ÖĞRETMEN ŞİİRLERİ

ÖĞRETMEN ŞİİRLERİ

İrfan Akdogan

Yıl bindokuzyüz altmışlı yıllar
Okulumuz kaynaşlı ilkokulu
Pırıl pırıl genç idalist öğretmen
Allah senden razı olsun Handan Bölge öğretmenim
Kırk sene önce sini bir düşünün
Okuma yazmayı bilen hemen hemen hiç yok
Bırakın köyleri ilçelerde bile okul yok.
..

Devamını Oku
Yaşar Saim Aslan

Uzun bir dönemin bitişi işte böyle belli olur
Karnelerinde çalışkanlar daha çok mutludur.
Öğretmen elinde getirir bak hepsi aynı renk
Ama içleri farklı hiç biri diğerine değil denk
Şimdi ne kadar üzerine düştüysek dersimizin
Böylece karnede gördük bilgimizi, kendimizi..
Çok çalışıp uğraşan hakkı olan derecelerde
..

Devamını Oku
Hüseyin Celep

Kuş uçmaz,kervan geçmez bir köydedir
Hayata yıldız kadar uzak yerdedir
Gün olur bir hain elinde can verir
Şehitler kervanında yürür öğretmen.

Ankara
..

Devamını Oku
Nafi Çelik

-24 Kasım Öğretmenler Gününe atfen-

Kutlu olsun büyük gün, sevgili öğretmenim,
Mutlu olsun bu düğün, bilgili eğitmenim....

Baş Öğretmen ATATÜRK, öğrencisi bizleriz,
Şaşmayız yolumuzdan, hep ATAyı izleriz...
..

Devamını Oku
Serap Demirtürk



Antoloji şairlerimizden BAHATTİN TONBUL'un eşi, can dostum, kardeşim, öğretmen NİLGÜN TONBUL'un vefatını bu akşam öğrenmiş bulunmaktayım. Acım tarifsiz...
Bahattin Bey'in acısını paylaşacağınıza inanıyorum. Diyecek söz bulamamanın sıkıntısını yaşıyorum. Rabbimden yavrularına ve hastalığı süresince sevgiyle ona bakan eşine sabırlar diliyorum.


..

Devamını Oku
İbrahim Soyalar

-Eşime ve Fedakâr Öğretmenlerimize-

Bir öğretmen gördüm kör karanlıkta…
Mutlulukla hüznün kesiştiği o yerde
Doludizgin sevdalardaydı kor yüreği,
Gözyaşıyla gülümsemesi iç içeydi
Heyecanıysa gözlerinin pırıltısında.
..

Devamını Oku
Ferhat Feriver 3

İlk öğretmen annem ile babamdır
Canım deyip gözü gibi bakandır
Öğretmeyi kafasına takandır
Yavru için hep özveri yapandır

Baş öğretmen dahi olan Atam'dır
Bu ülkeye A dan Z yi katandır
..

Devamını Oku
Ozan Efe

önde ayhan öğretmen
önderi sülalenin
arı duru dürüst
kız gibi çocuk
atı ve denizi sever

önde ayhan öğretmen
..

Devamını Oku
Kâmuran Esen

Bir çocuk annesiyim.O nedenle yıllarca çevremdekilerden - özellikle yaşlılardan - hep eleştiri aldım, öğüt aldım.... “ Neden tek çocukla kaldın! ”........” Bir çiçekle yaz geçmez.”...... ”Bir çocuk, hiç çocuk.”....” Neden ikinci bir çocuk düşünmedin? ” sözleriyle adeta azarlandım.....Hele hele kız annesi olduğumu bilen veya öğrenen hemen herkes tarafından, “ Hadiiiiii! Belki oğlan olur,” diye, ikinci çocuğa özendirilmek istendim........Bu “ille de erkek çocuk” saplantısı, toplum olarak içine düştüğümüz büyük bir yanılgı.

