3 mayis 2006 Besiktas - Fenerbahce kupa finali oncesi, Besiktasli olmanin ne demek oldugunu,aşağıdaki güzellikte anlatabilen yönetmen...
' O büyük gün öncesi, Beşiktaş takımı futbolcularına hitaben Beşiktaşlı Feyyaz ve kardeşim Cemil'e dair bir hikâye'
Che yada Feyyaz Yıllar önceydi. Bir akşam uzun zamandır görmediğim annemleri ziyarete gittim. Gece, o zaman 12 yaşlarında filan olan kardeşimin odasını paylaştık. Yerimi yadırgadığım için sabah ezanında uyanmışım. Evdekileri uyandırmamak için kalkamadım tabii ve yatağımda, sessizlik içinde beklemeye başladım... Sıkıntıdan yıllar önce benim, artık kardeşimin olan odamızı incelemeye, burada geçmiş yıllarımı, gençliğimi, anılarımı düşünmeye başladım. Benden sonra pek bir şey değişmemişti. Köşede eski bir büfe, üstünde yattığımız karşılıklı iki çekyat, yerde çocukluğumdan beri kullandığımız Isparta halısı ve boyaları dökülmüş duvarda bir benim, bir de Che'nin gençlik fotoğrafları... Tek değişiklik, ikisinin ortasına özenle asılmış büyükçe bir posterden yarısı ayakta, yarısı oturarak bana bakan, üstlerinde siyah beyaz çubuklu formalarıyla Beşiktaşlı futbolculardı... Ben de Beşiktaşlı sayılırdım ama o zamanlar futbolla da, futbolcularla da pek aram yoktu. İçlerinden bir tek arada bir üniversitede gördüğüm Metin Tekin'i tanıdım. Tam posteri incelemeye başlamış, futbolculara, formalarına filan dalmıştım ki bir anda içim ürpererek tam karşımda yatan kardeşimi fark ettim. Bana doğru yan yatmış ve gözleri açıktı. Ne bir kıpırtı, ne de bir hayat belirtisi olmadan öylece bana, aslında beni de aşıp ötelere bakıyordu. Nasıl korktuğumu anlatamam... Uzun süre hareket edemeden, bir tek kelime söyleyemeden, aklıma gelen binbir kötü düşünceyle bekledim. Ve sonunda kendimi toparlayıp usulca 'Cemil' diyebildim. Cemil bir ölünün canlanışı gibi yavaşca kıpırdadı ve daldığı yerden sıyrılıp sessizlikte fısıldadı. 'Efendim abi'. Rahatladım. 'Napıyorsun sen, uyumuyor musun...? ' 'Yok abi'. 'Oğlum n'oldu, korkutma beni, sabahın bu vaktinde ne düşünüyorsun? ' Cemil biraz bekledi ve seslendi. 'Abi, Feyyaz na'pıyodur şimdi? ..' Cemil'in ne kadar kendine dönük, ne kadar saf bir çocuk olduğunu biliyordum, ama duyduğuma yine de inanamadım. Uzun süre cevap veremeden öylece yüzüne baktım. Sonra başımı kaldırıp duvardaki postere... Önce bu Feyyaz'ın, bu siyah beyaz çubuklu formalının içlerinde hangisi olduğunu bulmaya, sonrada bir futbolcu parçasının beni, belki Che'yi bile kıskandıracak biçimde bir çocuğun kalbine, düşlerine, hayallerine böylesine nasıl girebildiğini anlamaya çalıştım... Ama bunu anlamak zordu. Hele benim gibi kendini beğenmiş bir solcunun anlaması daha da zordu. Çünki bunu anlamak için maç sabahları erkenden ve kalbin ağrıyarak uyanmak gerekiyordu. Sıkıntı içinde, sinirle maç saatini beklemek, çubuklu olmasa bile siyah ya da beyaz bir forma giyip kar demeden, çamur demeden yollara düşmek gerekiyordu. Bunu anlamak için Dolmabahçe'ye yakınlaşıp tezahüratları duyduğunda panik olmak, geç kaldım endişesi ile adımları sıklaştırmak gerekiyordu. Bunu anlamak için yağmurda bilet kuyruğu beklemek, en acısı yemeden içmeden bütün hafta biriktirdiğin harçlıklarınla açıktan da olsa bir bilet alıp İnönü'de, mümkünse