Koca Mustâpaşa! Ücrâ ve fakîr Istanbul! Tâ fetihten beri mü'min, mütevekkil, yoksul, Hüznü bir zevk edinenler yaşıyorlar burada. Kaldım onlarla bütün gün bu güzel rü'yâda. Öyle sinmiş bu vatan semtine milliyyetimiz Ki biziz hem görülen, hem duyulan, yalnız biz. Mânevî çerçeve beş yüz senedir hep berrak; Yaşıyanlar değil Allâh'a gidenlerden uzak. Bir bahar yağmuru yağmış da açılmış havayı Hisseden kimse hakîkat sanıyor hulyâyı. Ahiret öyle yakın seyredilen manzarada, O kadar komşu ki dünyâya duvar yok arada, Geçer insan bir adım atsa birinden birine, Kavuşur karşıda kaybettiği bir sevdiğine.
Serviliklerde sükûn, yolda sükûn, evde sükûn. Bu taraf sanki bu halkıyle ezelden meskûn. Bir afif âile sessizliği var evlerde; Örtüyor fakrı asâletle çekilmiş perde. Kaldırımsız, daracık, iğri sokak, doğru sokak.. Her geçildikçe basılmış ve düzelmiş toprak. Kuru ekmekle, bayat peyniri lezzetle yiyen, Çeşmeden her su içerken: "Şükür Allâh'a" diyen Yaşıyor sâde maîşetlerin en sâfında; Rûh esen kuytu mezarlıkların etrâfında. Bu vatandaş biraz ahşapla, biraz kerpiçten Yapabilmiş bu güzellikleri birkaç hiçten. Türk'ün âsûde mizâcıyle Bizans'ın kederi Karışıp mağrifet iklimi edinmiş bu yeri.
Şu fetih vak'ası, Yârab! Ne büyük mu'cizedir! Her tecellîsini nakletmek uzundur birbir; Bir tecellîsi fakat, rûhu saatlerce sarar: Koca Mustâpaşa var, câmii var, semti de var. Elli yıl geçtiği günlerde büyük mu'cizeden, Hak'dan ilhâm ile bir gün o güzel semte giden, Rum vezîr, eski manastırda ederken secde, Kalbi çok dolduran îmân ile gelmiş vecde, Onu, tek Tanrısının mâbedi etmiş de hayâl, Vakfedip her neye mâlikse, bütün mâl ü menâl, Bir fetih câmii yapmak dilemiş İslâm'a. Sebep olmuş bu eser yâd edilir bir nâma.
Dört asırdır inerek câmie nûr üstüne nûr Yerde bulmuş yaşıyanlar da, ölenler de huzûr. Ona hâlâ gidilirken geçilir bir yoldan, Göze çarpar ölüm âyetleri sağdan soldan, Sarmaşıklar, yazılar, taşlar, ağaçlar karışık; Hâfız Osman gibi hattatla gömülmüş bir ışık Bu mezarlıkta siyah toprağı aydınlatıyor; Belli, kabrinde, O, bir nûra sarılmış yatıyor.
Gece, şi'riyle sararken Koca Mustâpaşa'yı Seyredenler görür Allâh'a yakın dünyâyı. Yolda tek tük görünenler çekilir evlerine; Gece sessizliği semtin yayılır her yerine. Bir ziyâretçi derin zevk alarak manzaradan, Unutur semtine yollanmayı artık buradan.
Gizli bir his bana, hâtif gibi, ihtâr ediyor; Çok yavaş, yalnız içimden duyulan sesle, diyor: "Gitme! Kal! Sen bu taraf halkına dost insansın; Onların meşrebi, iklîmi ve ırkındansın. Gece, her yerdeki efsunlu sükûnundan iyi, Avutur gamlıyı, teskîn eder endîşeliyi; Ne ledünnî gecedir! Tâ ağaran vakte kadar, Bir mücevher gibi Sünbül Sinan'ın rûhu yanar. Ne saâdet! Bu taraflarda, her ülfetten uzak, Vatanın fâtihi cedlerle berâber yaşamak!..."
