durdular. Yaşlı bir adamın kendilerine yaklaştığını gördü. "Bu ev senin mi hemşerim "dedi Hamit yaşlı adama. Adam "evet" dedi. "Aha bu yıkılan evlerde otiriydik, ortada galdık, bu evi bene verirsin", yaşlı adam hiç düşünmeden "veririm" dedi. "gaça" dedi Hamit. Yaşlı adamın söylediği kira miktarı İbrahim'in bir günde topladığı paranın yarısı kadar bile değildi. Hamit kabul etti "Peki bu evi bene satarsın" diye sordu yaşlı adama. "Satarım da, sende o kadar para var mı" dedi yaşlı adam. "sen hele de, gaça satarsın" dedi Hamit, kendinden emin bir şekilde. Adamın söylediği parayı İbrahim yirmi günde toplar, ama "ben bu evi on günde alırım" diye düşündü ve yaşlı adama "sen bu evi bene sat," dedi ve bir miktar para verdi "galanini da on gün sora verecağam". Adam paraları sayıp cebine koydu ve kapıyı açıp "hayırlı olsun, güle güle oturun" diyerek anahtarı Hamit'e verdi. Birlikte içeri girdiler. İki göz odalı küçük bir evdi. Adam evi gezdirirken, elektrik düğmelerini ve musluğu da açıp kapatarak Şehriban'a gösterdi. Şehriban suyun evin içinde olmasına şaşırmış, ama çok sevinmişti. Yaşlı adam "Tüm eşyanız bu mu" diye sordu. Hamit evet anlamında başını salladı. "Gel sen benimle, kullanmadığım eşyalar var, onlardan getir" diyerek Hamit'i alıp gitti. Hamit, biraz sonra iki somya ile geldi. Tekrar gitti ve masa, sandalye getirdi. Birkaç kez daha gitti. Her gittiğinde birkaç parça eşya getiriyordu. Nerdeyse evin tüm ihtiyaçları karşılanmış gibiydi. Şehriban çocukların elini yüzünü yıkıyor, suyun evde akmasının tadını çıkarıyordu. Yaşlı adam da elinde bir şeylerle gelmişti. Şehriban adama sordu "dayi, bu evin ocaği nerde, ben nerde yemek yapacağam." Adam tebessüm ederek getirdiği küçük piknik tüpünü uzattı. Nasıl yandığını göstererek " bununla idare edin, aldığınızda bana iade edersiniz" dedi. Şehriban bir kez daha şaşırmıştı. Tezekleri tutuştururken ne zahmetler çektiğini düşündü "Dügmesini büküyorsun, yakıyorsun ele mi" diye söylendi. "Çok sağolasin dayi" dedi. Hamit, yaşlı adamı uğurlarken "Seni bene Allah yolladi, seğolasin. Allah razi olsin senden. Parani de on gün sora verecağım ha, heç maraklenme" diyordu. Adam tebessüm ederek uzaklaştı.

Hamit pencerenin önüne bir sandalye çekip oturdu ve bir sigara yaktı. Şehriban "şındi bu ev bizim mi" diye sordu. Hamit "heeee,bizim" dedi. "e sen nasıl verecağsın o geder parayi" dedi Şehriban. "senin aklin ermez" dedi ve sigarasını derin derin çekmeye devam etti. Şehriban eşyaları yerleştiriyordu. "bir guşgana birez de makarna al da, çecuklara pişirem" dedi Şehriban. Hamit gidip, tencere, demlik, ekmek, makarna, çay şeker alıp döndü. Şehriban makarnayı pişirdikten sonra çay da yaptı. Uzun zaman olmuştu içmediği, hele ki kocasıyla. Sonra makarnayı pişirdiği tencerede su ısıtıp önce çocukları yıkayıp, sonra kendileri yıkandılar ve kendi evlerinde rahat bir uykuya daldılar.

Hamit erken uyandı. İsmail'i kucağına aldı. Şehriban şaşırmıştı. Çünkü Hamit İsmail'i doğduktan sonra hiç kucağına almamıştı. "Nere götirirsin" dedi. Hamit,"Evin borci on günde ödenecak" diye mırıldandı ve İbrahim'in de elinden tutup evden çıktı. Ne yapacağını bilemedi Şehriban. Donakalmıştı. Hamit bu kez üç simit aldı. İbrahim'i her zamanki yerine, İsmail'i de karşı kaldırıma oturttu ve önlerine mendil açıp biraz uzaklaştı.

