ÖĞRETMENLER GÜNÜ ŞİİRLERİ

ÖĞRETMENLER GÜNÜ ŞİİRLERİ

Halil Çolak

Türk tarihin şanlı şerefli günlerinden bir günü
Unutmayalım millet o geçmişteki kötü günü
Unutma göğsünü ateşe siper etmiş o Mehmet’imi
İşte zaferini ilan ettiği 30 ağustos bu kutlu günü

Vatanseverlerin yüreği vatan vatan diye atıyor
Biliyor musun emin, dayın hangi cephede yatıyor
..

Devamını Oku
Ahmet Keleş

Gönlünü doldurdun vatan sevgisini,
Dağını taşını aşarak gittin Anadolu’ya.
Kır çiçekleri özlemle bekledi şefkatini.
Kalemindi silahın canım öğretmenim.

Çıplak ayaklı soğuktan titreyen çocuklar,
Öğretmenini umutla gözleri yolda bekler.
..

Devamını Oku
Yusuf Tuna

Yirmi bir aralıkta kıyamet kopacak diyorlar,
Kıyametin kopacağı günü yüce Hak bilir.
Bir Maya takvimine göre hesap ediyorlar,
Kıyametin kopacağı günü yüce Hak bilir.

Kafirlerin söylediği söze müminler kanmaz,
Hakiki müslümanlar bunların sözünü anmaz.
..

Devamını Oku
İbrahim Çiçek

Yetimler her zaman boynunu büker
Günü böyle geçer hep yetimlerin
Yarım nefes ile yaşar içini çeker
Günü böyle geçer hep yetimlerin

Gözleri suludur daim yaş döker
Her yıl acısını yeniden içine eker
..