Geç vakit semtime döndüm Koca Mustâpaşa'dan Kalbim ayrılmadı bir an o güzel rü'yâdan. Bu muammâyı uzun boylu düşündüm de yine, Dikkatim hâdisenin vardı derinliklerine; Bu geniş ülkede, binlerce lâtîf illerde, Nice yıl, cedlerimiz kökleşerek bir yerde, Mânevî varlığının resmini çizmiş havaya. -Ki bugün karşılaşan benzetiyor rü'yâya.-
Kopmuşuz bizler o öz varlık olan manzaradan. Bahseder gerçi duyanlar bir onulmaz yaradan; Derler: İnsanda derin bir yaradır köksüzlük; Budur âlemde hudutsuz ve hazîn öksüzlük. Sızlatır bâzı saatler dayanılmaz bir acı, Kökü toprakta kalıp kendi kesilmiş ağacı. Rûh arar başka tesellî her esen rüzgârda.
başladım bıraktım başladım bıraktım .... başladım bırakamadım :) düşündüğü bir şey gülümsetiyorsa insanı .... o iyidir :) fırsatım olursa kelimelerini hayatınızdan çıkarın ve okuyun...
Bir Asır yalnızlık demek aslında hiç kimsenin olmamak demek kimseye ait olmamak demek .. Sevmeyi bilmemek ama sevdiğini beklemek bir ömür bir Asır boyunca ..
Şöyle yazılmıştı aşk üzerine Yangın halinde yasak çıkış kapısı Gökyüzüne de şunlar yazılmıstı Yanılıyorsunuz buradan gidilmez Ve geceye de şunlar yazılmıştı. Gecenin üzerine hicbir şey yazılmamıştı. Le Mouvement perpetuel,1920-24 Luis Aragon
bir yıl önce okuaaya başlamaştım kitabı,isimler birbirine karışmıştı ya da benim kafam karışıktı hiçbirşey anlamadan yarıda bırakmıştım.. şimdi tekrar okudum,diline,olayların anlatılışına,yalnızlığı betimlemesine hayran kaldım.. nacizane fikrimce başyapıt..
korkunçtur, bana kalırsa adımıza hazırlanmış bir oyun var, bizim hepimizi yalnız bıraktıkları bir oyun ve bilirler, insanlar yalnız kaldıkça konuştukları dil de değişir, sonunda hiç anlaşamazlar. öyle ki bir zaman parçası içinde, bir durumun değişmez akışında tekdüze kalırlar, bir sıkıntı avcısı gibi ve bir gün anlarlar ki, bir güç değildir artık yalnızlık.
okumaktan büyük keyif aldığım ve etkisinde kaldığım ender kitaplardan.. farklı bi üslup özelliği sahip..okurken gözünüzde film şeridi gibi kareler oluşuyo ve okuyanı acaip etkileme potansiyeli var...güzel ve derin
Oldukça uzun zaman geçmiş, şimdi geriye bakıyorum da, elimden düşürmediğim dönemler bu kitabı. Okula giderken, sabah ve akşamları vapur sefalarıma eşlik ederdi bu kitap. Yarı uykulu bakan gözlerimin arasında süzülürdü kelimeleri, beni diriltirdi. Beni bir Marques hastası kılmasa da bu kitap, dehasına hayran kalma mı sağlamıştı.
KOCA MUSTÂPAŞA
Koca Mustâpaşa! Ücrâ ve fakîr Istanbul!
Tâ fetihten beri mü'min, mütevekkil, yoksul,
Hüznü bir zevk edinenler yaşıyorlar burada.
Kaldım onlarla bütün gün bu güzel rü'yâda.
Öyle sinmiş bu vatan semtine milliyyetimiz
Ki biziz hem görülen, hem duyulan, yalnız biz.
Mânevî çerçeve beş yüz senedir hep berrak;
Yaşıyanlar değil Allâh'a gidenlerden uzak.
Bir bahar yağmuru yağmış da açılmış havayı
Hisseden kimse hakîkat sanıyor hulyâyı.
Ahiret öyle yakın seyredilen manzarada,
O kadar komşu ki dünyâya duvar yok arada,
Geçer insan bir adım atsa birinden birine,
Kavuşur karşıda kaybettiği bir sevdiğine.
Serviliklerde sükûn, yolda sükûn, evde sükûn.
Bu taraf sanki bu halkıyle ezelden meskûn.
Bir afif âile sessizliği var evlerde;
Örtüyor fakrı asâletle çekilmiş perde.
Kaldırımsız, daracık, iğri sokak, doğru sokak..
Her geçildikçe basılmış ve düzelmiş toprak.