Kadıköy'de ya da başka bir yer, mesela İzmir'de, bir FB maçında Beşiktaşlı bir taraftar olmak gerekiyordu... Neyse. Cemil şimdi 30'unun üstünde. İşsiz. Onun bu Feyyaz sevgisi yetmezmiş gibi üstüne bir de Sergen Yalçın, Tümer Metin, İlhan Mansız ve Pascal Nouma sevgisi de eklenince kaldıramadı çocuk. Kendisi de çok çekti, bize de çok çektirdi. Beşiktaş'ta oynayabilmek için çok ter döktü, çok çalıştı, stad kapılarında ömrünü yedi. Ama................ hayatı Fener'e bir gol atma fırsatı vermedi çocuğa. Olsun, hiç önemli değil. İyi, dürüst ve namuslu bir adam oldu Cemil. Hiç yoldan çıkmadı. Bendeniz abisi, arkadaşları ve ailesi onu seviyor. Ama bu aralar sabahları pek erken kalkmıyormuş. Duyduğuma göre 4 Mayıs sabahını bekliyormuş... Madem bu hikâyeyi anlattım şunu da eklemeden geçemiyeceğim. Biz, Cemil büyüdükten sonra birbirimize ilk kez İnönü'de, kapalıda, bir FB maçında Carew gol attığında uzun uzun sarıldık. Ve ikimiz de neredeyse ağlayacaktık. Büyük Beşiktaşımızın sevgili futbolcularına....
yaratıcı aklın doğurgan açısı bir sanatçı ne kadar kişisel ve bir o kadar da sosyal giderek evrensel olabilir ne de güzel anlatıyor.. Doğru yol en iyi bildiğin yoldur...
bu adam eğer avrupalı ya da amerikalı bi yönetmen ve senarist olsaydı(yani otör)) ..kesinlikle martin scorsece,,ridley scoot ya da bi david lynch gibi efsane bi yönetmen olurdu..ve neremizle taşıcamıza karar veremezdik açıksası. çok büyük bi zeka,,çok iyi bi gözlem gücü,, devam et zeki
hayrany oldu?u yazarlar albert camus ve dostoyevskidir.hatta bekleme odasynda,camus nün yabancysyny i?lemi?tir ahmet karakteri üzerinde.ve hayali suç ve ceza çekmektir.ne yazykki de?eri anla?ylamamamy?tyr di?er de?erli senaristler gibi.
1964 yylynda Isparta’da do?an Zeki Demirkubuz, Ystanbul Üniversitesi Basyn Yayyn Yüksek Okulu’ndan mezun oldu. Sinemaya 1985 yylynda Zeki Ökten'in asistany olarak ba?lady ve 1993 yylyna kadar bir çok yönetmene asistanlyk yapty.
1994 yylynda ilk uzun metrajly filmi ‘C Blok’u gerçekle?tirdi. Ardyndan 1997’de ‘Masumiyet’i, 1999’da da ‘Üçüncü Sayfa’yy çekti.
Senaryosunu yazdy?y, yapymcyly?yny ve yönetmenli?ini üstlendi?i 2001 yapymy ‘Yazgy’ ile 38. Antalya Film Festivali’nde ‘En Yyi Yönetmen’ seçildi. Ayryca film ‘En Yyi 3. Film’ seçilirken, Bahar Evgin'e ‘En Yyi Sanat Yönetmeni’ ödülü, filmin oyuncularyndan Serdar Orçin’e de ‘Jüri Özel Ödülü’ verildi.
uzun süre beklenen filmi bekleme odası'nda yine izleği üzerinden hareket etti. filmin kahramanı bir yönetmendi.. hem de demirkubuz'a yakın içsel sıkıntıları olan, onun kaygılarını taşıyan ve dostoyevski'nin suç ve ceza'sını çekmeye çalışan bir yönetmen.. bunca benzerlikten-aynılıktan sonra filmde kim oynayabilirdi? evet filmin yönetmen karakteri de zeki demirkubuz.. eleştirmenler bu yaz beklediklerini bulamadılar bekleme odası'nda. antalya'dan da ödülsüz döndü. ve gişede onlarca hatta yüzlerce 'bomboş' film varken, bekleme odası anca beş-altı sinemada gösterime girebildi.. popüler kültüre, bütün bu sığlıklara lanet etmek yine onların bize kıs kıs gülmesini mi sağlıyor bilmiyorum ama içimden ve dışımdan en ağza alınacak küfürleri savuruyorum hepsine..masumiyet ilk sıraya alınarak bütün demirkubuz külliyatı izlenmeli..
