bir soru....hangisi mantıklı........insanlıgın baslangıcının sadece iki insanla oldugunu söylemek,yani adem in kaburgasından havva nın çıkması,sonra dogan çocukların birbirini düzmesi(ensest) ,ve cogalıp bugünlere gelmemiz.....mi....yoksa maymunla ortak atadan evrim sonucu bugünlere gelmemizmi.......bazı insanlar maymunla ortak atadan olmayı yani akraba olmayı utanç kaynagı olarak görüyorlar....cehalet...oysaki ensest ilişki sonucu varolma fikri daha ahlaklı geliyor bunlara.........dinin çelişkileri bi dünya....desteksiz sallamanın ürünleri........yalan tarih..kurgu tarih.........
Her şey bir yerde bir zaman başladı. Kim nerde ve ne zaman başladığını bilmiyor. Ama eğer 2000 yıllarda bir gun seçerseniz ve seçtiğiniz günün o günle tam olarak uyuşması (26 nisan perşembe gibi) ihtimali X, ya da bir kisminin uyuşma ihtimali Y (26 perşembe) gibi ve X/Y oranı da 359/23 verilirse; bulabilirsiniz hikayelerin ne zaman başladığını. Tabii burdan da nerden başladını bulabilmek için yerle alakali da bir ihtimal verilmeli. Neyse biz hikayemize dönelim. Hikayede yer alan şahıslar: Zeki çocuk Şabbaz Şabbaz'ın kızkardeşi Makbule Çocuğun emekli berber dedesi: Hüsamettin Amca Bakkal Hayri Çocuğun yatalak annesi Malule
Hikayenin gectigi yer Adıgüzeller Mahallesi
O sabah erkenden kalktı Şabbaz. Okulun ilk günüydü ve bir an önce okula gitmek istiyordu. Aşağıya indi, annesine baktı, annesi hâlâ uyuyordu. Zavallı kadın o meşum kazadan beri yatağa mahlum kalmıştı. Tüm işlerini küçük kızı Makbule görüyordu. Zavallı yavrucak için çok zor oluyordu; ama o hiç ses çıkartmıyordu. Küçük yaşına rağmen ne olup bittiğini anlar gibiydi. Şabbaz elini yüzünü yıkadıktan sonra karnındaki gurultuyu kesmek için teldolaptan(bozulmayacak yiyeceklerin konduğu saklama yeri) bir şeyler alıp atıştırdıktan sonra yola koyuldu. Hava güzeldi, eylül ayının tüm sadeliği yazın kavuran sıcaklarını unutturmak, zihinlerden silmek için elinden geleni yapıyordu. Şabbaz okula giderken kendisi gibi üzerinde siyah önlükleri olan çocukları gördü. Ama bu çocuklar onun gibi tek başlarına gitmiyorlardı okula. Kimisinin yanında babası, kimisinin yanında annesi, kimisinin de hem annesi hem babası vardı. Onlar şanslı olamalıydılar. Şabbaz'ın zihnine bir soru takildi. 'Acaba küçük bir mahallede, okulun ilk gününde okula yeni başlayanlar arasında hem annesi hem de babası tarafında okula götürülmem ihtimali ne? ' Bilmiyordu bu sorunun cevabını. Hem ne gerek vardı? Okula yaklaştıkça siyahlıların sayısı artıyor, çocukların yüzleirndeki ifade korkuya meylediyordu. Ne de olsa burası hepsine yabancı bir yerdi. Senelerce evlerinde kalmışlar, okul denen yerin yakınından bile geçmemişler. Sadece bazenönlükler içinde ablalarını ve abilerini görmüşler, 'Neden böyle giyiniyolar? ' diye merak etmişlerdi. Daha şanslıları; ki bunlar abileri ya da ablaları olanlardı. Onların kardeşleri bu siyah önlük içinde haftanın beş günü okul denen yere neden gittiklerini merak etmiyorlardı. Cevabı basitti: Adam olmak için. Şabbaz kalabalığını arasına daldı, kendine bir yer buldu. Bazı çocukların ağlama seslerini duyuyordu. 'Ne korkaklar! Ne var ki bunda! Amma çok insan var burda da. Acaba kaç kişi var? Ya da kaç tane kız var ya da kaç tane oğlan? İŞte biri çıktı...' O bunları düşünürken müdür muavini çıkmış aileleri ve yeni gelenleri selamla karşılıyordu. 