Her şey umduğu gibi gidiyordu Hamit'in, keyfi yerindeydi. Bir hafta geçmişti. Evin borcunun tamamlanmasına az bir miktar para kalmıştı. Çocukları yerlerine götürürken "Allahın izniyle bögün tamamlanacak" diye söylendi kendi kendine. İbrahim'i bıraktığında, saçları taralı, kravatlı iyi giyimli birisi Hamit'i durdurdu, "Senin mi bu çocuk" diye sordu. Hamit adamı hatırladı. Bir kaç gündür İbrahim'in önüne kâğıt para bırakan adamdı bu. "He" dedi Hamit, "ne olmiş". Adam "Bu çocuk zihinsel engelli olmasına rağmen sağlıklı bir çocuk. Bunlar için Özel Rehabilitasyon Merkezimiz var, bu çocukları eğitiyoruz." dedi. Hamit adamın söylediklerinden bir şey anlamadı. "Özel bir eğitim merkezi, okul yani" diye ekledi adam. "Sen devletin adamisin, örgetmensin" diye sordu Hamit. "Evet" dedi adam "Üstelik diğer çocuğuna bakman için sana para da vereceğim. Ne zaman istersen gelip çocuğunu görebilirsin. Eğitiminden memnun kalmazsan çocuğunu alabilirsin" diyerek konuşmasını sürdürdü. "Ne geder verecaksın" diye sordu Hamit. Adam cebinden bir deste para çıkardı ve Hamit'e uzattı. Hamit bir paraya baktı, bir adama, bir de İbrahim'e. "Peki" dedi. "Al götir". Adam İbrahim'i alıp, bir taksiye binerek, uzaklaştı. Hamit taksinin gidişini izlerken parayı cebine koyuyordu. İsmail'i İbrahim'i koyduğu kaldırıma koydu ve ağır adımlarla her zaman beklediği yere yürüdü.

İbrahimsiz geldiğini görünce, "İbo haney" diye sordu Şehriban. Hamit "okula aldilar, egitecaklarmiş. Aha bene de bu parayi verdiler" dedi. "Veeeey yoksa sen İbo'yu satdin" diye sert çıkıştı Şehriban. "Ne zaman istesak gidip alabilecağız, ne satmasından bahsedirsin sen "diye yanıtladı.. Şehriban heyecanlandı. "İbo'm okuyacak yani he" dedi. "ecep okiyip gardaşine de okumayi örgeder, belki o zaman İso da gonişir. Keşke şındi memlekette olsaydim, türbeye giderdim, İso'ma da dua ederdim" diye kendi kendine konuşuyordu. Ama İbrahim'e de alışmıştı. On üç yıllık hayatıydı. Yaşam sebebiydi. Özlediğini fark etti ve İbrahim'in yorganına uzandı. Yorganın ucunu burnuna götürdü. Kokladı, İbrahim kokuyordu.

Hamit, daha sekizinci gün evin borcunu ödemişti. Üç gün sonra İsmail'le birlikte eve dönerken gözü gazetedeki bir resme takıldı. Çalıların dibinde bir ceset vardı. Kıyafeti İbrahim'in kıyafetine benziyordu. Gazeteyi aldı ve yoldan geçen birine uzattı. "Bura ne yaziy hemşerim" dedi. "Ormanda Jandarma ekiplerince kimliği belirsiz bir ceset bulundu. Bir kolu kesik olan cesede yapılan otopside böbrekleriyle birlikte bazı organlarının alındığı tespit edildi. Jandarma cesedin kimliğini araştırıyor." Hamit gazeteyi çekip aldı ve hızlı adımlarla eve geldi. Üzgündü. Şehriban "ne oldi" diye sordu. Hamit yanıt vermedi. Şehriban bir daha sordu, ama yine yanıt alamadı. O arada İsmail'in gözü yerde duran gazetedeki resme takılmıştı.. O da tanımıştı İbrahim'i. Çırpındı, çırpındı, çırpındı ve bağırdı. "İbo öldiiiiii".

19 Ekim 2008

Rahim TAŞ
Kayıt Tarihi : 19.10.2008 02:31:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Hikmet Feridun Demir
    Hikmet Feridun Demir

    Sevgili Dostum,
    Öyküyü bir çırpıda okudum ve okurken kendi kendime senaryolar düşünüyordum. Öykü hic düşünmediğim bir şekilde sonuçlandı.
    Her satırında toplumsal realitemizin olabilirlikleri ile iç içe bir öykü okudum.
    Üstat toplumsal kültür yapısında olabilirlikleri çok yalın bir şekilde okucuya iletiyor.
    Teşekkürler Sevgili Şair arkadaş.

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (1)

Rahim TAŞ