Devamını Oku
Şemsettin Kaya

Yatılı okula yazıldığım zaman on iki yaşındaydım. Ailemden uzakta, ortaokulun birinci sınıfına başlamıştım. Yazıldığım okul, köyümüze epey uzaklıkta bir şehirdeydi. Uzun süreli tatiller gelmedikçe eve pek gidip gelemiyordum. Hem maddi imkansızlıklar buna el vermiyordu hem de derslerimden geri kalarak bana umut bağlayan ailemi hayal kırıklığına uğratmak istemiyordum. Ama şehir yaşantısını da hiç sevmemiştim. Kendimi çok güçsüz ve yalnız hissediyordum. Araba gürültüleri, gizli bir endişe ve korku barındıran insan bağırışmalarını üstümde bir ağırlık gibi hissediyordum. Çok yalnızdım. Sokaklarda yürürken her an başıma bir olay gelecek sanıyordum. Ailemi o kadar çok özlüyordum ki bazen her şeyi bırakıp köyüme gitmek istiyordum. Ama kendi kendime verdiğim sözler ve bir gün aileme ıspatlamak istediğim başarılarımı düşünerek bundan vazgeçiyordum. Kaldığım yatılı okulda sağlık koşulları çok kötüydü. Çok çeşitli yerlerden gelmiş yüzlerce çocuk bir arada yaşıyordu. Yedi ile on beş yaşları arasında yüzlerce çocuk vardı. Çocukların çoğu taşradan, köy ortamından geldiği için şehirdeki çocuklar gibi temizlik alışkanlıklarını edinememişti. Okulun idaresi de her şeyi aynı anda düzeltmeye yetişemiyordu. Zaten yeteri kadar personel yoktu. Sular çoğu zaman kesik oluyordu. Öğrencilerin bir kısmı yıkanma fırsatı bulamıyorlardı. Sular, içi paslanmış depolarda korunmaya çalışılıyordu. Bütün bunların dışında okulda asayişi sağlamak, çocukların didişmelerine engel olmak, onca çocuğu kontrol altına almak ayrı birer sorundu. Kavga çıkmadan biten bir gece yoktu. Her sabah mutlaka birilerinin bir eşyası çalınıyordu. Çocukların neredeyse hepsi mutsuzdu. Kimisi kötü rüyalar gördükten sonra uyanıp ağlıyordu. Geceleri uykuda annelerini çağırıyorlardı. Anladığım kadarıyla hiç biri kendini güvende hissetmiyordu. Yatakhanelerde sürekli ağır bir koku vardı. Yıkanamayan çocuklar, gece altını pisleten yaşı küçük çocuklar ve bu çocukları yaşları küçük olduğu için ezmeye çalışan büyük yaştaki çocukların gürültüleri… Bir tavşan gibi uyumak zorundaydık. Her an birileri dolabını karıştırabilir yada biri gelip ayakkabını, battaniyeni alıp götürebilirdi. Sabahları kalkıp ayakkabısını yerinde bulamayan çocuklar oluyordu. Ağlaya ağlaya görevlilere giderlerdi. O gün ayağına uyan bir ayakkabı bulunduysa ne ala… Yoksa bütün günü çıplak ayakla geçirmek hatta derslere bu vaziyette katılmak zorunda kalırlardı. En kötüsü kış aylarında yataklarına gittikleri zaman battaniyenin yerinde yeller estiğini görmek olurdu. Bu yüzden kendimi tam anlamıyla uykuya bırakıp yeterince dinlendiğimi hatırlayamıyorum. Ders çalışmak için uygun bir ortam bulamıyordum. Her yer çocuk kaynıyordu ve sürekli bağrışma halindeydiler. O kadar çoktular ki seslerini birbirlerine ulaştırmak için bağırmak zorunda kalıyorlardı. Zamanla bu onlarda bir alışkanlık haline geldiği için artık gerekmediği yerlerde de seslerini yükselterek konuşuyorlardı. Geniş salonlarda bile sürekli bir uğultu vardı. Bu yüzden önceleri ders çalışmak konusunda epeyce sıkıntı çektim. Daha sonraları bu ortama alışmış olacağım ki artık pek rahatsız olmadan çalışmaya başlamıştım. Bütün bunların yanında okuldaki ders saatleri ayrı bir kabus gibi yaşanırdı. Sınıflar tıklım tıklım doluyordu. Her sırada üç yada dört kişi otururdu. Okulda yatılı kalanların dışında çevre mahallerden gündüzlü olarak okumaya gelen çocuklar da vardı. Bunlarla beraber sınıflarımızın mevcudu neredeyse iki katına çıkardı. Böyle bir ortamda ders işlemek çok zordu. Öğretmenlerimiz de bu durumdan bezmiş gibi görünüyorlardı. Derslere isteksizce girdiklerini yüzlerinden okuyabilirdiniz. Bütün bu kalabalığın içinde kendimi kaybolmuş gibi hissediyordum. Sahip olduğum bilgileri ve yeteneğimi ortaya çıkarmak için bir türlü fırsat bulamıyordum. Öğretmenler ders boyunca konu anlatmaktan çok öğrencilerin sessiz olmalarını sağlamaya çalışıyorlardı. Böyle bir ortamda hiç kimsenin yaşadığı şeyden dolayı mutlu olabileceğini sanmıyorum. Öğretmenler de öyleydi. Bir zamanlar sahip oldukları idealist düşüncelerini, heyecanlarını kaybetmiş gibi görünüyorlardı. Onlar da bir an önce böyle bir yerden kurtulma çabası içindeydi düşündüğüm kadarıyla… Geceleri yatakhaneme geldiğim zaman o kadar yorgun hissediyordum ki kendimi, ayakta duracak hal bulamıyordum. Zayıf olan bünyemden dolayı diğer çocuklara göre daha bitkin oluyordum. Yatağıma bir an önce uzanıp dinlenmek istiyordum. Oysa duygularım farklı şeyler istiyordu. Aslında heyecanlı bir çocuktum. Sürekli konuşmak gülmek bir şeylerden söz etmek istiyordum. Ama içinde bulunduğum ortam bu isteklerimi yaşamak için uygun olmaktan çok uzaktı. Çocukların konuştuğu konular farklıydı. Daha doğrusu hiç bir şey konuşmuyorlardı, sürekli didişiyorlardı. Bu yüzden kendimi daha çok yalnız hissediyordum. Kimseyle ilişki kuramıyordum. Bunu belki de ben istemiyordum. Yalnız kalmak her ne kadar acı