Oysa benim, ikinci kez anne olmaya hiç ama hiç zamanım olmadı ki! .....Öğretmenlik hayatım çok yoğun geçti. Günde beş, son yıllarda altı saat ders, derslerden sonra yetiştirme veya öğrencilerin beşinci sınıfta girecekleri sınavlara hazırlık kursları, halk oyunları ekibi çalışmaları, zaman zaman müsamere çalışmaları ve başka sosyal etkinlikler.......

Ayrıca bir ev kadınıydım.Çekip çevirmek zorunda olduğum bir evim vardı. Evet, bir öğretmendim ama aynı zamanda anneydim, eştim, bir evlâttım,hatta bir evin geliniydim. Omuzlarımdaki yük öylesine ağırdı ki! Yanımda, sürekli benden bir şeyler isteyen, benden bir şeyler bekleyen birileri vardı. Kadın olmak zordu...Bu yoğun koşturmaca içinde; ikinci bir bebeğe ayıracak uygun haftaları, uygun ayları, uygun seneyi bir türlü bulamadım.

Birinci sınıfı okuttuğum yıllarda, asla anne olamazdım. Birinci sınıf; zevkli olmakla beraber, çok çalışmamı gerektiren bir sınıftı, yorucuydu. Birinci sınıf, en önemli sınıftı. Öğrenciler okuma - yazma öğreneceklerdi. Günlük yaşamda, diğer sınıflarda kendilerine gerekli olacak birçok bilgi ve becerilerin temelleri birinci sınıfta atılacaktı.O nedenle birinci sınıfı okuttuğum yıllarda anne olamazdım. Birkaç haftalığına veya birkaç aylığına sınıfımı bir başkasına bırakamazdım.
..

Devamını Oku
Hatice Tural

Şeref kahveye gider arkadaşlar Ferhat'ın karısı çocuğu da bırakmış gitmiş Ferhat çocuk bakıyor.
Ahmet: Şaka yapıyorsun.
Şeref:inanmazsan git bak.
Ahmet:Hadi arkadaşlar Ferhat'ın evine Ahmet zili çalar Ferhat, kapıyı açmak istemez ama ısrarlı çalınca açmak zorunda kalır.
Ahmet:Niye açmadın dükkanı hasta mısın?
Ferhat:Evet abi halsizim anladın mı.Korkmaz ağlamaya başlar.
Ahmet:Anası nerede çocuğun niye ağlatıyor.
..

Devamını Oku
Oğuzkan Bölükbaşı

...................sevgili ilk okul öğretmenim Esin Işık için

Öğretmenler günü her öğretmen
Hatırlanmayı bekler
Öğrencilerinden

Haydi öğrenci olun yeniden
..