'Ne çirkin bir adam bu böyle! Göbeği de kocaman.' Muavin yeni gelenlere seslendikten ve onları biraz olsun yatıştırdıktan sonra sırayla isimlerin okunacağını ve ismi okunanların belirtilen sınıflara gideceklerini söyledi. İsimler okunmaya başlayıp da bazı çocuklar sınıfların yolunu tutunca ağlamaya başladılar. Anneleri babaları yanındaydı ama onlar ağlıyorlardı. Şabbaz hala bulundugu yerde kaç insan oldugunu düşünüyordu. 'Acaba nasil sayabilirim? ' Şabbaz okula gitmemişti ama saymaya biliyordu. Dedesi torununun bakkal Hayri nin yanına çırak verince, bakkal çocuğa saymayı öğretmişti. '5 kilo, 30 lira, iki tane, buçuk, çeyrek...' Şabbaz hemencecik kavrayivermişti bunları. Bakkal Hayri Şabbazı öz evladı gibi seviyor, ona elinden geldiğince sahip çıkmaya çalışıyordu. Zaten onu okula yazdıran da oydu. Aslında onun bu kadar üstüne titremesinin sebebi vardı; ama o da başka bir hikayede. Şabbaz kaç kişi olduğunu düşünürken onun adı söylendi; ama o kadar dalmıştı ki nasıl hesaplarıma bunu duymadı. Birkaç kez daha okundu ama o hiçbirini duymadı ve başka isme geçtiler. Şabbaz 'buldum'dediğinde onu duyan pek insan yoktu. Çünkü çcukların ağlama sesleri, muavinin haporlerden çıkan çatlak sesi, anne babaların çocuklarını avutmak için söyledikleri; o kadar çok ses vardı ki! Bu yuzden Şabbaz ı da duyan olmadı. 'buldum, buldum be' diye hopluyordu Şabbaz! Acaba gerçekten o kadar insanı saymak için bir yol bulabilmiş miydi? ... ! . Bölümün Sonu (Tüm haklara bana aittir biline :))
bir soru....hangisi mantıklı........insanlıgın baslangıcının sadece iki insanla oldugunu söylemek,yani adem in kaburgasından havva nın çıkması,sonra dogan çocukların birbirini düzmesi(ensest) ,ve cogalıp bugünlere gelmemiz.....mi....yoksa maymunla ortak atadan evrim sonucu bugünlere gelmemizmi.......bazı insanlar maymunla ortak atadan olmayı yani akraba olmayı utanç kaynagı olarak görüyorlar....cehalet...oysaki ensest ilişki sonucu varolma fikri daha ahlaklı geliyor bunlara.........dinin çelişkileri bi dünya....desteksiz sallamanın ürünleri........yalan tarih..kurgu tarih.........
yuıt7uyı
I.bölüm
Her şey bir yerde bir zaman başladı. Kim nerde ve ne zaman başladığını bilmiyor. Ama eğer 2000 yıllarda bir gun seçerseniz ve seçtiğiniz günün o günle tam olarak uyuşması (26 nisan perşembe gibi) ihtimali X, ya da bir kisminin uyuşma ihtimali Y (26 perşembe) gibi ve X/Y oranı da 359/23 verilirse; bulabilirsiniz hikayelerin ne zaman başladığını. Tabii burdan da nerden başladını bulabilmek için yerle alakali da bir ihtimal verilmeli. Neyse biz hikayemize dönelim.
Hikayede yer alan şahıslar:
Zeki çocuk Şabbaz
Şabbaz'ın kızkardeşi Makbule
Çocuğun emekli berber dedesi: Hüsamettin Amca
Bakkal Hayri
Çocuğun yatalak annesi Malule
Hikayenin gectigi yer Adıgüzeller Mahallesi
O sabah erkenden kalktı Şabbaz. Okulun ilk günüydü ve bir an önce okula gitmek istiyordu. Aşağıya indi, annesine baktı, annesi hâlâ uyuyordu. Zavallı kadın o meşum kazadan beri yatağa mahlum kalmıştı. Tüm işlerini küçük kızı Makbule görüyordu. Zavallı yavrucak için çok zor oluyordu; ama o hiç ses çıkartmıyordu. Küçük yaşına rağmen ne olup bittiğini anlar gibiydi.