verici olsa da bunu ben tercih ediyordum. Böylece aylar geçti. Bu süre içinde yalnızlığımı giderecek yeni buluşlar aramaya başladım. Önceleri bir radyo almayı düşündüm. Ailemin verdiği az miktardaki parama kıyamamama rağmen dışarıya çıkabildiğim ilk hafta sonunda bir seyyar satıcıdan küçük bir el radyosu aldım. Bu çok hoşuma gitmişti. Köydeyken de evde hep radyo dinlerdim. Okula geldiğimden beri radyo dinleyememiştim. Böyle bir karar verdiğim için kendi kendimle gurur duymuştum. Bu arada radyo dinlemeyi ne kadar çok özlediğimi anladım. Çok mutlu olmuştum. Heyecanla okula geri dönüp bulduğum ilk kuytu köşede radyomu açıp dinlemeye başladım. O gün yalnız kalmayı o kadar istiyordum ki okuldaki çocuklara rastlamamak için köşe bucak kaçıyordum adeta… Kimsenin gitmediği gölgelik kuytu yerlere gidiyordum. Ders aralarında dışarı çıkmıyor, sınıfta cebimde taşıdığım radyomu çıkarıp dinliyordum. Akşamları yatmadan önce kulaklıklarını takarak dinliyordum. Çoğu zaman radyomu kapatmadan uykuya dalıyordum. Sabah uyandığımda pilleri bitmiş vaziyette buluyordum onu. Artık kendimi eskisi gibi yalnız hissetmiyordum. Köydeyken dinlediğim programları burada da dinleyebiliyordum. Bu bana aynı zamanda aileme yakın olduğum hissini veriyordu. Sanki onların yanındaymışım gibi hissediyordum. Bu yüzden eskiye göre daha iyi hissediyordum kendimi. Ama bu pek uzun sürmedi. Yine radyomu kapatamadan uykuya daldığım bir geceden sonra sabah uyandığımda radyomun yerinde yeller esiyordu. Yatağımı büyük bir titizlikle aramama rağmen bulamamıştım. Radyom çalınmıştı. Yatakhanede yatanlara doğru baktım. Ve bütün hiddetimle;
-Radyomu kim aldı..? diye bağırdım. Herhalde böyle bir sesi benden ilk defa duymuş olacaklar ki bütün çocuklar bir anda susup bana doğru baktı. Çok kötüydüm. Ne yapacağımı bilemiyordum. Bir defa daha bağırsam aynı sesi çıkaramayacaktım. Üstelik ağlayacaktım. Kimin yaptığını hiç kimse bilmiyordu. Kimi suçlayacağımı bilemiyordum. O kadar çok çocuk vardı ki… Bunu gidip görevlilere anlatmak istemedim. “Okula elektronik eşya getirmeyin diye uyarmıştık biz sizi” diye cevap vereceklerdi. Bu bana hiçbir şey kazandırmayacaktı. Yatağımdan kalktım. Ve bütün dolapları arayacağımı söyledim. Kimse itiraz etmedi. Sonra mahçup oldum. Vazgeçtim. Yatağıma gidip oturdum ve ağladım. Neden insanlar başka insanların mutluluklarını yaşamalarına engel oluyorlardı? Bir türlü tahammül edemiyordum. Neden mutlu bir insanın mutluluğunu başka bir insan bozmak istiyordu? Neden kötülük yapmak istiyordu insanlar?
Yine eski yalnız günlerime geri dönmüştüm. Birkaç gün süren keyifli zamandan sonra her şey eskisi gibi olmuştu. Öteki çoğunluk beni kendine benzetmeyi başarmıştı. Bir daha radyo almamaya karar verdim. Aynı şeyi bir daha yaşamak istemiyordum. Ama bunun yerine başka bir alternatif bulmam gerekiyordu. Benim için uzun geçen bir süre böyle bir boşlukta yaşadım. Sadece derslere giriyordum. Ayaküstü konuştuğum birkaç çocuk dışında kimseyle iletişim kurmuyordum. Akşam olunca da yatağıma çekiliyor, hiç alışık olmadığım halde erken uyumaya çalışıyordum.
Bir gün Türkçe dersimiz esnasında öğretmenim aklıma çok güzel bir fikir getirdi. Okulumuzda bir kütüphane varmış. Ben dahil neredeyse hiç kimsenin bundan haberi yoktu. Haberi olsa bile kimsenin umurunda olduğunu sanmıyorum. Bu yüzden kütüphane unutulup gitmişti. Öğretmenlerin bile onca sorunun içinden akıllarına gelebileceğini sanmıyorum. Ta ki tesadüfen bir derste Türkçe öğretmenimizin aklına gelene kadar… Buna çok sevindim. İlk ders arasında yerini keşfetmeye gittim. İdare bölümünün arka kısmında kapısı kilitli bir bölüm vardı. O kadar az kullanılmış olmalıydı ki kapısı bile pas tutmuştu. Kapısı kilitli olduğu için içeri girememiştim. Dersten hemen sonra Türkçe öğretmenimi bulup kapısını açtırmasını istedim. Kütüphaneyle ilgilenmeme öğretmenim şaşırmış olacak ki;
-Adın ne senin? Dedi. O gün anladım ki Türkçe öğretmenim adımı o güne kadar öğrenememişti. Bu beni biraz üzdü ama sınıflarımızın durumunu düşününce ona da biraz hak verdim. Ayrıca derslerde ben de kendimi gösterme fırsatı bulamamıştım. Ama bu bir başlangıç sayılabilirdi;
-Adım Kemal öğretmenim. Kitaplara bakabilir miyim? Belki okumak için güzel kitaplar vardır diye düşünmüştüm. Dedim.
-Elbette, kitaplara ilgi duyuyor olmana sevindim. Öyle öğrencilere pek rastlanmaz buralarda… Sen burada biraz bekle ben anahtarı bulmaya çalışayım. Deyip odadan çıktı. Bir süre sonra elinde bir anahtarla geldi ve beraber kütüphaneye doğru gittik. Böyle bir olay karşısında öğretmenim etkilenmiş olmalıydı ki benimle beraber kütüphaneye gelme zahmetine bile girmişti. Kilitli kapıyı açtıktan sonra karanlık ve uzun bir salona girdik. Işık az olduğu için içerisini pek göremiyordum. Gözlerim biraz alıştıktan sonra raflarda dizili kitapları gördüm. Bir sürü kitap vardı. Öğretmenimin yardımıyla iki tanesini seçip aldım. Sonra çıktık. Öğretmenim hala inanamıyordu;
..

