3 Şubat Cumartesi akşamı ikincisini gerçekleştirdiğimiz Sarıkamış Şehitlerini Anma Gecemiz Ümraniye'de muhteşem bir programla gerçekleştirildi.
Yurtdışı programını bir gün önce keserek gecemize katılan Sarıkamış bld. Bşk. Sayın İlhan ÖZBİLEN, Yurtdışında olması nedeniyle başta Bşk. vekili Sayın Enver KAMIŞ Beyefendiyi vekaleten görevlendiren ve özel ilgi ve alakalarını esirgemeyen Ümraniye Bld. Bşk. Sayın Hasan CAN, Bşk. Yrd. Sayın Mustafa Küçükkapdan, Bşk. Yrd. Sayın Mesut ÖZDEMİR, Kültür Müdürü Sayın Faysal ŞANSİ, Kültür işleri organizatörü Sayın Salih ÇEVİK, Sultanbeyli eski Bld. Bşk. Sayın İbrahim YAMAN, Tepealan eski Bld. Bşk. Sayın Mehmet ADIBELLİ, Kızılören Blf. Bşk. adayı Sayın Ahmet KOÇAK, Kızılören Dernek Bşk. Sayın İlhami ALTINGÖZ, Sarıkamış Yeniköy Derneği Mehmet Zeki BATTAL ve arkadaşları, AGD teşkilatları, Meltem TV Sayın Asım YEKELER, Bahtiyar Koleji öğrenci ve velileri, Kralboğa şiir okulu Dernek Bşk. Sayın Erdoğan KRALBOĞA, Tebder yönetimi, Hattat Hafız Sayın İbrahim TUNÇ, Programın sunumunu başarı ile gerçekleştiren Sayın Selahattin CİN, şiiriyle programımıza renk katan usta yorumcu Sayın Ali İhsan ÖZTÜRK; Şair Aysel AK, Şair Ahmet ERDEM, Şair Miyaser GÜLŞEN, Şair Münire AKSARAY, Şair Kamber BAL ve bütün katılımcılara teşekkür ediyorum.
..
Samimi ve Cömert Bir Kalp ile; HEPİMİZ ÖĞRETMENİMİZİ ARIYORUZ! .
Başarı İstiyorsan; İki Yol Var Senin Umuduna: Söyle Kolayı Mı? .
Kolay Olsun, Zor Olsun; Ben Bir Öğrenci! . Adanıyorum; Aşklara! .
Birinci Yol; Maddi Kazanımlara Adanmak: Maddiyatı Mı İstersin? .
Maddiyat Gelip-Geçici; Baki Kalacak, Bana Yoldaş Olacak Olana! .
O Halde Maneviyatın Kazanımını İstedin! . Maneviyat; Nerededir? .
..
Mutluluğa alışık olmayanlar azıcık mutlu olduklarında ne bok yiyeceklerini şaşırırlar benim gibi. Bünyeleri kaldırmaz işlerin yolunda gitmesini mutlaka bir terslik yaratmak zorundadırlar. Bilirler aslında, sadece susup bekleyenler kazanır, ama beceremezler. Mutluluk hormonu mu ne haltsa beyinde yayılmaya başladığı vakit hücre deformasyonu da baş gösterir peşinden. Kriz zamanlarında zehir gibi çalışan o kıvrımlı et parçası çalışmaz olur. Hayatları boyunca birilerinden ilgi görmek için didinip dururlar, öyle birini bulduklarında da hep öyle birini beklediklerini unutup saçmalamaya başlarlar. Kendilerini bir şey zannettikleri için kontrolü hemen ellerine almak isterler. "hayır canım" lar başlar hemen, "bu kitabı mutlaka okumalısın" lar, "onunla görüşmeni istemiyorum" lar.. Master programına öğrenci hazırlıyor sanki.. Sana ne lan bırak okumasın, dokunma kiminle görüşüyorsa görüşsün. Ama olmaz her şeyin en iyisini biliyordur ya beyzade onu da kendi mertebesine yükseltmek için elinden geleni yapar. Beklediği ilgiyi gördü ya artık kibir ve ukalalıkta kimse onun eline su dökemez. Yalnız burada bir parantez açmak gerekir. Karşı taraf bu duruma başta karşı çıksa mesele bu kadar büyümeyebilir aslında, ama genelde kölemen bir tavırla her istenileni yaptığı için aynı nisbette beyzadenin de kıç kalkması tavan yapar. Bunun ilelebet böyle gideceğini zannederken birden bire bir kişiliği olduğunu hatırlayan hanım kızımız ufak ufak homurdanmaya başlar. Ama geç kalmıştır. Bunu bir taktik meselesi zanneden delikanlı müdahalelerinin dozunu gitgide artırır ve sonuçta kaçınılmaz olanla yüzleşilir. Hanım kızımız alıp başını gider, beyzade alık alık etrafa bakar.. Sonrası, kendi kendine hesaplaşmalar, hayıflanmalar v.s.. Böylelerinin mutlu olmaya hakları yoktur, hatta mutlu olmalarına gerek bile yoktur. Alışık değillerdir çünkü, azıcık mutlu olduklarında ne bok yiyeceklerini bilemezler...