şimdiye kadar beni en çok sarsmış filmin (masumiyet) yönetmeni..biyografisinde işportacılık yaptığına, ferdi tayfur ve arabesk hayranlığına, bırakıp bırakıp okuduğu okullara, film arkası ilginçliklerine, dostoyevski hayranlığına(tıkanmışlığına, saplantısına, şiirsel hastalığına) , filmlerinde kullandığı ona ait mekanlara rastlayabilirsiniz..bence bohem, ama bohem olduğu kadar da ilginç bir taşralılık sergileyen ve bu iki tezatı kesinlikle omzu dik-sırıtmadan taşıyan çok kendine has bir karakterdir..birkaç filminde başak köklükaya'yı oynatmıştır..onun oyuncuları hakikaten 'oynar'.çünkü yapacak başka bir şey şansı tanımaz.haluk bilginer, derya alabora, güven kıraç üçlüsünün oynadığı masumiyet'te kırda, haluk bilginer'in güven kıraç'a aşkını anlattığı bir yedi-sekiz dakika vardır ki bence türk sinemasının en muhteşem tiradıdır..kağıda değil de negatiflere şiir yazan bir 'yabancı'dır..çok sevdiği albert camus'nun yabancı'sı hem de..
Bu ülkeye ve bu hayata dair hiç bir şeyin hiç bir zaman benim dilediğim gibi olmayacağını biliyor, artık bundan acı duymuyorum.
Z. D.
takdire şayan şahsiyet..
3 mayis 2006 Besiktas - Fenerbahce kupa finali oncesi, Besiktasli olmanin ne demek oldugunu,aşağıdaki güzellikte anlatabilen yönetmen...
' O büyük gün öncesi, Beşiktaş takımı futbolcularına hitaben Beşiktaşlı Feyyaz ve kardeşim Cemil'e dair bir hikâye'
Che yada Feyyaz
Yıllar önceydi. Bir akşam uzun zamandır görmediğim annemleri ziyarete gittim. Gece, o zaman 12 yaşlarında filan olan kardeşimin odasını paylaştık. Yerimi yadırgadığım için sabah ezanında uyanmışım. Evdekileri uyandırmamak için kalkamadım tabii ve yatağımda, sessizlik içinde beklemeye başladım... Sıkıntıdan yıllar önce benim, artık kardeşimin olan odamızı incelemeye, burada geçmiş yıllarımı, gençliğimi, anılarımı düşünmeye başladım. Benden sonra pek bir şey değişmemişti. Köşede eski bir büfe, üstünde yattığımız karşılıklı iki çekyat, yerde çocukluğumdan beri kullandığımız Isparta halısı ve boyaları dökülmüş duvarda bir benim, bir de Che'nin gençlik fotoğrafları... Tek değişiklik, ikisinin ortasına özenle asılmış büyükçe bir posterden yarısı ayakta, yarısı oturarak bana bakan, üstlerinde siyah beyaz çubuklu formalarıyla Beşiktaşlı futbolculardı... Ben de Beşiktaşlı sayılırdım ama o zamanlar futbolla da, futbolcularla da pek aram yoktu. İçlerinden bir tek arada bir üniversitede gördüğüm Metin Tekin'i tanıdım. Tam posteri incelemeye başlamış, futbolculara, formalarına filan dalmıştım ki bir anda içim ürpererek tam karşımda yatan kardeşimi fark ettim. Bana doğru yan yatmış ve gözleri açıktı. Ne bir kıpırtı, ne de bir hayat belirtisi olmadan öylece bana, aslında beni de aşıp ötelere bakıyordu. Nasıl korktuğumu anlatamam... Uzun süre hareket edemeden, bir tek kelime söyleyemeden, aklıma gelen binbir kötü düşünceyle bekledim. Ve sonunda kendimi toparlayıp usulca 'Cemil' diyebildim. Cemil bir ölünün canlanışı gibi yavaşca kıpırdadı ve daldığı yerden sıyrılıp sessizlikte fısıldadı.