Devamını Oku
Yusuf Tuna

Kırk dört yılından beri Bozkurtlar ile senin,
Üç mayıs milliyetçiler günü kutlu olsun.
Milliyetçi Türkiye'ye namzet bir ülkenin,
Üç mayıs milliyetçiler günü kutlu olsun.

Ey Ak Kocalar Oğuz içinde gün görenler,
Siz ülkücülük davasına gönül verenler.
..

Devamını Oku
Servet Erbaş

Soruyorum ey insanlar.
Bilen ancak beni anlar.
Neden cuma? Müslümanlar.
Öğrenelim cuma günü.

Anlatayım bunu size.
Borç oldu bu boynumuza.
..

Devamını Oku
Mehmet Cemalettin Bayhan

DÜNYA ECZACILAR GÜNÜ..
ALLAH’ın GÜN’ü BİTER mi? .

Şunun günü..Bunun günü..Bugün bilmem nenin günü..
Sene üçyüzaltmışbeş gün..Biter mi ALLAH’ın günü? ..

Ana günü,Baba günü..Ayşaanımın kabul günü..
..

Devamını Oku
Tuncay Akdeniz

Dokumdum dertliye derin of çekti
Yüreğime bastı bu bayram günü
Ne varsa yürekte içini döktü
Konuşmadı sustu bu bayram günü

Elleri nasırlı çıkmış kamburu
Gözlerden dinmiyor yaşı yağmuru
..

Devamını Oku
Akdağ Ersoy

........94. Yıldönümü için.

Ben, Akif değilim ki o günü anlatayım,
Her yanımda canavar, boğazımı sıkmakta…
İstediği tek şey ki; vatan, namus, Kur’an’ım.
Bayrak ve tevhit için Mehmet şehit olmakta.

..

Devamını Oku
Ahmet Ekici

Bayram geldi ondan mı düştü içine ateş
Garibe bayram sorma bayram onun yas günü
Herkese tatlı olsa ona acı bir telaş
Garibe bayram sorma bayram onun yas günü

Ana, baba, kardeşler aynı yoldan gelmişse
Aynı derdi yaşamış aynı dert ten ölmüşse
..

Devamını Oku
Fatih Tutuk

bugün sev bugün sevil günün aşk ile dolsun
bugün kadınlar günü bugünün kutlu olsun
sen tanrının gönlüme sunduğu armağansın
bugün kadınlar günü bugünün kutlu olsun

gönlümde fırtınasın kasırgasın volkansın
sen olda hayatımda yağmur yağsın kar yağsın
..

