.Yedi-sekiz yaşlarımın orta dalgadan yayın yapan “Türkiye Postaları-Ankara radyosu” saat gece yarısını buldum dediği an yayınını sonlandırır, istiklal marşını dinletir ve “hadi bakalım herkes yatağa” komutunu verirdi. Bu komutla beraber sokağımızın karşı sırasındaki apartmanların ışıkları teker teker söner, manzaramız dahilindeki Ankara çanağı da, dibi is tutmuş tencere gibi kararırdı...
Bu manzara, (çok sonraları bir şiirime giriş dizeleri olacak olan) sadece kuru ekmekle beslenen ve ismi muhtemelen düldül olan çelimsiz ve yaşlı bir atın çektiği arkasında sac kaplı bir kasa olan ekmek arabasının ve A.O.Ç marka süt şişeleri ile dolu eski kamyonetin sabah ezanından hemen sonra servise çıkıp, mahalle bakkalının önünde durduğu saatlere kadar hicri takvimin on bir ayı boyunca hiç değişmezdi...
.
Ama on ikinci ay gelince…
Ne bileyim işte, birden bire her şey çok farklı olur, renklenirdi...
Mesela gecenin çok ileri bir saatinde, teyzem sanki uyanmamı hiç istememesine rağmen ısrarla uyandırmaya çalışırdı. Ben uyandırılmayı mutlak beklediğimden ama uyanmak istemediğimden önce yastığa yüzümü saklar sonra ok gibi fırlardım yerimden. Sofra hazır olur hatta ocakta demlenmiş çay bile sofranın bir köşesinde “çaydanlık-demlik biblosu” gibi ince bir sıcaklık üflerdi...
Adettendir,seven vurulur
Sevilenindir gurur
Sevgi dolu dizgin
Sevgi içten
Sevgi savunmasız
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta