…
İnfaz dedimse
Öldürmeniz gerekmiyor
Zaten hemen teslim olup
Ölmeyede niyetim yok... Öldüremezsiniz...
İçimdeki çocuğu
Yok ettiğim anlarda
Bilemezdim O,
Küllerinden doğanın
İsyankâr fahişe olduğunu
Çocukluktan bugüne
Erişen arkadaşlarım
Ve gördüğüm tüm
Eş dost yüzleri
Hayli garip
Çok garip ve eski
Elveda gençliğim
Bugün benim doğum günüm
Elveda 45 yaşım
Anlarım, hüzünlerim, sevinçlerim
Elveda
İlkokulum, siyah önlüklerim ve tahta sıram
Ramazan da orucunda
Cuma'ları namazında
Allah kabul etsin...
Kurban'da koyun kesen
'' Varmak için o güzel yarınlara
Bizim de dağlarımız vardır Che Guevara
Ve dağlar da düşenlerimizce
Bizim de dağlarımızın olduğu
Dosta düşmana gösterildi''
…..Diye başlayan ve biten
Rakı bardağında şarap
İnce bellide
Rakı içmekti marifetimiz
Ürkek kaplumbağanın
Hızlı
.........Sana şimdiye kadar altmış bir mektup yazdım sevgili, bu mektup o sayıya dahil değil, elli sekizi Venezüella, Küba devlet arşivleri ile antolojide kayıtlı...Üç tanesi ise el emeğin etaminlerle işlediğin heybemde saklı ve yıl sonuna kadar anılan yerlerde yerini alacak... Bağışla açık mavi renkli kalemle yazmak isterdim ama bizler teknolojiye uyum sağlamak adına bilgisayardan yazmak zorundayız, gerçi sen yeniliklere hemen uyum sağlarsın, ben hep bir adım geriden gelirim, biraz salağım sen bilirsin, ne yoksa ‘’salak’’deyip gülümsedin mi?
.........Eylüldü, hazan ve hüzünü yanıma oturtup yalnızlığıma yoldaş yaparak bacaları periden olan hep gizemli ve her isyanımda sığınmak, kaybolmak istediğim şarap diyarına doğru yol alıyordum... Kah hazan, kah hüzünle kuru fasulyeden sohbetler yaptık yol boyu, birazda zorunluluktan olsa gerek, yani uykum gelirde yalnız bırakırsam diye yoldaşlarımı... Sorun değil uyumak direksiyonda, yol boyu ağaçlar var çarparım birine en nihayetinde dururum, yok sevinme hemen ölmem, öyle ağaca çarparak ölmek bana yakışmaz, hem ben kendime yakıştıramam... Korkum kör olmak, görememekle ilgili, bilmiyorum –ama sen bilirsin- gözleri görmeyenler rüya görürler mi? Göremiyorlarsa rüyalarıma dahi gelmeyen seni kör gözlerimle düşlerime çağırsam gelir misin? -gelmezsin-... O gözlerle ayaklarının dibinde köpek gibi sürünsem, dilensem, bir ekmek parası bile vermezsin, çünkü sen ekmeğin fiyatını bilemezsin, ekmek yemiyorsun ki fiyatını bilecek ve bana sadaka olarak vereceksin...
.........Virajlı yolları severim bu yüzden iki el, iki ayak, iki göz ve o tek kafa devamlı hareket halindedir edilgenliğinde... Ta ki iç batı Anadolu’dan Akdenize açılmaya ramak varken gölü olan kente az kala kırmızı ışıkta sevgilisiyle öpüşürken yeşil yandığının farkına varamayana kadar... Neyse ki arkada araba yok ve korna ile uyarılmaya gerek kalmadı, ama öyleyse nedendir öpüşme molaları, üstelik Kübalı bir kadın var yanında ve yetmiş yaşına da gelse aç-susuz soluksuz öpüşecekken? Hazan ve hüzünle olan yolculuk peribacalarına varmadan, Kübalı bir kadınla Akdeniz deki anılara uzanmak üzereyse ‘’Seni Seviyorum’’ pankartıda bu mektuba dahil mi? Bu tek ayaklı bir köprü olmadığından pankartta, Kübalı kadında, hazan ve hüzünün Eylülü de ‘’Kendime Mektubuma’’ dahildir...