Devamını Oku
Serhat Çalışkan

İhanetin şeklinin olmayacağını düşünüyordu Hilal,yani Murat karşısına geçmiş örgüte ihanet ettiğini söylüyordu,acaba bu doğru bişeymiydi.Bir çeteye bile olsa ihanet affedilebilirmiydi,bir insan eğer başka biri için birilerine ihanet edebiliyorsa,günün birinde o başak birinede,daha başkaları için,yada değişik çıkarlar için ihanet edebilirdi.Daha birkaç gün öncesine kadar o örgütün emirlerini yapabilmek için gözlerinin içine baka baka yalanlar söyleyen bu adam değilmiydi,şimdi onun bundan sonra dürüst olacağına nasıl inanabilirdi,
Hem sadece Azize hanımı öldürmüş olmaları değildi,önemli olan hizmet ettikleri amaçtı.Eğer Azize hanımı Murat şahsi bir davadan ötürü öldürmüş olsa belki kendisini savunacak nedenleri olabilirdi.Yani elbette cinayetin hiç bir türlüsü affedilemezdi ama azda olsa tahrik,bunalım,hırs,öfke,intikam duygularıyla yapılmış bir cinnet olarak düşünüle bilir,ve kanuni yollarla verilecek cezaya razı gelinebilirdi.Oysa bu durumda birileri öldüreceksin dedi diye,bu ülkenin bölünmesi,vatanın parçalanması amacı için örgütlenmiş bir grubun direktifiyle insanları öldüren bir suikastçiyle karşı karşıyaydı.Onu affetmek istemiyordu,sevgisi buna yetmiyordu,ve hiçbir sevginin buna yetebileceğini düşünmüyordu.
Babasından,annesinden,büyüklerinden,öğretmenlerinden,vatan toprağının kutsal olduğunu ve satılamayacağını öğrenmişti,öğrenmeklede kalmamış bu düşünceyi kabullenmişti.Ülkesini seviyordu Hilal,halkını,askerini,devletini,bayrağını,seviyordu.Ve bunlardan herhangi birinin bölünüp,parçalanması için çalışan hiç bir güce,sevgi duyamazdı.Bu resmen vatana ihanet olurdu,ve bunu yapmayacaktı.O ki,ülkenin geleceğini garantiye almak için,sağlam bir nesil yetiştirilmesinde etkin olmak için öğretmen olmuştu.Şimdi kalkıp öğrencilerine Atatürkü anlatırken'' Çocuklar büyük Atatürk yurdun dört bir yanından farklı etnik grupları,farklı mezhepleri,farklı kültürleri aynı bayrak altında toplamış,her karış toprağımızın türkiye cumhuriyetinin bir parçası olduğunu ve değerinin aynı olduğunu dedelerimize,ninelerimize anlatmış,bu sayede Kurtuluş savaşını kazanmıştır.Bu vatanın her karış toprağında bu ülkenin bütün halkının emeği vardır.Ama ben sizlere bunları anlatmakla beraber,bu ülkeyi bölmek isteyen,farklı haritalar çizip,bu hayali haritaları hayata geçirmeye çalışan insanların maşalarından biriyle aşk yaşıyorum,ve benim için aşk vatandan filan değerlidirmi diyecekti.Hayır hayır bu onursuzluğu yapmayacaktı,onlarca sevgili,eş,bulabilirdi ama başka bir vatan daha bulması imkansızdı.Bunu yapmayacaktı,ucuz bir sevda için,büyük bir sevdayı satmayacaktı.Doğruca gidip Muratın yerini polise bildirecek ve daha fazla insanın katledilmesini engellemek adına devletine yardım edecekti.Tabii şu anda bunu Murata söylese kendisini ve halasını tehlikeye atabilirdi.En iyisi daha önce Muratın yaptığını yapmaktı,yani ona onun silahıyla karşılık verecekti,rol yaparak,yalan söyleyerek.
..

Devamını Oku
Dede Efendi

TREN GELİR HOŞ GELİR

O gün köyümüzün bir km batısından geçen tren yolu istasyonunda toplanmış, başkentten gelecek treni bekliyorduk. Kimler yoktu ki; Muhtar, köy ihtiyar heyeti, imam, öğretmen, ben
köy eşrafından bakkal, berber, davulcu ibram, zurnacı ökkeş, aktar ve meraklı otuza yakın köylü. Hatta bayrak açılıp, açılmayacağı muhtar ve öğretmen arasında uzun münakaşalara sebep olmuş ve sonunda öğretmenin dediği gibi, gereksiz olduğuna karar verilmişti. Güneşin
tepemizi yaktığı, yaz ortasından bir gündü. Başkentten gelenlere ciddi görünelim diye; muhtar hepimize ceket giydirmişti. Bu kurala öğretmen hariç hepimiz uyduğundan buram, buram terliyor, sanki güneşin altında eriyorduk. Muhtar terini silmek üzere kasketini çıkarıp, mendiliyle başını ovalarken istasyon şefi bize doğru seslendi:
- Muhtar efendi sizin tren on beş dakikalık yolda, makasçıyı makas değiştirmeye gönderdim.
- Sağ ol müdürüm bizde hazırız onları bekliyoruz
..

