Biz ikimiz...
Dünya üzerindeki her hangi bir ülkenin
Vatansız iki deli sevdalısıyız...
Sevinçlerinizi, neşelerinizi, kahkahalarınızı,
Size, sizlere dair olan tüm güzelliklerinizi
Saygımız, sevdamızla selamlıyoruz…
Sabahtı, soğuktu, eksi'ydi
Üşüyordum
Güneş'in gülen yüzüne rağmen
Çöl ayazı esintilerdeyim...
Sirke tadında
______________Hazan
Mevsimine ahenklenen bir ağacın konukluğundasın
Yaralı, yorgun, umutların bahar kokmakta her dem..
Onlarca renk barındıran kanaryasın, renklerin sihirbazlığında…
Çok katlı evlerden yansıyan
Akşamüstü yorgunluğuna ilaçtır sesin
Ulaşmadan sabaha
Karşılarken yarını
Dalgın, hırçın ve çılgın
Yalanların, dolanların, dönme dolapların, pembe yalanların
Ardında saklanır tüm evlilikler…
Önce beyaz eşya, mobilya, ev rengi
Ardından düğün dernek balayı
Başlar ve biter cicim ayları, bal ayları... ve de hiç bitmeyen aylar aylar
Asma bahçelerinden aşırdığım
Ergenliğe ulaşmaya çeyrek kalan
Siyah goruk salkımlarısın, üzüm öncesi
Öyle dolu, öyle diri..
Vurgun yediğim(iz) kızıl Eylül
Sen... Sana sunacağım alternatif yaşam biçimlerinden hangisinde benimle yaşayabilirsin?
Ben... Taşın, toprağın üzerinde... Ben kirden kağıt gibi yırtılan battaniyelerin ve bitli yatakların
olduğu Sirkeci otellerinde… Ben yıldızsızından beş yıldızlısına kadar her mekan ve otelde
ortamın karizmasına uyarak ve günlerce banyo yapmadan yaşadım ve konakladım…
Bir damla suya aşık, bir yudum su ile yeni dünyalar kuran ben bu ortamlarda suskunluğuma,
isyankarlığıma muhalefet ederek sustum. Yüzüm, tavrım, dışım sustu ama yüreğimin deli maviliği
**Sen yağmur isterdin, oysa dalgaların olurdum**
(Bilmedin…)
ben seni isterdim
sen, senli cümlelerden adımı silerdin
…………… Sensizliğin, sessizliğinin kaçıncı gününde olduğumu hatırlamaya çalışırken göğsüme düşen ağır şiddeti ölçülmez sancıların bedenimde volkanik patlamalar yarattığı anların içindeyim ve alkol komasında uyuşturmak, sancılarımı kadehlere gömmek istiyorum… Ki geçici çözümler üretkenliğinden sabah ki öksürük nöbetlerine taşımaya çalışıyorum sancılarımın çözümsüzlüğünü…
…………… En çok ilk sigarayı yakınca başlayan ve o an yıllarca sürecek gibi ve sürmekte olan öksürüklerimde malarımı, utansam da içime akıtıyorum aksatmadan kızılcık şerbeti içmiş gibi kıvranmalarımı…Geçmiyor kör olası nöbetler, içten içe ve içime akıyor, yakıyor boğazımdan, gırtlağımdan bağırsaklarıma doğru yol alırken şeridini değiştirmeyen, eğitimli ülkelerin sürücüleri gibi seyahatlerinde ve sanki her gün aynı saatte aynı ritimde devam eden… Ve çocukluğumun radyolarında her gün aynı saat ve dakikada başlayan radyo tiyatrosu gibi… Sabahın o anlarında kaç insanın nefretini kazanıyorum bu şekilde bilmiyorum ama onlarda yıllardır suskunluklarından, gasp edilen haklarına dirençsizliklerinden, çarşıda esnaftan, pazarda pazarcıdan, otobüslerde muavinlerden, ellerini tükürükleyerek aldıkları kağıtlara gıda maddelerine salgılarını bulaştıran, paketleyen esnafa tepkisizliklerinden benim nefretimi kazandıklarını bilmiyor ve hiçbir zaman asla bilemeyecekler…