'Efendim abi'. Rahatladım. 'Napıyorsun sen, uyumuyor musun...? ' 'Yok abi'.
'Oğlum n'oldu, korkutma beni, sabahın bu vaktinde ne düşünüyorsun? ' Cemil biraz bekledi ve seslendi. 'Abi, Feyyaz na'pıyodur şimdi? ..'
Cemil'in ne kadar kendine dönük, ne kadar saf bir çocuk olduğunu biliyordum, ama duyduğuma yine de inanamadım. Uzun süre cevap veremeden öylece yüzüne baktım. Sonra başımı kaldırıp duvardaki postere... Önce bu Feyyaz'ın, bu siyah beyaz çubuklu formalının içlerinde hangisi olduğunu bulmaya, sonrada bir futbolcu parçasının beni, belki Che'yi bile kıskandıracak biçimde bir çocuğun kalbine, düşlerine, hayallerine böylesine nasıl girebildiğini anlamaya çalıştım... Ama bunu anlamak zordu. Hele benim gibi kendini beğenmiş bir solcunun anlaması daha da zordu. Çünki bunu anlamak için maç sabahları erkenden ve kalbin ağrıyarak uyanmak gerekiyordu. Sıkıntı içinde, sinirle maç saatini beklemek, çubuklu olmasa bile siyah ya da beyaz bir forma giyip kar demeden, çamur demeden yollara düşmek gerekiyordu. Bunu anlamak için Dolmabahçe'ye yakınlaşıp tezahüratları duyduğunda panik olmak, geç kaldım endişesi ile adımları sıklaştırmak gerekiyordu. Bunu anlamak için yağmurda bilet kuyruğu beklemek, en acısı yemeden içmeden bütün hafta biriktirdiğin harçlıklarınla açıktan da olsa bir bilet alıp İnönü'de, mümkünse Kadıköy'de ya da başka bir yer, mesela İzmir'de, bir FB maçında Beşiktaşlı bir taraftar olmak gerekiyordu...
Neyse. Cemil şimdi 30'unun üstünde. İşsiz. Onun bu Feyyaz sevgisi yetmezmiş gibi üstüne bir de Sergen Yalçın, Tümer Metin, İlhan Mansız ve Pascal Nouma sevgisi de eklenince kaldıramadı çocuk. Kendisi de çok çekti, bize de çok çektirdi. Beşiktaş'ta oynayabilmek için çok ter döktü, çok çalıştı, stad kapılarında ömrünü yedi. Ama................ hayatı Fener'e bir gol atma fırsatı vermedi çocuğa. Olsun, hiç önemli değil. İyi, dürüst ve namuslu bir adam oldu Cemil. Hiç yoldan çıkmadı. Bendeniz abisi, arkadaşları ve ailesi onu seviyor. Ama bu aralar sabahları pek erken kalkmıyormuş. Duyduğuma göre 4 Mayıs sabahını bekliyormuş...
Madem bu hikâyeyi anlattım şunu da eklemeden geçemiyeceğim. Biz, Cemil büyüdükten sonra birbirimize ilk kez İnönü'de, kapalıda, bir FB maçında Carew gol attığında uzun uzun sarıldık. Ve ikimiz de neredeyse ağlayacaktık.
Büyük Beşiktaşımızın sevgili futbolcularına....
ailecek sever sayarız.
beşiktaş,film,kültür,işkence,sol
Masumiyet filmi cok guzeldi..kendisi ve esinin oynadigi film ise sıkıcıydı
degerli bir yonetmen
benim her filmi ile farklı alemlere sürükleyen ve sonrasında yüzüme tokat gibi çarpan bir gerçekle uyandıran sihirbaz yönetmen...
yaratıcı aklın doğurgan açısı
bir sanatçı ne kadar kişisel ve bir o kadar da sosyal giderek evrensel olabilir ne de güzel anlatıyor..
Doğru yol en iyi bildiğin yoldur...
daha çok işler yapacak...helal olsun ne denir ki başka...
iyi bir yönetmen.özellikle masumiyet çok süper tabii diğerleride bekleme odası.itiraf ve yeni filmi yabancııııı
bağımsız..
bu adam eğer avrupalı ya da amerikalı bi yönetmen ve senarist olsaydı(yani otör)) ..kesinlikle martin scorsece,,ridley scoot ya da bi david lynch gibi efsane bi yönetmen olurdu..ve neremizle taşıcamıza karar veremezdik açıksası.