Devamını Oku
Adem Yaldız

Öğretmen:Bizim aksanda 'öğretmeyin' demektir.
İdarecilik:Koltuk mahkumiyeti
Sanat:Derini göstermek
Kader:Görünmez,okunmaz,silinmez yazı
Zaman:Herşeyi aşındırıp aşınmayan
İnsan:Ölü doğanların en canlısı
Makam:Nağme yeri
..

Devamını Oku
Canan Güleşin

Dün emekli bir öğretmen tanıdım. hem umut hemde umutsuzluğun ışığını yansıtıyordu gözleri..konuştukça elleri uzandı ellerime..sımsıkı kavradı yüreğindeki sevgiyle..sımsıcaktı bana bakan bakışları..sanki konuşmadan da anlaşıyordu bakışlarımız..anlattıkça göz pınarları doluyordu memleketin halini,tükenen umudunun, konuşmalarımızdan sonra artmıştı sanki,yeniden umudu..güvenerek dedi ki; kim geliyor misafir evimize acaba diye korkuyla sormuştum..ama şimdi görüyorum ki,sizin gibi düşünenler oldukça yıkılmayacak, vatanı emanet eden insan,Atatürk'ümüzün düşünceleri,yıktırmayacağız heykellerini,yok etmeyeceğiz resimlerini,unutturmayacağız Kemalizm'i..
pınarları dolu gözlerine bakarak;
Öğretmenim siz neden ağlıyorsunuz şimdi? umudumuz geleceğimizdir,umudu olmayan, geleceği hakkeder mi? diye sordum.
bu konuşmaları bakışlarımızla anlatmıştık..ve sımsıcak yüreğindeki sevginin yansımasını hissettiğim, o elleri daha da sıkı sarıldı ellerime..ve dediki..
Ne Mutlu Türk'üm Diyene......
..

Devamını Oku
Kâmuran Esen

Ablam, kardeşim ve ben ilkokula aynı yıl başladık. Bir köy ilkokulunda ve bir zamanlar köy odası olarak kullanılan bir binada. Ama henüz okula gitmeye hazır değildim. Okuldan, öğretmenden korkuyordum.

Çünkü büyüklerimiz, biz çocuklar yaramazlık yaptığımızda, öğretmenle korkuturlardı. ”Seni öğretmene söylerim, öğretmen döver,” gibi sözler ederlerdi. Acaba öğretmen, dersimi bilemeyince beni döver miydi?

Öğretmenimiz hiç de büyüklerin söyledikleri, bizi korkuttukları gibi değildi. Güler yüzlüydü. Korkulacak bir yanı yoktu. İlk gün benim yanaklarımı bile okşamıştı. Bizim kendisinden korktuğumuzu biliyor olmalı ki; okuldan ve öğretmenden korkulacak bir şey olmadığını, bizi asla dövmeyeceğini, sopanın bizim gibi akıllı çocuklara yakışmayacağını söylüyordu. Okulda dayak olmadığını, olmayacağını anlatırken, “Okulda sopa olmaz,” dedi. “Çünkü sopa.......” der demez, ben arkasını getiriverdim, “ Eşeğe yakışır,” diye. Farkında olmadan ağzımdan çıkıvermişti. Sanki içimden bir ses, isteğim dışında söylemişti bunu. Yoksa cesaret edemezdim.

Öğretmenimin hoşuna gitmişti söylediğim. Beni ayağa kaldırdı, herkesin iyice görebilmesi için sırada bir süre ayakta durmamı söyledi.” Bakın, arkadaşınız ne güzel bir söz söyledi,” dedi. O zaman akıllıca bir söz söylediğimi anladım(!) . Acaba öğreneceklerimiz de bu kadar kolay mıydı? Yine de öğretmenden ve okuldan, okumayı öğrenemeyecek olmaktan çok korkuyordum.
..