Devamını Oku
Süleyman Karacabey

25 MAYIS DÜNYA ŞAİRLER GÜNÜ

Bu gün özellikle ilk kez Türkiye şairler Birliği Ailesi olarak 25 Mayıs ‘ı Dünya şairler Günü olarak ilan etmenin heyecanını yaşamaktayım.Esere gün yapılıp ta eserin sahibine gün yapılmayan yada eserin eser sahibinin önüne geçtiği garip bir durumun giderilmesi ve eserle eser sahibinin de birlikte anıldığı özel bir gün olmasının ayrı bir manası ve ehemmiyetinin olduğu bilinciyle başlatmış olduğumuz bu girişimini en yakın süre içerisinde ilgili makamlara duyurularak UNESCO tarafından kabul edilmesini sağlamak amacıyla yola çıkmış bulunuyoruz.Bu güzel ve anlamlı günde şair dostlarımıza önemli görev olarak bir birlerine bu günde hatırlayıp tebrik etmeleri başka platformlara taşıyarak bu güzel girişimi duyurarak desteklerini sağlamaları en büyük katkı olacağı kanaatindeyim.
Sanal ortamdan reel ortama taşıdığımız bir çok faaliyetin içerisinde gerçekleştirebileceğimiz en önemli bir girişim olduğu kanaatiyle gelecek tarih içerisinde hatırlanabilmenin de bir vesilesi olacaktır.Mademki şair bir milletiz ve şair olma yolunda çabalamaktayız öyleyse şairinde belli bir günü olmalı ve o özel günde de mutluluklarına bir nebzede olsa katkıda bulunma gayreti içerisinde olmalıyız diyorum.

Usta şair Mehmet Emin Yurdakul “Şairleri haykırmayan bir millet in sevenleri toprak olmuş öksüz bir çocuk gibidir “ der. İbni sina ise “ Tabipler insan anatomisinde ve insan üzerinde hükümlerini sürdürürler, oysa şairler sözlerin sultanıdır herkes şair olamaz” der. Sözlerin Sultanları olan şairlerimizi elbette bir güne sığdırmak imkansızdır.Nitekim şairler Her günde binlerce odaktan dünyada olup biteni sözleriyle duyurmaya çalışmaktalar.Araçları Dil dir.Dil,Vakanın bölünmez bütünlüğünün ve istiklalinin sesidir.Edebiyat, bu sesin bir şarkı,bir türkü güzelliğine erişmesi; Şair ise Milletin arzusunu, sevincini, Neş’e sini, aşkını,umudunu, kederini feryadını dile getiren yani vatanın sesini dillendiren kimselerdir.Tüm şairlerimiz meydana getirdikleri eserlerini bun minval üzere oluşturmuşlardır.Ancak o eseri meydana getiren şair insana ne yapılabilmiştir.

..

Devamını Oku
Hilal Doğmuş

Öğretmendir gelecek günlerin,
Garantisini veren bize.
Okumayı yazmayı,
Öğretti hepimize.

Öğretmensiz hayat,
Annesiz çocuk gibi.
..

Devamını Oku
Ahmet Baki

Sefil Ahmet'e bir gün köyün öğrencileri, öğretmenler gününde gelirler. Bize öğretmenler için bir türkü söyler misiniz derler. Sefi Ahmet'de öğretmenleri çok sever ama ona göre öğretmen şöyle olmalıdır.

Öğretmenlik büyük sorun
Sen beden, talebe dalın
İlimin içinde ilim
Arıyorsan öğretmensin

..

Devamını Oku
Hakkı Akay

Yağmurlarla yağdım sana özel ben..
Can evimden vurulmuşum gülüm ben..
Gelecekse senden gelsin korkmam ölümden
Sen sevdamı mahşer günü gör gülüm

Güneşin ateşi sönük kaldı yanında
Eridi kutuplar sel oldu ateşinde harında
..