çok büyük bi zeka,,çok iyi bi gözlem gücü,,
devam et zeki
hayrany oldu?u yazarlar albert camus ve dostoyevskidir.hatta bekleme odasynda,camus nün yabancysyny i?lemi?tir ahmet karakteri üzerinde.ve hayali suç ve ceza çekmektir.ne yazykki de?eri anla?ylamamamy?tyr di?er de?erli senaristler gibi.
1964 yylynda Isparta’da do?an Zeki Demirkubuz, Ystanbul Üniversitesi Basyn Yayyn Yüksek Okulu’ndan mezun oldu. Sinemaya 1985 yylynda Zeki Ökten'in asistany olarak ba?lady ve 1993 yylyna kadar bir çok yönetmene asistanlyk yapty.
1994 yylynda ilk uzun metrajly filmi ‘C Blok’u gerçekle?tirdi. Ardyndan 1997’de ‘Masumiyet’i, 1999’da da ‘Üçüncü Sayfa’yy çekti.
Senaryosunu yazdy?y, yapymcyly?yny ve yönetmenli?ini üstlendi?i 2001 yapymy ‘Yazgy’ ile 38. Antalya Film Festivali’nde ‘En Yyi Yönetmen’ seçildi. Ayryca film ‘En Yyi 3. Film’ seçilirken, Bahar Evgin'e ‘En Yyi Sanat Yönetmeni’ ödülü, filmin oyuncularyndan Serdar Orçin’e de ‘Jüri Özel Ödülü’ verildi.
İtiraf..Bekleme Odası...Masumiyet...C Blok...Yazgı...
Türk sineması için hatta dünya sineması için önemli bir isim..
uzun süre beklenen filmi bekleme odası'nda yine izleği üzerinden hareket etti. filmin kahramanı bir yönetmendi.. hem de demirkubuz'a yakın içsel sıkıntıları olan, onun kaygılarını taşıyan ve dostoyevski'nin suç ve ceza'sını çekmeye çalışan bir yönetmen.. bunca benzerlikten-aynılıktan sonra filmde kim oynayabilirdi? evet filmin yönetmen karakteri de zeki demirkubuz.. eleştirmenler bu yaz beklediklerini bulamadılar bekleme odası'nda. antalya'dan da ödülsüz döndü. ve gişede onlarca hatta yüzlerce 'bomboş' film varken, bekleme odası anca beş-altı sinemada gösterime girebildi.. popüler kültüre, bütün bu sığlıklara lanet etmek yine onların bize kıs kıs gülmesini mi sağlıyor bilmiyorum ama içimden ve dışımdan en ağza alınacak küfürleri savuruyorum hepsine..masumiyet ilk sıraya alınarak bütün demirkubuz külliyatı izlenmeli..
şimdiye kadar beni en çok sarsmış filmin (masumiyet) yönetmeni..biyografisinde işportacılık yaptığına, ferdi tayfur ve arabesk hayranlığına, bırakıp bırakıp okuduğu okullara, film arkası ilginçliklerine, dostoyevski hayranlığına(tıkanmışlığına, saplantısına, şiirsel hastalığına) , filmlerinde kullandığı ona ait mekanlara rastlayabilirsiniz..bence bohem, ama bohem olduğu kadar da ilginç bir taşralılık sergileyen ve bu iki tezatı kesinlikle omzu dik-sırıtmadan taşıyan çok kendine has bir karakterdir..birkaç filminde başak köklükaya'yı oynatmıştır..onun oyuncuları hakikaten 'oynar'.çünkü yapacak başka bir şey şansı tanımaz.haluk bilginer, derya alabora, güven kıraç üçlüsünün oynadığı masumiyet'te kırda, haluk bilginer'in güven kıraç'a aşkını anlattığı bir yedi-sekiz dakika vardır ki bence türk sinemasının en muhteşem tiradıdır..kağıda değil de negatiflere şiir yazan bir 'yabancı'dır..çok sevdiği albert camus'nun yabancı'sı hem de..