Şabbaz elini yüzünü yıkadıktan sonra karnındaki gurultuyu kesmek için teldolaptan(bozulmayacak yiyeceklerin konduğu saklama yeri) bir şeyler alıp atıştırdıktan sonra yola koyuldu.
Hava güzeldi, eylül ayının tüm sadeliği yazın kavuran sıcaklarını unutturmak, zihinlerden silmek için elinden geleni yapıyordu. Şabbaz okula giderken kendisi gibi üzerinde siyah önlükleri olan çocukları gördü. Ama bu çocuklar onun gibi tek başlarına gitmiyorlardı okula. Kimisinin yanında babası, kimisinin yanında annesi, kimisinin de hem annesi hem babası vardı. Onlar şanslı olamalıydılar. Şabbaz'ın zihnine bir soru takildi. 'Acaba küçük bir mahallede, okulun ilk gününde okula yeni başlayanlar arasında hem annesi hem de babası tarafında okula götürülmem ihtimali ne? ' Bilmiyordu bu sorunun cevabını. Hem ne gerek vardı?
Okula yaklaştıkça siyahlıların sayısı artıyor, çocukların yüzleirndeki ifade korkuya meylediyordu. Ne de olsa burası hepsine yabancı bir yerdi. Senelerce evlerinde kalmışlar, okul denen yerin yakınından bile geçmemişler. Sadece bazenönlükler içinde ablalarını ve abilerini görmüşler, 'Neden böyle giyiniyolar? ' diye merak etmişlerdi. Daha şanslıları; ki bunlar abileri ya da ablaları olanlardı. Onların kardeşleri bu siyah önlük içinde haftanın beş günü okul denen yere neden gittiklerini merak etmiyorlardı. Cevabı basitti: Adam olmak için.
Şabbaz kalabalığını arasına daldı, kendine bir yer buldu. Bazı çocukların ağlama seslerini duyuyordu. 'Ne korkaklar! Ne var ki bunda! Amma çok insan var burda da. Acaba kaç kişi var? Ya da kaç tane kız var ya da kaç tane oğlan? İŞte biri çıktı...' O bunları düşünürken müdür muavini çıkmış aileleri ve yeni gelenleri selamla karşılıyordu.
'Ne çirkin bir adam bu böyle! Göbeği de kocaman.' Muavin yeni gelenlere seslendikten ve onları biraz olsun yatıştırdıktan sonra sırayla isimlerin okunacağını ve ismi okunanların belirtilen sınıflara gideceklerini söyledi.
İsimler okunmaya başlayıp da bazı çocuklar sınıfların yolunu tutunca ağlamaya başladılar. Anneleri babaları yanındaydı ama onlar ağlıyorlardı. Şabbaz hala bulundugu yerde kaç insan oldugunu düşünüyordu. 'Acaba nasil sayabilirim? '
Şabbaz okula gitmemişti ama saymaya biliyordu. Dedesi torununun bakkal Hayri nin yanına çırak verince, bakkal çocuğa saymayı öğretmişti.
'5 kilo, 30 lira, iki tane, buçuk, çeyrek...' Şabbaz hemencecik kavrayivermişti bunları. Bakkal Hayri Şabbazı öz evladı gibi seviyor, ona elinden geldiğince sahip çıkmaya çalışıyordu. Zaten onu okula yazdıran da oydu. Aslında onun bu kadar üstüne titremesinin sebebi vardı; ama o da başka bir hikayede.
Şabbaz kaç kişi olduğunu düşünürken onun adı söylendi; ama o kadar dalmıştı ki nasıl hesaplarıma bunu duymadı. Birkaç kez daha okundu ama o hiçbirini duymadı ve başka isme geçtiler.
Şabbaz 'buldum'dediğinde onu duyan pek insan yoktu. Çünkü çcukların ağlama sesleri, muavinin haporlerden çıkan çatlak sesi, anne babaların çocuklarını avutmak için söyledikleri; o kadar çok ses vardı ki! Bu yuzden Şabbaz ı da duyan olmadı.
'buldum, buldum be' diye hopluyordu Şabbaz!
Acaba gerçekten o kadar insanı saymak için bir yol bulabilmiş miydi?
...
! . Bölümün Sonu (Tüm haklara bana aittir biline :))