Devamını Oku
Atilla Birkiye

Belleğim zayıfladı, çok şeyi anımsamıyorum, kitapların yazarların ilk ânda bazen adı aklıma gelmiyor, bir oyunun filmin, bir ressamın; zorluyorum yine gelmiyor, alıştım artık, belleğimi kendi hâline bırakıyorum, bir süre sonra buluyorum da uykusuzluğun nedenlerinden biri olmuyor! Bulamadığım zamanlarda da, ister istemez eski inatçılığımdan uzaklaşıyorum. Zaten görüştüğüm insanlar da azaldı, ben mi onları aramıyorum onlar mı beni, bunu da pek anımsamıyorum, unutuldum bir kış günü gibi. Tuhaftır, havalar soğudukça Boğaz yalnızlaşıyor. Yalnızlığım ve hayallerimle yaşayıp gidiyorum, işte.

Şairi örnek alarak söyleyebilirim: hayallerle yaşlanıyorum; Keats mi Yeats mi demiş, dediğimde, Keats olamaz genç yaşta öldü, diyorsun zekice. Çok şaşırtıyorsun beni. Sanırım sana âşık olmamı isterdin, sana şiirler, denemeler yazmamı. Aslında arzuydu beni sana çeken, kollarıma alıp sevişme isteği, açıklamadım, belli de etmedim ki aramızda hiç konu edilmedi. Aslında bir gün söylemiştim İstanbul’un orta yeri bir kafede, içkiliydin anımsamıyorsun, anılar birbiri içine giriyor, şimdi o kafe de yok!

Severim gerçekten; ne var ki aşk değil bu ve o yıllar daha çok günü birlik ilişkilerdi yaşadığım. Kelebek gibi özgürce uçmak, özcesi. Onlar da aşkın içine girmiyor mu? Cinsellik yoğundu doğru, peki cinsellik aşkın temeli değil mi? Daha çok yazıydı aşkla koşut giden ama üçünü de yoğun yaşadığım durumlar olmadı mı? Azdı ama olmuştu. Cinsellik, duygu ve yazı. Belki de kırmamak için baştan çıkarmadım. Böyle denebilir belki. O zamanlar genç bir kızdın ve baştan çıkmaya çok hazırdın. Bir gecelik ya da günü birlik ya da cinselliğin egemen olduğu geçici ilişkiye râzı gibi görünüyordun ama ne çok kırılırdın. Üstelik seni hâlâ arzuluyorum, bazen hayallerimdeki fanteziye konuk oluyorsun, öznesi oluyorsun, cinsel bir özne ama oluyorsun işte.

Bir gün söylesem mi?
..

Devamını Oku
Cuma Ali Çetin

HER GÜN ANNELER GÜNÜ

Kendi özünden çok sever evladı...
Herkesten yücedir şanı ve ünü.
Ona tek gün yetmez annedir adı...
Bir gün değil her gün anneler günü.

..

Devamını Oku
Suat Tutak

Bütün Annelere, Anneler Günü Armağanı...

