Onur BİLGE
Feride Abla, çocuklarını uyutup geldiğini söylemişti. Uyanıp kendisini göremeyince ağlayacaklarından endişe ettiği için evine gitmişti. Işıl, yerinden kalkıp, sıkıntılı bir yüz ifadesiyle yanıma geldi. Dedeyle ve benimle bir konu hakkında konuşmak istediğini söyledi. Defiine’ye, kendisiyle özel olarak konuşmak istediğimizi söyledim. Beraberce üst kata çıktık. Çocuklar aşağıda, yemekte olduklarından salonda ders çalışan kalmamıştı. Masalardan birine oturduk. Dede:
“Anlatın bakalım! ” dedi, bize bakarak. Ben de Işıl’ı işaret ettim. “Anlat bakalım, Işıl! ” diyerek, dirseklerini masaya dayadı, ona doğru döndü, dinlemeye başladı.
Onur BİLGE
Penceredeki çiçeklere de bahar gelmişti. Hızla uzamaya, yayılmaya başlamışlardı. Okuldan gelirken, yol kenarına bırakılan tomurcuklanmaya hazır şeftali dallarından işime yarayanları alıp eve getirmiştim. Uygun olanları, gerekli gördüğüm saksılara saplayarak çiçeklere dayanak yapmıştım. Yayılan dalları toparlayıp kurdelelerle onlara bağlamıştım. Bir süre sonra, çiçeklere dayanak olmaları amacıyla diktiğim dallardan hayat fışkırmaya başlamıştı. O, çiçeğe hazırlanan taptaze dallar, başlamış oldukları işi tamamlamış, pembe çiçeklerle donanmışlardı.
Olduğu yere yığılıp kalmış, saksısına yapışmış bakımsız mum çiçeğini yerinden kaldırabilmek için güçlü desteklere ihtiyaç vardı. Uzun, dolgun ve çatallı dalları toprağına saplamıştım. Kalınlarının bile çiçeklendiğini görünce, onların ince ve genç olanlarını kanırtarak alıp iki camgüzeli saksısına saplarken ağaç olabilmeleri umudu içinde dua etmiştim. Zayıf bir ihtimaldi ama olabilirdi. Gerekli şartlar sağlanmazsa olmayabilirdi de… Sadece taşıyıcı olarak kalabilirlerdi. O kırılgan dalları itinayla toparlayıp çok sıkmadan, iki tarafı da incitmemeye dikkat ederek onlara bağladım. Biliyordum, çiçeklenmeyeceklerdi. Çiçeklenme zamanları diğer saksıdayken geçmişti. Çiçeklenecek olsalardı, o zaman çiçeklenirlerdi. Üstelik ağaçtayken taşımakta oldukları o tomurcuklar olgunlaşmaya fırsat bulamamışlardı. Üzerlerinde, belli bir orana göre dizili başka kabarcıklar vardı. Yaprak veya filizler için olabilirlerdi.
Onur BİLGE
Sonbaharın son günlerinden bir cumartesi… Hava günlük güneşlik… Pırıl pırıl bir akşamüstü… Mesken'deki bir arkadaşımdan dönüyorum. Ellerim ceplerimde, tadını çıkara çıkara yürüyorum. Yürüdüğümü fark ede ede… Kaldırımın birinden diğerine geçerken gözüm sağ tarafta birine ilişti. Bir ses duyarak o yana bakmıştım. İnce, uzun, beyaz bir bastonun tıkırtısıymış. Orta boylu, zayıf bir siluet… Lacivert takım elbiseli, kumral biri… O da aynı kaldırıma çıkmak üzere engeli yoklamada… Henüz bir iki adım atmıştım ki geriye döndüm ve ona doğru yöneldim:
“Haydi beraber yürüyelim! Bırakın onu! Öyle yavaş değil. Şöyle hızlı hızlı…”
Onur BİLGE
Hak hukuk konusu açılınca, aklıma küçükken ailecek oynadığımız eşek tokmak gelir. Özellikle uzun kış gecelerinde, soba başında oynanan eğlenceli bir oyundu. Bazen halka şeklinde yere bazen masanın etrafındaki sandalyelere otururduk. Kişi sayısına göre kıvrılarak aynı büyüklükte kesilen kâğıtların üzerlerine; hâkim, davacı, hırsız ve tokmak yazılır, katlanarak karıştırılıp ortaya atılırdı. Herkes bir tane alır, gizlice içinde ne yazılı olduğuna bakardı. Kimse seslenmez, sadece davacı, eşeğinin çalındığını beyan ederken endişe ve heyecan içinde herkesi şüpheyle süzmeye başlardı. Oradakiler ona:
“Et davanı, kimden edeceksen! Eşeğini kim çaldı? ” diye sorarlar, zanlıyı tespit ve ifşa etmesini beklerlerdi. O, herkese dikkatle bakar, yüz ifadelerini iyice inceleyip, birinde karar kılar ve şüphelendiği kişiyi işaret ederek:
Onur BİLGE
Sevimli adamdır, Define. Hoşsohbettir. Arada böyle kıskançlık krizlerine girse de vazgeçilmezdir. İki kişilik barındırmaktadır. Birisi ezik, silik, gariban… Diğeri güçlü kuvvetli… Bulunduğu yere göre değişen bu kişilikler fark edildiğinde, aradaki uçurumun baş döndürücü olduğu da görülür. Şaşırtıcıdır ama gerçektir. İçerde başkadır, dışarıda başka...
Aslında parasal ve bedensel gücünü çoktan kaybetmiş bir ihtiyar... Anlattıklarına göre gençliğinde de çok güçlü olduğu söylenemez. Geçici bir zenginlik yaşamış sadece. O da anasının evini sattığında… Hazıra dağ dayanmaz. Akşam güneşi gibi gelip geçivermiş. Sağlık da diğer tüm sahip olunanlar gibi iğreti... Çoğu kayıp gitmiş.
Âdem'i çamurdan halk eylemiş, Hak
Toprak, su gıdamız, ham maddemiz hâk...
Anadan anaya uzanan yolun
Sonuna gizlenmiş, adaletle hak.
Ağıt gözlüm kestin can damarımı
Kirpik aralanır göz sana bakar
Gözlerin ömrüme şok şamarı mı
Yürek aralanır köz sana bakar
Sükûtun sükûtla ahraz yankısı
Sudaki akis gibi silineceğiz
Sanki hiç yaşamamış bilineceğiz
Bir görünmez bedene bürüneceğiz
Bambaşka bir âlemde görüneceğiz
Kendimi eritip, lâv yoğurmuşum!
Beynim alev almış, kafam patlamış! ..
Ateş püskürmüşüm, taş doğurmuşum!
Başım duman duman, kalbim çatlamış! ..
Ateş çekirdeği çatladığında
Kıvılcımı beyne atladığında
Düşünce yetisi tatile çıkar
Duygular mantığı katladığında
Bir hayatı bir kaç mısraya sığdırmış Onur Bilge Hanım. Tebrikler.
Onur beyi henüz yeni tanıdım şahsen tanımıyorum antolojiden tanıdım iyikide tanıdım.
Kendimce bir karar aldım her gün bir şirini okuyacağım tabi bu arada ben şiirlerini okuyana kadar şiirleri burda olursa. ALLAHA EMANET OLSUN....
O Bir Seven O Bir Gönül Dostu
Bütün Dostlar Güzel Hatıralar Hatırlatsın
Beni Size Sizi Bana Ölürsek Bir Fatiha
Ölmez İsek Hepimiz Hepimize Ebedi Hatıra