..
251.
Doksanların sonu. Şeker fabrikasının öğrenci yurdunda kalıyorum. Yeni gelen çömezlere eşek şakası yapılan saçma sapan zamanlar işte. Gecenin üçü, bir gurup çömez koridora toplanmış, sırayla şarkı söylemeleri isteniyor. Mevzu hayli sevimsiz esasında ama yurdun en kıdemlilerinden olduğum için çocukların oyunu bozmak da istemiyorum. Uzaktan göz ucuyla bakıyorum, biraz da can sıkıntısından oradayım. Abuk sabuk şarkılar söyleyen bir kaç korkmuş çocuktan sonra önce sesi duyuyorum. Uzun saçlı, iki üç küpesi, burnunda piercing'i olan bir çömez. Bu şarkıyı bi söylüyor aga, bi söylüyor (Cengiz Kurtoğlu-Demek Gidiyorsun) . Bitiminde ben meydana çıkıp kükrüyorum, bu çocuğa dokunanın amına korum lan diyerek.. Adamım Bora, nerde n'apıyor la şimdi acaba?
..
Öğretmenin sorduğu sorulara
cevap veremeyen bir öğrenci kadar sıkılganım bugünlerde.
Yüreğimi kaldırıp gökyüzüne,
izin almaksızın gitmek istiyorum bu şehirden...
..
her sene olduğu gibi bu yılda Beden Eğitimi dersinde 5.sınıflarla kızlar ve erkekler futbol maçı yapıyoruz. kızlar Bayern Münih, erkeklerse Barcelona oluyor. ve futbol oynayan her öğrenci hangi takımdaysa o takımdan bir futbolcunun ismini alıyor. kural gereği birbirlerine maç içerisinde aldıkları bu yeni isimlerle sesleniyorlar. kendi isimlerini söylediklerinde ise aleyhte serbest atış kullanılıyor. bende kızların takımında yani Bayern Münih'te oynadığım için ismim Bayern Münih'ten Swanstaiger (okunuşu: Şıvanştayger) oldu. öğrenciler kendi isimlerine alıştılar fakat ismimi bir türlü akıllarında tutamıyorlar, tutsalar bile telaffuz edemiyorlar.
işte tüm bunlarla birlikte yaptığımız maçların birinde kendisine yanlışlıkla faul yaptığım -maçtaki ismiyle Barcelonalı Neymar- birazda sitemle bana dönüyor ve o çocuksu öfkesiyle söyleniyor;
"-Ya Şivan canını yiyim biraz yavaş oyna"
..
Okulda bile derse çalşmayan sınıf geçemez,
Derse çalşmayana iyi bir öğrenci denir mi,
Sınav yapmayan okul başarıyı ölçüp biçemez,
Sıvı olmayan bir şey, çiğnenmeden yenir mi.
..
03.01.15
Sınavdayım. Yıllarca öğrenci olarak geldiğim sınavlara 27 yıldır öğretmen olarak giriyorum. Ya sınavın hazırlayıcısı benim, ya hazır sorularla yapılan sınavda salon başkanı ya da gözcü. On yıldır değişen nesilleri sınava soktuk. Babalarını sınav yaptığımız kişileri de sınava soktuk. Belki onların oğulları ya da kızlarını da sınav yapacağız.