Devamını Oku
Yıldırım Öğretmen

Ay çicegi ve anne
Aycicegi kendi dünyasın da eşi ve çocuğu ile mutlu bir hayat yaşarlarmış. Bahar gelipte göç zamanı gelince başlamışlar göç yolculuğuna. Anne önde baba peşinde ve izlerini süren çocukları ile bir müdedt yeşil çimenlerin olduğu yer yüzüne doğru yükselirler. İnek yavrularından bir tanesi haki topragın altındaki anne ayçiceginin taze filizini kırarak yaşamına son verir. Baba aycicek tanrıya sitem eder ve çocuktanda gözyaşlarını gizler. Yer yüzüne çıktıklarında sevniç gözyaşları yerini hüzne bırakır.Çocuk annesini sormaktadır. Canı kadar sevdiği eşinin ölmesini bir türlü kabüllenemez ve güneşi gösterir bak! yavrum annen göklerden bize bakıyor der. Çocuk bir türlü göremediği annesini güneşin aydınlık şefkatinde arar. Yanaklarından öpemediği annesini öpücükleri diye yakamozları sarar ve annesinin fısıltıları diye meltem rüzgarlarını yorar.
O günden sonra, Ay çicekleri annelerinin dönecği ümidi ile güneşi doğuşundan batışına kadar izleyip durmuşlar Gaziantep'ten hepinize sevgiler ve selamlar.Tüm annelere mutluluk ve uzun ömür diliyor, birer güneş gibi sevgi kaynagı olduklarına inanıyorum
Yıldırım öğretmen
..

Devamını Oku
Süleyman Kaya

Anne yaşanmış tecrübelerinin tohumunu toprağa ekmek istiyordu. İlerde kendisi görmese de iyi bir semere- semeresini vermesine niyetlenmişti…
Küçük kızının elinden tutarak çevre okulların yolunu tuttu. Yönetici-idarecileriyle birebir görüştü. Her gittiği ve kapısını Çaldığı okulun yöneticileri suratlarını asıp sırt dönerek kaba saba bir Cevapla” Hanım abla(bayan) bu sene kayıtlar adrese dayalı yapılacak” Anne, umutsuz ve cevapsız hüzünlü bir ruh haliyle kızının elini tutarak Eve doğru yol aldı. İçinden,”Kocam Haklıymış “ geçti. ”Hakikaten kimi idareciler üst makamlara şikâyet etmeyi hak ediyor. Şeytan diyor ki; git Şu saygısızları kaba sabaları üst makamlara şikâyet et. Ben çocuğumu bunlara nasıl emanet edeceğim. Aslında bunları, bu idareci, yöneticilerin yeniden ilkokula kayıt yaptırmaları gerekir… Vb. öfke dolu sözlerle iç geçirerek çocuğuyla berber yürüyordu. Akşam eve geldiğinde bunları eşiyle dertleşerek tekrarladı. Ayrıyeten ona eskiden kendisine yönetilmiş Olan ”kavgacısın! Suç senin vb. Özür dileyerek haklı olduğunu itiraf etti. Olayı baştan sona ona anlattı. Eğitimin 4+4+4 sistemine geçişle allak bulak olduğunu anlattı. Eğitimcilerin, yöneticilerin kızgın, öfkeli, velilere saygısızlığa varacak kadar içli olduklarını tekrarladı. Eşi” Her şey zamanla hal olur. Allah büyüktür. Allah işini rast getirir “vb. sözlerle teselli etmeye çalıştı.

