Sabah Kadıköy’de uyandım,
Martılar benden önce kalkmış yine, utanmazlar!
Bir simit aldım vapurdan geçerken,
Simitçi abi “taze taze!” diye bağırdı,
Ben de “abi ben zaten bayat değilim” dedim,
Adam hâlâ gülüyor, kulaklarımda çınlıyor.
Moda sahilinde koşturan çocuklara karıştım,
Top geldi önüme, bir çaktım geri…
Ama top öyle bir gitti ki,
Bir gün beni Milli Takım’a çağırırlarsa hiç şaşırmam.
Çocuklar “abi sen profesyonel misin?” dedi;
İçimden “hayat profesyoneli sayılırım” dedim ama
Yine de gülüp geçtim.
Bir kedi geldi yanıma, surat ciddi;
Sanki kira borcumu hatırlatacak.
“Elim boş değil ki” dedim, mamayı çıkardım.
O an surat yumuşadı,
“Tamam abi, güvenebilirsin” bakışı attı.
Köpekler zaten dostum;
Beşiktaş’ta Dolmabahçe yolunda yürürken
Sanki her biri beni yeni bir partiye davet ediyor.
İstanbul kalabalık, biliyorum,
Ama ben bu kalabalığa hep gülümsüyorum.
Çünkü gülmek bedava,
Üstelik metrobüs gibi tıklım tıklım da değil.
Galata’ya çıktım sonra,
Bir turist sordu: “Bu kule ne kadar eski?”
Ben: “Valla ben doğduğumda buradaydı.”
Turist kahkaha attı, ben de arada bir tarihe katkıda bulunmuş oldum.
Taksim’de müzik çalanlara eşlik ettim,
Ritim tutmaya çalıştım ama ritim de bana acıdı sanırım.
Yine de eğlendik;
Benimle uyumsuzluk bile uyumlu duruyor bu şehirde.
Sonra aklıma düştü birden:
Hayat dediğin zaten böyle değil mi?
Bir yanımız gülerken
Diğer yanımız “daha iyisi olur mu?” diye fısıldar.
Ben de fısıldayan o sesi dinliyorum arada,
Ama sonra bir çocuk gülüyor,
Bir kedi sürtünüyor,
Bir şarkı çalıyor sokakta…
İçimdeki bütün karanlık dağılıyor.
Çünkü biliyorum,
Bu şehir ne kadar yorarsa yorsun,
Bir o kadar da sarılıyor insana.
Ve ben de diyorum ki:
“Hayat zor ama güzel kardeşim,
Boş ver sıkıntıyı,
Gel iki simit alalım, martılara inat biz gülelim.” Sonra Beşiktaş’a uğradım,
Çarşı’da balıkçıların arasına karıştım.
Bir balıkçı, “Abi bu kedi benden çok müşteri topluyor,” dedi,
Ben de güldüm:
“Boşver ustam, kedinin pozu daha güçlü ondan!”
Kedi de sanki anladı, pır diye yanıma gelip poz verdi.
Oradan Dolmabahçe’ye yürüdüm,
Denizle göz göze geldim,
“Bugün biraz hüzünlü görünüyorsun,” dedim.
Dalga hafifçe kıyıya çarptı,
Sanki “Ağlama be adam, İstanbul’dayız!” dedi.
Ben de gülümsedim, neşemin yarısı denizden gelir zaten.
Kadıköy’e geçtim vapurla,
Vapur çayımı döktüm dalga yüzünden,
Yanımdaki amca güldü:
“Oğlum çay denize kavuşmadan gün başlamaz İstanbul’da!”
Haklıydı; burada bile dökülen çay bir ritüeldir.
Martılar çayı görüp hayal kırıklığına uğradı,
Ben de “Kusura bakmayın çocuklar, bu kez size yok,” dedim.
Moda sahilinde çocuklara rastladım,
Top oynuyorlardı;
Biri yanımdan koşarak geçti,
Bir diğeri “Abi kaleye geçer misin?” diye bağırdı.