Sınav yapmak çok sıkıcı bir şey. Belki de sınava girenlerin sıkıntısı yansıyor bize. Sınav kağıtlarını okumak öğrenciyken bana çok zevkli bir şeymiş gibi gelirdi. Oysa hiç de öyle değil. Aksine çok bunaltıcı bir işlem. Cevap anahtarı karşınızda bile olsa kağıtları doğru değerlendirememek korkusu strese sokuyor insanı.
Sabah hava çok soğuktu. Ellerimi ceplerime sokuyor, paltoma sıkı sıkı sarınıyor, atkımla boynumu sarmalıyor, yün şapkamı kulaklarıma indiriyordum. Arabanın kaloriferinden daha fazla ısınabilmek için bir durak ötede indim. Sert rüzgar suratımı yakıyordu.
Sabah patates yahnisi yemiştim acılı. Acıyı daha fazla koymadığıma pişmandım şimdi soğuğun şiddetini görünce. Salon da soğuktu. Zaman geçmez diye düşündüğümden yanıma şiir kitabı ve muhtemel sıkıntımla baş edebilmek için şiir yazarım düşüncesiyle ajandamı yanıma aldım.
..
'Eğitim sisteminin belli bir düzene göre işlemesine karşılık, hayat okulu düzensiz ve karışıktır.... Bu da, eğitimin ne güçlü bir siyasal araç olduğunu, çatışan taraflar için sömürülmeğe elverişli bir tehlike kaynağı olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Öğrenci okuldayken, daha sonraki yıllarda kolayca kurtulamıyacağı korkunç önyargılarla beslenmiş olabilir. Eğitimin -devletçe uygulanışı öylesine yönetilebilir ki, yurttaşların içine itildikleri düşünsel tutsaklıktan kurtulma olana...kları tümüyle ortadan kalkar.
Gerçekten eğitim görmüş bir insan yetiştirmek için gerekli olan başka bir şey daha var - o da, insanın öbür insanlar karşısında her zaman duyması gereken bir toplumsal sorumluluk duygusudur.... Kişiliğin geliştirilmesi öğrenciye sadece «Komşunu kendin gibi sev.» yollu sofuca kalıplar öğretmekle sağlanamaz. Hiç yanlış yapmadağı ileri sürülen sözümona örnek kişilerle ilgili hikâyelerin pek az değeri vardır.'
Albert Einstein / Makalaler (Eğitimim Önemi)
..
Kuşa fıtrat bize akıl
Akla rehber olmuş nakil
İnsan oğlu hep öğrenci
Vahiy insan için okul
..
Eğitim Üzerine Yazılar
MİLLİ EĞİTİMİN TRAJEDİSİ
Öğretmenler kendi aralarında konuşuyorlar: okullar öğrencileri bozuyor.
Yıllar önceydi. Bir ilköğretim okuluna atanmıştım. Bu benim ilk öğretmenliğim değildi ama ilk atamamdı. Kadrolu ilk öğretmenliğimdi. Emektar bir idareci öğretmenle konuşuyoruz. O yılların tecrübesiyle ‘öğrencileri biz bozuyoruz’ diyordu. Onlar buraya ilk geldiklerinde tertemizdiler. İlk yıl hiçbir problem çıkmıyor. Ancak 2. 3. yıllar için aynı şeyi söylemek mümkün değil.
..
Eğitim Üzerine Yazılar
KIZLI ERKEKLİ EĞİTİM
1
İşte yeni bir söylem ve yeni bir kargaşa. Herkes bir şey söylüyor. Kimse düşünmüyor, araştırmıyor, okumuyor, istatistiklere başvurmuyor, sorunları ele almıyor, olaya sorunlar ve çözümleri açısından bakmıyor. Kimse sorun çözmeye çalışmıyor, sorunları ele almıyor, çözümleri konuşmuyor.
..
Derme çatma barikat ağır bir toprak kokusu
Birazdan başlar boşa geçen ömrün sorgusu
Çaresizlik içinde yüzene neye yarar telkin
İçimde dersine çalışmamış öğrenci korkusu…
..