......... Savrulan polenlerin arasında sığınacak yuva arayan tek kanatlı serçeydim sürüden kovulmuşluğumda... Kırılmış, horlanmış, dışlanmış, kurtlar sofrasının orta yerine bırakılıp akıbeti gülerek izlenen şaklaban gibiydim bir başınalığımda... Direnmek onurdu...
......... Emekçi kuş sürüleri, militarist leş kargaları tarafından Taksime ulaştırılmamak için coplanırken tek kanadımın tüyleri, rüzgâr yeleli atların ve kahverengi aslanların yelelerine özenircesine diken gibi, çivi gibi dimdik oluyor, rüzgâr kulaklarıma kışkırtıcı şarkılar fısıldıyor, tahriklere açık bıraktığım yüreğime biber gazı ve gaz bombaları yağıyordu... Üstelik ne bir hastanede nede aidat ödemediğim bir sendika önünde değilken...
......... Vadi yeşil elbiselerini giymeye başlamış ve ani çıkan lodos güneş görmeyen yosunlu kayaların üzerine, toprağa ilk düşen yağmurun yaydığı toprak ve çimen kokularına inat şarkı söyler gibi düşüyor, damlıyordu... Yosunlardan yansıyan sesler, karıştığı rüzgârla valsında provakatif eylemini çoğaltıyor, tahrikleri buyur eden yüreğimin bam teline güm güm vuruyordu kabul etmemin onurunda...
…………… Seni kendime sakladım… Sesin titretirken tenimde sevda tellerini, damarlarıma dalga dalga yayılıp egemenliğini ilan ederken aşkın kurtuluş savaşlarında… Karışmasın başka seslere, onların gürültülü senfonisizliğinde ritim tutmayan anlamsızlıklara bulaşmasın, yitmesin diye kendime sakladım sesini önce…
…………… Erguvan renkli gelirken tınıların, ayları güne, günleri de dakikalara bölerek sakladım seni saniyelerimde… İçimde titreyen melodileri saniyelerle çarpıp sensiz geçen günlere ekledim, özlemler biriktirip çoğalttım sana doğru, biriksin, şarıl şarıl aksın diye… Derman olmayan gecelerde sesini çoğaltıp damlalarca içime akıttım yalnızlığımın duvarlarında ses geçirmez yalıtımla, benden başkası duymasın diye… Dayanamam seni görmemişliğimde sesini paylaşmaya, kıyamam zerresinin araya gitmesine, yaşamayanlar bilmez yüzünün gül cemalini görmeden, sesinin aya vuran şavkının eşsizliğine… Bilmezler, bilmesinler her gece ay doğduğunda şavkına besteler yollayıp sevdalar astığımı, yüzünü sana dönüp yansıtsın diye sessiz siluetimi… Sesleriyle sevenlerin tensel buluşmasıdır keşfedilmemiş dinlerin ayini ve gizem dolu perilerin diyarında, egzotizminde, saklanan sevdaların dışa vurumudur en güzel güneşin batımında…
……………Vadilerinde enternasyonal aşklar doğurmuş, gizeminde, yaşanmamış sevdaya kanat çırpmaya hazırlanan, asırlardır yuvasından çıkmayan ismi bilinmeyen bir çift kuş havalanıyor semalarında, el ele, diz dize uçmayı, kanat çırpmayı öğreniyorlar yaşanmamış sevdalarının acemiliğinde, tensiz flört eden sesleri kayboluyor, anılar, yaşanmamış güzelliklerin ebruli demetlerini bırakıyorlar bastıkları her adım, çırptıkları her kanatın ardında iz bırakarak… Sevdalarıyla buluşan sevgilerinin ışığında doğan bin bir renkli gökkuşağını geriyorlar kanat çırptıkları zirveden, el sallayan sevdalarına dair yeryüzünün peri dolu bacalarına…
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!