Kuru ekmekle, bayat peyniri lezzetle yiyen,
Çeşmeden her su içerken: "Şükür Allâh'a" diyen
Yaşıyor sâde maîşetlerin en sâfında;
Rûh esen kuytu mezarlıkların etrâfında.
Bu vatandaş biraz ahşapla, biraz kerpiçten
Yapabilmiş bu güzellikleri birkaç hiçten.
Türk'ün âsûde mizâcıyle Bizans'ın kederi
Karışıp mağrifet iklimi edinmiş bu yeri.
Şu fetih vak'ası, Yârab! Ne büyük mu'cizedir!
Her tecellîsini nakletmek uzundur birbir;
Bir tecellîsi fakat, rûhu saatlerce sarar:
Koca Mustâpaşa var, câmii var, semti de var.
Elli yıl geçtiği günlerde büyük mu'cizeden,
Hak'dan ilhâm ile bir gün o güzel semte giden,
Rum vezîr, eski manastırda ederken secde,
Kalbi çok dolduran îmân ile gelmiş vecde,
Onu, tek Tanrısının mâbedi etmiş de hayâl,
Vakfedip her neye mâlikse, bütün mâl ü menâl,
Bir fetih câmii yapmak dilemiş İslâm'a.
Sebep olmuş bu eser yâd edilir bir nâma.
Dört asırdır inerek câmie nûr üstüne nûr
Yerde bulmuş yaşıyanlar da, ölenler de huzûr.
Ona hâlâ gidilirken geçilir bir yoldan,
Göze çarpar ölüm âyetleri sağdan soldan,
Sarmaşıklar, yazılar, taşlar, ağaçlar karışık;
Hâfız Osman gibi hattatla gömülmüş bir ışık
Bu mezarlıkta siyah toprağı aydınlatıyor;
Belli, kabrinde, O, bir nûra sarılmış yatıyor.
Gece, şi'riyle sararken Koca Mustâpaşa'yı
Seyredenler görür Allâh'a yakın dünyâyı.
Yolda tek tük görünenler çekilir evlerine;
Gece sessizliği semtin yayılır her yerine.
Bir ziyâretçi derin zevk alarak manzaradan,
Unutur semtine yollanmayı artık buradan.
Gizli bir his bana, hâtif gibi, ihtâr ediyor;
Çok yavaş, yalnız içimden duyulan sesle, diyor:
"Gitme! Kal! Sen bu taraf halkına dost insansın;
Onların meşrebi, iklîmi ve ırkındansın.
Gece, her yerdeki efsunlu sükûnundan iyi,
Avutur gamlıyı, teskîn eder endîşeliyi;
Ne ledünnî gecedir! Tâ ağaran vakte kadar,
Bir mücevher gibi Sünbül Sinan'ın rûhu yanar.
Ne saâdet! Bu taraflarda, her ülfetten uzak,
Vatanın fâtihi cedlerle berâber yaşamak!..."
Geç vakit semtime döndüm Koca Mustâpaşa'dan
Kalbim ayrılmadı bir an o güzel rü'yâdan.
Bu muammâyı uzun boylu düşündüm de yine,
Dikkatim hâdisenin vardı derinliklerine;
Bu geniş ülkede, binlerce lâtîf illerde,
Nice yıl, cedlerimiz kökleşerek bir yerde,
Mânevî varlığının resmini çizmiş havaya.
-Ki bugün karşılaşan benzetiyor rü'yâya.-
Kopmuşuz bizler o öz varlık olan manzaradan.
Bahseder gerçi duyanlar bir onulmaz yaradan;
Derler: İnsanda derin bir yaradır köksüzlük;
Budur âlemde hudutsuz ve hazîn öksüzlük.
Sızlatır bâzı saatler dayanılmaz bir acı,
Kökü toprakta kalıp kendi kesilmiş ağacı.
Rûh arar başka tesellî her esen rüzgârda.
Ne yazık! Doğmuyoruz şimdi o topraklarda!
Yahya Kemal BEYATLI
başladım bıraktım başladım bıraktım .... başladım bırakamadım :) düşündüğü bir şey gülümsetiyorsa insanı .... o iyidir :) fırsatım olursa kelimelerini hayatınızdan çıkarın ve okuyun...
Bir Asır yalnızlık demek aslında hiç kimsenin olmamak demek kimseye ait olmamak demek ..