…………… Vitamin yüklü yiyecek ve içecekler eksilmiyor günümden ama nafile biliyorum yetmeyecek direncime, adım adım ve gün be gün yaklaşıyorum insan oğlunun soğuk nefes, benimse yaklaşmak istediğim sonsuzluğa ve sessiz, sesinsiz geçen günlerde ulaşmak istediğim ebediyete… Ne ki ölüm, ne ki çekip gitmek, bir mikrop daha eksilecekse evrenden, gitmek onurla ve yalın mantıklı benim için, mantığına ters düşse de senin, benden önce ölmeye hakkın yok söylemine rağmen senin… Çocukluğumda garipser, sorgulardım komşu kadın ve erkeklerin ölmek istiyorum söylemlerine, şimdi hak veriyorum kendime yakıştırdığım sonsuzluğa… Olmadığın evrenin farklı meridyenlerinde, farklı iklimlerde soluklandığımız aynı renk sevdamız solmadı, soldurmadım, besledim yine…
……… Sevda adamları kentlerinden uzakta ve yalnız ölürler… Sri Lanka’da balıkçı bir kadınsın eşlik ederken bana, Endonezya’da masalım, Vietnam’da gerçeğim, Ürdün, Cezayir, Filistin’de uğruna gözyaşı döktüğüm yavuklum, Japonya, Estonya, Rusya, Norveç’te şiirler yazan mavi renkli kalemim, Kamerun, Kongo, Bostwana’da yüzünü kaybettiğim siyahi tanrıçam, Portekiz ve Surinam’da dünüm, bugünüm, yarınımsın sevgili…
……… Etiyopya’ da kabile gelenekleri gereği sünnet edilen çaresiz kızların acısını yüreğini hissederken Endülüs’te şarap ve müzikle hüzünlenir, Elhamra sarayında dualar edersin… Danimarka’da denizkızının yüzünde seni ararken gözlerinin dehlizinde kaybolmuşluğum olursun sevgili… Manş denizinden Baltık’lara sürüklenen yaralı tekne olurum kıyılarına çarparken, savrulur, St. Gothard tünelinden Chacaltaya’ya çıkar nefeslenirim… Nefesini katarsın nefesime, tapusuz iki martı olur, Guatemala’ya kanatlanır, yorulur, iki şaşkın güvercine dönüşürüz, Machu Picchu’da koka içip, rahatlarken baygın düşeriz… Islak kanatlarından Yağmur Ormanlarına narçiçekleri saçılır, her birine uzanır, kokunu arar, öperken renklerin dökülür gözlerime, yüzümde cemreler açar mevsimden mevsime, savrulurum o an denizlere, toprağa…
……… Vatikan’dan Monako’ya yol alırken Korsika açıklarında kızarıyorum, sen korsanlardan ürktüğümü düşünürken Monako prensesi Stephanie geliyor aklıma, utanıyor, denizin kızıllığı ile kızarıklığım geceye yol oluyor, ‘’kırmızı sana çok yakışıyor’’ diyorsun… Ne çok severdim lise yıllarımda resimlerinden, kaç gece bekledim rüyalarıma gelir, yakamozları dalgalandırırız diye ve yağmur beklerken çamur yağar, gökkuşağının renkleri kirlenir, tüm deniz, nehir, dağ, ovaları karalardım haritalardan… İnsanlığın sustuğu anda, S.Arabistan Bahreyn arasındaki ormanlık alanda içki içerken yakalayan şeriat polislerinden kaçamıyor, mollaların verdiği idam cezasından yere düşerek kurtuluyor, gördüğüm rüyaya küfürler savururken, ‘’Arap Baharı’’nın kıskacında bilinmezlik ve felakete sürüklenen Orta doğunun Arap ve cahil haklarına acımaktan başka elimden bir şey gelmiyor…
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!