Ülkemizin çok önemli üniversitelerinin bir tanesinde dincilik,gericilik,yobazlık çemberi ile sarılmış öğrencilerin soru çalmak,soru satmak gibi gayri meşru yolarla tüm bölümlerini tıka basa doldurduğu gerçeği,bunlara isyan eden bir profesörün keskin zekası ile delinmiştir.Yetenek sınavlarının en sonuncusunda karşısına gelen öğrencilere '' Zeitgeist'' nedir? ' sorusunu sormuş,öğrenci kültürsüzlüğünün boyutunu bu soru ile bulmuştur.
Profesörümüzü alkışlıyoruz.
Verdiğimiz bilgilerle ilgili kaynaklar tarafımızda saklıdır.
..
MÜFREDAT VE HAYAT
Hayattan kopuk müfredat. İletişim adına saçma sapan, hayatta hiç işe yaramayacak bilgilerin zorla öğretilmesinin ne amacı var, ne mantığı. Tolumda iletişimsizlik kanser gibi şifasız bir hastalık haline gelmiş, biz kalkmış, onun yerine bir sürü saçmalıklar uydurmuşuz. Yazanın bile doğru dürüst bilemeyeceği, öğretmenin de neye yaradığını keşfedemediği bu papağanca ezberleri müfredata sokmuşuz.
Yalnızca bu mu? Daha yüzlerce hayattan kopuk, öğrenciyi eğitimden soğutan, akademisyen zırvaları eğitimi felç etmiş durumda. Zaten alabildiğine teorik olan eğitim bu yönüyle de iyice ütopik bir karaktere bürünüyor.
Sayısal dersler öğrencinin anlayamayacağı denli zorlaştırılıyor, sözel dersler ezbere mahkum ediliyor, öğrenci bu iki cendere arasında sıkışıp dururken, tek çarenin kopya çekmek olduğunu anlıyor ve bu can simidine balıklama atlıyor, biz öğretmenler de güya eğitim yaptığımızı sanarak aldanış içinde günlerimizi geçiriyoruz.
Şimdi biz bu çarpık müfredatın neresinden başlayalım; okullarda kullanılmaya kullanılmaya tahrip olmuş laboratuvarlar, kapısı açılmayan kütüphaneler, kullanılmayarak yıllanmış ve demode olmuş bilgisayar sınıfları eğitimimizin içler acısı halini ifade etmeye yeter.
..
İşte veda ediyorum Mahmutbey Lisesi’ne,
İdareci, öğretmen, öğrenci, daha nesine,
Lakin sizlerden ayrılmak çok zor geliyor bana,
Siz! Mahmutbeyliler, kulak verin sesime…
..
Öğretmen
Öğretir
Öğrenci öğrenir
Anne baba böbürlenir
Yıllar birbirini izler
Öğretmen emekli olur
Ögrenci iş bulur evlenir
..
AHLAKİ DEJENERASYON VE YENİ NESİLLER
2
Dün bu konuya giriş yapmış, bu gün içinse çareleri araştıracağımızı yazmıştık. Öncelikle eğitim alanında yapacaklarımız hatırlatmakta fayda var.
Bu alandaki önerilerimiz eğitim üzerine yazılarımızda açıklamıştık. Burada özetlemekte yarar var. Öncelikle dindar ve ahlaklı nesiller yetiştirmek zorundayız. Dahası dindar nesillerin yetişmesi için yasakların kaldırılması, gerekli, dini ve ahlaki eğitimin verilmesi şarttır. Bu güne kadar verilen eğitimin laik eğitim adı altında dindışı eğitim olduğunu söylemeye gerek var mıdır bilmiyorum.
..
İSLAM AHLAKI VE MÜSLÜMANLAR
Akif ne demiş gezip gördüğü Almanya’da edindiği intibalar üzerine: ‘Dinleri işimiz gibi, işleri dinimiz gibi.’ Evet tam da öyle.