Sevmeyi bilmemek ama sevdiğini beklemek bir ömür bir Asır boyunca ..
Bir delinin peşinde iki asır...
Şöyle yazılmıştı aşk üzerine
Yangın halinde yasak çıkış kapısı
Gökyüzüne de şunlar yazılmıstı
Yanılıyorsunuz buradan gidilmez
Ve geceye de şunlar yazılmıştı.
Gecenin üzerine hicbir şey yazılmamıştı.
Le Mouvement perpetuel,1920-24
Luis Aragon
Çok acıttınız çok incittiniz
..
Derisini değiştiremeyen yılanlar ölmeye mahkûmdur. Bu durum fikirlerini değiştiremeyen zihinler için de geçerlidir.
..
F Nietzsche
.. cıxxx seni anlaya bilecek seviden yoksun ..
!
.. beni de ..
!
:)
Sarı renk olmaktan çıksaydı yalnızlık olurdu
Yanan bir şeyi
Bir daha yakamazsın
Yarım kaldığımda anladım
Yarım kalan her şeye gelsin bu şarkı
Mesafeleri katetmeden
Alt ettim
Ayak bileklerine geldim
Dudaklarına al beni
'Kâinatta her mesafe ölçülebiliyor ama birbirine uzak iki hayatın arasındaki mesafeyi ölçmenin imkânı yok.'' T. T.
Yalnızlığın kolu kucağı yok
çağır beni
Ömrün yarısında gelen gibiydin.
Anladım, sonu yok yalnızlığın...
bir yıl önce okuaaya başlamaştım kitabı,isimler birbirine karışmıştı ya da benim kafam karışıktı hiçbirşey anlamadan yarıda bırakmıştım..
şimdi tekrar okudum,diline,olayların anlatılışına,yalnızlığı betimlemesine hayran kaldım..
nacizane fikrimce başyapıt..
yüzyılın kitabı....
Marquez'in harika romanı. Yıllar önce okudum, hala okuduğum en iyi kitaplardandı diyorum.
Biraz 'düş' biraz 'gerçek' mükemmel ötesi bir başyapıt.
korkunçtur, bana kalırsa adımıza
hazırlanmış bir oyun var, bizim
hepimizi yalnız bıraktıkları bir oyun
ve bilirler, insanlar yalnız kaldıkça
konuştukları dil de değişir,
sonunda hiç anlaşamazlar. öyle ki
bir zaman parçası içinde, bir durumun
değişmez akışında tekdüze
kalırlar, bir sıkıntı avcısı gibi
ve bir gün anlarlar ki, bir güç değildir artık yalnızlık.
___ Edip Cansever
bunu okumadan roman severim denmemeli bence....marqiues in en iyi romani...
kaç kez okuma kararı verdim bilemiyorum
dost kaçkez oku çok beğeneceksin dedi ama başlayamıyorum
bu durumun yaşanmasından nefret ediorum...
soy ağacımı yapmaya karar verişim.
6 ya da yedi yıl oldu.
hala yapmadım.
belki bir gün.
okumaktan büyük keyif aldığım ve etkisinde kaldığım ender kitaplardan..
farklı bi üslup özelliği sahip..okurken gözünüzde film şeridi gibi kareler oluşuyo ve okuyanı acaip etkileme potansiyeli var...güzel ve derin
Oldukça uzun zaman geçmiş, şimdi geriye bakıyorum da, elimden düşürmediğim dönemler bu kitabı.
Okula giderken, sabah ve akşamları vapur sefalarıma eşlik ederdi bu kitap. Yarı uykulu bakan gözlerimin arasında süzülürdü kelimeleri, beni diriltirdi.
Beni bir Marques hastası kılmasa da bu kitap, dehasına hayran kalma mı sağlamıştı.
Buendia ailesinin yüzyıllık serüveni..
Ölmeyi habire erteleyip duran Ursula ve tabii göklere uçan(!) güzel Remeidos...bir kiloya yakın çiğdem bitirmiştim sizinle.
Marquez'in başyapıtı.(kimse kolera ya da pazartesi demesin)
'dünya daha öylesine çiçeği burnundaydı ki birçok şeyin adı yoktu ve onlardan bahsederken parmakla göstermek gerekiyordu' -yüzyıllık yalnızlık
asırlık bir dik duruş... İnsana yakışan en güzel kılıf, kendi teninden bile daha fazla!
ah