Günler haftaları, haftalar ayları kovaladı. Zaman bir türlü ilerlemiyordu. Aile bir telaş içindeydi. Gerçi tecrübeleri vardı. Yetişkin, Üniversite bitiren,Öğretmen, Mühendis olan çocuklar vardı. Bu son semereleri olan kız Allah tarafından on beş yıl aradan sonra kendilerine armağan edilmişti. Kızları temmuzda yedi yılına giriyordu. Küçük olmasına rağmen bazı alanlarda karar alma yön belirleme konularında ebeveynlerine içindekilerini dökebiliyordu civar okullarda okuyan arkadaşları vardı. Hep onlardan söz ediyor, onların okuluna gitmek istiyordu. Kendini ona göre hazırlıyordu. Tüm hayallerini onların okullarına kurmuştu…
Aradan epey zaman geçmişti. Bir sonbahar akşamında iftardan sonra aile balkona çıkmış oruç yorgunluğunu sıcak çaylarla gideriyordu. Vakit epey ilerlemişti. Yaz geceleri çok kısaydı. Baba balkonda sesiz sedasız kanepesine uzanmış çayını yudumlarken ortanca kızından “ baba okullar belli oldu. Bizim Ayşe Saniye Sezgin İlköğretim okuluna vermişler. Okulun Adı; Yeni sisteme göre ilkokul, eskiye göre İlköğretim olmuştu. Fakat İnternette hala düzeltme olmadığı için ilköğretim olarak geçiyordu. Kız(Ayşe Meryem) duyar duymaz ağlamaya başladı. Hüngür hüngür ağladı. Gözlerin
deki yaşlar sel olup akıp geçmişti. Baba ve anne kıza bakıp dona dalmışlardı. Kız ”Ben okula gitmeyeceğim “ deyip, sağa sola ağlamaklı haliyle dönüp dolaşıyordu. Ebeveynleri kızlarının bu ağlamaklı haline çok üzülüyorlardı. Anne” ne olursa olsun yarın,… Okuluna gidip kaydını yaptırmaya çalışacağım.” dedi. Baba, ortanca kızana “ Kızım Aynur, sen internette bir gir bakayım. Bu Saniye Sezgin İlköğretim okulu hakkındaki bilgileri bir yokla bakayım. Nedir neyin nesidir? Gerçi ben okulun fiziki görünüşünü ve nerde kaldığını adresini biliyorum ama okul hakkında detaylı bilgim yok. Bir bak bakayım nasıl bir okulmuş. Belki istediğim beklediğimiz nitelikte bir okuldur. Ola ki Allah bize bu okulu bir hikmet eseri vermiştir. Vardı bunda bir hikmet. Ben diğer okulların Performansını parktaki tabelada birkaç kez gördüm. Çok düşük. Bunun performansına notuna bakalım” dedi. Bu esna küçük kız hala ağlıyordu. Gözleri mosmor olmuştu. Anne ve babası bu haline çok üzülüyorlardı. Bu esnada interneti yokluyorlardı. Küçük Kızda internete aşinaydı. İkisi büyük bir zevkle bilgisayara bakıyorlardı.

..

Devamını Oku
Bahattin Tonbul

İçindeki kini, yoktan varettin
Önceden söz verip, sözde dursana
Veliyi kışkırtıp, şikayet ettin
Bu nasıl müdürlük, helal be sana

Kurulda alınan o müthiş karar
Aniden değişti, ne işe yarar
..