Ortaçağ Avrupası karanlık iken İslam dünyası altın çağlarından birini yaşıyordu. Ama gel gör ki Ortaçağ’ı kapatıp Yeni Çağ’ı açan Fatih Sultan Mehmet İstanbul Fethi’nden sonra Yakın Çağ’a kadar bu düzen devam etti. Gelin görün ki Kanuni’den sonra adım adım gerilemeye devam eden Osmanlı ve Doğu alemi git gide bütün özelliklerini kaybetmiş, ağır yenilgiler, sefalet, iç karışıklıklar ve Rönesans ve Reformlarla kalkınmasını tamamlayan Batı aydınlıklar ülkesi ve Doğu-İslam dünyası ise karanlıklar ülkesi haline geldi. Tabii ki bu durum ahlaki yozlaşmaya neden oldu, İslam ahlakından uzaklaşma başladı, tefessüh git gide derinleşti. Şekilde Müslüman ama özde İslam dışı ahlakla dolu insanlar olduk.
Hani büyük bir zata sormuşlar ‘Müslümanlar ne zaman kurtulacak’ diye, O mübarek zat ‘Müslüman gösterin bana kurtulduğunu haber vereyim size’. Bu söz belki biraz bizi trencide edecek amma gerçeklik payı da büyük. Tabii iman açısından bakmamak lazım olaya, ibadet ve ahlak bakımdan lazım.
Hani Tabiin ’den büyük bir zat Hasan El- Basri ne buyurmuş kendisine Sahabelerine nasıl olduğu sorulduğunda: Siz onları görseydiniz bunlar deli derdiniz, onlar sizi görseydi bunlar Müslüman değil derlerdi.
Hadis-i Şerif’le sürdürelim konuyu:’Size deli denmedikçe gerçek Müslüman olamazsınız’. İşte ölçü bu. Nerde böyle Müslüman. Aksine dışı yeşil içi kırmızı karpuz misali Müslümanlığımız artık kimseyi inandırmıyor, inandıramıyoruz kendimizi bile.
..
Palavra deyince Nusret gelir aklıma.bu güne kadar tanıdığım en usturuplu palavracı odur.Hani bazı insanlar ortamını bulamadıkları için yeteneklerini ucuza harcarlar ya! O öyle biriydi işte!...yüksek dozda kurgu yeteneği ile iyi bir öykücü ya da iyi bir senarist olabilirdi bence. O özellikle yaşanan olayları uyarlama,kahramanının yerine kendisini koyma,gerekli süslemeleri yapıp onu anlatmaya hazır hale getirme konusunda müthişti.
Biz Nusret'i tanıdığımızda üniversite üçüncü sınıftaydık.Bir öğrenci evinde üç arkadaşla kalıyorduk.kaldığımız ev ,üç oda bir salon kocaman bir evdi.Mezun olup giden bir arkadaşımızın yerine yeni bir öğrenci aradığımızda karşımıza çıktı.Kantinin panosuna astığımız ilanı okuyup bana gelmişti. Daha tanıştığımız ilk gün bir kaç macerasını dinledim. Aslında kendisine ait bir evi varmış da!... Babası üniversiteyi kazanır kazanmaz ona kalması için bir apartman dairesi almış da!... O sözüm ona yalnız kalmayı sevmediği için evini kiraya vermişmiş de!.. Falan filan...
Neyse Nusret'le evdeki ilk günümüzün akşamında birer konuşma esiri olduk.Dinlemeye mahkum tutuklular gibi Nusret teslim aldı bizi.O anlattı biz dinledik, o anlattı biz dinledik.Bilmem kaçıncı hikayenin ortalarında: ''Arkadaşlar, yarın okula gidecez; yatalım artık!'' deyince susturabildik onu.
Daha sonraki günler bu yoğunlukta olmasa bile hikayeler anlatmaya devam etti.Diyelim ki Ömer. ''Ben yumurta yemekten bıktım ya!''diye söylendi.Vay sen misin onu diyen, Hemen yumurtanın merkeze yerleştiği bir hikaye Nusret tarafından anlatılırdı.İlk zamanlar televizyonsuz evimizde böyle düğümleri güzel atılan, merak uyandırıcı hikayeler hoşumuza bile gitmişti.Ama artık tahammül sınırımızı zorluyordu.
..