Girdim tabii…
Top bana doğru geldi,
Bacağım kaydı, yere düştüm,
Herkes sustu…
Sonra kalktım ve dedim ki:
“Bu düşüşü Messi görse beni transfer ederdi!”
Çocuklar kahkahadan yere yattı.
Üsküdar’a geçtim akşamüzeri,
Gün batımı bir şair gibi konuşuyordu:
“İnsan dediğin, neşeyi de hüznü de içine sığdırır oğlum.”
Ben de fısıldadım ona:
“Biliyorum, ama bugünlük neşeyi seçtim.”
Güneş gülümser gibi battı.
Cihangir tarafında köpekler yanıma sokuldu,
Biri pati attı, biri göz kırptı,
Diğeri de “bize mama var mı?” der gibi baktı.
Dedim ki:
“Valla sevgili yok ama mamaya her zaman varım!”
Köpeklerden biri sanki “Boşver, sevgiliden iyiyiz biz,” diye havladı,
Ortalık yine kahkaha.
Galata’ya çıkarken kendime dedim ki:
“Ne çok şey gördün bugün be adam…
İyi ki gülümseyerek yürüyorsun bu şehirde.”
Çünkü İstanbul seni ağlatmayı sevdiği kadar
Güldürmeyi de bilir.
Hatta bazen aynı dakikada ikisini birden yapar.
Ve ben işte o sokaklarda,
Kedilerle, çocuklarla, köpeklerle,
Martılarla, çınarlarla, balıkçılarla
Kah hüzünlenip kah gülerek anladım ki:
Hayat dediğin, bir semtten diğerine geçen ince bir çizgi.
Bazen Beşiktaş gibi kalabalık,
Bazen Moda gibi sakin,
Bazen Cihangir gibi özgür,
Ama her nerede olursan ol…
Bir tebessüm attın mı, şehir güzelleşiyor. Ve gün biter sevgili dostum,
İstanbul yine ışıklarını yakar,
Ben ise hala sokaklarda gezerim,
Sanki şehrin gizli bekçisi,
Mutluluğu unutmasın diye herkese hatırlatan
Ufak bir tebessüm nöbetçisi…
Kadıköy’de vapurdan inenlere selam veririm,
“Gülümse be abi, dünya zaten yeterince ciddi” der gibi.
Beşiktaş çarşısında balıkçıların yanından geçerken,
Bir kedi pati atar bana; ben de “tamam tamam, sen haklısın” derim,
Çünkü burada kediler bile insanlardan daha özgüvenli.
Üsküdar’da çayımı içerken fark ederim ki,
Her dalga kıyıya başka bir hikâye taşır.
Belki senin hikâyen de gelir bir gün,
Neşesiyle, hüznüyle, yarım kalmış dualarıyla…
Ben hepsini dinlerim, çünkü bilirim:
İnsan dediğin biraz eksik, biraz fazla, ama hep güzel.
Ve işin en tuhaf yanı…
Onca kahkahanın arasında bile
Kalbimin bir köşesinde ince bir sızı durur.
Hüzünle mutluluk yan yana yürür ya bazen,
Ben de tam öyleyim işte:
Gözlerimde gülüş, içimde hafif bir “olsaydı keşke…”
Ama yine de şehre bakarım, derin bir nefes alırım:
“Hayat budur işte,” derim kendime,
“Kimi zaman kahkaha, kimi zaman gözyaşı,
Ama ikisi de insan olduğumuzu hatırlatır.”
Ve şimdi finali sorarsan…
Bence bu şiirin sonu yok.
Çünkü İstanbul’un da yok,
Gülen kalbin de, oynayan çocukların da,
Bir kedinin usulca yanağımıza sürttüğü o sevginin de…
Ama yine de şöyle bağlayayım:
Gül, dostum…
Çünkü bir tek gülüş bile
Bazen bütün şehrin karanlığını aydınlatır.
Ve sen fark etmesen bile,
Belki birinin dünyasına küçük bir bahar bırakır.
Erkan Tankut
Kayıt Tarihi : 9.12.2025 20:37:00
Şiiri Değerlendir
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Erkan Tankut kaleminden...




Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!