Devamını Oku
Okan Tuncer

Mekselina; ahseni takvimin en güzel örneği. Mekselina; milenyumda bir açan çiçek koklamaya kıyamadığım. Sen yoktun bir zamanlar ruhumda yoktu. Remrand’ın tablolarından çıkmış bedenim vardı. Aşk yoktu. Acı yoktu. Yokların varlıgında yaşadığımı sanıyordum. Ne güzeldi seninle olmak, sen olmak, seni yaşamak. Buluşmalarımıza üzerinde göz izleri olan elbisenle gelirdin. Bilmezdim kimler platonik bakardı sana. Etraftaki bakışlardan kıskanırdım ama seni sıkmaktan korkardım. Korkardım beni terkedip gitmenden. Hatırlarmısın elini bir kez tutabilmek için karlarda yuvarlanmıştım en kalabalık sokaklarda. Ya sana ‘seni seviyorum’ diyebilmek için nezarette geçirdiğim o günü. Hani senin pencerenin altındaki yola balliyle seni seviyorum yazıp ateşe vermiştim. Çok kızmıştın bana. Ama çokta hoşuna gitmişti. Merkezde semavere dönen bedenimin acısını bir tebessümün unutturmaya yetmişti ertesi günün sabahında. Daha buna benzer bir çok çocuksu anı ergenliğimin dogum tarihine uzanan. Nede olsa ilk aşkımdın. İlk aldanışımdın beklide. Daha sonra ayrı üniversiteler ayrı şehirler. Başlamıştı ayrılık günlerinin en güzelleri. Geceler boyu hayaller kurup hep senin nasıl mutlu edeceğimi düşünürdüm. Bazen ormanlık şelaleye karşıdan bakan bir ev çizer ve içine bizi yerleştirirdim. Bazen de ikimizde öğretmen olmuşuzda Safranbolu’da yaşıyor olurduk. Hep karadenizde yaşamak isterdin. Ben hayaller içinde yüzerken unutturmuş sana birisi beni ve o çocuksu anıları. Hala anlayamadım sömestır sevişmelerinde onumu okulun devam günlerinde benimi aldatıyordun? Üçüncü şahıs hangimizdi. Yaptığım tek şey öğrenir öğrenmez senden ayrılmak oldu. İlk sarhoşluğumuda o zaman tattım. Her gece Mekselina’yı unutmak isteyenler masasında bir alkol şişesi bulunurdu. Bu ismi o masaya arkadaşlar verdi.. üzerinde seni unutmak için şiirler yazar, seni unutmak için içerdim. Her akşam güneşime üç kurşun sıkar, ufuklarımı kanlar içinde burakırdın. Unuttuğumu zannettim. Bir çok kişi geldi geçti hayatımdan. Kurumuştu Karadeniz'in, ölmüştü balıkların. Ta ki okul bitiripte evleneceğini duyduğum güne kadar. Bir tutku muydun benim için? Seni görmediğim süre o kadar uzundu ki neden bu kadar sarsıldım? Kim süpürmüştü yıldızlarımı? Bütün araba farları neden beni altına çagırıyordu? Sokak lambaları neden gülüyordu halime? Her yere götürdüğüm, sensizliği ölüme benzeten o masadan kurtulsaydım senden de kurtulurmuydum? ? ?
Mutlu olduğunu düşünerek kendimi teselli ettim. Şiir yazmayı buraktım. Öğretmen oldum,.mesleğime sarıldım. Tatillerde haberini alırdım. Eşin; penceresiz bir eve kapatmış, dışarıya çıkmana, insanlarla konuşmana izin vermezmiş. Yüreğini derin acılarla çizermiş. Bağrına elifleri çekerek yaşarmışsın kafesinde. Yeni öğrendim. Dayanamamışsın o esaret hayatına, bir çocuğunu da alıp kaçmışsın o evden. Kaçmışsın kaçmasınada o esaretten sonra hayata ayak uyduramamışsın. Birkaç ay biriyle yaşamışsın. Sonrada kendini batakhanede bulmuşsun. Dediler ki okulun bitmemiş. Ah Mekselina güzelliğin erkeklerin başını dönderdiği kadar kendi başını da döndürmüş. ‘Düşmüş’ dediler. Ölmek istedim önce. Sonra uzun bir sessizlik. Üzüldüm senin adına. Üzüldüm gün gün artacak olan seni unutmak isteyenlerin sayısına. Anlayamazsın onları. Sensizlik ölmektir her gün bir başka türlü. Bu şehrin bütün meyhaneleri seni unutmak isteyenlerle dolacak. Bütün kadehler senin şerefine! Üzerinde kadeh bulunan her masa ‘Mekselina’yı unutmak isteyenler masası’ olacak.
Ruhlarımız aynı
Bedenlerimiz farklı
Senaristimiz tanrı
Senaryomuz alınyazısı
Ben oynamıyorum
..

Devamını Oku