1958 yılının 16 Kasım günü bırakıp gidişini hatırlıyorum anne.
Hiç unutmadım, o gün bu gündür bekliyorum anne. Gelmeyeceğini bile bile bekliyorum.. Gemgenç yaşında, yedi yıl dayanabildiğin o akciğer kanserine yenik düşüp, bırakıp da gitmiştin o gün anne... 'Erkekler Ağlamaz...' dediler. O gün öğrettiler bana, erkrklerin ağlamadığını.. On iki yaşındaydım henüz anne. Aileden iki çocuk verdiler kucağıma. '-Al bunları, sokağa çıkar da avut...' dediler. Bir buçuk yaşlarında iki çocuğun ellerinden tuttum. Sokağa çıkardım. Evin önündeki teneşir tahtasına baka baka, için için ağladım. Yaşlarımı kimseye göstermeden.. Duydum ya, erkekler ağlamazdı anne. Öyle demişlerdi.. Cenazene bile yaklaştırmadılar beni. Omuzlar üzerinde tabutun evimizden ayrılıken kimileri feryat edip, bayılıp ayılırken, ben ağlayamıyordum anne. Yasaktı bana ağlamak.. Çünkü, erkekler ağlamazdı. Oturdum bir kaldırımın üstüne. Çocuklardan birini bir dizime, diğerini de öteki dizime oturtarak, bellerinden yakaladım.
Ve, cenaze evimizin sokağını terk ederken ardından, yaşlı gözlerimle baktım.. Sesim çıkmıyordu. Ama içimde, bir yanardağ patlamıştı... Gözlerimden süzülen, yanaklarımdan dudaklarıma sızan, oradan da sessizce, çenemden yere damlayan yaşlar, o yanardağın lavlarıydı... Çocuklar yüzüme bakıp bakıp da, elleriyle birbirlerine göstererek, 'Ağlıyo, o ağlıyo...' diyorlardı. Onların o saf, dünyadan habersiz sözleri, beni daha çok yaralıyordu. Erkekler ağlamazmış ama anne, ağlıyordum ben. Ağlıyordum işte... Diğer kardeşlerim gibi feryat edip, bağırıp, kendimi yerden yere vurmuyordum ama, ağlıyordum sessizce... Yüreğim tutuşmuştu. Ciğerim alev alev yanıyordu anne. Yanıyordun sen içimde. Cenazen gitti. Alıp gittiler seni mezarlığa... Ne camiye gelebildim, ne de mezarlığa anne. İki çocuk elimi, ayağımı bağladı. Ama; yüreğimi alıp gitmiştin gözyaşlarımla, feryatlarımla, dualarımla birlikte.. Sana, çok kızdım o gün. Çaresizdin, itiraz edemeden gidiyordun anladık. Anladık da; hiç değilse o şevkatini, o ana sevgisini bana bıraksaydın ya...! Onları da alıp gittin.
Yaşım altmışa geldi anam, geçiyor bile... Hala o şevkatini, sevgini özlüyorum. Saçlarımı okşayışını özlüyorum. Sıcacık kucağını istiyorum. Bak bugün, 'ANNELER GÜNÜ...' Herkesin annesi yanında, yakınında, yanıbaşında... Benim annem yok.. Yoksun annem. Ben de annemi istiyorum.. Boynuna sarılmak, öpmek, içimden geldiği gibi şöyle, dolu dolu bir sesle; 'ANAM! ' demek, sonra da başımı omuzuna koyup, hıçkırıklarla ağlamak istiyorum. Onca yılın özlemini başka türlü dindiremem ki anam.
Cenazenin kalktığı gün mezardan döndüklerinde, çocukları kardeşlerime teslim edip, oda kapısının arkasındaki süpürgeye sarılarak gizlice, hıçkıra hıçkıra ağlarken yakalamışlardı beni... Beni öyle yakaladıklarında, herkeste bir ikinci cenaze çıkmış gibi feryatlar koptu... Bana sarılıp da öpüp, ağlayanlar oldu. Birlikte ağladık... 'ERKEKLER DE AĞLARMIŞ...' izin çıktı anne. İşte o günden sonra bu sulu göz oğlun, hep ağladı, hep ağlıyor anne... Fakat izinliyim artık. Erkekliğe leke sürdürmedim anne... Biliyor musun? Tam, 44 yıl geçti aradan... Ben gözleri yaşlı, sevgine hasret onca, 'ANNELER GÜNÜNÜ ' sensiz yaşadım.İçim buruk, yine yalnızım bugün. Bu gün yine, 'ANNELER GÜNÜ..' anne. Saçlarım akpak olmuş. Yaşım, altmışı geçmiş.. Beş tane çocuğum var. Yalnızım... Yapayalnız. Evet, yalnız.. Ben de bir babayım anne... Ama hala çocuğum. Senin çocuğunum anne... Belki; elimde çiçeklerle mezarına gelemeyeceğim anne.. Ama, dudaklarımda Fatiha ile seninleyim. Her zaman olduğu gibi... Dopdoluyum anne. Bakma sen; gözlerimde toplaşan, o göz yaşlarına. Ciğerimin yanışına, kalbimin hızlı hızlı atışına bakma. Her ne kadar acın ve özlemin bir ateş gibi beni yaksa da, biliyorum artık gelmeyeceğini... O umudu, çoktan yitirdim ben anne. Yine de seni özlüyorum be anne... Çocuklarının saçlarını, başını okşayan, boynuna sarılıp öpen anneler, yine beni üzecek olsa da, senin de ANNELER GÜNÜN kutlu olsun anne. Sevgini, şevkatini birlikte götürdün. Hiç değise bugün, kalbimi susturma, onu bana bırak anne.
..

Devamını Oku
Ferhat Feriver 3

İlk öğretmen annem ile babamdır
Canım deyip gözü gibi bakandır
Öğretmeyi kafasına takandır
Yavru için hep özveri yapandır

Baş öğretmen dahi olan Atam'dır
Bu ülkeye A dan Z yi katandır
..

Devamını Oku